Emine Özkan şenliKOĞLU



Yüklə 0,8 Mb.
səhifə8/17
tarix28.10.2017
ölçüsü0,8 Mb.
#17885
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   17

—Meğer ben tanımadan yargılıyormuşum sizleri. Meğer siz gerçekten medeni insanlarmışsınız. Doğrusu sizleri bağnaz fikirli örümcek kafalı olarak tanımlıyordum (öyle yapılmıştı reklamımız. Halbuki antipatik tanıtımlar gün olur sempatiğe dönüşür, bunun idrakinde değil bazı kefere düşmanlarımız!..)

Sizden özür diliyorum. Lütfen beni hoş görünüz... İnanın kendimi af edemiyeceğim..." dedi.

Hastahaneden dönerken bir de baktım (.......) kadını Allah'a küfrediyor. Heyy Allah'ım! Ben bunlara dayanamıya-cağım. Şimdi ne yapayım?

Kadının hırsı geçtikten sonra o mahkûmun yanına gittim. Anlattım anlattım... Beni başını eğerek dinledi, sonunda:

—"Ver elini öpeyim beni afet abla. Ben Allah'a kurban olayım. Bilerek küfür etmedim. Sinirimden... Böyle günah olduğunu bilmiyordum" dedi.

Zavallı Allah'a yaptığı küfür için benden özür diliyordu. Bilemediği için ona:

108

—"Sen benden ne özürü diliyorsun? Sen suçu bana karşı işlemedin ki. Seni yaratan Rabbimize karşı işledin" ve bir mırıltı halinde "haklısın zaten ben hep ona karşı suç işledim." dedi. Bu günü böyle bitirdik.



"Yarın görelim mevla neyler Neylerse güzel eyler.

BAZILARI


İnsandan darbe yerler Bu da Allah'tan derler.

109


Mahkûmlar Neye Mahkûm?..

Mahkûmların acınacak halleri var, tabi her mahkûm değil, bazı mahkûmların... Hele deli Fatma... Ah ... O bir yürekler acısı. Durmadan bir türkü var ağızında onu söylüyor:

"Kara defterli yarim Yüreği kirli yarim Ateş yememi iste Senin için yiyeyim"

Faunanın hikayesini öğrenmek istedim. Neden ceza almış? Aklını neden kaçırmış? Anlattılar hikâyesini: Bir zamanlar Evliymiş kumarcı ve cani ruhlu bir adamla.

Bir doktoru sevmiş. Doktor "Seni mutlaka alacağım kocandan boşan" demiş. Fakat doktor Fatmayı değil, bir başkasını almış. Fatma da doktoru öldürüp cezaevine düşmüş. Cezaevinde "Beni nasıl aldattı" diye düşünürken aklını kaçırmış.

Körü körüne aldanıp aşık olmuş. Neleer neler.

Fatma suçlu bile olsa ondan daha büyük suçlular dışar-da kol geziyorlar. Onun için Fatma'dan nefret etmiyorum. İnsanoğlu hata yapabilir ben ona hesap soramam ki! Fatma için şiir yazdım. Dilerseniz burdan ötesini şiirden dinleyelim.

MAHKUMUN DELİYE ZULMÜ

Fatma adında biri geldi hapishaneye Yanına yaklaşmıştım derdini dinlemeye Sertçe baktı, sen kimsin, necisin böyle dedi Düşman değilim dedim, bana inanmıyordu İnsanlardan ürkmüştü dosta güvenmiyordu Türkü söylüyordu Fatma ciğerinden yanarak Gülüyorlardı, mahkûmlar alaya alarak Delirmiş güzel Fatma, adli tıpa gelmişti.

110


Suçu, belliki, birine gönül vermişti, fatmayla oynuyorlar alay ederek Alay etmemek için düşünce gerek Dertli insan halini nerden bilsinler. Onlar için bir kukla gülsünler eğlensinler Biri saçını çeker, biri dişini kırar Akıl etmiyorlar, Fatma'nın Rabbi sorar Deli olmuş Fatma ona uymayın dedim Size de verir Allah ah almayın dedim Allah'ı dinlemeyen beni tabi dinlemez Onda merhamet yoksa bir sözle yola gelmez Fatma'da ağlayarak, ağıtlar yakıyordu Kurtarın der gibi, etrafa bakıyordu Beni böyle yapanlar, sürünsünler diyordu Size de sorar Allah, onlarsa gülüyordu Fatmaya acımaktan günlerce neşem kaçtı Kalbime, dertli Fatma derin yaralar açtı Bu gece de alt katta ağlama sesi geldi Adeta bir feryattı, gökyüzüne yükseldi Hemen alt kata indim baktım ki yine Fatma Ciğerden ağlıyordu, dedim ne olur yapma. "Beni yine dövdüler, ben kime ne yaptım ki, Beni ağlatıyorlar ben hiç .ağlatmadım ki" Etrafına toplanmış gülüyorlardı Kendi sonlarını bilmiyorlardı Şöyle derin derin düşündüm ve inceledim İçlerinde insan kim o anda bilemedim. Sordum kendi kendime. Nasıl insanlıktır bu Bunca mahkum içinde bir insan yok mu? Bunlar müşrik mi? Sıratı bilmez mi bunlar. Merhamette daha üstün bence vahşi hayvanlar. Niçin acımıyorlar, niçin düşünmüyorlar Delinin sahibi var, nasıl inanmıyorlar. Gözyaşlarını içime kan yaşı ile aktı. İçlerinden bir mahkûm şöyle yüzüme baktı. İçimden fatmam dedim, biraz açık daha dayan Tedavi olacaktır bir gün gelecek yaran İnsanlar zalimleşti, yetiştirenler zalim

111


Eğitim verenlerin sahte adları alim. Hiç merak etme Fatmam, güneş bir gün doğacak Sana zulmeden zulüm, kökünden yok olacak Sana gülenler de bir gün yaşlanacak Belki öz evladından, kovulup taşlanacak Hatırlayacaklar seni, biz deli demiştik Nasıl olsa o bilmez, dövsek, itsek demiştik. Anlayacaklar birgün, Rabbisi unutmazmış Topril yaparak asla, suçluyu saklamazmış. Bunları söyledim ona, fakat anlamadı. Onunla anlaşmamız, mahşer gününe kaldı. Nerden bilsin onun için, hücrede ağladım. Nerden bilsin bin kere, ben onun için yandım. İşte böyle kardeşim, insanlık iflas etmiş. Türkiye'yi insanlık, yıllar önce terk etmiş. Seninle gelecektir, zindanlara insanlık, Seninle ışıklanacak, bilmiş ol bu karanlık Deliller sana muhtaç, akıllarda sana Göster insan kimdir, bilmiyorlar baksana...(*)

112


Suriyeli Bacı

Bilhassa Zeynep Gazali ablamızın çektikleri yanında bu olaylar çok çok küçük siz muhterem okuyucu kardeşlerim gelecekte müslümana yapılacak baskıları düşünecek, ona göre adım atacaksınız. Zira perşembenin gelişi çarşambadan belli olur. Gerçek müslümanlar artık başka ideolojilerden eskisi gibi korkmuyorlar. Müslümandan nerede ise ötleri patlayacak, emperyalist zalimlerin cezaevinde bazı ideoloji militanları işkenceyi anlatıyorlar. Kimi tecavüze bile uğramış, polisler tarafından. Kimi öldürülmüş... Zaten cezaevinde bulunan polis koğuşları suçlu polislerin varlığını gösteriyor, her suçlu yakalanmıyorsa da.

Aklıma gelmişken bir polisin sözünü söylemek istiyorum. Polise dedim ki; "Siz varya siz, sizin gibi eğitilmiş işkencecileri ahirette çok merak ediyorum. Bir zamanlar sol iktidarda iken önünüze geleni, sağcı diye dövdünüz. Hiç insanlığa ya-kışırmıydı o haksızlıklar?" Polis bana rie cevap verse beğenirsiniz?

"Ne yapalım" dedi. Biz devletin paralı memurlarıyız. Başa kim geçerse ondan yana oluruz. Siz geçin sizden yana olalım."

Bayağı düşündürücü cevap...

Evet... Vicdanını aldığı maaşa satan polislerde çok, vicdanını güç bela kurtarabilenlerse çok az. Müslüman bunları bilmelidir. Kendisinden korkanların, korku içinde daha büyük zulümler yapacağını da bilirse her şey çok değişir. Adımlar yerinde ve sertçe atılır. Bir adımını pekiştirmeden öteki adımını atmaz.

Suriyeli bir kadınla tanıştım, ceza evinde üç gün kaldı. Birkaç yıldır Türkiye'de kalıyormuş. Suriye de başından geçen ilginç bir olayı şöyle anlattı:

"Halkın çoğunluğu müslüman olan bir ülkedir. Fakat İs-lâmı hiç bilmezlerdi. İslam davası diye bir dava yoktu halkı-

113

mızda. Daha sonra bir bilinçlenme başladı. O zamanda gu-rupçuluk türedi. Herkes bir baş oluyor, kendine çekiyordu. Daha sonra bu konudada bilinçlenme arttı arttı birlik ve beraberlik sağlandı. Vahdetin doğrultusunda. Bende o zamanlar liseye gidiyordum. Bayağı imana geldim. Artık, Hafız Esad ve yardıkçılanna tahammülüm kalmamıştı. İslamı yaşamak isteyenlere yobaz, İslam ile batı medeniyeti arasında kararsız kalanlara da medeni diyorlardı. Bana ilk tepki babamdan geldi. Babam hafızdı ama namaz kılmaz, küfreder ve Hafız Esat'ın koruyuculuğunu yapardı. Bir müslüman nasıl böyle gaflette olabilirdi, aklım eriniyordu. Beni gericilik aşırı dincilik gibi uydurma adlarla suçladı. Ama ben hiç yılmadım ve de inancımdan taviz vermedim. Üç yıl böyle devam etti. Bu arada evlendim. Eşimle ben aynı fikirde idik. Bir gece Esat'ın köpekleri bizi gelip aldılar. Önce günlerce işkence yaptılar. Sonra kocamın gözü önünde bana tecavüz ettiler. Kocam namusuna çok düşkündü. Ama namusun nasıl ve ne şartlar altında elden gittiğini çok iyi biliyordu. Asker bana tecavüz ederken, kocam avazının çıktığı kadar bağırdı.



—Zeyneeeep, hiç üzülme ve sakın sır verme. Bu köpeklerin sana tecavüzü sadece bir pisliğin bulaşması gibidir. Yı-kandınmı tertemiz olursun. Allah indinde temiz olan, benim indimde hiç kirli olmaz" dedi.

Ağlıyordu kocam... Aradan bir saat geçti köpekler yine geldiler. Kocama "söyle, yoksa karın buradan hamile çıkar ulan sen ne pezo adammışsın karma tecavüz ettik sineye çektin. Halâ aldırmıyorsun" dediler. Kocam onların yüzüne tü-kürerek "siz" dedi. "Siz alçaklar, siz yıllardır benim dinime tecavüz eden alçaklarsınız. Karıma tecevüz etmeniz, sizi tarihe dünya tarihinin görmediği alçaklar olarak getirecektir.

Kocam eli ayağı bağlı olduğu halde, yattığı yerden bağırıyor ve bunları söylüyordu. Arkasından, arka arkaya geliyordu tekmeler. Onlar vuruyor kocam bağırıyordu. Sonunda kocam bayıldı. Bende şuurumu kaybettim. Nasıl oldu bilemiyorum. Sekiz ay, sonra kendime geldim. Birde baktım ki ben insanlıktan çıkmışım. Yetmiş sekiz kiloydum kırküç kiloya düşmüşüm. En acısı karnım burnumdaydı. Ah bacı ah aylarca yıllarca ağladım. Serbest bırakıldık on ay sonra. Ben

114
sanki bir suç işlemişim gibi kocamın yüzüne bakamadım. Babamın evine^döndüm. Tabii babam bana yapmadığını bırakmadı. Bense artık mücadele edemiyordum. Hastalandım. Has-tahaneye yattım. Allah razı olsun kocam peşimi bırakmadı. Zindan köpeklerinden olan çocuğumu büyüttüm. O altı yaşına geldiğinde kocamı şehid ettiler. Babamda görevi icabı Türkiye'ye geldi benide getirdi. Oturduğumuz evde iki kadın kavga ettiler, araya girdim. Polis beni hapse getirdi. Güya onlara hakaret etmişim."

(Not: Bacımızın bu konuşmasından üç saat sonra bacımız tahliye oldu)

İşte böyle köpekler var şu dünyada. Ve öylede şuurlu kocalar. Ne mutlu... Allah için canından, malından ve sevdiklerinden geçmek... Çoook zor ama çokta kolay mesele... Her-. şey imana, bilince, idrake dayanıyor.

Şimdi düşünelim. Hafız Esat ile Amerikan güdümlü yönetimleri koruyanların arasında rie fark var? Bu tip devlet liderleri Amerika'nın direktifinde hareket ettiklerine göre!.. Bugün ona istediklerini yarın başkası için niçin istemesin ki?..

115


Terörist

Bugün Cerrahpaşa Hastahanesine gidiyorduk. Yürüyen bir hücrede... Dört tekerlekli, tepede, birbuçuk santim eninde, dokuz santim uzunluğunda deliği olan bir hücrede gidiyoruz. O hücrede nasıl insan yaşar? Nasıl bu insanlar bunca zulme itilir? Bu ülkede adaletle (!) bakan bir adelet bakanı, insan sağlığına bakan, sağlık bakanı yokmu diye feryad edersiniz. Size gelen cevap her halde şu olur: Fayda yok.

Biz dörttekerlekli hücredeyiz. Askerin birisi geliyor. Bizi sayıyor şöyle bir bakıp tekrar gidiyor. Sonunda dayanamayıp sordu:

—Yahu aranızda bir terörist varmış, kimdir bu? (Sağdaki mahkûmlara bakarak)

—Sizi tanıyorum siz adi suçlusunuz. (Beni göstererek) bu ablada dindar zavallı sessiz biri. Eeee... delireceğim billah kimdir bu terörist?

Dayanamıyarak sordum.

—Ne olmuş, ne yapmış o terörist?

—Ne yapmış bilmem. Bizi burda uğraştırıyorlar. Komutana "yok" diyeceğim. Başım ağrıdı.

—Git ismini sor gel dediler.

Asker gitti on dakika geçmeden tekrar geldi.

—Teröristin ismini aldım. Emine Şenlikoğlu adında bi-

116


ri. Şaşırmıştım. Beni dosyaya terörist olarak geçirmişlerdi. Akşam çeşitli işkencelerden sonra (yolda yorulma aç kalma hava alamama işkencesi) hastaların kaldığı revire geldim. Teva-fuken binbaşıya rastladım.

—Binbaşı bu gün çok şaşırdım. Dosyama beni terörist olarak yazmışlar bu nasıl olur? Ben silahlı eylem yapmadım ki henüz?

—Kanunlar... Bir şeyin vardır elbet bizim yüce devletimiz hata yapmaz.

—Haşa hatadan münezzeh mi?

Birkaç gün sonra Avukatın birine aynı konuyu sordum.

—"Sen bilmiyorsun? Devlete karşı gelen herkese terörist derler" dedi.

Doğrusu bayağı üzülmüştüm o günlerde. Halbuki üzülmeme hiç gerek yokmuş. Zira "sana dostun kötüsün derse üzül, düşmanın kötüsün diyorsa sevin" düsturu vardır, unutmuşum.

117


borulardan Bir Kaçı

Ömer Aldinç-Muş, Osman İsmail, Necla Deniz, Emine Yıldırım, Hacer Muşlu-Sinop, Fehmi Durali-Almanya, Zeki Tezel-İngiltere, Musa Birinci-İstanbul, Fehime Adak-İstanbul, Cengiz Özkan-Ankara.. Ve 19 kardeşimiz soruyor:

"...Bacımız, sizi teselli etmek gibi bir niyetimiz yok. Ancak şunları öğrenmek istiyoruz:

Orada size en zor gelen olaylar ve bir gününüzün tarifi. Ayrıca orada nelerin dikkatinizi çektiğini.

Bir de isimlerini duyduğumuz yazarlar, çizerler kadrosundan ve bizim tanıdığımız, tanımadığımız, mücahidler sizleri arayıp soruyorlar mı? Bizi bu konularda aydınlatın, diyorlar.

Merakınıza binaen bazı konuları yazayım.

Hapishanede çok şeyler öğrendim. Birincisi ve en önemlisi; îflas etmiş ideolojilerin çok kısa ömürlü olduğunu anladım... "Bunu bilmiyormuydunuz?" derseniz, cevaben derim ki: Ben biliyordum. Fakat onların nesillerininde bu durumu farkettiklerini, onların ideolojilerine bu derece lanet ettiklerini bilmiyordum.

Burada onların zavallılığını yakinen gördüm. Çirkin maskeli yüzlerinin altında, ne kadar korkmuş çehre taşıdıklarını gördüm... Burada olan insanları kendileri suça etmişler... Kendileri "Suç işledin" diye yüz çevirmişler. Kendileri, burada gördüklerimide zehirlemişler. Öldürmüşler... Zindan'a göndermişler.. Ama maalesef kendilerine saraylarda yer ayırtmışlar. Kelepçe takılması gereken kollarına altın saat, altın künye takmışlar... Sonra da kendilerini temiz, günahsız sınıfına ayırmışlar bu KİTAPSIZLAR.

118

Fazla ileri gitmeden tekrar edeyim: Burada çok şey öğrendim.



İnsanlar gözleriyle gördükleri olayları, yaşamadıkça çoğu kez anlayamıyorlar. Hızlı dönen pervanenin desenlerinin görülemediği gibi... Hızlı yaşayan, koşarcasına savrulan insanların, rengini, çilesini, kederini, saltanatını göremiyorlar. Tıpkı okyanusun ne olduğunu yıllarca okuyan, fakat okyanusu görünce sanki duymamışçasına, ona hayretle bakan insan gibi. Evet biliyordu ama görmemîşti. Görünce dehşete düştü...

Ben de dünyamızı, hele de Türkiyenin gençliğini bilmeme, onlara oynanan oyunları idrak etmeme rağmen, sanki hiç bu gençliği, bu insanlığı bilmiyormuşum gibi burada hayrete düştüm. Meğer ne kadar kör bakmışım olaylara... Meğer duyduğum bir çok olayları hayal zannetmişim.. Ve ben meğerse kahpe dolablardan hiç birşey bilmiyormuşum.

Önce kitab yazacak olanlara, psikolog olmak isteyen adaylara bir tavsiyem var... (Suç işlemeden) Hapishane, has-tahane, tımarhane, yetimhaneler gibi toplumun vitrinliğini yapan yerleri görmeden, yapacakları işe başlamasınlar. (Cezaevine suçsuzlarda girdiği için zorluk çekmezler, illa bir suç işlemeleri gerekmiyor.

Ezenler burda yoksa da ezilenler, kurban kızlar, mahkûm çocuklar... Burada ne ararsanız hepsi mevcud... Bir şeriatçısı eksikti benimle oda tamamlandı.

Para kurbanları da burada... Parasızlık kurbanları da...

Bunları yazarken, negatif karşısına pozitif gibi hep karşıtlarla bahsediyoruz. Fakat "Gülenlerde burada ağlayanlar da" diyemiyoruz.

Çünkü bir kaç mahkum hariç gülen yok. Suçlu veya suçsuz... Hep ağlayanlar burada.

Gülen, oynayan her ne kadar var ise de, gülüşleri sunî. Gülüşler bunalımın birer imzaları... Sonra da kocaman bir laf: "Gözün kör olsun kader, niçin beni buraya getirdin?"

Soruyorsunuz: "Sen hangi suçtan geldin?" Cevaplar: Cinayet...Esrar...Zina...Hırsızlık., vs.

119


Sonra dayanamayıp tekrar soruyorsunuz: "Niçin benim gözüm kör olsun veya sizi bu suça itenlere demiyorsun da, kaderi suçluyorsun?"

Cevab alamıyorsunuz... Çünkü cevab verecek olan da gerçek suçluyu bulamamakta, kimi suçlayacağını idrak edememektedir.

Acaba yalnız suçlu o mu?.. Niçin sadece o hapishanede... Onu suça itenler yok mu? Cevapsız sorular sürüyle...

Sor...sor...sor.. Fakat cevabını kendin vereceksen sor. Karşıdan bekleme. Çünki o bilmiyor ki cevap versin.. Bilseydi zaten burada olamazdı. Olmazdı.

Muhterem kardeşlerim, sizlere şu kitabı, Sağmacılar cezaevi, kadınlar koğuşunun merdiveninin başında yazıyorum. İçeride çok ses olduğu için orada yazmak mümkün değil.

Tabii haklı olarak ses olacaktır. Burada sessizlik bekleyen kişi yanılır...

Şu an saat 13.25 (öğle). Birazdan bazılarımız namaza kalkacağız, yemek yiyeceğiz. Sonra birçok mahkûmlar dışarıda yaşadığı yaşantının gölgesini burada sergilemek için dağılacaklar. Her gün olduğu gibi. Kimisi nasıl eroine başladığım kimi nasıl şarkıcılık yaptığını, kimi on yıl önce kendine çok yakışan kıyafetin modelini, kimi de çektiği çilelerin neler olduğunu, kocasını bir zamanlar nasıl sevdiğini. Bir kadınla görüp nasıl şok geçirip onu öldürdüğünü. Ve daha neleri neleri...

Artık arkası bitmeyen dramlar, kimi kez ranzaların tepesinde, kimi kez hücrede teker teker canlanıp anlatılacak... Bense her zaman olduğu gibi, bu durumları beynime bir teyp gibi yerleştirip, daha sonra kitap sayfalarına dökeceğim. Atalarımızın söylediği: "bir musibet, bin nasihatten evladır" sözünü de tekrar tasdikleyeceğim. Sordunuz mademki söy-liyeyim.

Burada şunları müşahede ettim:

1-İslâm'ın insanlarla kıyaslanmasını

2-İnsanların İslâmsızlıktan ne hallere düştüğünü.

3-Ne kadar çalışmak gerektiğini.

4-İslâm'ı yaşamayanların asla örnek olmadığını.

120
5-Ana ve babaların buraya gönderdiklerini. 6-Suçlu ana ve babalar.

7-Bir müslüman nereye giderse gitsin, davasının onunla beraber gittiğini..

8-Eğitim kurbanlarını.

9-İslâm'ın her emrinin mutlak olduğunu, aksi olursa nelerin meydana geldiğini.

10-Erkeklere aldanan körpe beyinlerin dramını... 11-İnsan nefsini.

12-Bazı manasını çözemediğim ayet ve hadislerin (burada canlısı ile karşılaştığım) manasını...

Kısaca bu kitab sadece hapishane için değil,zira: Hapishane derken, üzerinde Mercedes'inden at arabasına kadar hepsi bulunan, geniş caddeli, ağaçlı, hapishaneyi de içine alarak söyledim.

Hapishane ile dışarının arasında bir gerçeği farkettim: Dışarıda fikirler istediğini yapamıyor. Burada ise nefis istediğini yapamıyor.

Mesela: Canımız elma istedi... Sizin canınız elma istediği zaman elma yiyemezsiniz. Ancak idarenin istediği zaman yiyebilirsiniz.

İnanan insan için bu durum pek önemli olmuyor. Fakat inancı olmayan, daha açıkçası inancını yaşamayan, dışarıda vur patlasın çal oynasın havasında yaşayanlar için oldukça önemli bir olay...

Bazen duyuyorum: "Oh be... Şimdi boğazda olsaydım."

Kiminde de: "Şimdi canım şööyleee bir kızartılmış tavuk istedi..."

Bazılarından: "Gözünü sevdiğim beyaz. Nerdesin?"

Belli ki hapis yatmak onu Eroinden koparmıyor. Kopa-bilmesi için sıhhatli bir eğitime ihtiyacı var.

Bütün bunların yanında: "Ahh...Ahh.. Şimdi çocuklarımın, ailemin yanında olsaydım, onlara doya doya sarılsay-dım.. diyenler de bir hayli çok.

121

ı ¦


Yine de ağırlığı eğlence alışkanlığı olanların eğlenceye duyduğu özlem alıyor. Öyle ki onun için diskotek yaşamın şartlarından biri. Başka alternatif düşünemiyor. Çünki ona hayatın sadece eğlenceden ibaret olduğu fikri yerleştirilmiş... Bunlar neyse de en acısı küçük yavrularından ayrılmış olanların "Ahh" çekmesi oluyor. O ana çocuğuna kavuşmaktan başka hiç bir şey düşünemiyor... Yavrum acaba nerede?" derken gözlerinden iki damla yaş iniveriyor. O ne tavuk., ne elma., ne dondurma., ne de kır çiçekleri... O hiç birini hatırlamıyor bile. Fakat ne yazık ki bunlar 150 kadının içinde on onbeş ana,. Yirmiyi bulmuyor.. Halbuki kadınların yarıdan fazlası ana... Anne ama, çocuklarını düşünme yerine, sevgilisini, dışarıda kazanacağı parayı ve de güzel kalmanın yollarını düşünüyor. Çünki tuzak öyle kurulmuş. Velhasıl, insanlığın talosu herşeyi ile burada sergileniyor. İşte dikkatimi çeken yönlerden birisi de bunlar oldu-

Ve Benim Beynim Sorularla Doluyor

Binlerce genci ruh hastası ve cinsi sapık yapanlar, niçin hapse atılmamıştı? İslâm'ın özünü anlatmak suçmuydu? yoksa İslâm'ı gizlemekmi gerekliydi?

"İslâm, şöyledir, böyledir" diyenlere karşı İslâm'ı müdafaa etmemek mi lazımdı? Allah (cc)'a verilen sözde durmamak, yaşarken ölmek mi gerekliydi?.." diyor insan ister istemez.

Bu soruların cevabını almadan, alamadan kelepçeler kollarıma geçiverdi.

Şimdi karşımda duran iki çocuk katili ile aynı yerdeyim. İkimizede "suçlu" damgası vuruyorlar.

Neyse sonunda kadınlar koğuşuna geldim. İlk günler benimle birçok kadının alay ettiklerine şahid oldum. Bir kaç gün görmemezlikten, duymamazlıktan geldim. İlk defa hapishaneye bir çarşaflı gelmişti. Hepsinin şaşkınlıkları ayrı ayrı olmuştu. Hatta bazı kişilerin (mahkûmlar) şu sorularıyla karşılaştım.

"Fala bakarken mi tutuklandın!" "Hû çekerken mi tutuklandın?"

"Ne o kız Çarşaf altında hırsızlık yaparken mi yakalandın?"

"Bana bak hanım. Senin gibi dindar kadının ne işi var burada?"

Tabii hanım kadınların hanımca soruları olmadı değil.

122


123

Çok hayret edenler, hatta az da olsa ağlayanlar da çıktı. Îİk zamanlar çok horlandım... Zamanla çoğu ile anlaşmaya başladık, ama kolay olmadı bu iş. Eğer ben kaprisli bir mizaca sahip olsaydım, asla huzurlu olamazdım. Günde birkaç posta dayak yerdim veya yiyen olurdu... Neden mi? Kısaca izah edeyim, insanlarda ilginç bir yön var (tabii bazılarının). Bu insanlar karşısındaki hakkında kendi kendine yorumlar yapıyor. Karşısındaki insanın hiç bir şeyden haberi yokken, kendi kendine ona düşman kesiliyor.

Hani tavşan dağa küsmüş dağın hiç haberi olmamış. İşte onun gibi birşey...

Bakın size bu konuyla ilgili bir olay anlatayım. Ben buraya geldiğimde karşı ranzada bir kadın dikkatimi çekti. Bu kadın bana hiç bakmıyor ve de surat asıyordu. Hatta zaman zaman çirkin addedebileceğimiz şekilde taşlar atıyordu. Kadını anlamakta güçlük çekmemiştim. Fakat tamamen de niçin böyle davrandığını çözemiyordum... Bir gün yan ranzam-daki mahkûmla sohbet ediyorduk... Konu geldi kadın ticareti yapan kişi ve devletlerin yaptığı işin ne kadar çirkin olduğuna... Ve de bu kişilerin çağdışı olduklarından hiç şüphe edilmemesi gerektiğini söyledik. Onlarda beni tasdik ediyorlardı. Mevzubahis kadın biz bunları konuşurken akla hayale gelmeyen küfürler ediyordu. Tabii bir mana verilemiyordu.

Niçin küfür ediyorsun kardeş? demeye kalmadı. Beni olanca kin ve nefretiyle azarladı. Her zaman olduğu gibi yine "Gerici, yobaz" ithamlarını aldım. Eee ne yapsın devletin başında olandan duydu! Kadına sinirlenmiyordum. Sadece merak ediyordum. Bu kadına ne oluyor? Gülümseyerek __cevap verdim. "Namus anlayışını öldürüp namus satanlara ilerici dendiği şu sırada kabullenmesem bile (gerici) denmesi daha iyidir. Sen gerici diyorsun kardeş... Biliyormusun asıl gericiler, çağlar öncesinde kalanlardır. Bundan ondört asır evvel kadın satmak halk tarafından normal karşılanıyordu. Aynı sahne bu gün de tekrarlanıyor. Kadın erkeğin ticaret veya eğlence metaı olarak kullanılıyor.

Demek ki, çağdışı olan kişiler bu sahnede rol alanlardır, dediğimde... Vayy meğer kadının bam teline basmışım. Bana sinirinden ne söylediğini bilmiyordu, (sin-kaflı) küfür-

124 ,

ler... Ben sabrediyorum... Aradan günler geçmişti. Ben onunla konuşuyordum. Ben konuşuyorum diye lâf olsun kabilinden cevab veriyordu.



Ben dini bir kelime konuştuğumda hemen ortaya atılıp "Ne varsa dindarlarda var" diyordu. Yine sabrederek: "Kim dindar bir kişinin Meyhanesi, Kahvesi olduğunu görmüş, kimden aldınız bu aşıyı? Dindarlarda neler var derken dindar olmayanlar temizmi? Şu hapishaneye bir göz atalım, hiç dindar bir hırsız, dindar bir zinacı, dindar bir eroinci, dindar bir kaçakçı var mı?" (Hepside cumhuriyet dindarları)

—Var tabiii... Aşağıda cinayet işleyen birisi var. Dindar. İki kadın da yukarıda var. Onlar da dindar, üstelik kocalarını öldürmüşler.

—Kocalarını metreslerinin uğrunamı öldürmüşler?..

—Hayır ama ne farkeder. Öldürmüşler ya... . —Onların yaptığı nefs-i müdafaa olmuş. Kocaları onları öldürecekken onlar kocalarını öldürmüşler. Ne yapsalardı? O bir hata sayılmaz ki! Kişi kendini müdafaa etmiş. İstersen sor. Feride ile Dilber hanım yalan söylemezler. Neler çekmişler dinleyin.

Hiç birşey kâr etmiyordu. Yine gıcık, yine gıcıktı... Vardı bir zoru ama neydi çıkaramadım. Anladığım tek şey kendi kendine kompleks yapıyordu. Fakat niçin??

Bu sorunun cevabı bir ay sonra verilmişti. Meğerse bu kadın önceleri genel evinde çalışıyormuş. Kendisi açıkladı ve şöyle devam etti:

—"İşte Emine hanım ben hayat kadını olduğum için, senden nefret ediyordum. Zannediyordum ki sen de benden nefret ediyorsun. Beni küçük görüyorsun. Fakat şimdi seni çok iyi tanıdım. Sen bize acıdığın için konuşuyorsun. O yüzden senin geldiğin günden beri sana nefretle baktım. Özür dilerim."


Yüklə 0,8 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   17




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin