Kızım Emine, haftaya ziyaretine geleceğim inşaallah. Ben geleceğim ama annen bir türlü gelmek istemiyor. Ben onu demir parmaklıklar arasında göremem, diyor. Kızım sen annene cezaevinde iyi olduğunu yaz. Az da olsa üzüntüsü hafifler. Kızım başka ne diyeyim. Yakinen seninle ilgileneceğim. Hiç merak etme. İslâm davası uğruna peygamberler, erenler, nice veliler hapishanelere zindanlara atılmıştır. Zindanlarda yatanların ruhları cennette, öbür zalimler ise cehennemde yaptıklarının karşılıklarım görecektir inşaallah. Bunları sen ben-
48
den çok daha iyi biliyorsun. İnşaallah birgün gelecek o zalimler utanacaklar. Kızım, aslında senin ceza almanda bizimde payımız var. Bizim gençlik yıllarımızda İslâmî şuur verilseydi bize, biz İslâm için çalışır, sende bu gün cezaevine girmezdin. Bunu biliyorum ama elimden ne gelir.
Mektubuma burada son veriyorum. Cezaevinde bulunan kardeşlerime selam söyle. Nice mektuplar yazmak dileği ile Allah'ın selamı üzerine olsun yavrum.
Baban; Mehmet Şenlikoğlu
27.2.1986 Perşembe. Bugün biraz rahatsız olduğum için, Cerrahpaşa Tıp Fakültesine gönderdiler Bugün ilk defa (cezaevine gireli) caddeye çıktım. Bildiğiniz Aksaray, Fatih caddelerinden geçtim. Caddelerden... Ellerimde kelepçe... Neyin içindeyim biliyorsunuz? Dört tekerlekli bir hücrenin içinde... Evet bir yürüyen hücrede gidiyorum. Korna sesleri duyuyorum. Fakat nerde olduğumu bilmiyorum. Çünkü beni götüren dört tekerlekli hücrede dışarıyı görebilecek en ufak bir pencere yok. Hatta o kadar ki kalem girecek kadar, küçük delik olsa tek gözle caddeyi görmeye razıyım. Ne kadar kahredici bir durum ya Rabbi!.. Kendi yurdumda caddeyi göremiyorum. Kendi caddem benden saklanıyor. İnsanın taaa ciğerden yanmaması için, ciğersiz olması lâzım. Ayaklarım donmuş, dişlerim birbirine vuruyordu. Çünki dışarıda bu yıl ilk defa kar yağıyor ve de çok soğuk. Evet üşüyordum. Üzerime iki kapı kilitlenmiş, kapıların altından, nerden geldiği bilinmeyen, rüzgâr esiyordu. Derdimi kime anlatacaktım ki? Ben bir mahkûmdum, mademki mahkûmum o halde cezamı (!) çekecektim. "Suç" işlemeseydim ceza çekmez, bana gül gibi bakarlardı (!). Fakat şu anda bu cezaya müstehak idim!!
Evet kardeşim, ben bir "suçlu" mahkûm, sen de bir başka türlü mahkûm. İkimiz de bu gün çile içindeyiz, çünki dün çileyi bilmiyorduk. Bugün çile içindeyiz, çünki yarın çile çekmeyeceğiz.
Evet, Fatih'in fethettiği İstanbul'u göremiyorum. Gösterilmiyor, hücrede bir müddet düşündüm, o kadar çok şey düşündüm ki anlatamam. Tarih'i, dün ;ihad edenle etmeyen-
49
leri, midesinin uşağı olanları, mezarı, ahireti, dünyaya gelişi, Afgan'ı, İran'ı, dünyanın her yanım ve Türkiye'yi... ve seni ve seninle beraber beni. Geleceği ve çok çalışmak gerektiğini. Elimde kelepçe var. Yakama taktığım kalemi iki elimi yakama götürerek aldım. Elimdeki selpaka ö karanlıkta, hücrenin tavanından sızan iplik gibi ışığın sayesinde şiir yazmaya başladım. Öyle duygulardıki hepsi birden boğazıma düğümleniyor. Yazmak istedim. Hani sürahi gibi ağzı dar, karnı geniş eşyalara para doldururuz da çıkarmak isteyince, onu baş aşağı yaparız, para veya hçrhangi bir şey hepsi birden, şişenin ağzına gelirde yığılır ya, hepsini birden çıkarmak isterken, hiç biri çıkmaz. İşte ben de öyle olmuştum. Her şey dilime kadar geldiğinden birşey yazamıyorum.
Nihayeti becerebiîdiğim kadar, kahır gözyaşı ile yazmaya başladım. Yazdım... Yazdım...Kâh sitemli, kâh dua... Yazdım ama..
Her günüm böyle çileli değil tabi. İşte buna benzer olaylar
insanı kahrediyor.
Sonra birkaç yere uğradı hücreli araba, saatler sonra has-tahaneye geldik. Lapa lapa kar yağıyordu. Yere indik... İlk defa aylardır toprağa basıyordum.
50
Aylar Sonra
Burası Sağmacılar cezaevi, kadınlar koğuşu. Aylar oldu buradayım. Gürültü de öylesine çok ki, aman yarabbi, nereye gitsemki? Hiçbir yere gidemem. Bu gürültüye tahammül etmeye mecburum.
Bugün cumartesi. Ziyaretçi umudumuz yok. Burada en önemli sevinç vasıtası ziyaretçiler. Bazıları için para mektup umudu halâ daha var. Mahkûmlar ikidebir söyleniyorlar. "Gözün kör olsun posta nerde kaldın". Bir ötekisi: "Amaan be kızım bana ne sizin postanızdan, sanki bir Allah'ın kulu varmı bana iki kelime yazacak?" Arkasından derin bir ah çekiyor: "KÖR OL ...ZAL KÖR OL, bir af çıkarmadın gittin." Hemen psikopatın biri cevap veriyor: "Sen çok biliyorsun. Gelirsem saçını gözünü yolarım kahbe... Bak hocalar bile hapse atılıyor ...ZAL suçlu değilde kim suçlu?"
' "Hadi kızım hadi, kimb'lir ne suç işlemiştir. Bu hocalar varya kadınların göbeğine muska yazıyorlar o zaman tutuklanıp gelmiştir." "Yok ya... Yazar diyorlar.. Başbakana mı, cumhurbaşkanına mı ne karşı çıkmış." "Hadi be ordan.. O salak mı yazar.. Ayol o bana bile karşı gelemez, geçen gün ani ona ne kadar hakaret etti, o ses bile çıkarmadı "Sen haklısın haksız olanlar utansın" dedi. Böyle bir kadının devlete karşı gelebileceğini, rüyamda görsem inanmam."
Devam ediyor konuşmalar. Tutarsız bazan acınacak haller. Bazan gülünecek haller. Âsu ters ters bana bakıyor. "Acaba yazacak mı?" diye arkadaşına soruyor. Üst ranzamda Alman Vera var. Eroinden yatıyor. Bazan söyleniyor da "...ZAL VAR ÇOK KÖTÜ." Benim var arkadaşlar. Hepsi Türkiye geliyo, içiyo esrar, eroin, bişe yok. Ben içiyo hapis. Bu Özal ben an-lamıyo. ..ZAL yok başka başbakan geliyo o da benziyo ...ZAL."
Bu arada bir ses:
-Kızlar hadi oynayalım.
51
—Oynayalım. —Kahrol karaduman. —Muhalefet ne diyorsun? —Ekonomimi?
—Ben olmuşum ekonomi. Bana ne ekonomiden. Biz kendimizden geçmişiz.
—Kızlar yavaş olun ne olur. Artık dayanamıyorum, gürültüden beynim uğulduyor...
—Dayanamıyorsan alıp başını gidersin. —Hasta var hasta. —Karavana geldi.
—Aman nasıl olsa bana çöpleri kalır. Ye kürküm ye. Zengin zaten zengin. O kantinden de alır. Bari karavana fakire kalsın. Hayır illa hakkımızı yiyecekler, zıkkım yesinler.
Bir curcuna var koğuşta. Kiminin canı yanar. Kimi bunalımdadır. Kimi de mesleğini (!) icraya devam eder.
Bugün de ediyorlar işte. Mahkûm ne yapsın? Zalimin zulmüne uğrayan insanlar. Cehaletin kurbanı olmuş, çeşitli suçlar işlemişler. Şimdi de akşama kadar, enerji tüketimlerini sadece bağırıp çağırmakla yapıyorlar. Devlet bunları sömürmeden iş verse diyorum. Sömürmeden kasdım kitablardan okuyorum, bazı ülkelerde mahkûmu on saat köle gibi çalıştırırlar, sonra da ona az para verirlermiş. Adaletsiz devletler. Ki -tapsız devletler. Bir insanın suç işlemesinden kendileri için fayda sağlıyor, onları inek gibi sağıyor, fare olup kemiriyor-lar. Bu devletlerin baş da gelenleri biri Amerika, biri SSCB ve bunların uşakları. Bazen mahkûmları sömürecek kadar alçalan devletlere isyan ederek bağırmak istiyor ve kendi kendime de olsa bağırıyorum. "Köpekler... Sizin isyan ettirebildikleriniz, sizin suçunuzu İslâm'a malediyorlar. Alçaklaaar... Bir gün hesabınızı düreceğiz inşaallah".
"Evet, bağırıyorum... Bağırıyoruz... Onlar da duyuyorlar ama duymamazlıktan geliyorlar.
İşte vakit öğleden sonra oldu. Bir sürü mektub geldi. Ama mektupları aksam yatınca okuyacağım. Çünkü şu gürültüde
52
okursam hiç bir şey anlayamam okuduğumdan.
Ne yapsam acaba? Tamam işte aklıma geldi, mahkûm kadınlarla konuşup, sizin için yazacağım, burada ilginç tipler var. Konuşabilirsem onlarla konuşacağım. Meselâ Dürdane Dirican var, kocasını öldürmek suçundan yatıyor, idamı isteniyor. Gülizar Elbir var. Basında adı kurt kadın olarak kaydediliyor. Dilber Hanım var kocasını öldürmekten yatıyor. Ayşe Baysal var, kızını iman (İslâm) nikâhı ile evlendirdiği için, yedi yıl cezası isteniyor. (Kızının yaşı küçük olduğu için) İsrailli Raşel var, eroinden yatıyor. Çocuğunu öldüren F. var. Öz babasını öldüren Zehra var. Bunlardan başka kötü yolun kurbanları, katiller, neler var bilseniz neler... Hayatlarını dinleyeceğim. Müsaade ederlerse size ileride yazacağım.
53
Daha Yaşı Küçük Suçlular (!)
Sabah kalktım namaz kıldıktan sonra kahvaltı yaptım. Ayşe Baysal'a biraz arabça ders verdim. İyi ki biraz arabça çalışmışım. Burada işe yaradı. Ayşe Baysal da benden Kur'-an ezberi dinledi. Hücreye geçtik. Hücrede Ayşe Baysal'ın derdini dinledim. Bu Ayşemizin kocası ölmüş, üç çocuğu ile kalmış. Çocuklarını kendi ailesi istememiş. Çocukların dinden uzaklaşmalarına sebeb olmuşlar. Hem anlattı hem ağladı. "Piçlerini istemeyiz dedi ailemden birkaç kişi. Ben onları nereye götüreyim? Vicdan sahibi olan bir kimse evlâdından ayrıl teklifi nasıl yapar bilemiyorum. Ben evlatlarımı bırakayım da kötü yola mı düşsünler" dedi.
Ayşe Baysal'ı dinledikten sonra yanıma Çisem adında bir genç kız geldi. Şaşırdım onu görünce. Daha yaşı küçüktü çünkü... Ben ona o da bana baktı... "Otursana" dedim. Geldi oturdu. Esmer bir kızdı. Doğulu tipini andırıyordu. Konuşması mükemmeldi. Sigarasını yaktı. Bana tekrar şöyle bir eda ile baktıktan sonra sordu:
—Sen hangi suçtan geldin?
—163. maddeyi ihlâl etmişim. Sen hangi suçtan geldin?
—Ben babamın suçundan dolayı yatıyorum.
—Onun suçunu mu üstlendin?
Birden sohbet havası değişiyor.
—Aman, sana ne bundan canım. Sen kendine bak.
Şaşırdım tabii. Birdenbire beni azarlaması bana tuhaf geldi.
—Afedersiniz, sizi üzdüm herhalde.
—Yooo... Bir şey sormak istiyorum. Koğuşta MİLLİ GAZETE gördüm, o kimin gazetesi biliyor musunuz?
—Evet biliyorum. Neden sordunuz?
—Ben de çağrışım yaptı da onun için.
54
—Nasıl bir çağrışımdır acaba bu? —Benim abim vardı da...
Bu arada genç kızın ağladığını hissettim. Neden ağladığını sordum. Güzel bir kelime ile cevap verdi. "Gülmek ancak deliler için mümkün bu asırda" dedi.
"Biz doğuluyuz. Bizim örfümüzün, ananemizin, korkunç boyutlara ulaşmış alışkanlıkları, kor taassubları vardır. Bilir-misiniz bilmem, bizde bir gelin beş yaşındaki, kaynına saygı göstermek zorundadır. Birçok kara cahile kaç çocuğun var diye sorduğumda, bir kızı iki oğlu varsa sadece erkeklerin sayısını söyler. Kızı kız olduğu için evlat yerine koymazlar. Hala daha kız evlâdını evlat kabul etmeyen iğrenç varlıklar doğuda kol geziyorlar. Adeta unutulmuş belde. Hangi dinden oldukları belli değil. Abime göre doğunun isyanı, doğunun bu yöndeki kör cahilliği kaldırılmadan oraya hiçbir dinin konvoyu yerleşemez. İşte ağbim onca gayretlerine rağmen, babamı bile yola getiremedi. "Erkek erkektir" der beni çileden çıkarırdı. Ne oldu sonunda? Cahil halkın bu açığından yararlananlar "İslâm dini sizi bu hale getirdi, fakat bizim inancımız sizi düzeltecektir. İnsan olduğunuzu arılayacaksınız" dediler. Genç kızların gözünü iyice açtılar. Bu sefer kızlar dine karşı saldırıya geçtiler. O aralarda benim de sevdiğim bir genç vardı.Onunla evlendim.Benim de sekiz yaşında bir kayınım vardı. Daha gittiğim günden onun elini öpmemi istediler. Bunlar Hacı, Hocaydılar güya. Ağbimin dediği gibi: "Ahir zaman Hacıları!" İnsan antipatiden başka hiçbirşey duymuyor. Tabii ben de isyan ettim. Kocam'a söylediler. Kocam aydın biriydi. Fakat anne ve babasına boyun eğmek zorunda kaldı. Kaynatamın ısrarı ile beni boşadı. Boşama gerekçesi "İtaatsizlik". Halbuki onbeş günlük gelin idim. Bu dava benim gururuma dokundu. Ben de kaynatamın kafasına bir odun vurdum. Beyin kanaması geçirdi. Allah'dan ölmedi. Ama ben yine de adam öldürmeye teşebbüsten yargılanıyorum. Yani "İdam" diyorlardı. İşte benim hikayem bu. Baştan da söyle-"ğim gibi, ben cahilliğin kurbanı oldum. Sahi İslâm dinin-- gelin kaynına hizmet etmek zorunda mıdır? Ne olur bana anlat.
-Asla... Mecbur kaldığı zaman, gelin isterse yardım edebilir. Fakat hiç kimse tarafından mecbur bırakılamaz.
55
Fakat bunu kabul edebilecek kaç müslüman var ki?
Ben daha derin konulara girecektim ki, bir başka mahkûm geldi yanımıza.
—Ooo... Emine abla bu kıza hûculuk mu öğretiyorsun?
—Dert dinlemek, İslâmı anlatmak ne zamandan beri "Hûculuk" oldu ayıp ediyorsun, sana yakıştıramıyorum doğrusu. İnsan müslüman ablasına ne olduğunu bilmediği bir isim takarmı?
Bu sohbet birkaç saat sürdü. Birazdan girip üç arkadaş var onu dinleyeceğim. Bir de kafamı meşgul eden olay var burada. Mescid yok. Halbuki hergün namaz kılanların sayısı artıyor. Kâh dışardan namaz kılanlar geliyor, kâh burada namaz kılanlardan gördükleri için başlıyorlar kılmaya.
Binbaşıya dilekçe verdim. Bir dilekçe de savcıya. Gardiyanların suratı asık. Çünkü işlerine gelmiyor mescid olması. Çünkü Mescide izin verilirse, iki kadın gardiyan odasından birisi iptal edilecek. Güya beni seven gardiyanlar bir haftadır bana selâm vermiyorlar. Hatta arkamdan konuşuyorlarmış. "O kim oluyor da elimizden odamızı alacakmış" diyorlar-mış. Durum biraz çekişmeli bakalım neler olacak. Size ileride bahsedeceğim.
Ne acı değil mi? Bir müslüman keyfi bozulacak diye namaz yeri istemiyor. Heyy Allahım, ne kadar sabırlısın.
Geçenlerde binbaşı çağırdı. Gardiyan kadınla gittik. Binbaşının odasından azıcık dışarıyı gördüm. İnanın çok değişik oluyor mahkûm iken birden toprak görmek. Neyse Binbaşı bana Seyyid Kutub'un Fizilâl-il Kur'an adlı eserinin ikinci cildini gösterdi.
-Emine hanım, bu kitabı tanıyormusunuz? dedi.
/—Tabii... Seyyid Kutub'un eseridir.
—Bu kitabdan almak istiyorum, tavsiye edermisiniz, okumak istiyorum da...
Hey gidi binbaşı hey... Beni ayakta uyuttuğunu sanıyor. Onu ne maksatla sorduğunu anlamadığımı zannediyor. Ta-
56
bii ben hemen ortaya atıhpta "Onu ne maksatla sorduğunuzu anladım hilenizi yutmam" diyecek halim yokya. Gereken cevabı verdim. Binbaşının nasıl bir düşüncede olduğunu bilemiyorum. Bu adam mescid açtıracakmı? Biraz endişeliyim. Göze batmak istemiyorum, ama ranzada oturarak namaz kılmak da gücüme gidiyor. Müdürler benden endişe ediyorlarmış. Mahkûmlara Atatürk'ün aleyhinde komışuyormuşum. onun için gardiyanların beni kontrol etmeleri gerekiyormuş. Bu dedikoduları da bana getiriyorlar. Aynı yerde Allah'a en az on kez küfrediliyor, o küfürler için gardiyanlara hiç bir şey söylenmiyor. Kitapsız dünyada kitaplı cezaevi olur mu? diyorum ister istemez.
Gerçi müdürlerin tavrından hiçbir şey anlayamıyorum ama insanlar belli olmaz ki. Ne de olsa bu adamlar Türkiye Cumhuriyetindeki bir cezaevini yönetiyorlar. Müdür Güngör beyden sık sık bahsediyorlar. Galiba bir dilekçe de ona vere-cekmişim. Böylece bir mescid için cezaevinde ne kadar merci varsa, hepsini dilekçeleştirmiş olacağım.
Mahkûmların bazısı da kızgın kızgın, "Senin özelliğin nedir bakalım, gardiyan odası sana verilecekmiş" diye soruyorlar. "Hayır bana değil, devlet o yeri namaz kılan müslü-manlara verecek" diyorum. "Hoppalaaa.. Kızım devlet namaz mamaz tanımaz ki. Ona ne. Senin namazından bu devlete..." "Sus" diyorum mahkûm arkadaşa, fazla ileri gitme. Bazı mahkûmlar ise bana kızan mahkumlara meydan okuyorlar: "...Ulan.....karılar, biz namaz kılmıyorsak kılanlara
niçin engel oluyoruz. Bırakın be... Memlekette özgürlük var. Nasıl bana kimse karışmıyorsa, ben de sen de kimseye karı-şamayız. (Bu meydanı bir Psikopat okuyor ama tatlı bir psikopat)"
"Bizim memleketimiz dünyanın en büyük müslüman ülkesidir. Bu ülkede, herkes dilediği gibi konuşma ve yaşama hakkına sahiptir. Yaşasın cumhuriyet. En büyük dindar Atatürk, ikincisi İnönü gelir. Sonra da ben..." Gülüşmeler... Arkasından Yahudi Raşel bağıroyor: "Ne hürriyeti var? Sizin ülke saçma insanlarla dolu... Sen niye düşünmüyo, Emine se-viyo İslâm ama benim yahudi koğuşta yatiyo şimdi. Sen bil-miyo!.. Kimse bilmiyo.." Konuş be yahudi konuş... Ben ken-
57
di ülkemde konuşamıyorum, bari sen benim ülkemde benim adıma kazara bile olsa konuşta yüreğimize biraz su serpilsin. Müslüman tarafından küçük görülenler bir Yahudi tarafından yuhlansınlar ki, kısmen intikam alayım.
Bir de Bernuş hanım var ikinci arada, söylenip duruyor: "Ah, ölsem dünyada başımı kapatamam. Olurmu ayol bu sıcakta kapanmak? (Beni gösteriyor) Bunlar zavallılar. Ben dönüp bakıyorum dost gözlerle. Dostum çünkü düşmanlığım ona değil, ona bu sözleri söyleten zihniyete. Benim kendisine baktığımı görünce mahcub bir tavır alıyor: "Valla Emine hanımcığım ben size değil, bilinçsizce kapananlara kızıyorum. Sen medeni bir insansın. Fakat medeni insan Atatürk ilkelerine saygılı olmaz mı Emine hanımcığım?.." diyor. Aslında kibar bir kadın bernuş hanım. Ama İslamın kapanma emrini Sevmeyenlerin içinde kibarlarda var! Bana kibarca "Sen medeniyetsizsin" demek istiyor. Anlamamazlıktan geliyorum. Biraz aptalca görünmek bazan insanı dinlendirir. Anladığımı belli edipte ne yapacağım. Ben fertlerle değil, islamın karşısında olan medeniyetler! Sistemler ve fikirlerle uğraşmalıyım.
Onun için konuş bernuş hanım konuş. Elbet seni böyle konuşmanı sağlayanlarla birgün hesaplaşırız. Seninle bir işim yok benim. Yinede ben seni seviyorum dinen ne kadar sevmem mümkünse o kadar seviyorum.
58
Üç Mahkûm Arkadaş
Koğuşun içi çok gürültülü olduğundan hücre kapısının önüne gelerek oturdum, karşımda üç mahkûm arkadaş var, içlerinden birisi sordu:
—Afedersiniz siz dinci imişsiniz, doğrumu?
—Evet ama senin anladığın manada değil... Müslüma-nım.. İslâm dinine bağlıyım. Dinime kurbanım.
—Abla dincilik nasıl bir şey, bir araya toplanıp ne yapıyorsunuz?
—Vah zavallı kardeşim, seni nasıl zehirlediler böyle. Dincilerin kötülenmesi onu öyle inandırmış ki, dinciliğin ne olduğunu dahi bilmiyor. Köpeklerin havlayış şekli, tutmuş bu genç kızda. Nasıl cevap versem ki onu kırmadan? Yirmi yıldır inandığı batılları ben bu zor şartlar altında bir anda nasıl temizleyeyim?..
Koca bir millet aldatılmış, evlâtları elinden alınmış. Kulları Rabbisinden koparmışlar. "Yapmayın bu halkı aldatmayın" diyenlerin bazılarını da cezaevine atmışlar. Bu millet kan kusmuş. Bir millet gaflet uykusunda bırakılmış. Böyle bir milletin evladı nerden ve nasıl bilsin. Dinci kim, dinsiz kim? Gerici kim, medeni kim? Evet nereden bilsin. Bu genç kız tabiiki şimdi ablasına soracaktır: "Dincilik ne demektir?" diye. Kimi suçlayabiliriz? Kimdir bu işin sorumlusu? ey müs-lüman eline fener al ve sorumluları bul. Eğer o sorumluları bulamazsan, yerinden kımıldamazsan, ne olur biliyormusun? Allah göstermesin ama zahiren görüş o. Yarın torunun evlâdına şöyle anlatır masalları: "Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, din diye bir şey varmış..."
Evet perşembenin gelişi çarşambadan belli olur. Yarın bu günden bellidir böyle giderse. Ama böyle gelmedi İnşaallah böyle de gitmeyecek. Sen ben bu zulmün önüne geçeceğiz. Biz Allah'ın dinine yardım edeceğiz, Allah da bize yardım edecek. Allah'ın bu hususta Kur'an'ında vaadi vardır.
59
Bu yürek acısı ile soruyorum Şenay'a: —Senin ailende hiç müslüman yok mu? —Var tabi ama dinci müslüman yok.
Ey Allahım yetiş imdadımıza. Genç kızın sözünü Nurdan bölüyor.
—Kızım sende manyakmısın be? Dinci ile müslüman aynı şeyler değiller mi?
—O halde neden benim ailem dincilerden bahsediyor. Müslümansa dinciler, annem de müslüman.
—Haklısın Şenay haklısın. Bir dengesizlik içinde yüzüyor müslüman. Daha kendisinin dahi ne olduğunu bilmiyor.
Genç kızlarla böyle yaptık girişi. Sonra konu içi konular çıktı. "Sizi bu hale kader değil, zalimin zulmü getirdi. Gelin birlik olup onlardan intikam alalım. Gençliği onların elinde bırakmayalım. İslam dininin kimseye zararı olmamasına rağmen böyle tanıtılmasının altında gizli olan gerçek şu. İslâm unutulacak. Böylece sana İslâm düşmanları, kitapsızlara kalacak. Ve sonunda olan bize olacak. Ebedi bir aleme yolcuyuz. Bu yol öyle sıra dağlar yolu değil, ahiret yolu... Buranın zevki de çilesi de bitmeye mahkûm... İşte sen bu acılarını elli yıl sonra tamamen unutacaksın. Ama ahirette, bilhassa cennette ebediyyen güzellikler olacak. Ve güzeli hatırlayacak müslüman. Hazreti Adem'den günümüze dek gelen bütün Allah'ı dinleyenler müslümanlardır" diyerek ona asrı berbathanemizin nemrut ve firavunlarını anlattım. Anlattım çünkü, o firavunlar anlatılmadan İslâm'a yapılan saldırılar açıklanamıyor. Daha sonra sıra Şenayın konuşmasına geldi; ve başladı hayat hikayesini anlatmaya:
—Biliyormusun benim asıl adım Fatmadır. Bir zamanlar Nakşibendi olduğunu söyleyen bir şeyhden ders aldım. İs-lami bilgim yoktu fakat güzel bir sevgi ile başlamıştım derslerime. Ben sadece teşbih çekiyordum. Şeyh de Arabca bile bilmezmiş. Ama temiz niyetli saf bir insandı. Kendisine bağlı olan bir kadınla evlendi. Onun kendine bağlı biri ile evlenmesi beni kahretti. Ondan sonra bütün tarikatçılardan kaçtım. Bunalıma girdim ve olan oldu. Bir evli erkekle dini ni-
60
kâh yapıp evlendim. On yıldır İzmir'de oturuyorum. Evlene-li onbeş yıl oldu. İslâm'ı öğrenecek vakit bulamadım, daha doğrusu araştırma yapma isteğim yoktu. Ben kendi bilinçsizliğimin kurbanı oldum. O şeyhi ben babam gibi gördüğümden ona bağlı olan bütün kadınlar onun kızıdır zannediyordum. Kader işte hayatta bunları görmekte varmış. Onbeş yıl sonra kocamın ilk karısı beni zina suçundan hapse attırdı. Halbuki benim suçum yok, neden evli erkekle evlenen kadınlar suçlanıyor da erkekler suçlanmıyor. Halbuki ben gencecik bir kızdım. Ne yapıp yapıp kalbimi çaldı. Aman ne diller dökmüştü görmeyin. Benden başka hiç kimseyi gözü görmezmiş. Bana aşıkmışta, hem onunla evlenmezsem intihar ederrniş-de, karısı şöyle kötü imiş böyle kötü imiş te...
Bu arada genelev kadını Nilay sinirlenerek sözünü kesiyor fatmanın.
—Zaten o alçak herifler yokmu onlardan nefret ediyorum. Şimdiye kadar bana gelen müşterilerimin! hepsi de karılarını bana şikâyet ediyorlar, namussuz adamlar. Kadınları namuslu. Çocuklarının annesini, tutuyor bir fahişeye şikâyet ediyor.
Fatma bu haklı ve yerinde olan sözden alınıyor.
—Ne yani şeymiyiz şimdi?
—Yooo yanlış anlama ben sana demiyorum. O alçaklara diyorum.
Bu sefer devreye giriyorum:
—Nilây hanım, sen güzel idrak ediyor, güzel konuşuyorsun ama çirkin işler yapıyorsun. Sen Allah'ın istediği gibi bir kul olsan veya olmaya çalışsan o alçak dediğîn adamların uçkuruna hizmet etmezsin. Sakın ekonomi ile karşıma çıkma. Nice kadınlar var fakir.. Beş çocuğu ile sokakta kalıyor, bu kadın ayağına lastik ayakkabı giyiyor ve çocuklarına dürüst ana oluyor. Yalnız o ekonomik koşullardan dolayı düşmedin alçak adamların kucağına. Kültür eğitiminin kitapsızlığı ve senin iradesizliğin yüzünden düşmüşsün. Suçun çoğu senin. Hiz-*metçilik yapan şerefli bacımız kadın değil mi? O bilmezmî kürk giymesini, o bilmez mi mersedese binmesini?.. Eğer kötü yolu seçmek fakirlik yüzünden olsa, bütün fakirler kötü
61
yola düşer, bütün zenginlerde namusluca yaşarlardı. Nilay'ı daha fazla üzmek istemiyorum.
Tekrar Fatma'ya dönelim "Eee Fatma bacı sonra ne oldu?"
—Ne. olsun bilgisizlik yüzünden çabucak aldanıverdim. Ben o şeyhin evlenmesine üzülmeseydim başıma bunlar ge-lirmiydi?
—Orasını Allah bilir. Yalnız sen veya sana sebeb olanlar İslâm'ın kim, kiminle evlenebilir, kim kiminle evlenemez hükmünü araştırmamakla büyük hata etmişsiniz. İslâm'a göre Şeyhlere ayrı bir fıkhî hüküm uygulanmaz. Ahmet Mehmet için şeriat neyse Şeyhler için de hüküm aynıdır.
İslâm'ın yanından geçmemiş ama tarikat mensubu olabilmiş. Fatma birden atılıyor:
—Aaa sen şeriatçımısın Emine abla? Nasıl şaşırmam.
—Evet Allah'a şükürler olsun ki ben şeriatçıyım. Şeriat'a dost olan herkese dostum. Şeriat'a düşman olan herkese düşmanım. Dostlarım hangi mezheb ve tarikattan olursa olsun farketmez.
Onlarda aradığım tek şart ehli kıble oluşları, Kur'an ve Sünnetten taviz vermemeleridir!!
—Ama şeriat çok kötüdür. Ben şeriattan çok korkuyorum. Çünkü şeriatta el kesmek varmış.
—Şeriatın el kesmesinden hırsızlar korkar. Sen hırsızmısın ki; Şeriatın el kesmesinden korkuyorsun. Hem ayrıca İslâm bir kimseyi madden ve manen doyurur. Madden ihtiyacı olmadığı halde hırsızlık yaparsa eli kesilir. Ayrıca açlıktan ölecek olan bir kimsenin, ölmeyecek kadar hırsızlık yapması caizdir izin verilmiştir.
Bu sohbetten sonra Nilay'a sordum.
—Nilay hanım, biraz da siz konuşun biz dinleyelim.
—Ben mi? Aman benim gibi müptezeli dinleyip ne yapacaksınız. Ben manyağın biriyim. Üstelik çok ta adiyim. Sen gitte hanımefendileri dinle. İçerde birkaç tane sosyeteden ha-
62
nımlar var ya.
Dostları ilə paylaş: |