—Bir daha oynamayacak...
Hakikaten o günden sonra bir daha kadınlar tarafına (ben gelene kadar) bu tür film koymadılar Erkekler tarafına devam ettiler. Kendi kendime dedim "İçerde bir sürü müslüman var. Sağolsunlar bana çay gönderiyorlar, bacı bir isteğin varını diye soruyorlar. İslami dava için girenler neden bunların sesi çıkmıyor? Neden itiraz etmiyorlar. Neden İslami film istemiyorlar. İçerdeki bir avuç ipsiz, sapsızın dediği oluyor da bunların dediği niçin olmasın? Komünistler iyi yemek çıkmıyor diye isyanlar ederken, müslümanlar inançları için neden birer dilekçe vererek böyle şeyler istemiyoruz diyemiyorlar".
"İbrahim (a.s) ateşe atılacağı zaman bir karınca: "Yetişin yetişin, ateşi söndürmeye diyerek acele acele gidiyormuş ağzına aldığı bir zerre su ile. Giderken demişler: Yahu sen ne
172
yapıyorsun, nereye gidiyorsun? Demiş ki: İbrahim (a.s.)'ın ateşini söndürmeye. Senin suyundan ne olur ki? Senin suyun ateşi söndürmez. Senin tankerin çok küçük" demişler. Karınca çok güzel cevap vermiş: "Ben kendi tankerimden sorumluyum, kendi vazifemden sorumluyum." demiş.
Müslüman da kendi kapasitesinden sorumludur. Her yerde sorumlu olduğu konularda, sorumlu olduğu kadar gayret sarfeder.
Ben de bir müslüman olduğuma göre bende elimden geleni yapmalıydım ve yaptımda... Fakat daha sonra devrimci kızlardan bazıları:
—Sen sebeb oldun o filimleri artık göremiyoruz. Siz neden böylesiniz? Siz örümcek kafalısınız, o filmlerden ne olacak ki, onun gibi ohooo ne filmler var Türkiyede diye çıkış-tılarsa da video seyredilmedi. Bu olaylar Çanakkale cezaevinde bir yara olarak içimde kalmıştı. Rezil filmleri görünce çok ağlamıştım. Ben ağlarken komünist mahkum kadınlar: dan birçoğu bana gülüp alay ediyorlardı.
İşte böyle kardeşlerim. Anlatacağım aslında çoook meseleler var. O dört tekerlekli hücrenin içinde bu yazdığım kadar çabuk gittiğimi zannetmeyin. Cezaevinde iki buçuk yıl çabuk bitmedi. Fakat onları da şimdilik yazamadıklarımın içine koyaraktan, bu olayı burada bitirmek istiyorum. Allah na-sib ederse, inşaallah bir gün "Cezaevi koğuşu" diye bir roman yazarım. Belki... Roman da değil... Hayatın içinden... Biliyorsunuz ben roman türü yazmıyorum. Çünkü Roman türü yazmaya kalkarsam bir kitaba çok az konu sıkıştırmak zorundayım, perdelerin rengini boyunu, kullanmıyorum.
Evet, iyiler de var, kötüler de var, demiştik. Yedinci ko-nuyuda böylece (zoraki) bitirmek zorunda kaldık.
Cezaevi revirinde bana en fazla manevi destek olan iki kardeşim vardı. Birisi Narkozcu Bahaddin Çolak, ikincisi Ebe Fatma Bostancı. Çanakkale'de de var fakat isimlerini not aldığım, onlar için yazdığım yazıları jandarma bir arama esnasında aldı.
Sık sık beni görünce "Ah bacı ah seni dışarıda ne zaman göreceğiz" diyorlardı. Tabi bazı iltifatı hürmeti bol olan kar-
173
deşlerimiz bize Rabbin hediyesi oluyordu. Mesela mahkum-: lardan Dilber Hanim , Feride Salman, Dürdane Dirican, Fatma Kalyoncu, Hülya Tekelin çok faydası oldu bana. Kendilerine ne kadar teşekkür etsem azdır. En kötü günlerimde yemeğimi yatağa getirecek kadar içten yardımcı oldular. Tabi yardımcı olanlar bir hayli varken ötekileride unutmamak lazım. Bana yapılan yardımlara sinirlenenler kıskananlarda vardı tabiii.
Evet, gerçekten bir müslüman her yerde bir müslümana rastlıyor. Allah'ın lütfü oluyor bunlar tabii. Bir gün kapımızı her gün kilitleyen askerlerden birisinin ağladığını söylediler. Tesettürümü giyip, demir perdenin arkasından derdini sordum, sabretmesi için Kur'anın öğüdünü "Secdede Allah'tan sabır isteyiniz" hükmünü söyleyerek İslâm tebliğine uyan tebliğde bulundum.
Asker sadece "Sağol abla" diyordu. Yanındaki askerde Ebu Cehil torunu olduğunu ortada ilan ediyordu. Ruhlar birbirini nasılda tanıyor. İşte ikiside anlaşılıyordu. Ağlayan asker imammış "Ben paralı namaz kıldırma memuruyum" demiş bir mahkûm arkadaşına... Benim de çok hoşuma gitmişti bu tanıtım. Bu asker müslüman dedim. Müslüman birini hissettim çevremde. Dünyalar benim oluyordu.
O gün askere ısrarla niçin ağladığını sordum:
"Abla her gece senin üzerine kapıyı örtüyor, koca anahtarla üzerine kilit vuruyorum. Sanki seni ben hapsediyormu-şum gibi kahroluyorum Ne olur abla, benim askerliğim yansın razıyım. Ziyaret günü buradan kaç. Vallahi hiç kimseye söylemiyeceğim. Düşündüm çokta kolay kaçılıyor. Ne olur abla beni kırma... İşte ben bunun için ağlıyorum..."
Sağol kardeş sağol... Allah senin gibilerinin yüzü suyu hürmetine zulme zulüm yapacak bizi.
İşte cezaevinde yattığım iki buçuk yıl içinde üç askere rastladım, üçüde çok iyi birer şuurlu müslüman idiler. Bir çoğu temiz, televizyon ağzı ile konuşan, kendi din kardeşine irtica diyen, ama irticanın ne olduğunu bilemeyenlerdi. Tabii bazıları dinsiz... Hemde dinsiz olduğunuda bilen dinsiz... Mahkûmlarda aynı... Çok iyiler., ve kötülerde var.. Kötüler çok
174
az... Yüzde beş... Zalimin zulmüne uğramışlar. Evet bana kaç diyen asker ve gözyaşları... Allah için din kardeşini sevenler... Az ama özler... Allah'a şükürler olsun.
Ey karanlık geceler!
Görün bu genç imanlıyı, görün Allah'ı sevenleri.,.
Not: Sonradan öğrendiğime göre, Çanakkale'deki müslüman-lar Dini film istiyorlarmış fakat idare getirmiyormuş.
175
İhbarcılar
I
Bugün koğuşta hava sisli. Sebebini bilmediğim bir sıkıntım vardı. İnceledim, araştırdım gazetelerdeki İslâm'a müs-lümanlara yapılan saldırı canım! sıkmış. Niye sıkılıyorum niçin sinirleniyorum bilmiyorum. Ellerin oğulları tutup bizi methedecek değiller ya. Tabiiki aleyhimizde olacaklar. Olsunlar... İstedikleri iftiraları yapsınlar. Orduyu kışkırtıcı çalışmalarına devam etsinler. 12 Eylülü komünistler için yaptınız şimdi birde müslümanlar için yapın dercesine bir gayret. Sanki bu millet müslüman değilmişte biz onlara iftira ediyormuşuz gibi. Yapsınlar bakalım. Elbet her karanlık gecenin birde sabahı vardır. Artık sinirlenmiyorum. Elin oğlu İslâm düşmanı düşmanlığını yapıyor, müslümanlar da sözlerinde samimi iseler dinlerine sahip çıksınlar. Durmasın, elin oğlu düşmanlık yaparken duruyor mu? En ufak bir ip ucunu nasıl değerlendiriyor! Önceleri dinsizmişte şimdi dinci olmuşlar gibi bir hava hakim. Ne demek bu? Dinciler biz dinciler isek sizde tersi olduğunuzu söylüyorsunuz o halde devam edin dinsizler. Unutmayın ki savaşı önce siz başlattınız. Önce siz kışkırttınız, gayeniz daima bizi kışkırtmak bizim yıpranmamız için elinizden geleni yapmak.
BİZ DİNCİYİZ. Öyleyse SİZ DİNSİZ. Öyle ya, sizin sözünüzün başka anlamı yok.
Biz sizi suçlayıp yargılamıyoruz. Sizi Allah yargılayacaktır. Peki dinciyiz diye siz niçin bizi suçluyor ve yargılamaya çalışıyorsunuz? Adnan hoca gibilerini ihbar edip hapse attırmak sizi rahatlattı ise gözünüz aydın. Sadece Adnan hoca değil bir sürü müslümanı hapse attırdınız. Sizin ağzınızla iş yapan bazı mihrakları satın almışa benziyorsunuz. Öyle olmasa kalemleri hep bizim için yazmazdı.
Evet ihbarlar jurnaller... İlk savaş sizden çıktı. Yüzlerce müslüman günahsız yere zindarlarda..
Hadi bayram edin (şimdilik)..
176
İrtica Hikayesi
Bugün koğuşa gelen gazetelere şöyle bir göz attım. Acaba bu gün İslâm'a yapılan bir saldırı olmaya bilir mi düşüncesi ile. Fakat ne gezer. Direk Müslüman İslâm böyle diyerek hakaret etmiyorlar. İslâmı yaşayan Müslümanm adını koydular mürteci halkı uyandırmadan İslama irtica diye saldırı devam ediyor. Kitapsızlar biliyorlar uyutmayı. Nede kolay bulmuşlar İslâm'a saldırmanın yolunu. Müslüman deseler, müslüman uyanacak. İrtica diyorlar ki kimse uyanmasın. Bir gazetenin ilk sayfasının hemen en üst köşesi irticaya ait, "Gurbetçilerde irtica kokusu" diyor. Hemen aynı gazetenin üst sağ-köşesinde yine İrtica ile ilgili. Bu seferki haber ihbar niteliği-nide beraberinde getiriyor. "İrtica kasetleri "yok" satıyor" başlığı şöyle devam ediyor: "İrticanın hortladığı son günlerde..." vs. Yani, İslâm'ın arttığı, müslümanlığın ilerlediği son günlerde dense manzara değişecek. Onun yerine mide bulan-
177
dinci söz "İrtica horluyor" diyor. Gerçek İrtica...
Bize yapılan saldırılar nasıl olsa bitmiyor. O yüzden bize yapılan saldırıya değilde şu günlerde moda olan damdan yapılan intiharların üzerinde duralım.
Televizyonda gösterilen filmde bir kadın kendisini damdan atarak intihar ediyormuş. Bu filmden sonra lise öğrencisi Arzu intihar etmiş. Bütün gazeteler Arzu'nun televizyondaki filmden ilham aldığını söylüyorlar ve TV'yi suçluyorlar.
Yapılan otopside, bir gece önce Arzu'nun bir erkekle beraber olduğu anlaşılmış.
Gazetelere dikkat ettimde, genç yaşta bir lise talebesinin evli erkekle ilişki kurmasının hangi filmlerden ilham alıp gelişmiş olabileceğini hiç yazmıyorlar. İki üç genç kendini damdan atınca TV sebep oldu diyenler (ki bende aynı fikirdeyim) niçin bunca artist olmak için evinden kaçanlar, babasız çocuk doğuranların, eroin, esrar içen körpelerin, bir çizme almak için kendini satanların TV'den ilham aldıklarını, gazetelerden ilham aldıklarını söylemiyorlar, söylemediler?.,
Arzu'ya iyi bir eğitim verilseydi, böyle olayların iç yüzü anlatılsaydı, Arzu belki bu işi yapmayacaktı. Yaptığına göre "Yasak ilişkileri öğreten TV sinema ve basın, bir Arzu'muzu daha mahfetti". Nerde bunu yazacak aydın, uygar ıvır zı-vırlar?!..
Konunun birde başka yönü var.
Hele bir de Arzuyla iliş kişi olan öğretmen din dersi hocası olsaydı! İşte nasreddin hocanın dediği gümbürtü o zaman görülürdü. Hemen bir din dersi öğretmeninin şahsında, bütün din dersi öğretmenleri, dindarlar işte böyledir diye yaygarayı basarlardı. Sanki din dersi öğretmeni erkek değildir. Sanki o insan değildir. Başka zaman din dersi öğretmenlerinin bilinçli olanlarına söylemedik sıfat bırakmaz karalarlar, iş bir öğrenciyi sevme işine gelince, din hocasını melek gibi biliyorlarmışta o hatayı nasıl yapmış gibi, yaygara alır başını gider. Neden? Din dersi öğretmeninden öyle bir hata beklemiyorsan önce onu niçin övmüyorsun? Madem ki ondan bek-
178
liyorsun sonra neden kuyruğuna basılım^ kedi gibi cıyak cıyak bağırıyorsun? Hakiki dindarlar böyle bir hata yapmazlar çoğunlukla. Fakat Peygamber olmadıkları için binde birde olsa onlarda hata işlerler. Dürüst insanlık odur ki, Arzu'-yu kirleten matematik öğretmeninin yaptığı edepsizliği hiç kimse matematiğe mal etmediği gibi, din dersi öğretmeninin1 yaptığı da dine mal edilmesin. Ama öyle adaletli insanları din düşmanı basında bulmak o kadar zor ki! İnsan kahroluyor. Dinime kurban olayım, karşınızdaki düşmanınız ne olursa olsun ona iftira etmeyin diyor. Ama benim dinim değil ki onların dini, onlarında dini İslâm olsaydı bize böyle iftiralar ederek saldırırlar mı? Küçük bir olayı dine mal etmeye çalışır mı? İşte size 24.1.87 tarihli Hürriyet gazetesinde bir haber (s.5) "KÜÇÜK PINAR'A ÖĞRETMEN DAYAĞI ' öğretmenin vurduğu tokat bir gözünü kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmış. Öğretmenin küçük bir resmi var başı açık tabi. İyiki de acıkmış değilmi?!
Kazara öğretmen hanımın başında küçük bir türban olsaydı. Birde kırk yılda bir namaz kılan olsaydı yine aynı güm-, bürtü kopacacak o zaman bütün malûm gazeteler şu veya benzeri başlığı atarlardı. "Gerici öğretmen talebesini falakaya yatırdı, iki gözünü kör etti." Bir başkası "Türbanlı öğretmen başını örtmeyen öğrencisinin gözlerini oydu" "İRTİCA MİLİTANI'. Öğretmen "Niye namaz kılmadın" diye bir talebeyi öldürüyordu.
Eğer şu başlıklardan birini atmayan basın kalsaydı biz hiç basını tanımamış olurduk.
Sözün özü, MÜSLÜMANIN YAPTIĞI HATA İSLÂM'A MAL EDİLİYORDA BATI'LI AYDINLARIN YAPTIĞI HATALAR NİÇİN BATIYA VEYA SAHTE MEDENİYETLERE MAL EDİLMİYOR?
bunu düşünürken ister istemez aklıma geliyor köpekler köyü.
Bir köpekler köyü varmış. Köpekler durmadan uluyor-larmış. O köyden o kadar çok uluma sesi geliyormuş ki köpek uluması seslerden insanlar rahatsız oluyorlarmış.
Şu köye bakın ne kadar çok benziyor ülkelerden bir ülkeye!!
179
Günlük
Bu gün acı ve hüzünlü bir manzara ile karşılaştım.
Gazetelerden tanırsınız, "Pakistanın Türkan Şorayı" diye isim yapan Asma Ahmedi.
Cezaevine ilk geldiğim gün yarım Türkçesi ile "sen namaz kadın? Niye gelmiş burası? Namaz kadın yok sende eroin, yok sende adam öldürmek" diyerek cezaevine neden atıldığıma bir mana veremiyordu. Onun için bana olan üzüntüsünü dile getiriyordu.
O zamanlar Asmanın akli dengesi tam bozulmamıştı. Fakat zamanla Asma değişiyordu. Asmaya rahat vermiyordu bazı mahkumlar. Zaten Asmanın derdi kendine yetiyordu. İnsanlara aldanmasının tokatını yemişti. Çantasında bulunan eroinden 36 yıl ceza almıştı. İkide bir "ben mafya değilim ben eroin satmadım, ben kocamı (sevgilisi) seviyordum. Türkiye-ye film çevirmeye geldim. Çantama eroin koymuşlar, ben 36 yıl nasıl yatarım" diyerekten sık sık şikayet ediyor bazan of-layıp ağlıyordu. Bilmeden sevmenin cezasını çekiyordu belkide.
Daha sonra Asma gerek giydiği cezayı düşünmekten gerekse mahkumların zulmünden akli dengesini tam bozdu. Başladı Asma "ben kraliçeyim ben kral Faruk'un kızıyım, ben İngilizim, benim kocam Türk. Ben dünya güzeliyim, ben iki ay sonra çıkacağım. Kenan Evrene teleksle haber gönderdim. Kenan Evren beni bırakacak, ben Kenan Evrenin kızıyım" gibi akla hayale gelmeyen yerlerde kendisini söz sahibi görüyordu. Bazen de "Emir verdim bütün mahkumlar çıkacak" diyordu.
rso
Velhasıl Asıma aklını oynatmıştı. Güya akıllı olan öteki mahkûmlar Asmanın bu halini görmüyor onu dövüyorlardı.
Mümkünmüydü Asmayı susturmak, o duvardan sesler duyuyordu. Hayalen sevdiği adamla konuşuyor bazende "çocuklarımı özledim" diyordu. Halbuki çocuğu yoktu: Fakat ısrarla olduğunu ama şu anda kreşte yattıklarını söylüyordu. Batı medeniyetinin kurbanı olan Asma gözümüzün önünde gidiyordu.
Aslında anlatılması gereken çok yönü var Asmanın fakat anlatınca temiz ruhlu Asmaya hiç bir şey kazandırmayacağı için konuyu örtülü olarak geçiyorum.
Ben Asmanın bu günkü halini kaleme almak istedim. Aylar ötesine gittim.
Bugün onyedi mart pazartesi.
Sabah kuhvaltımızı yaptık. Hastanadeyiz. Asmada bur-da. Cezaevinde ondan bıktıkları için buraya göndermişler. Gel görki Asmaya inananlar çok az kişilerdi. Bazı doktorlar "numara yapıyor" teşhisini koyuyorlardı. Halbuki numara yapmıyordu. O saf ve temiz ruhu ile numarayla akıl bile edemezdi. Ettiğini düşünelim yaptıklarının numarayla uzaktan yakından ilgisi yoktu
Oturduğu yerden birden fırlıyor duvarla konuşuyor kavga ediyor... Dakikalarca bağırıyor bağırıyor siniri yatışmıyor. Hal-do gibi iğnelerden yapılınca sakinleşiyordu.
Bu günde Asma kendinde değil. "Babam gelsin GAR-DINAN yakub ağbiye söyleyeyim" diyor.
Derken asabiye doktoru geldi. Onu muayene ediyordu. İçimden "inşaallah bu doktor inanır" diyordum. Baktım ki doktor Asmaya "Numara yapma" dedi. İnsan olarak kah-retmiştim. Ona Asmanın cezaevindeki durumunu anlatayım dedim. "Doktor bey cezaevinde Asmaya....." sözümü tamamlamadan kesti ve "bırakalım cezaevini, ben gardiyan değilim" dedi. Halbuki ben "Doktor bey cezaevinde Asmaya eziyet ettiler onun için sinirleri bozuk" diyecektim.
İSİ
Ama ne gezeer. Asma doktorun kendi kızı değildiki ona inanıp onu dinleseydi. Onun hastalığını kabul etseydi ona acı-saydı. Asmaya niçin acısınki... Asma Pakistanlı bir müslü-man. Asmanın babası değiî ya?... Üstelik asma bir mahkum. Mahkum numara yapar... Sonra niye mahkum olmuş, mahkumun dert babasımı doktor.
Hey gidi diplomalar hey... Sizinle birlikte ince anlayış ve insanlıkta verilseydi tüm doktorlar ne kadar güzel olurdu.
182
Leyla Sayar'a Ne Oldu?
Leyla Sayar'ı bilirsiniz. Bir zamanlar Leyla Sayar'ın gazetelerde çıkmadığı hafta olmazdı. Yıllar geçti Leyla Sayar İslama girer gibi oldu, otomatikman gazetelerin sahifesinden indirildi. Halbuki Türkiye cumhuriyetinde yüzü aşkın filim çevirmiş sinema tarihine girmişti böylesine büyük (!) bir kadın nasıl unutulmuştu? Unutulmazdı tabi eğer Leyla Sayar İslâmdan bahsetmeseydi.
Neyse bu konular değil asıl yazmak istediğim. Birgün Leyla Sayarla tanıştık. Canan Ceylan vasıtası ile. O zamanlar Ka-sımpaşada oturuyorduk.
Evimiz kura ile olduğundan bodrum kat çıkmıştı... Bazı arkadaşlar Leyla Sayar burada oturmaz dediler. Ama tam tersi Leyla Sayar bodrum olduğunu bile fark etmedi... Son derece alçak gönüllü mütevazi bir kişiliği vardı. Kendisine hayran kalmamak mümkün değildi. Fakaaat bu vasıflar Leyla Sayar'ın bir yönüymüş tabii. Gelelim öbür yönüne: Tevhid dersi almak için Nişantaşı'ndan Kasımpaşa'ya gelen Leyla Sayar aniden bana sinirlendi ve benim bir anarşist olduğumu söyledi ve çıktı gitti. Ben, "Leyla abla bir daha gelmez" dedim. Ama son derece Randevusüne bağlı olan Leyla Sayar tam saat akşam beşte çıkıp gelmesin mi! Hayret ettim tabii. Günler böyle geçerken mahreçlerine de çok dikkat ediyor, nerede ise bitiriyordu bir yerden konu açıldı, Bursa'da nezarete atıldığımı bir kaç ay sonra hapise girebileceğimi söyledim. Leyla Sayar yerinden bir fırladı aman ne kelimeler... "Sen anarşistsin, sen yüce devletimize karşısın, sen neden rahad durmadın? Doğru dürüst duranı kimse mahkemeye çıkarmaz, dev-
m
letimiz adaletlidir kimsenin hakkını yemez, laik devlet din işleri ile karıştırılamaz. Ben seni sevmiştim meğer bir anarşisti sevmişim, sen anarşist olmasan seni mahkemeye veren olmazdı, bak beni neden mahkemeye vermiyorlar? Ben niçin hakim huzuruna çıkmıyorum. Çünkü ben vatanıma bağlıyım" diyordu. Sanki ben vatan hainiydim. Değilim ama beni mahkeme huzuruna çıkardılar dedikçe fceyla Sayar daha çok sinirlenip "Rahat duranı kimse mahkemeye çıkarmaz. Devletimiz adaletlidir" deyince ben "163. maddeyi karşımıza adalet adma çıkarıyorlar" dedim. Leyla Sayar, ben madde müdde anlamam. Siz anarşistsiniz sizden bana kötülük gelir, beni bir daha bu evde bulamıyacaksınız dedi. Daha sonra, Canan Ceylan'-ın evinde "Senin başını okuyayım, ellerimde şifa var" dedi. Başımın ağrıdığını biliyordu. Bende o tip olaylara inanmadığım için pek iltifat etmedim. (Kur'an-ı Kerimin ayetleri şifadır. Fakat ellerimde şifa var dediği için kızmıştım.) Bana ağzına geleni saydı ve tam olarak bir daha görüşmemeyi bende kafama koydum ve bir daha da Leyla Sayar'dan hiç bahsetmedim ne iyi ne de kötü. Halbuki insan olarak onu seviyordum. Fikirleri farklıydı ama yine de sevdiriyordu kendini. (Tabi insan olarak sevmekle müslüman olarak sevmeyi birbirine karıştırmamak lazım.) O zamanlar başı da açıktı Leyla Sayar'-ın "Biliyorum İslam örtü der, ben örtünemiyorum. Ama bir lokma faiz parası yemem" diyordu.
Aradan yıllar geçti. Ben şu anda cezaevindeyim. bugünkü gazetelerde Leyla Sayar'ın başörtülü resimleri gözüme ilişti. Tabii eskisi gibi büyük değil resimler.
Baktım Leyla abla benim yargılandığım mahkemede ve aynı hakimlerin karşısında ter döküyor. Tabii içimden "oh olsun" demedim. Asla da söylemem bunu. Ama gerçek şu ki şunu düşündüm.
—Siz anarşistsiniz, onun için mahkeme huzuruna çıkarılıyorsunuz diyen Leyla abla ne haber? Mahkeme huzuruna çıkmak, ceza almak için illa suçlu olmak gerekmiyormuş değil mi? Burası Türkiye! Kanunları, hakimleri bir avukat gibi savunan, "Ben madde mudde anlamam" diyen Leyla Sayar'a maddelerini birbir saydırdılar. Çok merak ediyorum Leyla Sayar "Adaletli devletindeki maddeleri anlayabildimi acaba?
Eyy Leyla Sayar, burası Türkiye'dir Türkiye!!! 184
Öylesine Bir Gün
Şu çarpık dünya ne zaman düzelecek bilemem ama bir gün düzeleceği kesin. Ayet ve hadisi şeriflerin verdiği habere inancımız var Allah'a şükürler olsun.
Son onbeş gündür bir türban havası ald; başını gidiyor. Bu türbanda nerden çıktı pek anlamadım da çıkışı hayli ilginç.
Önceleri başörtüsü olan konu minileşti türban oldu. Türbana izin verilirse, sanki lütfetmiş olacaklarmış gibi bir tutum. Yahu türbana izin verilse bile, bunu İslâmî örtüdür diye kim kabul edecek? bu tantana aldı başını gidiyor. Şu kurnazlığa bakın. Amerikan mantığı gibi bir şey. Hani bir albay elleri ayaklan bağlı olan mahkûmların ellerini çözdürmüşte, sonrada gevrek gevrek "bakın size özgürlük verdik" demiş ya. Bu türban diye ağzında gezdirdikleri konuyuda öyle yaptılar. Türbana izin verecek olsalar^ demokrasi özgürlük vesair hikayeler anlattıktan sonra "bakın, biz türbana izin verdik, çünkü biz, uygar insanız, hak ve hürriyetleri kısıtlayan, bağnaz dikta bir rejim değiliz" gibi halka uyutucu (uyutabilirlerse tabi) ninniler söyleyecekler.
;- Akşam haberlerde irtica ve türban konusu vardı. Bazı ne
t ağzı olduğu bilinmeyen ağızlar yine attı tuttu. O ağızlar ki,
İ ¦ ellerine fırsat geçse, Türkiye Cumhuriyetini yerle bir edecek,
{. kendi kafalarında oluşturdukları sistemi getirecekler. Niyet-
\ leri sırıta sırıta göründüğü halde, çıkıp millete "Atatürk'ün
hayranları"ymış gibi sahte, yapmacık sözler söylemiyorlar mı?
Kan beynime çıkıyor işte. Be kitapsız seni biliyorum, babanı
da biliyorum... Nasıl din düşmanı olduğunu hepsinden iyi bi-
1'85
liyorum. Direk dine saldıramadığın için, niye Atatürk'ün arkasından ötüyorsun? Be kitapsız senin babanı Atatürk bile sevmezdi, babanda onu sevmezdi ama ömrü boyu siever göründü. Şimdi de aynı haltı yemektesin.
İslâm'ın ilerlemesini hazmedemediği için Atatürk ilkeleri elden gidiyor diye yaygara koparıyorsun. Sen kimi uyutuyorsun be? Elinize azıcık fırsat geçtide, körpe beyinlerin kalple-rindeki Allah inancını söküp aldınız.
Hele o baban yok mu? Kur'an'ı bile yasak etmişti kuvvetinin geçtiği yerlerde bir zaman. Sanki Kur'an insanlara "cahil kalın" diyormuş gibi. Şunu da hemen söyliyeyeyim, sen babandan daha uyanıksın. İslamın ilerlemesinin adına irtica diyerek, irticayı kendine maşa yaptın. Şunu bilki, o maşayı bir gün kızdırırlarda gözüne sokarlar, şenin aklını başına getirirler. Müslümanla fazla uğraşma, müslümandan bir tokat yersen kendine biraz zor gelirsin. Sen önce konuşmasını öğren, sayın babasının oğlu...
186
Hayret!
Bir arkadaşım, kör arkadaşıyla ilgili ilginç bir olay anlatmıştı, olay şöyle:
Bu arkadaş kolejde okurken yurtta kalıyormuş. Yurtta gözleri görmeyen bir genç kız varmış. Ondan söz açtı. Bende de eskiden beri bir merak vardı. Her zaman gözleri görmeyen birinin nefsini de kör düşünürdüm. Bunun için arkadaşıma ilk sorduğum soru şu oldu:
—O âmâ olan kız modayı biliyor mu? Aldığım cevap beni hayrete düşürmüştü.
—Ne demek dedi. "Hem de öyle oluyor ki, ayağına ye şil çorap giymiş olsa hemen ya başına yeşil bir aksesuar takar veya yeşil bir buluz giyer."
Hayretim daha çok artarken yine sordum:
—Peki görmediği halde niçin güzel görünmek istiyor?
Sorunun üzerine arkadaşım konuyu daha çok açtı. "O da neki" dedi. Ve şöyle devam etti:
—Beni aynanın karşısına götür diyor, götürüyorum. Şimdi aynadan bana bak, giydiklerim yakaşmış mı? Diyerek ona aynadan bakmamı istiyordu. Son derece giyimine dikkat ederdi.
Ben bunları duyunca insan nefsinin özünü tanıyor, daha çok hayret ediyordum.
Dinlediğim bu ilginç olaydan sonra, aradan 17 ay geçti. Ve ben şu an bulunduğum yerde gözleri görmeyen bir kadın-
»7
1
la karşılaştım. Kadın taşralı. Kesinlikle renk nedir güzel ne demektir? Bunları bilmiyor. Bugün beni çok hayrete düşüren bir hareket yaptı.
Onu alt kattan çağırmışlar. Başında kumaş olarak duran bir parça var. (Eğer başörtüsü saçları örtmüyor ve inancı sembolleştirmiyorsa, o örtü değil başta duran bir kumaş sadece) Ben yattığım ranzadan onun hallerini takip ediyorum. Kâh üzüntü ile, kâh da görmeyen kişinin duygularının merakı ile...
Ona haber verdiler... "Hadi acele et.."
Âmâ kadında heyecanla ranza arkadaşına "çabuk" dedi.
—Şu baş örtümü İstanbul usulü ört. Şöyle arkama bağla. Yakam açık olsun."
Kendi kendime sordum. Bu ne demektir? Sonra da cevabını buldum. Demekki nefis kör değil.. İnsanların beğenilme duygusu sadece kendisi için değil. Karşı taraftan beğenilmek istiyor. İşin ilginç yanı bu beğenilme duygusu çocukta bile var. Bir çocuğa ne kadar güzelsin, ne güzel yazıyorsun... Şu işi nasıl basardın? Aferin., denildiğinde çocuğun memnuniyetini hemen anlıyoruz. Yediden yetmişe herkeste bu beğenilme duygusu var. Peki bunun çaresi var mı? dediğimizde "Hemen İslâmın nefis terbiyesi" aklımaza gelir. Gelir gelmesine de çoğumuz nasıl olduğunu bilemeyiz. Halbuki bu konu çok mühimdir. İnsan nefsin nasıl terbiye edildiğini bilmeli.
Dostları ilə paylaş: |