Emile zola ve nana



Yüklə 1,8 Mb.
səhifə27/35
tarix30.07.2018
ölçüsü1,8 Mb.
#64278
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   35

La Faloise, çığırtkanlığa devam ederek :

EMİLE ZOLA

359

- Gelin, buyurun baylar; Rişe bağırıyordu. Ne iki meteliğe ne de bir meteliğe... Bedava...



Nana birden bağırarak sözünü kesti:

- O! Bordenave, şurada! Rica ederim çağırın onu buraya; koşun, dedi.

Evet gerçekten de Bordenave'di bu. Elleri arkasında dolaşıp duruyordu, başındaki hasır şapka güneşin etkisiyle kırmızımtırak bir renk almıştı; sırtında yağlı, dikiş yerleri beyazlamış bir redingot vardı. İflâsa uğradığı için soluklaş-mış bir Bordenave'di bu. Ama yine öfkeyle burnundan soluyordu hep. Bütün bu göz kamaştırıcı kıyafetli insanlar arasında yoksulluğu gözler önüne seriyordu; ama yine de her an zenginliğin kapısını zorlayacak güçte bir adam olduğunu halinden belli ederek:

Nana kendisine elini uzattığı zaman :

- Vay canına! Bu ne incelik! dedi.

Bir bardak şampanyayı yuvarladıktan sonra; derin bir üzüntüyle :

- Ah! Kadın doğmalıymışım! dedi. Adam, boşver buna... Tiyatroya dönmek ister misin? Bir fikrim var, la Ga-ite'yi kiralayacağım... Paris'te kıyamet koparırız ikimiz... Ha ne dersin? Bunu yapmalısın benim için.

Homurdanarak sustu, ama Nana'yı tekrar gördüğü için pek sevinmişti. Bu şeytan Nana, yüreğinin acısını din-dırmışti onun. Öz kızıydı, kendi kanındandı sanki.

Çember genişliyordu. Şimdi la Faloise bardakları dol-dururken, Philippe'le Georges, dostları buraya topluyorlar-ai- Bütün çimenliktekiler yavaş yavaş akın etmeye başlamışlardı. Nana etrafını çevirenlerden her birine gülümsüyor, ya da komik bir şey söylüyordu. Bütün kafayı çekenler ona doğru geliyordu; dağınık şampanya bardakları arada toplanmıştı. Az sonra landonun etrafını büyük bir kalabalık

sarmıştı. her kafadan bir ses Çıkıyordu. Ve Nana, o altın

sarısı saçları, kar beyazı yüzüyle, kendisine doğru uzanan

360


NANA

bardakların üstünde güneşin ışık dalgalan arasında yüksekten bakıyordu dünyaya. Nihayet onun zaferi karşısında çılgına dönen öteki kadınları çatlatmak için, o eski zafer kazanmış Venüs pozuyla dolu bardağını havaya kaldırdı:

O sırada arkadan birisinin kendisine dokunduğunu hissetti. Geriye dönünce, arabanın koltuğunda oturan Mig-non'u görerek hayret etti. Bir an için, gözden kaybolarak, adamın yanına oturdu. Çünkü önemli, bir haber getirmişti. Mignon karısının, Nana'ya kızmakla, gülünç bir şey yaptığını söylüyordu; ona budalaca ve faydasız bir şeydi bu.

- Yalnız şu var ki dostum, dedi genç kadına; dikkat et çok kızdırma Rose'u... Bak sana haber vermeyi yerinde gördüm. Çantasında bir silâh var. Seni hiç affetmiyor o Küçük Düşes olayından beri...

Nana :

- Bir silâh mı? dedin, vız gelir bana!



- Dur da dinle! Fauchery'nin cebinde bulduğu bir mektup bu, Kontes Muffat'mn bu Fauchery olacak hayvana yazdığı bir mektup. Neler yazılmamış içinde, görsen, açık açık... Şimdi Rose bu mektubu konta göndererek öç almak istiyor hem ondan hem de senden.

- Vız gelir bana! diye Nana tekrarladı. Acayip şey... Ha! Fauchery için pek yerinde olur. Oh! Ne iyi... canımı sıkıyordu bu kadın... güleriz biraz...

Mignon daha çok bir şeyler söylemekten çekinerek sustu. Nana, elbet kibar bir kadını kurtarmak niyetinde değilim, diye bağırıyordu. Adamın diretmediğini görerek gözünü ona dikti. Hiç şüphe yok, kontesle ilişkisi kesilirse Fauchery'nin karısına balta olmasından korkuyordu. Rose'un da istediği buydu zaten; adamdan hem öcünü almış olacak, hem de yine onu elde edecekti. Çünkü sosyeteye karşı hâlâ sevgi duyuyordu içinde. Şimdi Nana düşünceye daldı. Bay Vanot'nun kendisine gelişini hatırladı. Mignon kendisini kandırmaya çalışırken kafasında bir plân belirdi.

Mignon :


EMİLE ZOLA

361


- Rose'un mektubu gönderdiğini düşünelim. Bir rezalet kopacak. Seni de karıştıracaklar buna, senin sebep olduğun söylenecek... Her şeyden önce kont karısından ayrılacak...

- O, neden? dedi Nana. Tam aksine.

Bu sefer o sustu. Düşüncelerini açığa vurmak zorunda' değildi. Sonunda, Mignon'un görüşlerini kabullenir gibi göründü; kurtulmak için böyle yapmıştı Mignon, Rose'a boyun eğmesini meselâ yarış alanında, herkesin önünde, gidip onunla birkaç kelime konuşmasını öğütlediği zaman, bakalım, düşünürüz diye cevap verdi.

Bir gürültü duyarak ayağa kalktı. Piste bir rüzgâr hızıyla atlar giriyordu. Paris şehri yarışıydı bu, Cornmuse kazanmıştı. Şimdi Büyük Ödül yarışı başlamak üzereydi. Heyecan artıyordu, kalabalık, içi içine sığmayan insanlar gibi dalgalanıyor, ayaklarını sürtüyor, dakikaları azaltmak istiyordu. Tam bu son dakikada, umulmadık bir olay herkesi şaşkına çevirmişti. Vandeuvres ekmişinin 1'outsider'iP Na-na'nın kotası durmadan yükseliyordu. Erkekler her an yeni bir kota ile geliyorlardı. Nana otuzda, sonra yirmi beşte, sonra onbeşteydi. Kimse bir şey anlamamıştı bundan. Bütün hipodromlarda yenilmiş bir kısrak daha sabahleyin kimsenin elliye istemediği bir kısrak! Anlamı neydi bu birdenbire meydana gelen şaşkınlığın? Bazı kimseler bu alaya inanan enayilere gülüyorlardı. Bazıları da işi ciddiye alarak kaygılanıyor, işin içinde bir dolap dönmüş olmasından kuşkulanıyorlardı. Bir hamle olmuştu belki. Bu konuda birtakım hikâyeler anlatılıyor, yarış alanlarında göz yumulan hırsızlıklardan söz ediliyordu. Ama Vandeuvres'ın adının büyüklüğü karşısında suçlamalar duruyordu ve sonunda da Şüpheciler, Nana'nın sonuncu olacağını söyleyerek tartışmalarda ağır basıyorlardı.

La Faloise :

- Kim biniyor Nana'ya ? diye sordu.

(*) At koşularında sürpriz at.

362


NANA

Bu sorunun altında asıl Nana akla geldiği için, erkekler soruya çirkin bir anlam vererek kahkahalarla güldüler Nana da bunları selâmladı.

- Prince, diye cevap verdi.

Bunun üzerine tartışma yeniden başladı. Prince Fransa'da tanınmayan ünlü bir İngiliz jokeyiydi. Her zaman Na-na'ya Gresham bindiği halde neden Vandeuvres bu jokeyi getirtmişti? Kaldı ki Faloise'a göre, hiç bir zaman başarı kazanamamış olan Gresham'a Lusignan'ı teslim etmesi şaşılacak bir şeydi. Ama bütün bu görüşler; bir sürü yalanlamalar, alaylar karmakarışık ileri sürülen düşüncelerin uğultuları arasında kaybolup gidiyordu. Vakit geçirmek için herkes yeniden şampanya şişelerini boşaltmaya koyulmuştu. Vandeuvres gelmişti. Nana gücenmiş gibi yaptı.

- Doğrusu çok naziksiniz, bu saate kalınır mı? Tartı alanını görmek için yanıp tutuşuyorum ne zamandan beri dedi.

Vandeuvres :

- Gelin öyleyse, daha vakit var, dedi. Bir tur yaparsanız. Bende bir bayan için bir davetiye var.

Sonra koluna girerek genç kadını götürdü. Nana kıskanç bakışların önünden geçerken pek mutluydu. Lucy, Ca-roline ve öteki kadınlar arkasından bakakalmışlardı. Landonda yalnız kalan Hugon kardeşlerle la Faloise, Nana'nın şerefine şampanya bardaklarını boşaltıyorlardı birbiri ardınca. Nana giderken, onlara bağırarak hemen döneceğini söylemişti.

Vandeuvres, Labordette'i görerek yanına çağırdı, aralarında kısa bir konuşma geçti:

- Hepsini topladınız mı?

- Evet.

- Ne kadar?



- Beşyüz Louis, hemen bir parça her yerden. Nana'nın meraka kapılarak kulak kabarttığım görünce

sustular. Vandeuvres çok sinirliydi. Bir gece atlarıyla birlik-

EMILE ZOLA

363


te kendini yakacağını söyleyerek Nana'yı korkuttuğu parıltı vardı gözlerinde. Pistten geçerken genç kadın, senli benli konuşarak:

- Ne var kuzum anlat bana... Neden şu senin kısrağın kotası yükseüyor? Öyle bir şamata kopardı ki bu!

Vandeuvres olduğu yerde sallandı, sonra şunları kaçırdığı ağzından:

- Ah! Durmadan çene çalıyorlar! Ne biçim şeydir şu bahse tutuşanlar milleti! Elinde bir favori oldu mu çullanırlar üstüne bana bir şey bırakmazlar. Sonra bir outsidese istek oldu mu, şamata eder, derileri yüzülüyormuş gibi bağırırlar avaz avaz.

- Bana haber verilse iyi olurdu, ben bu atın üstüne oynadım, kazanma şansı var mı dersin?

Vandeuvres birden sebepsiz yere köpürdü :

- Baksana! Rahat bırak beni... Bütün atların şansı vardır... Kota yükseliyor! Ona oynadılar da bundan. Kim, bilmiyorum?... Budalaca sorularınla kafamı şişireceksen bırakır giderim.

Böyle konuşmaya alışık olmadığı için hoşlanmazdı da bundan. Nana bu sözler karşısında üzüntü duymaktan çok şaşkınlığa uğradı. Kaldı ki Vandeuvres de yaptığından utanmıştı. Genç kadın sert bir dille daha terbiyeli olmasını söyleyince özür diledi. Bir süredir böyle birdenbire öfkelenive-riyordu. Şimdi Paris'in yüksek sosyetesinde ve hovardalık çevrelerinde bugün son kozunu oynadığını bilmeyen yoktu. Eğer atları kazanmaz da bunlar üzerine oynanan paralar sırtına binerse felâketi, çöküşü demekti bu onun. İtibarının destekleri, alttan alta çürüyen yaşantısının dışarıdan o sağlam görünüşü yıkılıp gidecekti. Bu yaşantı borçlar ve düzensizlik yüzünden her gün biraz daha sarsılarak yıkıntıya gidiyordu. Nana'nın, bu erkek yiyicinin böyle zaten sarsılmış olan bir zenginliğin dibine darı ekerek süip süpürdüğünü de bilmeyen yoktu. Kadının çılgınca hevesleri üzerine bir sürü hikâye anlatılıyordu. Bade'de yapılan bir partide adamda otele verecek para bırakmayarak, har vurup harman savur-

364

NANA


muş, şöminedeki kora, bakalım kömür gibi yanacak mı diye, bir avuç elmas atmıştı. Yavaş yavaş o iri elleri ayakları, o kaba mahalle kızı gülüşüyle eski bir soyun bu züğürt düşmüş oğlunu avucunun içine almıştı bu kadın. Şu anda, hayvana ve pisliğe düşkünlüğü yüzünden şüpheciliğin kendisine verdiği gücü bile kaybetmişti. Bir hafta önce Nana, Le Havre'la Trourille arasında Normandiya kıyılarında, kendisine bir şato satın alması için söz verdirmişti. Vandeuv-res'e. Şimdi genç adam bu sözü şeref borcu sayıyordu. Yalnız canını sıkıyordu bu kadın, o kadar budalaca şeyler yapıyordu ki dövmek geliyordu içinden.

Bekçi, onları tartı meydanına bıraktı. Kontun kolunda gelen bu kadını geri çevirmeye cesaret edememişti. Na-na'nın bu yasak bölgeye girebildiği için koltuklan kabarmıştı, tribünlerin önünde oturan kibar kadınların önünden salınarak geçiyordu. Birbiri ardına sıralanmış on sandalye dizisini sergilenen kadın elbiseleri canlı renkleriyle, açık havanın neşesine neşe katıyordu. Sandalyeler aralanmış, tanıdıklar küme küme toplanmışlardı. Parklardaki ağaç kümelerinin altında olduğu gibi. Çocukları da başıboş bırakmışlar, oradan oraya koşuşuyorlardı. Yukarı tarafta, tribünün basamakları tıklım tıklım insanla doluydu. Buradaki kadınların elbiselerinin açık renkleri direklerin gölgesinde eriyordu. Nana önlerinden geçtiği kadınların yüzlerini süzüyordu birer birer. Kontes Sabine'den gözlerini bir süre ayırmadı. Sonra imparatorluk tribününün önünden geçerken gözüne imparatoriçenin arkasında dik duran Muffat'yı görünce pek keyiflendi.

Vandeuvres'e yüksek sesle : - Hele bak! Şu budalaya! dedi.

Her yeri görmek istiyordu. Bu park köşesi çimenlikleri ve ağaç kümeleriyle pek ilgi çekici gelmemişti kendisine. Bir dondurmacı parmaklık kapının yanına büyük bir büfe kurmuştu. Üzeri otla döşenmiş, bir kır kahvesi damının altında bir sürü adam bağırıp çağırarak konuşuyor, gülüşüyordu. Ringdi burası. Yan tarafta boş at bölmeleri vardı. Um-

EMİLE ZOLA________________________________________

düğünü göremediği için cam sıkılmıştı Nana'nın. Burada sadece bir jandarma atı vardı. Sonra Padock'la çevresi yüz metre kadar bir pistin önüne geldiler, bir seyis geminden kurtulmak için başını kasan Valerio II.'yi gezdiriyordu. Yakalarına turuncu renkli kartları asılmış, bir sürü adam çakıl döşeli yollarda gidip geliyordu. Tribünlerin açık galerilerinde de birçok gezinenler vardı. Bu da Nana'yi kısa bir sû- * re ilgilendirdi; oh! doğrusu ya sıkıntıya değmezdi bu, insanı içeriye bırakmadıklarına göre.

O sırada yanlarından geçen, Daguenet ile Fauchery genç kadına selam verdiler. Nana bir işaret yaptı, bunun üzerine yanına gelmek zorunda kaldılar. Tartı alanını yerin dibine batırarak eleştirdi. Sonra :

- Hele bak! Marki de Chounard, ne kadar da koca-mış! Bu yaşta da yine azgınlık ediyor mu?

Bunun üzerine Daguenet, markinin son numarasını anlatmaya başladı. Bu iş öneki gün olmuştu, daha kimse bilmiyordu. Aylarca etraflarında döndükten sonra Gaga ile kızına otuz bin franklık bir yer satın aldığı söyleniyordu.

Nana çok kızmıştı:

- Oh! ne iğrenç şey! Durmayın kız babası olun... diye bağırdı... Ben de düşünüyorum bunu!.. Şu çimenlikte duran kupa arabasında bir bayanın yanındaki genç kız Lili olmalı... Yüzü hiç yabancı gelmiyor bana... İhtiyar onu da da elde edecek ha...

Vandeuvres kulak vermiyordu onun söylediklerine; genç kadından kurtulmak için sabırsızlanıyordu. Fakat, Fauchery, Nana'ya eğer bookmakerleri görmediyse hiçbir şey görmüş sayılmayacağını söylediği için, genç kadın bunu istemediği açıkça belli olduğu halde, kont götürmek zorunda kaldı.

Etrafı kestane fidanlarıyla çevrili çimenlikler arasında önü tamamıyla açık, sütunlu, kubbeli bir yapı vardı/Burada açık yeşil renkteki sık yaprakların altına sıkışık durumda, bir sürü bookmaker bir panayırda olduğu gibi sıralanmış bahse girişecekleri bekliyordu. Kalabalıktan iyi görüne-

366


NANA

bilmek için tahta sıralar üstünde ayakta duruyor, kotalarını hemen yanı başlarındaki tahtaya yazarak ilân ediyor, bakışlarıyla halkı tararken bir hareket, bir göz kırpması üzerine bahisleri yazıyorlar ve bu işi öylesine hızla yapıyorlardı ki, ağzı açık kalıyordu seyircilerin. Bu meraklı kalabalık hiçbir şey anlamadan seyrediyordu, bu olup bitenleri. Bir karışıklıktır gidiyor, rakamlar bağırılarak söyleniyor, her umulmadık kota ilân edilince bir gürültüdür kopuyordu. Bu yetmiyormuş gibi zaman zaman çığırtkanlar içeri dalarak avaz avaz bağırıyor, ya bir yarışın başlangıcı ya da bitişini ilân ediyor; bu gürültüyü büsbütün arttırıyordu.

Bu manzara Nana'yı çok eğlendirmişti :

- Ne tuhaf şeyler, diye mırıldandı. Çok acayip suratları var bu adamların. Hele şu iri yarı herife bakın, buna bir ormanda rastlasam ödüm kopar.

Fakat Vandeuvres başka bir bookmakeri gösterdi. Yeni bir tipti bu adam, iki yılda üç milyon kazanmıştı. İnce, uzun, sarışın bir gençti, herkes saygı ile bakıyordu ona. Kendisiyle gülümseyerek konuşuyorlardı. Yoldan geçenler, durup ona bakıyorlardı.

Nihayet kontla genç kadın buradan uzaklaştılar; bu sırada Vandeuvres başka bir bookmakere işaret etti. Adamı yanına çağırdı. Bu, eskiden kontun yanında arabacılık etmişti. İri yarı geniş omuzlu kanlı canlı bir adamdı bu. Şimdi yarışlarda çok para kazanarak zengin olmuştu. Kont şimdi onu ileriye sürmeğe çalışıp, bildiği gizli bahisleri ona anlatıyordu. Hâlâ bu adama bir uşak .gibi davrandığı da göze çarpıyordu. Adam yarışlarda üst üste büyük paralar kaybetmişti. O da bugün son kozunu oynuyordu, gözleri kan çanağına dönmüştü; nerdeyse beyin kanamasından gidecekti.

Vandeuvres yavaşça :

- Eee, ne kadar oynadınız bakalım, Marechal? diye sordu.

Bookmaker de sesini alçaltarak :

- Beş bin louis sayın kont; dedi. Nasıl, güzel değil mi? Size söyleyebilirim ki kotayı indirdim, üçe düşürdüm.

size

Emile ZOLA__________



Vandeuvres'ün bu sözler hoşuna gitmemişti.

- Hayır, hayır istemiyorum. Hemen ikiye getirin, bir şey söylemeyeceğim, artık Marechal.

. Oh! Şimdi ne işime yarar bu sayın kontum? diye öteki aşağıdan alan bir suç ortağı gülümseyişi ile cevap verdi. Sizin iki bin louis'inizi verebilmek için halkı çekmek gere- •

kir.


Bunun üzerine Vandeuvres adamı susturdu. Ama kont uzaklaşınca, kısrağının değerinin artışı üzerine ona bir şeyler sormadığı için üzüldü. Eğer kısrak şanslı çıkarsa yaşadı demekti. Çünkü elliye karşı bu kısrak üzerine iki yüz louis oynamıştı.

Nana, kontun fısıltıyla söylediklerinden bir şey anlamamıştı ama yine de ne olduğunu sormaya cesaret edememişti. Adam şimdi daha da sinirli görünüyordu. Nana'yı, tartı salonunun önünde rastladıkları Labordette'e aktararak :

- Götürün bunu siz, dedi... İşim var benim... yine görüşürüz.

Sonra salona girdi, burası basık tavanlı dar bir yerdi. Bir kantar bütün salonu doldurmuş gibiydi. Bir banliyö istasyonunun bagaj yerini andırıyordu. Nana burada da büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Çok büyük bir salon, atları tart-ma'k için anıtsal bir kantar göreceğini ummuştu. Aa! Bu da ne? Meğer sadece jokeyleri tartıyorlarmış? Adam sen de bunların tartılışını görmek için bunca sıkıntıya katlanmaya değmezdi. Kantarın arkasında, koşumunu dizlerinin üstünde tutan, aptal suratlı bir jokey oturmuş, redingotlu şişko bir herifin kendisini tartmasını bekliyordu. Bu sırada kapının önünde bir seyis atı tutmaktaydı. Cosinus'tü bu hayvan. Çevresine, onu sessizce seyreden bir kalabalık toplanmıştı. . _ Pist kapanmak üzereydi. Labordette, çabuk olması için Nana'yı sıkıştırıyordu. Ama geriye dönerek biraz ötede Vandeuvresle konuşan ufak tefek birini gösterdi: - Bakın, işte Prince. Nana gülerek :

368

- Yaa! demek bana binen bu, dedi.



Adamı pek çirkin bulmuştu. Bütün jokeyler ona düzenbaz tipler gibi görünüyordu, herhalde bu, büyümelerine engel olunmasındandır, diyordu. Bu Prince, kırkında vardı, kuruyup kalmış yaşlı bir çocuğu andırıyordu o uzun, sıska buruşuk anlamsız suratıyla. Adamın gövdesi o kadar küçücük kalmıştı ki, sırtındaki jokey gömleğinin içinde kayboluyor gibiydi.

Buradan ayrılırken Nana :

- Bu adam bana kazandırmaz yarışı; dedi.

Otları, basıla basıla kararmış çimenliği yeniden bir kalabalık doldurmuştu. Demir direklere asılmış, çok yüksek işaret tablolarının önünde toplanan insanlar, başlarını yukarıya kaldırmış, her atın numarası göründükçe bağırışarak bu tabloya bakıyorlardı. Numaralar, tartı salonuna bağlanan bir elektrik teli aracılığıyla, tablo da ışıklı olarak görünmekteydi. Seyircilerden bazıları, ellerindeki programlara işaretler koyuyorlardı. Sahibinin Pichenette'i yarıştan çıkartması mırıldanmalara sebep olmuştu. Nana buradan, Labordette'in koluna girerek geçip gitti. Bir direğe asılmış olan zil, pistin boşaltılması için sürekli olarak çalınıyordu.

Nana landonuna binerken :

- Aman çocuklar, bunların tartı yeri dedikleri yer beş para etmez! dedi. Şimdi herkes çevresine toplanmış alkışlıyordu genç kadını: «Bravo! Nana...» «Nana yine bizim oldu» diye. Ama ne budalaca şeylerdi bunlar. Kendilerini bırakmış mıydı sanki? Tam vaktinde gelmişti. Dikkat! yarış başlıyordu. Artık şampanya unutulmuştu, içen yoktu.

Nana, Gaga'yı arabasında görünce, şaşırdı. Kadın Lo-usiet ile Bijou'yu kucağına almıştı. Gaga, la Faloise'a sokulmak için bu yola başvurmuştu. Bunun için de içinden bebeği öpmek geldiğini bahane ediyordu. Çocukları çok severmiş dediğine göre:

- Ya peki Lili nerede? diye Nana sordu. Şu ihtiyarın arabasındaki kız o mu yoksa?... Bana ilginç bir şeyler anlattılar...

EMİLE ZOLA_

369


Gaga ağlamaklı bir yüzle :

- Ah şekerim; dedi. Bu iş hasta etti beni. Dün yataktan kalkamadım, öyle ağladım, öyle ağladım ki. Bugün buraya gelebileceğimi sanmıyordum... Bak, biliyorsun benim düşüncemi değil mi? Böyle olmasını istemiyordum ben. Bir manastırda okuttum onu; iyi bir evlenme yapmasını istiyor- ' dum. Hep sıkı sıkı öğütler verir, gözümün önünden ayırmazdım... Ama ne yaparsın şekerim kendi böyle istedi. Oh, görsen nasıl kıyameti kopardı. Ağlamalar, bağırmalar, öyle çirkin şeyler de söyledi ki, dayanamadım, şamarı indirdim suratına. Çok canı sıkılıyordu, bu yola gitmek istiyordu. Nihayet bana engel olmaya hakkın yok senin!» diye ba-ğırmaz mı? Ben de : «Rezilin birisin sen, şerefimizi lekeledin, defol git!» dedim. Bu iş böyle oldu, ben de razı olmak zorunda kalıp bu durumu sağladım... Ah, son umudum da suya düştü... Oysa neler ummuştum neler...»

Bu sırada bir kavga gürültü duyuldu, iki kadın ne olduğunu anlamak için ayağa kalktılar. Georges, küme küme toplanan insanlar arasında dolaşan bir dedikoduya karşı Vandeuvres'ü savunuyordu. Genç adam :

- Neden atını bıraktığını söylemeli. Daha dün yarış salonunda Lusignan'ı bin louis'ye aldı, diye bağırıyordu.

Philippe de kardeşinin dediğine katıldı:

- Evet, oradaydım ben de. Tek louis bile sürmedi Nana için.... Eğer Nana ona çıktıysa, bunda Vandeuvres'ün hiç rolü yok. İnsanları bu kadar dalaverecilikle suçlamak gülünç şey. Ne çıkarı olacak bundan?

Labordette ses çıkarmadan dinliyordu, sonra omuz sil-kerek :

- Boş ver, varsın söylesinler... Kont, daha demin, Lusig-nan için en azından beşyüz louis ileri sürdü. Nana'ya da yüz altın koyduysa da bu bir at sahibinin hayvanlarına da-ima güvendiğini göstermek zorunda oluşundandır...

La Faloise kollarım sallayarak bağırdı:

- Yeter be! Bizi ne diye ırgalasın bu! Spirit kazanacak yarışı. Fransa yaya kaldı, yaşasın İngiltere!

370

NANA


Atların yarış alanına girdiğini bildiren çan sesi duyulunca kalabalıkta yeni bir dalgalanma başladı. Şimdi Nana iyi görebilmek için buketlerin, güllerini, ayaklarının altında çiğneyerek landonunun ön tarafındaki sıranın üstüne çıktı. Gözünü engin ufukta gezdirdi. Bu son heyecanlı anda pist henüz boştu. Kapalı duran gri renkli parmaklıkların önünde ikişer ikişer polisler bekliyordu. Pistin ön tarafındaki çamura bulanmış çimen şeridi ta uzaklarda, bir kadife yumuşaklığı ile gözü okşuyordu. Nana, ortaya doğru bakınca, çimenlikte, kaynaşan insan kalabalığını gördü. Kişneyen atların yanında sabırsızlıktan hırstan yerlerinde duramıyordu bu insanlar. Bunlardan bazıları topuklarını yerden keserek boyunu yükseltmeye çalışan insanları, rüzgârla dalgalanan çadırları, parmaklıklara yaslanmak üzere koşuşan yayalar arasında atlarını süren binicileri, görüyordu. Öte yanda tribünlere doğru dönünce, yüzleri küçülmüş başlar, yolları dolduran alacalı bulacalı şekiller, taraçalar, balkonlar gökyüzünün zemini üzerinde kara lekeler olarak çarpıyordu gözüne. Bütün bunların üstünde de yine, çepeçevre hipodrom ortasında ovaya hakim olan yine kendisiydi. Sarmaşıklarla örtülü değirmenin ardında, çukurluk bir çayır yer yer gölgelere boğulmuştu, karşıda, tâ tepenin eteğinde akan Seine'e kadar, parkın büyük yollan kesişiyordu, bu yollarda hareketsiz bir araba dizisi sıralanmıştı. Sonra sola Boulogne ormanına doğru manzara yeniden genişliyor, Meudon dolaylarının mavimtırak ufukları göze çarpıyordu, artık burayı, iki yanı yapraksız pembe çiçeklerle süslü bir yolla sona ermekteydi. Karınca sürüleri gibi akın akın insanlar geliyordu durmadan. Tarlalar arasında ince bir şerit gibi görünen bir yolda ilerliyordu bu kalabalık, sonra Paris yönünde, bedavacılar yığını, çalüar arasında, ormanın kenarında ağaçların altında kara lekeler gibi görünüyordu.

Birden alanın bu ucuna yığılan yüz bin insanı sıcak bir neşe sardı. Bir çeyrek saattir, bulutların ardına gizlenen güneş, yeniden görünmüş, engin bir göl gibi aydınlığını yaymıştı bu toprakların üstüne. Birden her şey, özellikle kadınların şemsiyeleri kalabalığın üstünde, altın küpeler gibi alev

EMİLE ZOLA

371


alev parlamaya başlamıştı. Şimdi güneşi alkışlıyorlar, gülüyor, bulutları itmek isteyen kollar uzanıyordu havaya.

Bu sırada bir polis baş pistten geçiyordu. Daha yukarıda elinde bir kırmızı bayrakla bir adam göründü.

Nana bu adaman kim olduğunu sormuştu. Labordette

- Starter^ Baron Mauziac; dedi.

Genç kadının etrafına toplanıp, arabasının basamaklarına kadar çıkan erkekler arasında bir bağrışma koptu. Her görülen yeni bir hareket, bir olay karşısında tek tuk kelimelerle konuşuyordu bu adamlar. Philippe'in, Geor-ges'un, Bordenave ve la Faloise'ın çenelerini kapadıkları yoktu.

- «Durun, itmeyin canım... görmeme engel olmayın... Şu adamın Bay de Souvigny olduğunu mu söylüyorsunuz? Hani, ta buradan görebilmek için pek keskin gözlü olmalı insanın! Susun, flama çekiliyor... İşte geliyorlar, dikkat! Co-simıs başta!

Direğin ucunda şimdi sarı kırmızı bir flama dalgalanıyordu. Atlar, seyislerin yedeğinde, birer birer piste giriyordu, jokeyleri üstündeydi, her birinin. Cosinus'un arkasından, Hasard ve Boum göründü. Sonra Spirit görününce seyirci kalabalığı arasında bir mırıltı dolaştı. Şahane doru bir attı bu, derisinin rengin de İngiliz atlarının o kasvetli esmerliği vardı. Valerio II canlı bir yürüyüşle piste girerken kenarı pembe şeritle çevrili açık yeşil çuhasıyla pek beğenilmişti. Şimdi Vandeuvres'in atları bekleniyordu. Nihayet, Frangipane'in arkasından mavi beyaz renkler göründü. Ama, çok biçimli bir hayvan olduğu halde Lusignan Nana'nın yanında sönük kalmıştı. Güneşin altın ışıkları kırmızıya çalan derisiyle, kırmızı saçlı sarışın bir kızı andırıyordu, u kısrak. Şimdi narin çukur göğsü, güneşin altında bir alto parıtısıyla parlıyordu.


Yüklə 1,8 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin