Emine Özkan şenliKOĞLU



Yüklə 0,8 Mb.
səhifə7/17
tarix28.10.2017
ölçüsü0,8 Mb.
#17885
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   17

—Peki niçin hemen polise haber vermiyorlar?

—Polis mi güldürme beni abla... Hangi polise... Bende düştüğümde polise şikayete gittim. Dürüst genel evi kadınına iftira etmekten beni hapse attılar. Her polis görevini yap-mıyorki... Benim anladığım bir şey varsa para...para...para... Ancak paranın konuşmadığı. Polisler müstesna. Bilirmisin bir zamanlar bir TAN TAN vardı. Ah işte onun gibi on baba yiğit olacak inanki İstanbul'da binlerce genç kızlar kötü yola düşmekten kurtulur.

—Evet hatırlıyorum. Bir zamanlar bir gazetede sık sık konu edildi. Fakat onunda ordan gidişine... Neyse Naîân... Biz konuyu değiştirelim. Başka zaman seninle yine konuşuruz. Genç kızlara bir şey söylemek istediğin var mı? Nalân ağlamaya başlayarak, var dedi var... ve devam etti:

—Genç kızlar! Size sesleniyorum. Ne olur sakın İstanbul'un renkli ışıkları, lüks görünüşleri sizi aldatmasın. Buralara sizi düşürmek İçin binlerce genç erkek görevlidir. Sizlere sevgi rolleri yaparak tuzağa düşürürler. Buraların sonu intihar veya delirmektir. Yamalı elbise giyin evinizden kaçmayın. Beş paralık adamların paspası olursunuz. Artistliğede özenmeyin... Onların hayatı sizin gördüğünüz gibi parlak değil .Her gün intihara teşebbüs!.. Her gün gözyaşı... Biz kaydık bir kerre siz kaymayın. Sonra pişman olmanız asla bir şey değiştirmiyor. Ne olur kıymayın gençliğinize. Buralar ölüm... Buralar cehennemdir... Ve bizler çok kere arkadaş kurbanı oluyoruz. Arkadaş seçimine çok dikkat edin çok...çok...

Evet, fuhuş hayatının darbesini yemiş olan Nalan'da yüz-

93

lerce gençf!) kızlarımızdan biri!.. Belirli bir eğitim verilseydi o da sıcak yuvasında oturan çocuklarını büyüten bir anne olacaktı! Fakat bu gün ithal olarak yurdumuza gelen kara akım, kadınlara, anne olarak yuvasında oturmasını, çocuklarını koynunda büyütmesini "bağnazlık erkeğe tutsaklıktır." şeklinde kamufle ediyorlar. Neden erkeğe tutsaklık olsun ki. O çocuk sadece erkeğin değil. Ana kendi çocuğuna bakmakla ayıp-lanamaz! Ayıplanırsa bu hareket çocuğa hakaret olur. Zulüm olur!!



94

Eroin Kurbanı Hülya İle Röportaj

"Bu da neyin nesi?... Bizim eroinci kız ile ne ilgimiz var ki? Bacı böyle bir işe niye kalkışmış?" demeyiniz. Eroinci, esrarcı, zinacı, kumarcı genelde hepsi bizim evlatlarımız, bizim kardeşlerimiz veya bizim torunlarımız değil midir?

Çok zeki, ama dinî eğitimden uzak hayat yaşamış olan Hülya'yı hapiste tanıdım. 25 yaşında olan Hülya kendini kendisi ile savaşan, eğitimsizliğin, aile sorumsuzluğunun vurduğu darbeyi, pahalıya ödeyen bir genç kızdır. Fakat azimli, "zararın neresinden dönülürse kârdır. Artık eroin içmeyeceğim, irademi kullanacağım" diyen ve bir yerde toplum kurbanı olarak gördüğümüz Hülya ile karanlık hücrede dertleştik.

Her insan kendi muhitini daha iyi tanır. Her ne kadar biz uyuşturuculuğa itilen gençlerin durumunu biliyor isek de, Hülya kadar bilmemiz mümkün değil. Çünkü o yaşamış ve görmüş. Sözü uzatmadan Hülya'ya dönelim.

Hülya kardeşim, önce ilk defa eroine nasıl başladığını ve alıştığını anlatır mısın?

Zaten uyuşturucu zemininin içindeydim. Eroinin kötü bir şey olduğunun da bilincindeydim. Alışmam annemin ölüm olayından sonra oldu. Beni teseili etmek amacı ile bu olayın şokuna girmeyeyim diye, en samimi arkadaşım getirmişti. Annem öleli İkİ gün olmuştu. İçtim ve hemen herşeyin etkisi benden geçti. Ölüm olayı bende eskisi gibi değildi artık. O an içtim, bir gün sonra etkisi geçtiğinde daha çok üzüldüm, o zaman dinî hiçbir bilgim yoktu. Dinî açıdan bir yaklaşımbir teselli olsa idi böyle bir şey söz konusu olmazdı eminim. Zaten annemin ölümünden kendimi sorumlu tutuyordum. Zira annem benim daha önce esrar, hap gibi şeyleri içtiğimi biliyordu. Ve kadın bana üzülmekten kalp hastası oldu. Sonunda enfaktüsten öldü. Ben kendimi uyuşturucunun etkisi geçtiği zaman; daha büyük acılara sürükleneceğimi sonradan idrak ettiğim âleme, öylesine kaptırmıştım ki, hiçbir şey beni ırgalamıyor ve etkilemiyordu.

95

Huzur bulacağın ümidiyle mi o aleme devam ettin?



Hayır. Başlangıçta uyuşturucuya karşıtıiçbir özentim yoktu. Ben güzel giyinmek özgür yaşamak, diskotek gibi şeylere özeniyordum. (Fakat oraların sonu beni uyuşturucuya ister istemez itti. Düzen başta bozulmaya görsün) Fakat bütün bun-lan yapabilmem için evden ayrılmam gerekiyordu. Bana ^a-hip çıkan tek ağabeyimdi. Ailem hiçbir zaman iyiyi, kötüyü bütün izah tarzıyla bana açıklamadı. Tabii bundan dini bilgininde büyük fonksiyonu var. Ailemde dini bilgisi olup beni eğitecek kimse yoktu. Gerçi babam dindar bir adamdı ama o da hiçbir zaman beni karşısına alıp, beni eğitmeyi bırak, şefkatle bir gün okşadığını bile bilmem. Yalnız ağabeyimden korkardım. Beni gördüğü her yerde döve döve eve götürürdü. Böyle baskı hiçbir zaman çözüm yolu değil. Daha sonra ağabeyim askere gitti ve ben evden kaçtım. Tabi evden kaçınca orası senin, burası benim. Böylece geziniyordum, şuursuzca. Daha sonra gece hayatından arkadaşlarım oldu. Ve kendimi esrar âleminin içinde buldum. Tabi bu tiplere özentideydim. Bitirim alemi, güzel dans etmek, giyinmek... Hepsi mevcuttu. Tamamen onlar gibi olabilmem için, onlar gibi uyuşturucu da içmem gerekiyordu. Bir tek para sorunum vardı o zamanlar. Bana güzel de olduğum söyleniyordu ve bütün erkekler peşimdeydi. Ama ben kötü yola düşmek istemiyordum. Bir ara para için fotoroman çevirdim kelebekte. Adı Günah Çi-çeği'ydi. Şimdi çoğu çevre bana daha çok ilgi gösteriyordu. Bu arada Samsun'dan, fuardan teklif aldım. Dans ediyordum orada, bir süre çalıştım. Tabii bu âlemdeki kızlara iyi gözüyle bakılmadığından olacak sanırım, patronum bana askıntı olmaya başladı. Ben işi bırakıp tekrar İstanbul'a döndüm. Manken bir arkadaşın evinde kalıyordum. O arada LSS'nin tanıtımı için bir temsil geldi. Bütün basında yer almıştı bu olay ve ben hiç manken olmadığım halde "Başmanken Paris'e gidiyor" diye bir başlıkla gazetelerde yer alınca çok sansasyona! birisi olmuştum. Aslında Paris falan diye bir mevzu yok ya, hepsi aldatmaca. Bende parayla oynayan bir kukla misali, ipler nereye giderse oraya gidiyordum. Sonra Nü-ket Duru ile bir süre çalıştım. Ama çalışmam yani bu yolda çalışma, çok dejenere olmuş insanlar içinde olmak beni sık-

96

tığı için ayrıldım. Sonra (uyuşturucu hariç) bütün her şeyi bıraktım. Neye el uzattımsa, ondan zevk alamadım. Ve beni farkında olmadan yaşadığım âlem yavaş yavaş, bir başka deyimle sindire sindire bitiriyordu. Acaba ruhum ne istiyordu? Onu o zamanlar idrak edemiyordum. Yalnız bir boşlukta olduğumun farkında idim. Binlerce genç gibi. Farkındasın, fakat bir yön tayin edemiyorsun. Dedim ya, gazete yalanları ve bazı arkadaşlarımın intihan... Bulunduğum âlemin çürüklüğünü bana ispatlıyordu. Fakat ne yapabilirdim? Orada bulunan gençlik ne yapsın? Tek çıkar yolun içmek ve, eğlencede olduğunu zannettiği için, kendine bir çözüm yolu bulamıyorki. Daha doğrusu o hayata düşmeye görsün, sonra hiçbir şey düşünemez oluyoruz.



Daha sonra kendimi zorlayarak eve döndüm. Evdekiler yine aynı idi. İlgisiz ve sadece beni suçlayan tavırlarda idiler. Halbuki madem ben eve dönmüştüm, daha yaşım da küçüktü, bilinçli bir aile olaf&k elimden tutmaları gerekirdi. Fakat tam tersi, beni ittiler... İttiler... Ve ben koskoca bir ailenin içinde yapayalnızdım. Onlardan bir ilgi göremediğim için, yine eski arkadaşlarımla diyalog kurdum. Çünkü bir dosta, bir arkadaşa ihtiyacım vardı. Onlardan başka da bir çevrem yoktu. Ailemdeki, gerek ablalarım, gerekse abilerim bana insanın bir amacı olduğunu anlatmamışlardı. İnsan bir amaç gütmüyorsa ne yapar, söyleyin?!

Bu Hayata Girişimin Odak Noktası

Anrjemin ölümünden onbeş gün sonra ablamlar güya teselli amacı ile Kıbrıs'a gittiler. O zaman çok yalvardım, ne olur ya gitmeyin, ya da beni koca evde yalnız bırakmayın dedim. Kendime malik değildim. Fakat aklım eriyordu ki ben yalnız kalırsam durumum çok kötü olur, kendimi frenleye-mem. Ama beni dinleyen yoktu. Üstelik azarladılar. "Kes zırıltıyı, fazla zırlama da bizim sinirimizi bozma" dediler. Lise mezunu olmama rağmen, oradaki eğitim de kendimi düzene sokacak güçte değildi. Düşünün canavar topluluğun içinde bir çocuk!..

İşte onlar Kıbrıs'a bende tam olarak eroin alemine gitmiştim, artık hiçbir şey düşünemedim. Tiryaki olmuş, eroin

97

bulamadığım zaman sizin bilemeyeceğiniz bir acı veren şoka giriyordum. O şok öyle bir şeydir ki, kişi kendini asla bilemez. Böylece günün birinde Türkiye sinema güzeli Melek Ay-berk ile bir operasyon sonucu yakalandım. Cezaevine kondum... Yıl 1980 idi... Bir yıl sonra cezaevinden çıktığımda yine tek özlemim eroin içmekti. Çünkü ceza görmekle o illetten kurtulmamız mümkün değildi. Hem ruhumuza, hem de bedenimize tedavi lazımdı. Tabi çıkınca aynı âlem devam etti. Bu arada çocuğumun babası ile beraber kalmaya başladım. Benim tek kurtarıcım, tek dayanağım o oldu. Beni bir kaç kere tedavi görmem için hastaneye yatırdı. Ama bu zehirden kurtulmak kolay değildi. Herşeydea önce psikolojik tedavi gerekliydi. Fakat bizi tedavi edecek kadar yeterli doktor potansiyeli yoktu. Bir doktor bir hastaya azami beş, on dakikasını zor veriyor. Bu durum elbetteki tedavi olmama yetmezdi. Adeta çırpmıyordum.



Hülya kardeş, şu anki durumunu kardeşlerimize söylermisin?

Şuanda burda oluşum eski suçumdandır. Kendim teslim oldum. Niyetim şu: Eski alemle en ufak bir bağlantı kurmayacak ve dürüst bir anne, bilinçli bir eş, ve de elimden geldiği kadar bilinçli bir müslüman olma yoluna gideceğim. Çocuğuma da ailemin bana yaptığı eğitimsiz baskıyı yapmayacak, onu şefkat ve ikna yolu ile cemiyete faydalı, daha doğrusu kendini perişan edecek her türlü unsurlardan uzak tutacağım.

Hülya, bu satırları okuyan genç kardeşlerimize son olarak ne söylemek istersin?

Her şeyden önce batıya özenti olmasınlar. Fazla lükste huzur bulacaklarını zannetmesinler. Çünkü insan o âleme daldığı zaman çıkması çok zor. Hatta çokları için imkânsız gibi bir şeydir. İnsan kendini o zehir hayata adapte ettiği zaman kendinden neler gittiğini anladıktan sonra vakit çoook geçmiş oluyor. Dönmek isteseniz bile sizi o halinizle kabul edecek olan çok az. Dünyanız da, ahiretiniz de elden gidiyor. Anlatılacak çok acı olaylar olmasına rağmen ben bunlarla yetiniyorum.

98

Sana Kıyanlar



Aman yarabbi! Bugünkü günüm ne kadar acı geçiyor. Kendi yavrularımızı böyle görmek ne acı bir işkence. Ey kitapsız zulm. Seni biz, biz müslümanlar sileceğiz haritadan.

Feryat edesim geliyor... Ama feryatlar ne işe yarar eğer bil fiil çalışmıyorsak! Feryat et edebildiğin kadar. İslam nasıl yayılmış ise ilk doğduğunda, yine aynı metod ve gayretle yayılacak demektir. O halde feryattan çok iş önemli. Okumak ihlaslı ibadet etmek. İslam ile insanlar arasında ilgi kurarak ve Amerikayı Rusyayı tepesi üstüne getirilir mi demeyelim. Biliyorsunuz her ikiside unutamıyacakları dersi aldılar.

Koğuşta çok gürültülü. Bu gürültüde yazı yazmak bir hayli zor. Bunalımlı mahkum arkadaşlar yine kavgaya başladılar. İncir kabuğunu doldurmayacak işler.

Evet bugün gördüğüm çocuğu anlatacağım.

Hastaneye gitmek için aşağıya indim. Merdivenlerde oturmuş karakara düşünen bir çocuk gördüm. Zavallı çocuk. Nasıl da garib garib oturmuş bakıyor.

Ah zalim rejimler ah... Bu çocuk sizin kurbanınız, diye söylenerek yaklaştım çocuğa. Gardiyan hanım arkamda. Ona ricada bulundum.

—Şu çocukla görüşebilirmiyim. —Görüş ama çok acele et.

Gardiyan merdivende bir başka gardiyan ile konuşurken ben çocuğun yanına yaklaştım.

—Merhaba delikanlı... Nasılsın.

Oturduğu yerden kafasını ellerinin arasından çıkartarak dalgın dalgın sordu.

—Merhaba ne istiyorsunuz? —Seninle konuşmak. (Biraz düşündükten sonra tedirgin) —Ne konuşacaksınız?

99

—Suçun ne?



—Bilmem...

—Nasıl olur?

—Oldu... suçumu bilmiyorum.

—Seninle dertleşebilirmiyiz?

—Benim derdime çare olmaz. (Ağlamaya başladı)

—Ben feleğin tokatını yemiş bir garibanım.

—Cezaevi ağzı ile konuşuyorsun. Kaderin değil zalim rejimlerin tokatını yedin. Ama bu tokatı anlat ki bileyim. Belki sana yardım ederim.

—Edemezsin... Sen falcımısın teyze?

—Estağfirullah... Ben müslümanım, müslüman fala bakmaz ve inanmaz.

—Ama dertli olduğumu nerden anladın?

—Halinden anladım. Benide ağlatıyorsun ama derdini söylemiyorsun.

Yüzüme garib garib baktıktan sonra:

—Teyze!

—Efendim


—Ben ölmek istiyorum.

—Neden?


—İşte...

—Söyle be yavrum. Daha fazla bekletme beni... Bak gardiyan beni bekliyor.

—Teyze (yine ağlamaya başladı) dün akşam ağbilerden birisi bana tecavüz etti. Utanıyorum bunu söylemeye. Ama şimdi ne yapacağımı bilmiyorum. Kendimi öldürsem diyorum.

—Yapma sakın yavrum. Kendini öldürme yerine gel is-lami safta o çirkinlikleri öldürme savaşını verelim. Yaşın şimdi küçük çocuğum beni bu gün anlayamazsın yarın anladığın zaman, ne olursan ol İslama gel zulmü öldürmek için, mücadele edelim. Savcıya şikayet etsene.

—Seni öldürürüm diyor. Nasıl edeyim? Ah bir çıksam

100


buradan. Bir avukatım olsa.

—Barolardan iste parasız avukat gelsin.

—Olurmu onlar para almadıkları için dava ile güzel il-gilenmezlermiş. Para almıyorlar ya.

—Yooo!.. Belki insaflı birine rastlarsın.

—Beni öldürtmek mi istiyorsun teyze? Ne olur yapma. Zaten yalnız ben değil benim gibi sessiz olanlara bu kötü işi yapıyorlarmış. Hükümette biliyormuş cezaevlerinde bunların yapıldığını ama tedbir alamıyormuş. Bizim savcı amca söyledi.

—Senin suçun neydi?

—Benim suçum yok... İftira ettiler. Şimdi başıma bu iş geldi.

Hem kendi ağladı, hemde beni ağlattı. Bu gece nasıl uyuyacağımı bilemiyorum. Çocuğun hali hâlâ daha gözümün önünde. Cezaevinde ceza çek (neyin cezası ise) bir de bu tür suçların acısını çek.

Gelin ey müslümanlar! Zalimlerin çocuklarımızın gerek fikrine gerek namusuna tecavüz etmelerine izin vermeyelim. Kapitalizmin ne olduğunu hep anlatalım. Ama çeneden ibaret olmasın hayatımız! Bilhassa islamı daha iyi yaşayalım. Zira Allah "islamı yaşarsanız kazanırsınız" buyurmaktadır.

Şu koğuşta bir arkadaşım olsaydı onunla paylaşsaydım derdimi. Şimdilik yok. Ama inanıyorum ki bir daha cezaevine getirildiğimde yalnız olmayacağım.

101

BURASI CEZAEVİ



Bazen suçlular ceza çekmeden çıkar

Bazan masumlar ceza çeker!

Kimi, kimsesizdir posta bekler

Ona zulüm eder yine köpekler

Garibansa yoktur yeri hep itilir

Haberde alamaz yıkılsa evi

İşte burası cezaevi

Kaliteli insan yokmuş gibi bakılır

Fason malı gibi "aynı cins" diye satılır (!)

Zalim kol gezer çıkar hava atar,

Suçu yoktur kardeşimin

Ama o hücrede yatar

Burada işkence maddi manevi

Çünkü burası cezaevi

Çocukları satan doktor yine mesleğinde

Adalet yokki diz çökseydi önünde

Para varsa kollardan kopu verir kelepçe

Hatta çok yakına geliverir halepçe

Milyarderler sıkılır hiç gelemez buraya

İşte bütün mesele burada işte bu yara

Adaleti andırıyor masumlar yiyen devi

İşte burası cezaevi...

E.Ş.
Doktora Gidiyorum

102


Çok hastayım, cezaevi doktoruna çıkıyorum. Zoraki has-tahaneye yazıyorlar.

Hazırlanıp çıkıyorum. Bir sürü asker ve komutanları cezaevinin girişinde mahkûm hazırlıyorlar. Kelepçe filan takacaklar. Kadın mahkûmlar aşağı yukarı altı, yedi kişi, erkekler onbeş filan. İlk defa uzun uzun adımlarla basacağım toprağa. Bir kenarda oturduk bekliyoruz. Bir erkek mahkûm:

—Sizin suçunuz ne? —163'e muhalefet.

—Tamam sizi tanıdım. Zaten ben de sizi merak ediyordum. Siz neden doğru dürüst bir kitab değil de zina eden öldürülsün diye yazdınız? "Gençliğin İmanını Sorularla Çaldılar" ne demek, kim çalmış sorularla?

—Birinci sorunuza cevab: Ben öyle bir şey söylemedim. Soru gelmişti, İslâmın hükmünü söylemiştim. Gazeteler yalan haber verdiler. Ben mahkemede o konuya hiç temas etmedim. Gençliğin imanını sorularla çaldılar'a gelince evet öyle yaptılar, önce sordular sonra karşıdaki kişiyi bunalıma ittiler. İslâm'ı bilmeyen gençlik soruların altında ezildi.

—Aaa kimmiş İslâm'ı bilmeyen? Gençlik İslamlığı biliyor ama onu beğenmiyor kanımca. Başka idealler daha çok çekici geliyor gençlere...

—Evet bazı Allah'ı sevmeyen, sevmek de işine gelmeyen gençlerde öyle. Fakat müslüman gençliğin de hızla artış gösterdiğini inkâr edemezsiniz... Demek mesele tanıdıkça sevme meselesidir.

—Siz halkı ürkütüyorsunuz. En azından halka ters geliyorsunuz. Hele şu çarşaf, Halka hitabetmeniz gerekir.

—Bizim halkımız böyle değildi ki!.. Onların şu anki kıyafetleri, kendi örf ve ananesi değil, ithal malı.. Bizim halkımız dört metre kumaş için din kardeşini atmaz ya da ondan kaçmazdı eskiden. Fakat halkımız kendi dinini bilemez hale

103


getirildi!

—Size birşey söyliyeyim mi, sizin fikirleriniz artık geçmez. Bu konular, 1400 yıl önce geçerli idi. Artık o çağ kapandı.

—Yanılıyorsunuz. 1400 yıl evvel altın olan bu gün yine altındır. Güneşten daha tazedir İslâm... Bakınız şu güneş milyarlarca yıl geçmesine rağmen üzerinden halâ daha ışığı pırıl pırıl. İslâm ondan daha yeni bir güneştir. Ve ışığı dünya batın caya kadar yeni kalacaktır.

—Olurmu öyle şey. Kabul etmek lâzım ki İslâmlık çıktığı tarihten bu yana 1400 yıl geçmiştir. Öyle ise 1400 yıl geridir

—Eğer bir inancı çıktığı yıla göre değerlendiriyorsanız sizin fikriniz de yarım asır geri sayılması gerekiyor. Sizinki insan fikridir, geri olabilir. Ama bizim dinimizin sahibi Al-lah'dır. Allah 1400 milyar öteyi de bildiğinden ona göre bir din göndermiştir.

—Sizce Vahy nedir?

—Vahy'e inanmak kişilere göre değişir. Allah'a inanmayan kişiye Vahy'den söz etmek yersiz olur. Önce Allah'ın varlığına inanmak gerekiyor. Şahsen ben prensib olarak Allah'a iman etmemiş kişilerle din ve Vahy konusunu tartışmıyorum.

—Ben Allah'ın varlığına inanıyorum.

—O halde söylermisiniz Allah bizi neden yaratmış?

—Nerden bileyim? Öyle istemiş ve yaratmış.

—Siz bilmiyorsunuz ama ben biliyorum.

—Size haber mi gönderdi?

—Evet,

—Kiminle ve nasıl?



—Hz. Muhammed (s.a.s) ile... Vahy yolu ile... Size bunlardan bahsetmek yersiz olur. Siz önce Allah'a tam inanın öyle yarım inanmak inanış değildir. Allah'a tam inanınca anlaşılır Vahy ve ötesi.

Bu arada komutan geliyor. —Ne konuşuyorsunuz? Ben cevap veriyorum:

104

—Dinî konu.



—Dinî propaganda yeri değil burası.

—Dinsizlik propagandasının yeri mi? Bunca mahkûmun içinde o sorsun ben cevap vermiyeyim öylemi?

—Hadi hadi... Kelepçeler bağlansın..!

(Askerler ellerinde kelepçelerle geldiler. Sıra bana geldi.) Asker:

—uzat kolunu.

(Uzattım... Koluma kelepçe bağlayan asker ne kadar yavaş hareket ediyor. Üstelik kelepçeyi çok ta sıktı...)

—Asker, dikkat et. Çok sıkıyorsun.

Askerde ses yok.

—Kardeşim biraz aç şu kelepçeyi çok sıktın.

Asker yine öylece duruyor. Komutan ortalıkta yok. Diğer askerler de öteki mahkûmların kollarını bağlamakla meşguller. Benim kollarımı bağlayan askere sinirlenmeye başladım.

—Kardeşim ne duruyorsun? Yanan senin canın olmadığı için mi aldırış etmiyorsun?

Bu arada hırsla askerin yüzüne baktım. Birde baktım ki asker ağlıyor.

—Emine abla nasıl çabuk olayım. Şu kaderin işine bak ki senin koluna kelepçeyi ben takıyorum. Şu an yer yarılsa da ben buralardan kaybolsam ne olur... Affet beni abla... Ben burada Allah'a kulluk yapamadığım için orduya kulum, onun emri olduğu için senin kolunu bağlıyorum. Hayatım boyu bunu unutamam abla.

Gözlerinden yaşlar sıra sıra iniyordu. Ben de çok duygulandım.

—Olsun kardeşim. Bu gün kardeşi kardeşe böyle bağlatıyorlar. Senin suçun değil, üzülme kardeşim, üzülme... Bizim ağlayacak o kadar çok şeylerimiz var ki... Bunlar yanında bir hiç kalır.

—Benim için daha acısı varmı?

—Tabii var. Ablana işkence eden bir asker de olabilirdin.

105


—Allah korusun. O zaman kendime kurşun sıkardım. Komutanın sesi:

—Ne o Emine hanım her gelişimde sen konuşuyorsun.

—Ne yapalım komutan her gelişinizde benim derdim var. Bırakında burada rahat konuşalım. Dışarda rahat konuşamıyoruz.

—Evet konuşmadığın belli, onun için buradasın.

Hazırlandık, cezaevinin caddeye bakan bölümüne geldik ki aman Allah'ım, gözlerime inanamadım. Sıra sıra dizilmiş mahkemeye giden mahkûmlar, ayaklarında zincir, ellerinde kelepçe var. Tıpkı pranga mahkûmları gibi. Ancak bu sahneleri filmlerde görürdük. Şimdi karşımda duruyor. Tüylerim ürperdi. Burası sibiryamı, Hitlerin ülkesimi şaşırdım kal dım. Olamaz dedim.

Herhalde film çeviriyorlar. Etrafa baktım ki ne kamera var ne rejisör. Bu film Türk hükümetinin filmiydi, belliki... Kamera da kendisi... Kendisi çekiyor kimse görmesin diye, ama yerinde kulağı vardı, şimdi gözü de var, duyuluyor ve görülüyor da...

Biz ellerimizde kelepçe olduğu halde onların yanından geçtik. Şöyle bir baktım mahkûmlara, hepsi aynı tip elbiseler içinde ama suçları ayrı. Kızının namusuna tecavüz eden adamı öldüren Halil Ağabey de bu mahkûmların arasında, o da katillerin, hırsızların giydiği elbiseleri giymek zorunda... Onların arasında üç dört çocukta dikkatimi çekti. Yanlarından geçerken onlara fısıldadım.

—Korkmayın, sizi buraya kadar getirenlerden bir gün hesap soracağız. Belki yüzlerceniz kaybolup buralarda çürüyeceksiniz ama buraya gelmek üzere olan binlercenizi kurtaracağız. Yalnız siz suçlu değilsiniz.O fötörşapkalı, göbekli adamlar var ya milyarları birden çalan, onlar ve yaptıkları kanunlardır, sizin buralara düşmenize sebeb.

Çocuklar sadece baktılar. Söylediklerimden hiçbir şey anlayamadılar. Olsun... Bir gün anlarlar ne demek istediğimi. Derler ki "Bizim elimiz ayağımız bağlı iken yanımızdan kara çarşaflı ama beyaz fikirli bir abla geçmişti. Bizden başka daha büyük suçluların var olduğunu söylemişti. O suçlular, kimlerdir acaba?.."

106


Hastahaneye geldik, beni muayene ettiler. Hastahanede yatmam gerektiğini söylediler.

Doktor dosyayı aldı eline yazmaya başladı. Soyadın... Suçun?..

—Suçum laikliğe aykırılık.

—Vay.. Demek bunu utanmadan rahatlıkla söyleyebili-yorsun. Ne yaptın, ne söyledin?

—Kitap yazmıştım.

—Sana ne kitaptan? Laikliğe hakaret demek Atatürk'e hakaret demektir...

—Neden? Lâiklik Atatürk'e has bir ürün değil ki... Lâiklik Fransadan yurdumuza gelen ithal bir yönetim şeklidir.

—Çok bilmişsin sen... Sizin gibi yobazların yüzünden geri kaldık.

—Ne münasebet, ülke bizim gibilerin yönetiminde değil ki, sizin gibi aydınların yönetiminde yıllardır. İlerleseydiniz ya... Fırsat sizindi...

—Ben seni yatıramam. Ne bu be? Öcü gibi çarşaf... Bunlar Atatürk devrimlerine aykırılıktır.

—Doktor hanım, benim suçum ve kıyafetim seni hiç ilgilendirmez. Ben mahkemede ifade verdim ve altı yıl üç ay ceza aldım. Tekrarda kimseye hesap vermek zorunda değilim. Siz istediğinizi giyerken Allah'a aykır? olup olmadığını düşünmüyorsunuz, ben istediğimi giyerken bir sürü aykırılık buluyorsunuz.

—O zaman siz Arabistan'a gidin çarşaf giymek için...

—Nedenmiş o? Siz mini etek giymek için İngiltereye mi gittiniz?

—Sizi hastahaneye yatırmam.

—Zaten yatırsanızda yatmam. Sizin verdiğiniz reçete bana şifa değil zehir olur. Diyerek yırttım reçeteyi.

Aradan günler geçti. Hastalığım mahkemede olduğu gibi bana aman vermiyor, tansiyonum düşük ve boynumu sağdan sola çeviremiyorum. Eşim geldiğinde; görebildiği kadar:

107

"Rengin çok soluk yoksa hastamısın. Hastaysan söyle bir çaresine bakalım" diyor. Babam ziyaretime geldiğinde aynı şeyler söylüyor. Ama ben hırsımdan hastalığımı dinlememeye çalışıyorum. Kardeşlerimden gelen mektublar da cevab istiyor. Ellerim titriyor yazarken fakat yine de cevap vermeye çalışıyorum.



Tabii bazı kardeşlerime yetişemiyorum, o zaman da sitem ediyorlar. Kimi "abla bizi kırıyorsun iki satırda yazamadın mı?" diyorlar. Benim için talihsiz bir sitem.

(Doktorla tartıştıktan bir kaç ay sonra Revire yattım. Aynı doktor nöbetçi olmuştu bir gece. Beni tanımadı. Ona saatlerce İslamı tebliğ ettim. Sonrada işte islam bu... Ama İslâmı anlayamayanlar sizlere yanlış anlatıyorlar. Tabi art niyetleri yanlışlıklarını daha da hızlandırıyorlar, dedim. Kadın "Sizinle ne zaman görüşmüştük?" dedi. Bende olayı boş bulunarak anlattım. Çok mahcup olan doktor hanım bana şunları söyledi:


Yüklə 0,8 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   17




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin