Emine Özkan şenliKOĞLU



Yüklə 0,8 Mb.
səhifə5/17
tarix28.10.2017
ölçüsü0,8 Mb.
#17885
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   17


Fatma sözü bölüyor:

—Ne hanımefendisi imiş? Sosyeteler hanımefendimi oluyormuş? Hanımefendi biziz biz. Ah o sosyetede neler var. Birbirlerinin karısını kocasını ayarlıyorlar. Kadın kocasına, kocası karısına göz yumuyor, benim kocamın ailesi sosyetenin içindeler. Kaynatam anlatıyordu. Birgün bir kulübe gitmişler. Demişler ki herkes anahtarını bir kutunun içine atsın. Sonra herkes kura ile kime düşerse bu gece o, onunla kalsın.

Kurayı çekmişler, kaynatama eski milletvekillerinden birinin karısı çıkmış. Kaynanama da fabrikatör F.A'nın damadı çıkmış. Kaynatam bakmış karısına çıkan genç, kendisine çıkan yaşlı, o işten vazgeçmiş. Onlar öyle adiler ki genelev kadınlarından daha adiler. Fakat ellerinde çanta, boğazında milyonluk kravatı ile beyefendiye benziyorlar. Karıları da kuaförden çıkan başını milyonluk kürkünü şöyle bir çalım ile gösterdimi herkes onu hanımefendi sanıyor. En kodaman pe-zevenkler sosyetede. İğrenç insanlar.:. Hayvanlardan daha kötü şartlarda yaşıyorlar.

—Desene senin kocan da sana kura çektirdi.

—Benim kocam onlardan iğreniyordu. Zaten beni o yüzden almış... İkide bir söylenirdi "İlişkinin de bir sınırı olmalı, bizim çevre sınır tanımadığı için, arzular her geçen gün daha başka alanlara itiliyor. Fazla doyumdan doyumsuzluk oluyor. Bir kadın veya erkek ne kadar çok kişi görüyorsa o kadar çok bunalıma düşüyor. Fakat bizim çevre bunu farkedemiyor. Aslında sosyete kimlik aunalımındadır."

—Neyse bu konuları kapatalım. Birazdan demir kapı kapanacak Nilây hanım anlatsın. O neden vazgeçmiş namusundan, dininden* kitabından?

Nilây'm rengi bozuluyor.

—Ne münasebet... Ben dinimden vazgeçmedim ki... Ben sadece şeriat'a karşıyım, Namusumu da bırakmadım. Ben sadece ekmek parası için vücudumu satıyorum. Ne demiş İslâm dini: "Ne olursanız olun önce ekmek parası için çalışın" demiş. (Yalan, böyle bir hüküm yok)

63

Eyy müslüman! Eyy müslümanlar.. Yukarıdaki konuşmaları okudunuz değilmi? Şehidler kanı ile sulanmış şu toprak parçasındaki insanların hallerini bir düşünelim. Bu kadın ise bakınız neye nasıl inanıyor. Bu kadınların sayısı bir değil, Türkiye'nin dörtte ikisi böyle düşünüyor. Kimi zina parasını helâl görüyor, kimi içki satma parasını...



Neden bu insanlar iyi niyetli oldukları halde Allah'ın emirlerini bilmiyorlar. Çünkü biz emaneti yerine ulaştırmamışız. Neydi bu emanet? İslâmdı... İslâm'ı bilmeyenlere götürecektik. Ama bu vazifeyi çoğumuz yapmadık, yapamadık. İslâm dinini Allah'ın emanetini tanıtmakta, bazı fedakârlıkları göze alamadık.. Yalan mı? Yanlış mı? Neden mi yazdım bunu?

İşte Nilay'ı dinlediniz. Daha doğrusu Nilâyları. Bu gibi düşünen daha neler var. Dünde Nalanla konuştum. O da ben müslümamm diyor. Ama sonuna şunu da ekliyor: "Bizim günahımız yok bize öğretmeydiler utansın." Gerçi onun bizim günahımız yok demesi ile günahsız olmuyor. Ama şunu bilki sen de günahsız değilsin. Maddi çıkarın için yurt dışlarına gidiyorsun da, manevi çıkarın olan İslâm'ı öğrenmek için neden diğer müslümanlar gibi çalışmıyorsun. Sen ve ben lüzumsuz, boş işlerle vakit öldürürsek, Nilâylara kim öğretecek İslâm'ı? Bir müslüman ona İslâm'ın temel prensiplerini anlat-saydı, Nilây bu kadar dininden uzak olabilirmiydi? Belki yine fahişe olurdu ama, yaptığı işi böyle benimsemez, onu helâl görmezdi. Kısacası Nilay'ın imanı kaybolmaz, hatta Nilây böyle yollara hiç düşmezdi.

Nilayiar bu durumlara düşerken, nerede o çorbanın tuzu yok, kahvenin şekeri az diyerek, kıyameti koparan sorumsuz mesuliyetsiz hissiz erkekler? Neden görmüyorlar asrı rezaleti? Kan ağlamazmı o müslümanın yüreği? Sızlamazmı kemikleri? Rahatsız olmaz mı imanları?

Ne o ayıp mı ediyorum bunları söylemekle? Hayır, hayır ayıp etmiyorum. Asıl en büyük ayıbı İslâm'a sahip çıkmayanlar yapıyor. Sözümde onlaradır size değil kardeşim.

Nilay'ın konuşmaları beni çok etkilediği için, veryansın etmeden geçemedim. Sizi fazla üzmeyeyim. Her ne kadar bu

64

sözlerimde muhatabım İslâm'a sahib çıkmayanlarsa da. Vazifesini tam yapmayanlara da bir ucu dokunur sözlerimin.



onun için Nilay'a kulak verelim. Bakınız neler anlatıyor. Hem dinleyelim, hem de düşünüp gençlere öyle hakaret etmeyelim. Edenleri ikaz edelim, tatlı dil güler yüzle... Eğer ağlamaktan gülecek halimiz kalmıyorsa, o zaman tebessüm edelim. Onca yükün altında olan dünyayı ve ahireti en ince noktalarına kadar bilen ve idrak eden Efendimiz (s.a.s.) gülümsemeyi hiç ihmal etmemişti, bizmi beceremiyeceğiz gülümsemeyi?

Evet, Nilây'a dönelim:

—Nilây hanım ben cezaevine ait bir kitab yazıyorum. Bazı gençlere ibret olması bakımından iyi olacak. Bir de keyfine düşkün olanlar vicdan azabı çekebilir... Belki düzelirler diye düşündüm.

Nilây bir "ah" çekerek yanıma sokuldu.

—Bak yazacaklarını dikkatlice yaz. Mahkemeden çıkınca

(........) gazetesi benimle röportaj yaptı. Ama söylediklerimin

hepsini yazmadı. Sen yaz ben senden o kitabı alır onlara postalarım.

Nasıl başlamam gerektiğini bilemiyorum. Ben Bursa'h-yım. Bursanın Yeşil semtinde büyüdüm. Babam ne olduğu bilinmeyen bir müslümandı. Sözde müslüman* merhametsizdi. Annemi çok döver bizi çok severdi. Fakat annemize zulüm yapıyor diye ondan nefret ederdik. Ben dokuz yaşıma geldiğimde, yaz tatillerinde beni hocaya gönderdiler. Hocaya gittiğimde, hayaller kurardım. Hoca bize masallar anlatacak, dersimi yaptığım zaman aferin diyecek. Annem gelince ona "senin kızın çok çalışkan" diyecek. Rüyalarımda bile hocam vardı. Ama o bir kere bile başımı sıvazlayıp bana "aferin" demedi. Gerçi şimdi anlıyorum. Biz yüz elli talebe idik, hangimize yetişecekti. Ama çocuk bunu düşünemiyor çocuk sevgi ve iltifat bekliyor ve ben okumaktan soğudum. Aradan geçen yıllar beni din sahasından tam olarak uzaklaştırdı. Artık annemden babamdan gizli acaib romanlar okuyordum. Bu arada ben ondört yaşıma geldim. Beni annemler ablamın yanına gönderdiler. Gitmek istemiyorum, ablamı da çok sever-

65

dim. Ben başladım Ablamda ev işi yapmaya. Eniştemde "Aferin ki7, ablandan güzel işler yapıyorsun" dedikçe ben daha çok çalıştım. Bir gün eniştem bana dedi ki: "bilseydim seni alırdım" o anda çocukluk değil mi kalbimde bir şeyler hissettim. Derken aşık oldum. Daha doğrusu genç kızlık heyecanım aşıklık zannettim. Artık ablamdan eve gelmiyordum. Ablam durumu farketti kıskamyorduda. Eniştemle ben gizlice buluşmaya başladık. Namussuz eniştem. Benim kanıma girdi. Tabiiki o yaştaki bir kızı aldatmak kolaydır. Şerefsiz adam. Hem ablamla evli hem beni kandırdı. Dallas filmi de o günlerde oynuyordu. Dallasta baldızı ile gizli hayata giren diziyi seyrettik. O gece mutfağa yanıma geldi. "Bak kız gördün-mü. Ben o enişte kadar olamadım mı?" dedi. Ablam doğum için hastahaneye yatınca bana tecavüz etti. Hamile kalmışım. Annem babam anladılar. "Kimden bu çocuk söyle" dediler. Daha önce konuştuğum İrfan adında bir genç vardı "ondan" dedim. Babam mahkemeye verdi. Bizi konuşurken görenleri-de şahid gösterdi. Mahkememiz devam ederken çocuğum düştü. Kimseye söylemedim.



İki yıl sonra ırza tecavüzden çocuk yedi yıl civarında ceza aldı. Ah mahkemede nasıl ağladı nasıl bağırdı bilemezsiniz. Bana avazının çıktığı kadar bağırdı: "Sürüüün sürün kah pe. Beni nasıl rezil edip bana iftira ettin dilerim sen de rezil olur iftiraya uğrarsın" dedi. Nasıl utandım bilemezsiniz. Fakat doğruyuda söyleyemiyordum.

Aylar böyle geçti ama benim içimde vicdan azabım her-gün büyüdü büyüdü dağlara sığmaz oldu. İrfan'in dosyası temize gidince, anneme durumu anlattım. "Anne dayanamıyorum doğruyu söylemek istiyorum bana ne önerirsiniz" dedim. Annem kişisel çıkarlarını öne alarak "Aman yavrum ailemizin şerefi mahvolur ablanın yuvası yıkılır" dedi. Bir genç delikanlının hayatını önemsemiyordu. Kızının yuvasını düşünüyordu. Bunu anneme söyledim. O zaman da "İrfan seni niye almadı?" diyerek vicdanın! savunan delil getirdi aklınca. Halbuki, İrfan beni niçin alsmki, ben ona iftira etmişim. "Cezaevinde çürümek, bu kızla evlenmekten daha iyidir. Ben bu fahişe kızı alırsam cinayet işlerim hakim bey" dedi.

66

Eniştem ırz düşmanı namussuz da hâlâ bana sevgiden dem vuruyordu. Vicdan azabı çekmiyordu. Vicdan yokmuş ki ne çekecek.



İki yıl sonra İrfan cezaevinde ölmüş. Haberi duyunca şok oldum adeta.

Günlerce durmadan ağladım... Kanıma girdiği için eniş-temdende nefret ettim. Bir zamanlar onu düşünmekten gözüme uyku girmezken şimdi nefret ediyorum.

Çok geçmeden eniştemle beni ablam yakaladı. Evden kaçtım. Ablamdan çok utandım. Hemen aklıma Ali ağbiler geldi onlara gittim. Kediye ciğer teslim edilir mi? Ettik işte... Beni korusunlar diye gittiğim evin reisi bana saldırdı. Karısı bizi görünce adam: "Hanım bu adi kendisi bana musallat oldu" dedi. Ve benim adım çevreme evli erkeği baştan çıkarmış diye yayıldı. Halbuki işte en ufak hatam yoktu. Ama iftirayı yemiştim. Baktım olacak gibi değil İzmir'e bir arkadaşıma gittim. Aylar sonra bir Gazinoda iş aldım. Eeee oralara ilk adımın sonu nereye gider.Tabii ki kötü yola... Ve, kötü yola düştüm. Fakat hiç bir zaman İrfan'a yaptığım iftirayı unutamadım. Onun bedduası tuttu. İftiraya bende uğradım. Şimdi buraya bile yapmadığım suçtan geldim. Ama üzülmüyorum. Kendimden intikam alıyorum. İyi oldu çek diyorum. Zaten benden gavur bile olmaz. Baştan söyledim ya ben çok adiyim. Ailem de öyle... Beni enişteme göndermeselerdi uzun süre yatmak için bunlar olmayacaktı. Annemden bir kez bana "kızım gençler çabuk aşık olurlar. Her hissi aşk zannederler sakın aldanma" demedi. Bende kendimi frenlemeyi bilemiyorum ama vicdan azabım hiç bitmiyor. Şuramda derin bir sancı her an beni rahatsız ediyor. Ne yapayım bilemiyorum. Vicdan azabına bir ilaç bir çare yok mu? .

Bana lütfen biliyorsanız bir şeyler anlatın.

Evet kardeşlerimiz İslâmın yaşanmadığı yerde herşey olabilir. İslam'da baldızla eniştenin dahi yalnız kalamadığı hükmünü insan öğrenince insanın İslâm'a hayranlığı daha da artmaktadır. Ama insanlar İslâm'a inat "olur mu öyle şey" diyorlar. Ey asır, sen şahid ol ki, İslâm'sız sen düzelemiyeceksin.

67

Resim çekilecek Başını Aç...



Bugün cezaevine gireli ikinci defa ağlıyorum. Ağlamak kadınlara mahsustur demeyiniz. Aslında erkeklerde ağlarlar. Ama erkekler "Sen erkeksin ağlamazsın" telkinleri ile büyümüşlerdir. Onun için utanırlar ağlamaya. Aslında ne büyük nimettir, ağlama ihtiyacı olunan yerde ağlamak.

Neden ağladığımı anlatayım:

Allah'ın dünyasında, Allah'ın emirlerini çiğnendiği bu vahşi dünyada! Vahşetlerin birisinden bir tokat daha indi suratıma...

Sabahleyin gardiyan hanım çağırdı "Resim çekilecek bölme kapısına git." dedi.

Hazırlandım, birkaç kadınla beraber gideceğim. Ben hazırlanırken Mevlüthan Ayşe Baysal yanıma geldi.

—Nereye Emine bacı?

—Kimlik kartı için resmimi çekecekler.

—Ayy... Başını nasıl açacaksın?

Beynimin adeta sallandığını, tırnaklarımın ucundan cey-rana tutulduğumu zannettim. Kalbim yerinden çıkacak gibi sordum:

—Sen ne diyorsun bacı bu nasıl söz?

—Ah Emine bacı ah.. Sanki bizmi istiyoruz ki?..

—Ben ölürümde başımı açmam.

—Açarlaaar... Açarlar bacı.

—Kardeşim, beni çıldırtmak mı istiyorsunuz?

—Ne yapalım, bak bizim başımızı da açtılar.

—Tabii açarlar. Kuzu kuzu başını verirseniz açarlar. Önce mücadele edeceksiniz. Zorla başınızı kimse açamaz. İşte böyle yerlerde T.C kanunlarını bilmek gerekiyor.

—Kanunlar sökmüyorki.Burada'kanun binbaşı. O ne derse o olur. Ben ne kadar yalvardımsa "başımı açmayın" diye

68

dinlemediler.



Bu konuşmalardan sonra bölme kapısına gittim. Baktım üç dört gardiyan. Dört beş asker.. Galiba iki üç kişi de resim çekmekle memur zatlar... Ben sıradayım. Sıra bana geldi. Memur:

—Bayan sıraya...

Sıram geldi, işaret edilen yere oturdum.

—Adın, soyadın...

—Emine Özkan

—Olur mu Şenlikoğlu olması lâzım.

—Şenlikoğlu soyadı ile girdim cezaevine.

—Neden kızıyorsunuz anlayamadım. Hangi soyadı ile yazmam gerektiğini size sormam mı gerekiyordu?

Ellerindeki kara tahtaya adımı soyadımı yazdıktan sonra, resim çekecek olan zat bana baktı. Gayet normal bir kelime konuşur gibi seslendi:

—Şenlikoğlu, halâ ne duruyorsun başını açsana.

Aman Allah'ım bu ne biçim teklif. Şuracıkta mümkün değil mi acaba hemen ölmem. Yooo mümkün değil. Kendimi kaybedercesine bağırarak:

—Ne baş açması kardeşim. Burası Rusyamı? Ben inancım için başımı kapatmışım. Allah için kapattığım andan itibaren ancak kendim dinimden çıkarsam başımı açarım, dinden çıkmadığım müddet Allah göstermesin asla başımı açmam.

—Ne o be? Hâlâ itiraz mı ediyorsun?

—Evet itiraz ediyorum. Çünkü açmayacağım. İslâm kanunlarına göre benim başımı açmaya hakkınız yok.

—Burası Türkiye hanım. Burası İslâm'ın kanunları değil, Türkiye'nin kanunları geçer. Bizim yasamız Kur'an değil.

—Türkiye'nin kanunlarına göre de benim başımı açamazsınız. Ben devletin emrinde olan bir memur değilim. Ben bir mahkûmum. Mahkûm da bir isyanı olursa mahkemeye veri-

69

lir. Mahkeme kararı ile ya infazı yanar üç yıl daha yatar, 6 yıllık mahkûm ya da hücre cezası alır. Tabiî kitabli bir hâ-kim'e rastlarsa beraati de mümkün. Ben başımı açmıyorum. Gidin savcımı gelecek, Binbaşıyamı şikayet edecekseniz edin. Başımı açmayacağım, hatta ucunda ölüm olsa bile...



Memur hiç istifini bozmadan:

—Bize verilen emir böyle, şimdiye kadar buraya girenlerin hepsinin başını açtık. Bir tek müslüman senmisin içerde? Bak içerdeki mevlüt han hoca bile başını açtı.

—Beni hacı hoca hiç ilgilendirmez. Onlar bana örnek olsun diye değil, Allah'a kul olsunlar diye gönderilmişler, isteyen kul olsun isteyen olmasın. Ben inancıma, dinime bakarım. Bütün hocalar başını açsa bile ben bildiğim ve inandığım gibi yaşarım.

—Senin bilgin, inancın burada sökmez dedik ya.

Nasıl oldum anlatamam adeta dünyam karardı. Herşeyi göze aldım.

Be vicdansız adam... Senin baban Ebu Cehil dahi olsa bu kadar zalim olamazsın. Sen müslüman, senin dinin İslâm değil mi? Benim başımı açmaya kalksa Bulgaristan, Yunanistan gelip başımı açsa güya sen mi kurtarmaya çalışır, biz müs-lümamz, bacımızın başını açtırmayız diye kahramanlık taslarsın, ama buradaki bacının başını kendin açmaya kalkarsın. Böyle müslümanlık olur mu? Sen hiç mi Allah'tan korkmazsın? Senin anan bacın hiç mi örtülü değiller?

—Amaan sende uzattın ha... Aç şu başını...

Memur bana doğru gelmeye başladı. Bütün hücrelerim adeta beraber anlaşmışlardı. Memur ellerini çarşafıma değdiği an gözünün üzerine bir yumruk indirecek, sonra da sandalyeyi kafasına geçirecektim. O an için elimden başka bir-şey gelmezdi. Memura son ikazımı yapıyorum:

—Bana bak Rus uşağı. Beni öldürmeden başımı açamı-yacaksın. Kanunsuz iş yapıyorsun. Kanunlara hizmet ettiğinizi söylüyor, ama kanunlarınızı önce siz çiğniyorsunuz. Bak bir adım daha yaklaşırsan sandalyeyi kafanda bulursun.

Salonda bulunan herkes bize bakıyor. Hey gidi gafil müs-70

lüman heyy.. Sahip çıktığın adamlar dine "nasıl karşılar, şu demir kapıların ardında olsan, şöyle bir baksan da anlasan kimleri sevdiğini!

Memur baktı ki ben çok kararlıyım askeri çağırdı.

—Asker, şu mahkûmu görmüyormusun?

Asker, şöyle bir boy gösterir gibi emri vaki bir tavırla:

—"Açman şart, aç başını..." dedi.

—Açmayacağımı söyledim...

—Sıkıyönetim olduğunu biliyorsun. Savcıya güvenme başım aç. Koca cezaevinde bir müslüman sen misin?

—Ben başkasını bilmem. Ben kendimi biliyorum. Ben de müslümanım.

memur:

—Biz gâvurmuyuz?



—Senin gâvur olmadığına yemin edemem ama kendi müslümanlığıma yemin ederim.

Asker:


—Hadi kardeşim aç şu başını....

—Hadi kardeşim diyorsun. Sonra da eziyet ediyorsun. Beni kardeşin kabul etseydin eziyet edermiydin?..

—Ammada yaptın ha... Bak iyilikle söylüyoruz, iyi bir ablaya benziyorsun. Yokuşa sürme, komutan gelirse söker alır örtünü...

—Neden? Senin komutanın ayımı? Söküp almak ayılara mahsus bir iştir... Asker, lütfen git komutanımı çağıracaksın, binbaşıyımı, çağır gelsin. Beni mahkemeye sevketsinler. Üç yıl yatmaya razıyım, başımı açmaya asla razı değilim.

—Senin bu yaptığının adı protestodur. Resmen eylem yapıyorsun.

—Böylesine zalim insanların yaşadığı asırda müslüman eylemsiz, protestosuz olur mu?..

—Sen Humeynicimisin?

—Başımızı örtme emrini Humeyni mi verdi?

71

Memur:


—Hâlâ açmıyormusun başını?

—Hayır. Bana bu soruyu sormayın. Sizin sorunuzdan bile utanıyor ve sinirleniyorum;

Nihayet gidip komutana haber verdiler. Komutan ve birkaç asker geldiler. Sanki kuşatma var gibi bir sürü hazırlık...

Komutan (assubay): —Aç başını.

—Kusura bakmayın, ben Allah'ın emrini üç yıl hapis cezası için çiğneyemem.

—Ya zorla açarsak?

—Ben elimden geleni yaptıktan sonra günah benden gider. Şu anda henüz elimden geleni yapmadım. Gerçi sizi ilk işim mahkemeye vermek olacak. Şimdi lütfen binbaşıyı istiyorum, buraya çağırın. Yoksa bir olay çıkacak, sorumluluğu yüklenmek zorunda kalırsınız. Niyetim subayın belinden silahı almak ve...

Komutan emir vererek binbaşıya bir asker gönderdi.

Herkes sessiz bekliyor... Ben o anda bütün dünyaya sanki meydan okuyordum. Eyy savaşlar neden çıktınız sanki? Eyy atalarım neden Yunanı denize döktünüz. Neden o kadar uğraştınız ki, Yunanın fikirlerini taşıyanlar bizim içimizde. Sîzin torunlarınız; Yunan oldu. pnlar Yunan yetiştirildi...

Derken binbaşı geldi.

—Ne o Emine hanım!

—Ne olsun? Benim başımı, açmak istiyorlar.

Ben daha sözümü bitirmeden memur:

—Çok inatçı binbaşım, bir türlü yola gelmiyor.

—Gelir, gelir. Emine hanım yumşak bir insandır. Emine hanım, ayıp ediyorsun değil mi?

—Hayır ben ayıp etmiyorum. Onlar ayıp ediyorlar. Benim örtümün kimseye zararı olmaz. Bulgaristamn Müslümanlara yaptığı baskıyı kınıyoruz. Şu yapılan yasaklarla Yunan-

72

hyı bile geride bırakmış olmuyorlarmı? Bakın binbaşı... Bir asker fısıltı halinde: —Şiiişt... Binbaşım desene!



—Ben asker değilim. Ancak istersem, istediğime söylerim onu. Binbaşı bu adamlar cahiller, hiç lâf dinlemiyorlar. Gerçi Allah'ı dinlemeyecek kadar cahil olanlar, beni mi dinleyecekler? Mahkemeye verin diyorum. Tutturmuşlar sen inat ediyorsun. înatla ne ilgisi var. Ben müslümanım, müslüman-ca yaşamak istiyorum. Beni öldürmeden bu kanunlarınızla asla başımı açamazsınız. Onun için mahkemeye vermenizi rica ediyorum.

o anda ölmek veya öldürmek, gözümde bir hiç olmuştu.)

Binbaşı başını sallayarak bir içeri giriyor, bir dışarı çıkıyordu. Sonunda:

—Çektir resmini başın kapalı olarak, dedi.

—Teşekkür ederim binbaşı., dedim.

Binbaşı ve askerleri gittiler.

Memur ve benimle uğraşan asker bozuldu tabii.

Asker:


—Felekten torpillisin^galiba.

—Asker, benimle tek kelime konuşursan seni pişman ederim. Onun İçin çek git bakalım.

Bu arada doğulu bir asker, Ebucehil torunu askere çıkıştı:

—Sus ulan! İleri gittin ha... İki saattir zaten kendimi zor tutuyorum. Bana bak namaz kılamiyorsam da müslümam savunuyorum tamammı.

Askerler biraz uzaklaştılar.

Memur, suratını frenk suratı gibi yaparak; sert sesle emir verdi:

—Emine hanım, otur.

—Otur değil, oturumlusunuz, olacaktı. Siz varya siz, sizin gibi insanları gördükçe, Allah'ıma teşekkür ediyorum Cehen-nem'i yarattığı için...

73

—Tamaaam, geç bakalım...



Elhamdülillah çalışmamın sonunda örtülü olarak fotoğrafı çektirmeye muvaffak olmuştum.

Bir garip ağlama hissine kapıldım. Bu ağlama ne içindi bilemiyorum. İki saatlik bir mücadele sonucu galip olmamın sevincimiydi? Kendi yurdumda kendi inancımı yaşayamadığım için atıldığım zindanda, bana yapılan bu teklife üzülmek-tenmiydi? Yoksa... Yoksa yurdumda müslümanı kan ağlatan zihniyete, sinirimden mi ağlıyordum. Yoksa üç nedenin üçü de birleşmişmiydi? Evet galiba doğrusu son şıktı.

Gözlerim şişmiş vaziyette koğuşa döndüm.

Ayşe Baysal-Dilber hanım beni kapıda karşıladılar. Dilber:

—Ne oldu Emine hatun? .Ayşe Baysal:

—Ne olacak başını açmışlar. Baksana nasıl ağlamış. Ranzama oturarak devam ettim ağlamaya...

—Ben başımı açtıkları için değil, bana bunu teklif ettikleri için, nefret ettiğim için, Allah'ın yardımı için daha doğrusu çok şey için ağlıyorum...

Ayşe:


—Yani sen şimdi başını açmadın mı? —Hayır... Beni öldürmeden başımı açamazsınız dedim. —Sahimi söylüyorsun? —Evet..

Ayşe Baysal'in hali birden değişti. Ellerini açarak sesli sesli ağlamaya başladı:

—Ey Allahım beni affet. Ben ne kadar gafil kulum. Başını aç dediler diye hemen başımı açtım. Sen beni affet. Ba-na hidayet ver Allah'ım. Çok pişmanım beni affet, Allah'ım affet.

Ayşe Baysal ağladı, ağladı... Gözlerinden yaşların ardı arkası kesilmeden ağlıyordu. Aradan biraz zaman geçmişti ki, gardiyan seslendi:

74

^-Ayşe Baysal... Çektirdiğin fotoğraf yanmış tekrar çektireceksin. Bölme kapısına.



Bu sefer üçümüz ağlıyorduk. Ayşe Baysal:

—Bu sefer ölsemde başımı açamıyacaklar. Bu fotoğrafın yanması Allah'ın bana bir lütfudur.

—Şüphen mi var bacı? Hadi yolun açık olsun, git ve bize hayırlı haber getir.

Yarım saat sonra gülerek geldi Ayşe hoca:

—Ne söyledüerse başımı açtirâmadılar. "Şenlikoğlu açtı başını" dediler. İçimden külahıma anlatın dedim. Onlara bir meydan okudum görme...

Eli ile işaret ederek...

—Heyy, varmi bize yan bakan... Evel Allah Sağmacılar cezaevinde başını açtırmayan sadece biziz. Azmin elinden meğer birşey kurtulmazmış... "Başını aç" dediler. Ben de "ölürüm de açmam" dedim. "Başımızı belaya sokma bacı" dediler. "Allah elli kişinin içinde sadece benim resmimi yaktırdı ben artık açık çektirmem" dedim.

Evet, Ayşe Baysal haklıydı. O göz yaşlarına karşılık, Allah onun başını açmasını af etmişti belki.

Evet, bugün bu olaya ağladım. Aslında olayı olduğu gibi aktaramadım.

Yarın Allah izin verirse müdür beyi çağırtacağım. Burada enteresan olan bir durum var. Mahkûm müdürlerin değil, müdürler mahkûmların yanma geliyor. Sebebi de mahkûmun üzerine, müdürün makamına gidene kadar, dokuz adet kapı var. Nasıl gitsin mahkûm oraya? Ama müdür kestirme kapılardan, hemen gelebiliyor.

75

Mescid Açılsın



Müdür Güngör bey beni çağırdı. Beton bahçeye, mahkûmların adımlarını sayma alanına...

—Emine hanım, sen durmadan dilekçe veriyorsun, bu dilekçelerin mahiyeti nedir?

—Mahiyeti, Mescid rica ediyorum. Namazı oturduğumuz yerde kılıyoruz. Zannediyorum Çin'deki mahkûm bizden daha güzel eda eder namazını.

—Orayı Mescid diye açtırıp orada okus pokus yapma-yasın?

Birden beynimin tası atıyor. Ne yapayım, fıtraten daha sakin olamıyorum.

—Müdür bey, ben sizinle saygılı konuşuyorum. Siz de benimle saygılı konuşmak zorundasınız. Bana hakaret etme yetkisini kim verdi size?

Son derece efendi olan müdür şaşırdı tabii..

—Ne oldu Emine hanım? Neden sinirleniyorsunuz?

—Ne olacak. Ben dinimin yanlış anlaşılmaması için bir savaş verdim onun için buradayım. Beni nasıl olurda din düşmanı iğrenç büyücülerin işleri ile suçlarsınız? Buna izin veremem...

Müdür gayet saf saf:

—Ya Emine hanım sen hoca değil misin?

—Senin anlayışınla evet hocayım.

—Hocalar büyü yapmaz mı?

—Müslüman hoca yapmaz.

—Müslüman olmayan hocada mı var?

—Her hoca müslüman olsaydı, siz islâm'ı öğrenmiş olur bana bu soruyu sormazdınız. Dünyada da bu kadar cehalet olmaz.

—Sahi senin suçun ne? 76

—Yüzaltmışüçüncü maddeyi ihlâl...

—Hıı...lâikliğe aykırılık... Demek sen Atatürk'ü ve ilkelerini sevmiyorsun.

—Mutlaka seveceksin diye bir kanun var mı? Kanunlar "Atatürk'ün aleyhinde konuşmazsın" diyor. "Onu mutlaka seveceksin" demiyor. Çünkü sevgi bir gönül işidir. Gönül işi kişilerin veya maddelerin elinde değildir.

—Vayy... Sen mescid açıp mahkûmların beynini yıkayacaksın. Olmaz sana mescid verilmez.

—Ben mescide Atatürk'ü sokacak kadar akılsızmıyım. Benim Atatürk'le bir işim yok. O öldü gitti. Ben dinime, dini vazifelerime bakarım. Ayrıca şuna inanınız ki, ben Atatürk'ün (A)sından bile söz etmiyorum. Dedim ya benim konuşacak başka konularım var. Ben bana gelip "îslâmı öğrenmek istiyorum" diyenlere İslam'ın ne olduğunu bilen çok az. Bakın müdür bey ben müslümanım.


Yüklə 0,8 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   17




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin