Emine Özkan şenliKOĞLU



Yüklə 0,8 Mb.
səhifə3/17
tarix28.10.2017
ölçüsü0,8 Mb.
#17885
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   17

—Geçmiş olsun bacı. Seni gazetede okuyunca "Buraya gelir" demiştim dedi.

Onbeş metre yürüdükten sonra yedinci kapıya geldik. Kapıda dörtgen şeklinde, (Adını sonradan öğrendim) mazgal ka-

33

pisi var. Memur kapıya vurdu, mazgal kapısı açıldı. İçerden bir kadın sesi, hem soruyor hem kapıyı açıyor: —Kim o? '



Yanımdaki memur: —Mahkûm var.

Mazgal kapanıp büyük ve yedinci kapı açıldı. İçeri girdim. Birkaç kadın oturuyor. Bir kadın üstümü aradı. Derken bir mahkûm kadın beni aldı ve sekizinci kapıdan geçtik. Betondan bir bahçeye girdik. Beton bir meydan. Her tarafı beton. Önü arkası, sağı solu, altı ve üstü, sanki hava deliği bırakılmış gibi gökyüzüne bakan garip bir açıklık. Ama o açıklık bile beton hissi veriyor insana... Dokuzuncu kapıda kilit yok ve açık içeri girdik. İçerde ve bahçede kadınlar var. Mahkûm kadınlar...

—İşte burası... dediler.

Merdivenlerden yukarı çıktık, karşıma kocasını öldüren Dilber çıktı.

—Bizim yanımıza gel, dedi.

Beni merdivenin başından aldı. Koğuşa doğru götürdü, nihayet koğuşun sonuna gittik. Bir de kızını küçük yaşta nikâhsız evlendiren Ayşe Baysal adında bir hoca hanım vardı. Beni yanlarına aldılar. Bir ranza verdiler. Bu ranzayı Ayşe Bay-sal'la paylaştık. Ve ranza ya oturdum.

Şöyle etrafıma baktım, bir sürü turist kızlar var. Meğer turist zannettiğim kızların içinde dört turist kız varmış, gerisi bizim turistlermiş. (!)

Ranzamın üstünde alman eroinci Vera var. Onun tam karşı sırasında torbacı (esrarcı) var. Sağımdaki yatakta, namusunu kirleten adamı öldüren Nigâr Parlak var. Onun üst ranzasında iki çocuğu öldüren (kurt kadın) denilen Gülizar El-bir var. Karşı sırada esrar suçundan tutuklu bulunan İsrailli Raşel... Öteki ranzalarda dinime küfreden küfür ehli kefereler... Hırsızlar... Fuhuş ehli vs.

Sonra şöyle bir etrafa baktıktan sonra, abdest alabileceğim yer olup olmadığını sordum. Öğle namazı geçmek üzere idi.

34
Dilber "Var" dedi. Bana yer gösterdi. Namazımı kıldıktan sonra, Ayşe Baysal karnımın aç olacağını düşünerek sofra hazırladı.

Yatağın üzerinde yemek yeniyormuş. Gazete kâğıdını yatağa serdi.

Bir de baktım ki Ayşe hocanın elinde konserve kutusunun kapağı var. Onunla soğan doğruyor. Hayret ettim ve sordum.

—Niçin bıçakla doğramıyorsunuz? Ayşe gülerek cevap veriyor: —Burası cezaevi. Buranın bıçağı bu. —Niçin bıçak vermiyorlar?

—Yasakmış. Ben de ilk defa geldiğimde çok şaşırmıştım. Sonra alıştım. Sen de alışırsın. Duur merak etme daha nelere alışacaksın...

Tabii alışacaktım. Alıştım bile...

Biz yemek yerken birkaç mahkûm suçumu sordu. Söyledim. Ben de onların suçunu merak ediyordum. Yanımdakile-re sormaya başladım.

Eski mahkûmlardan torbacı diye anılan bir kadın suratını asarak çıkıştı: "Sana ne bizim suçumuzdan?" Bir mana verememiştim bu azarlamaya. Dur bakalım Emine bu azarın sonundan ne çıkacak.

O gece Dilber Hanım 'in derdini dinledim. Çok düşünceli, dertli bir anne idi. Kocasını öldürmüştü. Fakat İslâm'a göre katil olurmu bilmiyorum. İslâm devletinde ölümü ha-kedenleri devlet öldürür. Şimdi Dilber istemeyerek öldürmek zorunda kalmıştı.

Anlattı o korkunç hayat hikayesini. Bin sene ömrüm olsa bunları duyamazdım, duysam da inanamazdım. Yazmamı istersiniz değilmi? Mümkün değil. Asla anlatılabilecek cinsten dertler değil bunlar.

Biliyorsunuz hayatın kendisi aslında korkunçtur. Onu güzel yapan bazı müeyyideler vardır. Bir kişi veya toplum o müeyyidelerden haberdar değilse orada güzellikler barınamaz oiurü

35

Dilber Hanım yuvasında da barınamamış. Önceleri (dindar iken) efendi bir öğretmen olan Dilber'-in eşi gün gelmiş dinsizleşmiş. Başlamış din bir vahiy değildir, İslâm çağ dışıdır, sen neden ekmek kırıntılarım tuvalete dökmüyorsun? gibi hakaretler yapıyormuş. İşte size sadece bu kadarını anlatabilirim. Gerisini siz düşünün demiyorum. Düşünmeyin çünkü bulamaz anlayamazsınız. Biliyorsunuz bazı dinsizlerin iç yüzleri dışları gibi değildir. Tabii birçok dindarlarında!..



Ayşe Baysal da yaralı. Hep çocuklarım düşünüyor. Kızı Mine'yi Ahh Mine... Yaktın anneni de kendini de. Bunları görünce kendi kendime hemen yazmaya başlayayım dedim. Fakat nerde ve nasıl yazacaktım. Gürültü, patırtı, en iyisi biraz daha bekleyeyim.

Yazacağım, mutlaka yazmam lâzım. Şu gerçeğe inanıyorum ki, ben cezaevinden çıkınca cezaevini anlatmamı isteyenler çok olacak. Bu konuda ben çok meraklıydım. Dünya yolculuğuna çıkan insan, gezip görmeden dünyayı anlamadığı gibi, dışardan olan insanlar da cezaevini görmeden anlayamıyorlar.

Ne demiştim, hapishaneye giren insanı dışardaki çok me-rakediyor hiç unutmam Sadık Albayrak cezaevine girmişti, günlerce ağladım. Her gün Milli Gazetede onun hakkında yazı görmek isterdim.

Bir hafta kadar yazdılar. Aylar sonra iki kelime, bir daha Sadık Albayrak'ın "s"si bile yazılmadı. Halbuki batıl davaları uğruna çalışanlar, hemfikirlerinden birisi hapse girdimi, onun hapse girişini yıllarca konu yapıyorlor... Şundan, bundan dolayı hapsedildi, diyerek hem kendi fikirlerini, hemde hapsedenleri tanıtıyorlar. Ama biz, bu konuyu henüz anlayamamıştık galiba... Devamlı gazetede Sadık Albayrak'la yapılacak röportajı bekledim.Aylar geçmişti, hâlâ bir haber yoktu. Hep bekledim, fakat çıkmadı. Nihayet cezasını çekmiş, hapishaneden çıkmıştı. Heyecanla gazetede çıkacak olan yazısını bekledim. Bir hafta, on gün yazmadı. Tam hatırlamıyorum ama kısa müddet sonunda, baktım bir makalenin im zası "Sadık Albayrak" diyor. Çok sevinmiştim. Makalenin başlığını okuyunca hayal kırıklığına uğradım. Makalenin baş-

36
lığı "Emperyalizm" ile ilgili bir şeydi. Halbuki ben "Yıllar sonra sizinle" gibi başlıkla zindanda geçen günlerinden, bahsedecek zannetmiştim. Halbuki tam tersini yazmıştı. Sanki hiç okuyucusundan ayrı kalmamış gibi. Bayağı üzülmüş hemen mektup yazmıştım. "Niçin zindan hayatından söz etmiyorsunuz? Halbuki biz heyecanla bekliyorduk" diyerek duyduğum üzüntüyü dile getirmiştim.

Hakeza Şule Yüksel Şenler'den de aynı merakla "Orada neler gördün abla anlatırmısın?" diyerek dokuz aylıkzin-dan hayatını dinlemek istedim. Şule abla biraz anlatmıştı. Şikâyeti çoktu Şule ablanın. Ençok şikayeti de idarenin durumu ve mahkûmların içinde çok terbiyesizlerin oluşuydu.

Zeynep Gazali ablamız da bir kitap yazdı. Onu da büyük bir m'erakla okudum.

Bende bunca merak niye vardı? Meğer kaderde buraya gelmek varmış. Rabbim daha beterinden korusun.

Neticede buralardan bahsetmemi gerektiren, ikinci konu siz muhterem okuyucularımın merakını gidermek içindir. Kendime göre pay çıkardım. Buradaki durumları yeri geldikçe anlatacağım... ve bazı mahkumları.

Kimler mahkûm değil ki? Şöyle bir düşününce insan şu gerçeği görüyor. Günümüz Türkiyesinde herkes bir şeylere mahkûm. Hatta dünyamız, kadınımız, erkeğimiz... Allah'ın emri tatbik olmadığından hayvanlar bile mahkûm. Şöyle fıtratı gereği gidip yeşil otlardan gönlünün istediği gibi yiyemiyor. Sünni yemler, sunni sağılmalar, sunni ışıklar. Kaldıramayacağı kadar çok yükleniyor. Günde bir yumurta yapma özelliğine sahip tavuğu, ışık yolu ile aldatarak iki yumurta yaptırıyorlar. Zavallı hayvanı yormak şartı ile sömürerek ona rahat yaşama hakkı vermeyenler, o tavuğumahkum etmiş sayılmazlar mı? Mahkum oluşuna sebep istediği gibi fıtratı gereği yaşayamaması değil midir?

Arı daldan dala, çiçekten çiçeğe konmak ister. O öyle yaşarsa mes'ud olur. Fakat sömürgeci beyinler, onu da çiçeğinden ayırıp şekere mahkûm ediyorlar.

Herkes istediğini yapması lâzım anlamında değil, sözümüz. Allah (cc) fıtratları ve onun nasıl yaşayacağını tanzim

37

etmiş. O tanzime uyutmuyorsa, fıtratın tartmayacağı dengesizliği ve o dengesizliğin verdiği korkunç hatayı göreceğiz. Bazen de o batakta batacağız. Fakat Rabbül Aleminin lütfü ki tam olarak kaybolmadık. Allah'ın koyduğu kanun bozulursa her şey ona göre bozulur. Sünni beslenme ile beslenen arının balı ne kadar faydalıdır ki?!



İslama göre hürlük ve mahkumluk çok farklıdır. İslama göre mahkumlar bazen de çok (hür!) olanlardır. Bazı Avrupa ülkeleri bu durumdadır. Bu ülkelerde ne fıtrat, Ne Allah (cc)'ın kanunu... Hiç birini düşünmek yok.. En ufak yasak görmeyenler, yaptıkları yasaklardan da bıkınca, başka yasak, derken iyice sapıtmaya, çıldırmaya ve intihara koşmaya başlamışlardır. Demekki hiç bir sınır tanımayacak kadar özgür olmak da mahkûmiyettir. Çünkü insan ruhunun ihtiyacı dışında kalan yaşantı, ruhları parçalayacak, fıtratın kapasitesinden ağır yük altında ezilecektir. İşte dünya gençliği, ezilmiyor mu? Çıldırmıyor mu? Uzağa gitmeyelim. İşte Türkiye... Gayri resmi olarak her istediğini elde eden gençlik bunalımda değilmi? Mademki bunalım var, o halde orada mahkûmiyet var! (Allah'ın emrinden sıkılan da nefsinin mahkûmudur.)

Mahkûmlar bitmez. Mahkûmu kolay tanıyoruz. Çünki çok mahkûm görüyoruz. Fakat Allah'ın dediği özgürlüğe sahip olan görmedik gibi bir şey. Bir tek yıldızlarla ay vardı. Onu da yavaş yavaş göstermelik duygular yüzünden bölünmeye mahkûm ediyorlar!!!

38

Neye Üzülürsün



O gün yazdıklarımı beraber okuduk. Daha ilk giriş olmasına rağmen, kısmen görüyorsunuz manzarayı. Her suçtan insanlarla beraber olacağım belli oluyor... Suçlar bir yerde önemli değil de, ya delilerle beraber aynı yerde oluşumuza ne dersiniz?.. O kadar sorumsuz bir adaletsizlik olurmuydu Allahım... Bizim orada zaten moralimiz bozuk, bir de delileri koğuşumuzda tutuyorlar. Halâ unutamam bir deliden yediğim tokatı. Yüzümün ortasına aniden bir vuruşu vardı ki sormayın. Akıllının bile akimin olduğundan şüphe edilen yer-, de, deliler koğuşta kol!gezdiriliyordu .Şahsen gece uykumdan korku ile uyandığım çok oldu. Birgün baktım, iki deliden uzur boylu olanı gelmiş yorganımı açıyor. Gözümü açtım, birden bire korktum tabii... Daha : enide girmişim cezaevine... Kfm kimdir tanıyamıyorum. Zira iki deli var 135 akıllı... Fakat delilerin yaptığı küfürün, bağırmaların aynısını akıllıların bazılarından da duyuyorum. Tabii benim şaşkınlığım hiç geçmiyor. Zira sin-kâf ile küfreden kadın ilk defa görüyorum.

Daha sonra birçok konulara alıştım. Delilere bile alıştım. Çünki baktım ki oradaki deliler dışarıdaki "akıllılar" kadar zararlı değillermiş!.. Bir günlüğümden kısa bir kesit alıyorum buraya.

Şu anda ranzamda oturmaktayım. Biraz önce koğuşu gezdim. Kadınların suçlarını merak ediyorum. Beton bahçeye çıktım, sağı, solu, güneyi, kuzeyi, zemini beton. Oradan gökyüzüne bakınca insan gökyüzünü bir maden gibi bakır zannediyor.

Biraz dolaştım bahçede. Benim tam tesettür halim mahkûmlara yabancı geldi. Bazı iyi ve hanım mahkûmlar yok değil tabii.. Bana gıcıklarda çok. Biraz önce bana yapılan hakaretlerden ben bunu çıkardım. Bana hakaret ediyor ve akla gelmedik kelimeler söylüyorlardı. Daha iki gün oldu geldiğim. Hemen mahkumların nefretini kazanmak istemiyorum. Sa-

39

bir Allahım sabır... Ancak bu hakaretlere tahammül edilir gibi değil. Öyle çirkin hakaretler, aman yarabbi... Müslüman kendini neden hiç tanıtmamış. Dinsizlerin bile nasıl yaşadığını bilenler, müslümanı bilemiyor, tanıyamıyorlar. Suçlu kim?



Suçlu bulunmazsa suçun sonu gelemez!!! Duvar bahçede ne mi oldu? Daha ilk günler olduğu için, mahkûmlar merakla soruyorlar. Hırsızlıktan gelen bir kadın yanıma yaklaştı:

—Sen mevlüt okurmusun? Daha ben cevap vermeden kendisi cevap verdi: —Ne para kırmışsınızdır Allah bilir. Bir mevlüdü kaça okursun?

Ben yine cevap vermemiştim ki kadın acaib bir lâf etti: Sizi siziiii... Sizi peçe altında yapmadık kötülük bırakmayanlar sizi... Ben biliyorunr... Kimbilir kaç kişiyi efsunla-dında buraya geldin. Allah razı olsun devletimizden, size nefes aldırmıyor. Hele Kenan Evren yok mu, vallahi sizden öyle nefret ediyor ki anlatamam. Ama adam haklı. Neme lâzım... O da öyle olmasa siz boş durmazsınız.

Sabırla dinledim ve kitaba yazamayacağım suç olabilecek cevaplar verdim. O kadına cevap verirken başka bir kadın yanıma yaklaştı. Ağzında sakız patlata patlata sordu: —Sen falcımısın hanım? Güldüm.

—Falcıya benziyormuyum? Falcıların çoğu örtüyü istismar ettiklerinden! benzetiyor.

—Tabii benziyorsun. Allah aşkına benim falıma ba-karmısın?

—Neyle bakayım?

—Sen ne ile istersen. İstersen el falıma bak. 1 —Ben falcı değilim ki. Ben müslümanım.

Onlara kızmıyorum. Müslümanlar olarak ektiklerimizi biçiyorduk. Kızmaya ne hakkım vardı ki. Elin oğlu çalışmış,

40

istediği gibi göstermiş müslümanı. Müslüman da çalışıp kendi kendini tanıtmasını bilseydi ya...



Sağdan, soldan bir sürü lâf atıyorlar. Kimi:

—Hücumusun hanım? Hû çekerken yakalanmışsın. An-latsana nasıl hû çekiyorsunuz?

Bir başka kadın:

—Sen büyü yapmasını bilirmisin? Hadi be, bana bir büyü yapta sevgilim bana aşık olsun. Sana istediğin kadar para vereceğim., diyor.

Gülermisin ağlar mısın!

Ben büyü yapan sahtekârları tutsam bir avuç suda boğmak istiyecek kadar onlara sinirleniyorum. Aynı şey bana söyleniyor. Kadına büyü yapmanın çok büyük günah olduğunu söyledim. Büyü yapan da yaptıran da müslüman değildir, ta-ki tevbe edene kadar. Dedim. Fakat şaşkın şaşkın soruyor:

—O halde sen niçin cezaevine geldin? Büyücü değilim diyorsun. Fala bakmıyorsun. Eee suçun ne?

Kitab yazdığımı söylüyorum. Kadın yine şaşkın:

—Hadi canım sen de... Senden yazar mı olur? Kime yutturuyorsun. Yazarlar böyle giyinmezler. Yazarlar senin gibi konuşmazlar. Sen de benim gibi hayal kuruyorsun galiba. Ben de Türkân Şoray'ım diyorum ama kimse bana inanmıyor.

Yazar dediğin Nazlı Ilıcak gibi olur. O burada yattı. Hem de ona özel oda verildi. Kapısı bile ayrıydı. Ne kadar şık giyinirdi. Makyajı, takma kirpiği, herşeyi tam yerinde idi. Sen öylemisin ya. Yukarda herkesle aynı yerdesin. Yazarsın da senin niçin özel odan yok? Niçin böyle giyiniyorsun?

Soru üstüne soru. Kadın kararını vermişti... Sonunda: —Bana bak kız, senin suçunu öğreneceğim... Yine güldüm.

Altı aydır devamlı düşük olan tansiyonum ve migren ağrılarım hiç üzerimden gitmediği için fazla konuşmuyor, sadece dinliyordum şimdilik.

41

Tekrar yukarı çıktım.



Kapıdan çağırdılar. Tekrar aşağıya indim. Beş adet telgraf verdiler elime.

Biri babamdan biri esimdendi. Baba değilmi. Bir sürü iltifatlar etmiş, daha sonra da: "Gazan mübarek olsun yavrum. Sakın üzülme. Allah sabır versin." Baban Mehmet Şenlikoğlu, diyerek bitirmişti satırlarını...

Diğerleri din kardeşlerimdendi. Onlar da aşağı yukarı aynı şeyleri söylüyorlardı. Tekrar yukarı çıktım. Yemek yiyemiyor-dum. Yesem de alışana kadar midem bulanıyor, bana çok büyük emeği geçen Ayşe Baysal, Feride Salman ve Dilber Hanım

yalriış anlarlar "bizim pişirdiğimizi beğenmiyor" derler diye belli etmeden bir kaç lokma yiyordum.

Tansiyonum iyice düştü. Ayakta pek gezemedim. Daha cezaevinin ne olduğunu anlayamadan mektuplar yağıyordu.

Postada devamlı Emine Şenlikoğlu okundukça, bazı mahkûmlar adeta beni dövecek gibi sinirleniyorlardı.

Bir mahkûm beni gördüğü halde söylendi yüzüme baka

baka.


—Bu Şenlik belası da nerden çıktı? Posta ona çalışıyor

ayol.


Bu kadar mektup bir kişiye nasıl gelir hayret. Kıskanmalar... Fıttırmalar... Bana gelen mektupların bile hesabını vemek durumundayım.

Şimdilik durum karışık. Pek huzurlu olamayacağım galiba. Zira bazı mahkûmlar da halkın, cahil tabakanın anla-yamıyacağı şekilde dine saldırı yapıyorlar. Meselâ geldiğim günden beri küfür edenler hariç (ki küfür edenler, kibarca saldıranlar kadar beyin bulandırmıyorlar). Şu sözleri çok kullanıyor Jbirisi:

A-Yemin etme. Ben yemine inanmam. Söz ver yeter. (Kasıtlı söylüyot kefere)

—^e duası istiyorsun? Duaya ihtiyacın olack kadar aciz-

42

inisin? diyor.



—Kızım kaderi suçla. Seni buraya düşürdü., diyor.

Daha neler neler. Dün gece bu sözler yüzünden için için ağladım. Doğrusu ağlamak bazen insana şifa oluyor.

Evet ağladım.

Beni hapsedenlere göre ben, burada akıllanacak bir daha "suç" işlemeyeceğim.

Bilmiyorlarki ben bir daha "suç" işlemiyeceksem hayatımın en büyük suç'unu yapmış olacağım!..

Hayır, hayır. Ben suç işlemiyeceğim! "Suç" işleyeceğim. Çünkü ben bir şeriatçıyım. Şeriatçılar da daima "Suç"lu olurlar. Devran böyle devam ettiği süre ben hep "suçlu" olacağım. Olsun yeterki Rabbimizin izinde suçlu olmayalım. Yeter ki, davaya ihanet etmeyelim.

43

Ara Sohbeti



Evet ilk günlerde yazdığım, günlükten birini daha okuduk. Şu anda o günleri yeniden yaşar gibi oldum. Ne de olsa insan etkileniyor. Bir sürü hakaret, ve bu hakaretlere dayanmak zorundasın. Kolayını? Hayır... Onun için bir gün cezaevine girerseniz, Allah göstermesin ama gösterirse, bacınızın bazı tavsiyeleri olacak size. Zaten bu kitabı yazmamın gayeleri arasında bu mesele de var. Bana diyorlar ki "Bacı bize cezaevini anlat. Filimlerdeki gibi mi?"

Gerçi her olayı kaleme almadım. Daha doğrusu alamadım. Bazan yazacak yer bulamadım bazan sıhhatim müsait olmadı. Fakat bunlara rağmen, ben elimden geleni yapacak, Türkiye'nin perde arkasını, kısmende olsa anlatacağım!..

Biliyorsunuz bazı konularda yasaklar var. Siz bakmayın Türkiye'de fikir özgürlüğü var diyenlere. Türkiye'de sadece "Fikir özgürlüğü var" demek özgürlüğünden başka bir özgürlük yok. O kadar yok ki bakınız bir cezaevinin içine ait düşüncelerimi dahi rahat yazamıyorum. Siz bu şartları göz önüne alırsanız daha güzel neticeye ulaşmış olursunuz.

Savcı bir gün gardiyana beni çağırtıp dedi ki: Emine hanım size saygım var, onun için bir tavsiyede bulunacağım. Ka-fandaki fikirleri değiştir buralara bir daha düşme." Ben de ona dedim ki: "Hep tavsiyeleriniz kafandaki fikirleri değiştir şeklinde oluyor. Neden bu fikirleri engelleyici maddeleri değiştirilip, sizin gibi iyi insanlar buralara düşmesin demiyorsunuz?" dedim. Bana ummadığım cevabı verdi. "Valla benimde aklım ermedi. Türkiye'de önüne gelen bir kanun yapıyor ve geçici madde koyuyor. Türkiye bu... Ne olacağı hiç bilinmez." Evet bilinmez savcı bey. Şu sözleri ben söylesey-dim İslâm devleti istediğim gerekçesi ile mahkemeye verilirdim. Ama siz yine masumsunuz... Siz suçlu olmazsınız. Çünkü siz, Türkiye Cumhuriyetini bekliyorsunuz!

Savcı sadece güldü. Biliyordu ki bizden korkuyorlar. Düşünüyoruz çünki. Herkesin isteğine göre ısmarlama da düşü-

44

nemiyeceğimizi biliyorlar.



Evet, cezaevini ve şartlarını bir müslümanın çok iyi bilmesi lâzım. Çünkü harcanma ihtimali çok büyük. Kurnazlıktan uyanıklığa kadar hepsinin geçtiği yerde bir tek saflık geçmiyor. Bir deyimle bozuk para gibi harcanıyor insan. Hele de Çanakkale gibi tamamı denecek kadar komünist, dinsizlerin olduğu yere düşerseniz, tamamen yalnız kalacaksınız. Yemek arkadaşı hariç sohbet edecek bir Allah'ın kulu bula-mıyacaksınız, demektir. Neden mi? Sen dine can verirsin onlar dine inanmıyor. Sen Allah'dan bahsedersin, daha doğrusu etmek istersin, imkansız olur kim dinleyecek... Kendi fikrinde bir kişi yok. Günlerce konuşmaya hasret kaldığınız günler olur. Sadece bazı tartışmalar yapabilirsin, o da binde bir, birinin canı isterse olur. Konuşabilmenin ve bir kafa ve fikir yapında birinin olmaması seni sıkar, sıkar, öyle bunalıma iter ki, cezaevinde iç içe cezaevlerine girersin. O zaman bazı beğenmediğin müslümanın kıymetini anlarsın. Ya beynini nasıl idare edeceğini bilmiyorsan, işte yandın demektir. Belki de şuurun kısmen bozulup çıkarsın oradan. Öyle ya bir cezaevinin içinde senden hiç kimse yok. Bütün mahkûmlar senin fikrine karşı çıktığı, senin zihniyetine düşman olduğu gibi devlette sana düşman. Düşman ki sana kızmış, seni hapsetmiş...

Neticede şunu söylemek için bu konulan açtım. Hani biraz önce bacınızın bir kaç tavsiyesi olacak demiştim ya. Önce cezaevi şartlarını ve mahkûm psikolojisini anlatmam lâzım ki tavsiyelerim yerinde olsun. Size onun için temiz insanların nasıl psikopat olduğunu anlatacağım becerebildiğim kadarı ile.

Önce şu gerçek biline ki cezaevinde adaletin (A) sı bile yok, ve olamaz da. Çünkü kuvvetli görünenlerin tekelindedir cezaevleri. Erkekler koğuşu da para babalarının elinde imiş. Zaten kadınlar koğuşunda yapılan konuşmalar, bir kadın gardiyanın erkekler koğuşundaki bir erkekten mektup alıp erkeğin istediği kadına getirilmesi, parası olanların bu parayı insanları satın almak için nasıl kullandıklarını gösteriyor. Birde bu insanlan kendi koğuşunda düşünmek hiç te hoş olmaz. Belki bu satırları okuyan gardiyan hanımlar ve cezaevi savcıları bana kızacaklar; "Biz ona iyi davrandık o cezaevimizi

45

batırıyor" diyecekler. Fakat ne yapalım: "Gelenin keyfi için gidene kalkıp sövemem" şiarı biz müslümanları ta ezelden beri öyle kaplamışki, hiç birimiz "Bana iyi davrandı o halde bu öküzün boynuzlu olduğunu söylemeyeyim" dedirtemez. Öyle olsa benim iyiliğini gördüğüm komünistler bile olmuştur. Dışarıda dinime küfreden bir zihniyeti, içeride bana yardım etti diye okşayamam. O zaman dinime saldırıdan daha çok kendime saldıraya önem vermiş olurum. Eğer küçük iyilik yüzünden gebe kalacak olursak ömür boyu insanlara gebe kalmaktan geri duramaz ve o iyiliklerin boyunduruğu altına gireriz. Çünkü yakın tarihimizde öyle dindarım diyen dinsiz, kitapsızlardan iyilik gördük ki, yaptığı iyilikler neticesi, kötülüklerini, utanarak görememezlikten geldik! "Nankör olmayalım" duygusu ile, inancımıza yapılan saldırı ve kötülüklere ses çıkaramadık. Neden? Hepsi yapılan iyilikler yüzünden. Bir taraftan iyi niyetimizin ezikliğini çektik, öbür taraftan yaptığı iyiliklerin unutulmasını istemeyen sık sık, "İyi ki size iyilik.yaptım ben olmasam ne_yapardınız" edası ile müslümanın tepesine binenlerin vicdana verdiği baskı ile ezildik. "Aman... çok iyiliği yar ses çıkarmayalım" diye diye bu hale geldik. Unutuverdik yılanların bile bir iyi tarafı vardır. Bazan panzehir olabilir. Ama yılan yılandır yine de!



Söz buradan açılınca aklıma gelen bir fıkrayı anlatmak istiyorum.

Şemsiye Hikayesi

İyilik yaptığı için kendisine minnet duyulmasını isteyen bir adama, bir gün bir misafir gelmiş. Oturmuşlar sohbet etmişler misafir kalkmış giderken yağmur yağıyormuş. Ev sahibi misafire bir şemsiye vermiş. Misafir teşekkür ederek şemsiyeyi almış. Ertesi gün karşılaştıklarında ev sahibi ilk sorusunu sormuş. "Yahu" demiş "Sana dün şemsiye vermeseydim ne yapardın?" Misafir: "Ya... Sağol iyi ki verdin. Teşekkür ederim." demiş. Tekrar bir gün yine sokakta karşılaşmışlar, adam yine: "O gün sana şemsiye vermeseydim ne yapardın?" demiş. Adam yine teşekkür etmiş. Aradan altı ay geçmiş yine karşılaşmışlar. Adam daha merhaba derdemez yine

46

sormuş: "O gün ben sana şemsiye vermeseydim ne yapacaktın?"



Bu sefer çok sinirlenen adam, kış ortası orada bulunan havuza atmış kendisini "Sen şemsiyeni vermeseydin işte ben böyle ıslanacaktım." demiş.

Eğer biz geçmişimizde küçük bir iyiliği olanlara boyun eğmeseydik onlara ölmek şartı ile de olsa şöyle ferman ederdik: "İşte böyle şehid olurduk" derdik. Demedik diyemedik... Fakat artık biz geçmişin oyununu sergilemiyeceğiz inşaallah.

47

Babamın İlk Mektubu



Sevgili Kızım Emine,

Selam eder, gözlerinden öperim. Nasılsın evlâdım? O gün Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde ceza aldıktan sonra birlikte Sağmacılar cezaevine gitmiştik. Sen cezaevi kapısından içeri girdikten sonra, cezaevi bahçesinden bana doğru gülerek bakıyordun. Bana üzülme anneme de selam söyle, sakın beni düşünmeyin. Ben bir katil, hırsız veya cani değilim. Allah yolunda bir kitap yazdığım için hapse konuluyorum. Ben de size; bugünler gelir geçer, seni buraya koyan dinsizlerle mahşer günü hesaplaşırız inşaallah demiştim. Sizden ayrıldıktan sonra eve geldim. Biraz düşündüm, biraz da ağladım. Neye ağladım ki senin cezaevine kapanmandan ziyade, İslâm'a yapılan hakaret ve saygısızlığa ağlamıştım. Yazmış olduğun kitabı iki gün okudum ve bitirdikten sonra, bu kitaptan dolayı ceza almana şaşırdım doğrusu. Yine düşündüm ki, bundan evvel birçok müslümanlar da İslâm davası uğruna hapislere atılmışlardı. O zaman hapse giren benim oğlum veya kızım değildi. Ağlamak şöyle dursun o din kardeşlerimin halini hatırını sormaya bir kere olsun yanlarına gidemedim. Ben benden utandım. Müslümanlara karşı bu kadar zayıf oluşum beni kahretti. İnşaallah bundan sonra seninle birlikte hapishaneye suçsuz girenlerin halini hatırını soracağım. Ben de hapse girmiştim biliyorsun. Milletvekillerine hakaretten. Bak işte ölmedim. Hapisten çıktım.


Yüklə 0,8 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   17




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin