Bu anlattığım gibi bir sürü olay var. Benim buraya gelişim ve burada gördüğüm olaylar, dinime karşı saygımı daha da çok artırdı. Sakın yanlış anlamayın, daha önce saygım azdı manasına söylemiyorum.
125
Burada insanların suç işleme sebeblerini öğrenince İslâm'ın o suçları engelleyici emirlerini daha yakinen idrak ettim.
"Size tanınmış yazarlardan mektup geldi mi?" sorusuna gelince...
Sağolsun yazanda yazmayan da...
Şimdilik sorduklarınıza böylece cevap vermiş olayım kardeşlerim.
126
Cezaevinde Hiçbir Zaman Kullanılmayan Kelimeler
Biliyorsunuz, cezaevinde yatan kişilerin keleme hazinesi daralır daralır gün gelir kekelemeye başlarlar.
Eğer, cezaevinde kitap, gazete vs. okuyorsa, kelime hazinesini kaybetmeyebilir. Zira cezaevinde kullanılmayan kelimeleri, kitapta bulacak ve dil egzersiz yapma imkanına kavuşacaksınız.
Cezaevinde kullanılmayan kelimelerden bir kaçını misal olarak nakledeyim.
1) "Pazara gidiyorum" pazar yokki gitsin. 2), "Komşuya gittim" komşu yokki gitsin.
3) "Çocuğumu okula göndereceğim" mümkün değilki götürsün.
4) "Bakkala gideceğim, canım bir şeyler istedide"
5) "Çocuklarımla gezeceğiz pazar günü" Gezi yokki söylesin bu kelimeyi.
6) "Bugün bir taksi tuttum" Taksi göremez ki tutsun.
7) "Bugün halıları temizleyeceğim" Halı yokki temizlesin.
8) "Düğüne gideceğiz" Düğün olmaz ki, gitsin.
9) "Mezarlığa ziyarete gideceğiz" Diriyi ziyaret edemez ki, ölüyü etsin.
10) "Anneme gideceğim" Bırakmazlar ki gitsin.
Örnekleri binlere çıkarmak mümkün. Düşünebiliyormu-sunuz bir mahkûm cezaevinden çıkanadek "Ben anneme babama gideceğim" gibi cümleler kullanamıyacak...
127
Yirmi yıl otuz yıl hapsediliyor insanlar. Neymiş bu insan akıUanacakmışta bir daha aynı suçu işlemiyecekmiş. Oto-matikman saçma.
Bu şartlar altında onbeş yıl geçiren bir mahkûm (eğer kitaplarla kendini geliştirmemişse) zaten işe yaramazki bir daha. Çünkü mahkûmun lehinde olan hiçbir şey yok cezaevinde. Kendi imzası dahi.
NEDEN BU KADAR İLERİ GİDİYORSUN? diyen bir mektup aldım. İmzaya bakınca gördüm ki bu mektubu anam yazmış... El-alemler aleyhimde atar tutarda "neden bu kadar ileri gittin" diye canı yanan anam söylemez mi? Üstelik çağın yobazları, kuş beyinli tağut askerleri bana bunu sorarken hayıflanıyorlar, anam ise ağlıyor. Aynı kelime ama iki ayrı niyet, iki ayrı insan... Biri "oh" olsun öteki ise "neden olsun?" diyor.
Ben ana demesini çok seviyorum nedense. Çocukluğumda ana derdim. Köyde eskiden herkes ana diyordu. İstanbul'a gelince artık şehirli olduk ana demekten utandık... Şehirli olalım diye herşeyimizi değiştirdiğimiz gibi anayı da değiştirdik. Bir (n) daha ekleyerek Anne yaptık.
Ama anadaki tat annede yok bence... Anada köy kokuyor. Anada anaya yakınlık kokuyor. Anada sadelik kokuyor.
Velhasıl, köyleri çok sevdiğimden mi bilmem ana bana bambaşka ifadeler verir.
Benim iki köyüm var hatırladığım. Adapazar Sinanoğlu ve Adapazar Karaçalı köyü.. Bir de Anbaralan köyü var. Anne baba köyüm.
Köylerimi biraraya birleştirip onları öyle seyrediyorum hayilimde ne kadar güzel. Ben çocuğum hala. Seksek oynuyorum. Annemin beni çağıran sesi hala daha kulağımda.
—Emineeee! Akmodi Aka... (Buraya gel buraya)
Oyunumu bozma ne olur ana...Büyüyünce artık oynayamam düşmanımla çarpışacağım ana...
Ve işte çarpışıyorum. Çarpışma esnasında bazen şehid düşülür, ben cezaevine düştüm... Belki ileride şehid de olu-
128
rum... İçimden ağlamak geliyor bunları yazarken. Geçmişi hatırlamak ve ne zaman geçtiğini anlamamak insana garib bir hal veriyor. Ne olurdu şimdi bir aylığına çocuk olabilsem. Çocukluk dünyamda kalabilsem.
Çocukların dünyasında kalleşlik yok... Fesatlık yok... Kafirlik yok... İslama saldırı yok... Hiç kötülük yok. Kavga edilse bile iki dakika sonra barış var.
Neydi o günler.. Bir daha geri gelmesi mümkün olmayan günler.
Ama yinede bir umut var. Cennette tekrar isterse kişi çocuk olabilir... Eğer bu iradem verilirde cennette çocukluğumu hatırlarsam rabbimden beni çocuk yapmasını isteyeceğim. Çünkü ben sadece çocukluğunda gülen bir insanım... Özlüyorum çok özlüyorum o günlerimi...
Bir ineğimiz vardı. Bir milyon fötor şapkalı batılı aydjn verseler o ineğimizi değişmem. Ondaki hal neydi acaba. Bir saflık bir temizlik vardı. Onca çocuk içinde gelir beni bulur ben geldim der gibi bağırırdı.
Ne güzel anlaşıyorduk onunla... Nedense devrim yobazları ile şu cezaevinde o inek kadar bile anlaşamadık... Çünkü onlar inek kadar asla olamazlar.
Çocukluk deyince yine daldım gittim.
Ne diyorduk annemin "Neden bu kadar ileri gidiyorsun?" sözü üzerinde durduk. Yazdığım bir şiirle cevap verdim anneme: ZİNDANDAN ANAMA
"Dur" deme bana 'yürü" de ana. Bilmeyerek olma onlardan yana Sende çalış anacağım gerçeği bil Sokaklarda hür gezmek "hürriyet" değil Azimli olursan anlarsın "hür" ne demektir Muhkumiyet ne, hürriyet ne demektir. Bak anacığım renksiz bakışla bak Mahkûm olmuşuz zulmü alkışlayarak Evlat vermeden can vermeden İslâm gelirmi anacığım birden?
129
Mektup Dergisine Yazdığım İlk Mektubum
Esselâmü Aleyküm
Allah'ın selâmı üzerinize olsun, rabbül âlemin bizleri sevdiği kullarından olmayı, onun yolunda şehitliği nasip etsin (Amin). Söze nerden ve nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Bazen kelimeler de iflas eder ve duygular onun mahkûmiyeti altında kelepçelenir. Hiç bir şey yazamıyorum derken o "hiçbir şey'den anlayanlar çok şeyler çıkarabilirler...
Kardeşim; biliyorum, şu anda sadece kendimden bahsetmemi istiyorsunuz. Bunu ne kadar uzakta olursam olayım hissediyorum. Hani iki âmâ dolma yiyorlarmış. Birisi ötekine bağırmış "Ne o.. Niçin dolmaları ikişer ikişer yiyorsun?" Ötekide sormuş "ikişer ikişer yediğimi nerden biliyorsun?" "Kendimden" demiş. "Bende ikişer ikişer yiyorum da".
İşte ben de öyle. Hapse giren bütün müslümanların arkasından çok ağlar ve de haber gelene kadar büyük bir heyecanla beklerdim. Kendimden pay katarak sizleri anlıyorum. Fakat inanın, kendimden bahsedecek çok şey var. Daha açıkçası, imkanım yok. İnancımın zindanda olduğu bir dünyada, Kur'anıma siyah kılıf geçirilmiş bir âlemde kendimi dert etmeyi, henüz erken görüyorum. Buna rağmen merakınızı birkaç kelime ile gidermeye çalışayım. Önce şunu söyleyeyim, hiç üzgün ya da pişman değilim. Allah öyle bir günü nasip etmesin. İşte o zaman gerçekten öldüğüm gündür. Bununla beraber hapse girmeyi de bir hüner olarak görmüyorum. Çün-
130
kü İslâm yolunda bahis mevzuu edilmiyecek kadar basit bir şey hapse girmek. En büyük hüner nefsi yenmek, cihadı son nefese kadar yürütmektir.
Bazı kardeşlerim, mektuplarında yaptıklarımı kahramanlık olarak kabul ediyorlar, çok yanlış... Benim yaptıklarım baş parmağımın bile karşılığı değil Asıl kahramanlar layık olduk lan yere, ebediyete intikal ettiler. Şimdi günümüzün kahraman lan gerçek mücahid ve mücahideler ise yollarına devam edi
yorlar!
Sıhhatime gelince, Allah'a hamd olsun iyiyim. Burada
sadece sevdiklerimden ayrı olmak beni çok üzüyor. Şikayetçi olduğum mevzu ise, aynı çatı altında toplanmış insanların sudan sebeplerle kavga etmeleri, küfür etmeleri. Tabii o kadar olacak, çünkü insanlar burada sinirlerine hakim olamıyor. He-leki imandan, ibadetten yana eser yoksa Başka ne anlatayım bilemiyorum, herhalde olayların nasıl geliştiğini biliyorsunuz. İzaha kalkamam, anlayacağınız gibi saha dar, kalem kör!.. Burada vaktim pek boş ta geçmiyor, dolu da... İkisinin arası... isterseniz, kısaca izah etmeye çalışacağım. Burada sadece bir tane kadınlar koğuşu var. 150 kadın mahkum hepsi bir arada ve her türlüsü burada "yok" diye bir şey yok. Ahlâk fakiri de burada, ahlaklısı da. Suçlular da var, suçsuzlar da. Hikâyesi uzun, kitaplık bir konu. Bu yüzden dergide anlatmak mümkün değil, inşaallah bir gün!.. Sabah kalkıyoruz, kimi küfürle, kimi sinirle kalkıyor. Burası sabırlı insanların yeri, zira sinirli insanların hemen kafayı oynatmaları mümkün. Ziyaret günlerinin haricinde tek umut mektup; bir bakıyoruz gardiyan veya bir mahkûm bağırıyor, postaaü! Herkes koşarak postaya gidiyor. Postayı dağıtmakla mükellef bayanın etrafına toplanıyorlar, mektubu gelenin yüzü gülüyor, gelmeyenin ki ise mahzun!.. Akşam yedi sıraları sayım oluyor, kapanıyoruz. Fazla uzatmak istemiyorum, normal bir hapishane, kimi zaman çok temiz kimi zaman pis hane!..
Ben ve benim gibi bir kaç kişinin zamanı farklı geçiyor. Ben kitap yazıyorum, okuyorum, şiire benzer şiirler yazıyorum... Şiire benzer diyorum, çünkü yazdığım şiirlere düşüncelerimin, duygularımın penceresi olarak bakıyorum. Bundan başka gazete okuyorum. Burada gazete okuyanlar çok. Meğer ki bir çok gazeteler Sağmacılar cezaevi sayesinde ya-
131
şıyorlarmış. O kadar yalanlar yazılıyormuş ki öğrenince dondum kaldım. Bunlardan bir örnek vereyim: Bir kadın burada olduğu halde, gazetede bir resmi çıkmış ve haber şu mahiyetteydi: "Hapisten çıkan Monika, parasız kaldığından ucuz otel köşelerinde! türk erkekleri tarafından otel masrafları ödeniyor." Koca koğuşta bir kahkaha ki sormayın. Haberi çıkan Monika hepimizden şaşkın. "Daha önce çekilen resmim diyor" ve ardından da ekliyor. "Nasıl ben burada olduğum halde beni otelde diye yazıyorlar?" Velhasıl kardeşim, ömür böyle geçiyor. Bir de bakacağız ki kaşım gözüm derken misafir kapıyı çalmış ve emaneti almış... Eeee ne yapabiliriz, mal onun, mülk onun, istediği zaman verir, istediği zaman alır. Ne verirken kimseye sorar, ne alırken! Kime soracak ki; soru bir üstte sorulur!.. Üst yoksa hükümdar tektir...
Muhterem kardeşlerim, ben kendimden oldukça fazla bahsettim. Sizler nasılsınız? İslamla aranız nasıl? dilerim rab-bimden iyidir. Şuna içten inandım ki İslamın safında olan gençliğimiz İslam dışı hayatın iğrenç maskesini gördü!.. VE BENİM KARDEŞİM İSLAMA SALDIRAN HER ŞEYDEN NEFRET EDİYOR...
Aldığım mektuplara gelince; çoğunuzdan mektup aldım. Cevap veremeyince çok üzüntü çekiyorum. Ne olur, ya bana mektup yazmayın ya da yazınca mektup beklemeyin. Yetiştirmem mümkün değil inanın. Bazı kardeşlerime kısa kısa bir kaç satır yazdım. Bu sefer değişik mektuplar aldım. "Aşkolsun Emine bacı, bu da bana yapılır mıydı? Ben size iki mektup yazdım, cevap vermediniz, Arkâdaşlarınkini cevaplandırmışsınız" inanın sabaha kadar kahroldum 'Seni abla yerine koydum, üvey abla çıktın" gibi sitemler de var. halbuki ben on-onbeş kişi hariç kimselere mektup yazdığımı bilmiyorum. Ne olur cevap gönderemediğim kardeşlerim, beni af edin! İnanın imkânım yok, olsa ben kardeşlerimi memnun etmek istemez miyim? Değil bir mektup, canım feda dava kardeşlerimin yoluna, fakat yüz elim de olsa yine de yetiştiremem.
Bu arada bazı kardeşlerim çok heyecanlı yazıyorlar. Üzüntülerinden sağa sola çatıyorlar. Adresleri de yazılı buraya gelen mektuplar ince elenip sık dokunuyor. Bunu da hatırlatayım!.. Tedbiri elden bırakmamak İslamın şiarıdır. (Tedbiri ba-
132
zıları yangelip yatmak manasında anlıyor). Öyle değil tabi. Başımıza dert açabibilir. Mektup yazan kardeşlerimin dikkatine: İsim kullanmadan suya sabuna dokunmadan yazsınlar. Yalnız yine unutmadan söyleyeyim, mektuplarını aldığım, kardeşlerime dört beş ay sonra kart gönderme yoluna gideceğim. Bu konu beni çok üzüyor. Bazı kardeşlerim de. "Tenezzül etmedin mi bacı? Bir iki satır yazmadın ne oldu? diyor. Kimi de "burnun büyümüş" diyor. Nasıl üzülüyorum bu sözlere, anlatamam. Bir satıra bir kağıt-bir zarf... Her şeyden önce, burada bu kadar zarfı, kağıdı bulmak bazen çok zor. Zoru bırakın mümkün değil. Ne kadar zor durumda olduğumu hissedenler anlayış gösterecektir umarım. Allah razı olsun. Birçok tanıdığım dava kardeşlerimden -sağ olsunlar- üst üste mektup aldım.
Gelelim Mektup dergisine.. Allah, emeği geçen bütün kardeşlerimden razı olsun. Gerçekten mektubun sahipliğini bir çok müslümanlar üstlendiler. Birçok bayiler parasını hemen gönderiyorlarmış. Birçok kardeşlerimiz abone yarışı yapıyorlar. Hepinize hepsine teşekkür ederim. Gün ve gün hatalarımız inşaallah eksilecek hiç şüpheniz olmasın, eğer Allah nasip ederse dergimiz ileride daha güzel olacak (Sam rüzgarları esmezse). Bir üzüntümüz var, dergiye gelmek isteyen gerek erkek, gerek kadın kardeşlerimizi ağırlayacak yerimiz yok. Bu iş için ayrı yer ve kadromuz olması lâzım. Sadece dergi almak isteyen erkeklerin gelebileceği ufak bir yerimiz var, Rabbim her yönden gelişmeyi nasip etsin (Amin). Anlayış göstereceğinize inanıyoruz. Bu konuda genç kızlardan çok mektup alıyorum. İnşaallah bir kaç yıl sonra hanım kardeşlerimizi ağırlayacak yer ve kadroyu ayarlarız. Aldığım mektuplardan anladığıma göre dergimiz diğer dergiler gibi çok beğenilmekte. İnşaallah rabbimizin indinde de beğenilir. İşte gerçek bahtiyarlık odur. İnsanlar çok beğenmiş, rabbim beğenmemiş öyle delgiyi ne yapalım? Öyle canı, öyle malı ne yapalım? bir can ki Allah'ın huzuruna paçavra gibi çıkar, bir can ki, Allah'tan gayrisinden korkar, o canın köpek canıyla arasında ne fark vardır? Kalemim bodur olduğu için değerli okuyucularım, değerli kardeşlerim yavaş yavaş veda edelim. Söylediğim gibi, beni merak etmeyin. Ben beni hiç merak etmiyorum, çünkü benden daha önemli olan var! Müslüma-
133
nın daha tanımadığı, insanlığın saadeti Kur'anımı düşünmekten, ona karşı vazifemi yapamamanın ezikliğini duymaktan kendimi düşünmeğe inanın bazan zamanım yok dua edin.
Sadece benim için değil; Yılanların pençesine sıkışmış gençlik için, kahvelerde vaktini öldürüp beş vakit namazını kılamayanlar, için... Onların gerçekleri görmeleri için. Bir ayakkabı alamadığı için, kendini küçük gören kızlarımız için, İslama göre kapanan ve bu yüzden alay konusu olduğu halde, çevresine aldırmayan mücahidem için, sokaklar şehvet pazarı olduğu halde namuslu, hayatını bozmayan erkek kardeşlerim için, mücahitler için... Görünen görünmeyen düşmanların müslüman tarafından bilinmesi için!.. Davalarda anne hasreti çeken, geleceği, sevgiden, bir yuvadan mahrum olan yavrular için, bir başka kadın için sokağa atılan zavallı kadınlar için... velhasıl dünyanın düzelmesi için... kendimizin düzelmesi, gerçek ölçüyü bulmamız için dua istiyorum.
Allah'ın selamı üzerinize olsun. '
Bacınız Emine Şenlikoğlu
134
Hastahanedeyim
Tansiyonum sekize düşünce beni hastahaneye yatırdılar... Şimdi hastahanede yatıyorum. Daha doğrusu revir... Küçücük pencereleri var. Ama cezaevinden biraz farklı. Bu cezaevinde karşımızdaki köprü görülüyor. Bir de sık sık doktor ziyaret ederek hastaların durumunu soruyor. Gerçi mahkûmların hastalığı her ne kadar sorulsa da mahkûm olduğu devletin doktorlarının bazıları tarafından hiç unutulmuyor! Ayrıca cezaevine gireli bu sekizinci ayım oldu. Bir taraftan size bu notları alırken bir taraftan da iki kitab bitirdim. Bunların birisi "Siz Sordunuz Biz Söyledik" ikincisi "İstanbulu Mesken mi Tuttun" idi. İsmini beğenmeyip "Ne olur ihanet etme" olarak değiştirdim. Onlar bitti. Hastalığım olmasaydı bayağı işler yapacaktım. Fakat manevi baskıdan insan pek bir şey yapamıyor.
Şu günlerde biraz üzgünüm ama üzülmeyeceğim. Üzü-lürsem moralman yıpranırım. Buna rağmen yine de insanız. Bazı insanlar beni oldukça çok yıprattılar. Nerede ise insan denen mahlûktan psikolojik olarak bayağı nefret ettim. Aman ya Rabbi bazı insanlar ne kadar korkunç oluyorlar. Sebeble-rini yazmayacağım ama çok bunaldığım bir günde yazdığım iki şiirimi buraya alıyorum. Bu şiirler "Mahkum Duygular'a' ' da konmuş üçüncü baskıda, Zira o kadar üzülmüşüm ki. Sanki dünyada hiç insan kalmamış gibi yazmışım. Biliyorsunuz benim bir özelliğim, bulunduğum ruh haline göre yazarım.
İşte hiç hoş olmayan ama bazı noktalarda haklı olduğum şiirciğim:
135
TANIDIĞIM İNSAN
Şu dünyada en çok sevdiğim, saydığım insanlar, En çok ürktüğüm, kaçtığım anlayamadığım da onlar. Dağlarda yaşayan, yılanları, çıyanları tanıdım anladım. Fakat şu insanları ne anlayabildim, ne de tanıdım. Bir bakıyorum melek, yumuşak ve incemi ince Sonra devran değişiyor, belirli an gelince i
İnsanlar'a hizmet için öleyim...Şerefle... İftiharla Yalnız onlardan uzak olayım, yaşayayım çıyanla Öylesine şaşkınım, öylesine bedbahtım ki şu insanlardan Nasıl böyle oldum, nasıl kaçtım nasıl yandım onlardan . Beni böyle ah-u zâr ettiren sebepleri bilseniz "Haklısın" hem de çook çok.haklı dersiniz. Deniz dibindeki kum tanesini, denizdeki dalgayı Saman yolundaki yıldızı, gezegendeki Ay'ı Kır çiçeğini, bal yapan arıyı, eşek ansını hepsini birbir. Tanıdım çözdüm. Fakaaat, insanlar öyle değildir. Kum gözüme girecekse, yıldız tepeme düşecekse gördüm Yün eğirdim, pamuk topladım, ip aldım, diken ördüm Ahh... Şu insanlar... Öyle büyük bulmaca ki çözmeden öleceğim
Bir insan görürsem, insanların içinden, alnından öpeceğim Öyle ezdiler ki beni, değirmen taşında, adeta toz oldum "Kimdir beni ezen?" diye baktım, karşımda dostumu buldum. Rabbim buyurmaz mı? "İnsan nankördür" diye İyiler de var, bu darbeciler niçin böyle? Niçin ve niye? Ahh, şu yalan dünyadan bir sadık kul tanımadan gitmek , Onlar için eriyip yine onların derdiyle bitmek Eyy... Bilinmez insan! Ne olur göründüğün gibi ol Ben seni tanımadım, kardeşlerime tanınan kişi ol...
Siz nasıl buldunuz bu şiirciği? Aradan yıllar geçti şimdi, okudum yine aklıma geldi o günler.
- Stres.. Ağlasan suç ağlamasan suç... Tüm gözler senin üzerinde, arkandan düşmanlık yüzünden dostluk yapan insanlar.
136
HASTAHANE
Burası devlet hastahanesi, Bayrampaşa Sağmacılar, Hem hastahane, hem cezaevi, ikileşti acılar, Dörtgen pencereleri, dörtgen demirleri var, Bazen bakıyorum pencereden sabaha kadar Biraz öncede baktım, saat gecenin bir onbeşi Hava sisli, araba sesleri seyrek, İstanbul fuhuş leşi. Baktım, düşündüm, aşağıda nöbetçi asker bana Mırıldandı "Hey sen kimsin, camdan bakmasana" Camdan bakmaya bile hakkım yokmuş kendi yurdumda. Sormuyor asker bana "Heyy... Ne işin var senin burda?" "Suçun ne? Kim kapattı seni hapishaneye böyle?" Sormuyor biliyor ki buraya gelen suçludur... Öyle... Hiç bir şey söylemedim askere hem de hiç bir şey Susarken ağladım, ağlarken çok şey söyledim çok şey. Eyy! Karanlık gece, sen şahidimsin değil mi? Söyleyin geceler, Türkiyem benim değil mi? Ben neden buradayım? Niçin kilitli pencereler? Ağlayarak akmıyor mu Türkiyemde dereler? Onlar bile anlıyor, benim suçum, suçsuzluk Suçsuzlukta "suç" oldu, bu nasıl şuursuzluk? Elli adım ötede cadde. Oraya çıkamıyorum neden? Annem, babam, yanıma gelemiyor ve de ben Bir canamı kıydım? Hayır. Hırsızlık mı yalan mı? Yalan mı söyledim, canimiyim şahid var mı? Yaz eyy, Kiramen kâtibin yaz.. Bu gecemi yaz. Bir gün olur feryad edeceğim avaz avaz Çok değil, çok az zaman var, maskeniz düşecek O gün sizin değil, bizim borumuz ötecek...ötecek...
14.2.1986
137
Kardeşime Hasret Kaldım
Yer yer sizlere hissettirdiğimi zannettiğim bir konuda şudur:
Ben cezaevinde en fazla vaaz dinlemeye hasret kaldım. Bir talebenin "ben şunu öğrendim" diyerek o öğrendiğini anlatmasından tutun da bir ehli takvanın iki kelimesine dahi hasretim.
Kitap okumak., isterse yüzlerce kitap okuyun,karşıdaki kişiden duyulduğu gibi olmuyor.
Bazen Recep efendiye "muhterem bana biraz vaaz ver" diyorum. Konuşacak konular çok olduğu için zaman bulunmuyor. Kabinden kabine görüştüğümüz zaman zaten on beş dakika konuşuyoruz. Oda "nasılsın iyimisin?"le geçiyor.
Dolayısıyla eşim ve çok saygı duyduğum hocam Recep efendiden de vaaz dinleyemiyorum.
Dün güzel bir sürpriz oldu.
Sonradan dönüş yapmış tam bir mücahid olan narkozcu Bahiddin Çolak kardeşimiz İskenderpaşa Camisine Esat Coşan efendiyi dinlemeye gitmiş. Orda bazı notlar almış bana iletti. Bazıları bildiğim konular olduğu halde sanki ilk defa duymuşum gibi beni etkiledi. Bir anda kendimi kalabalık cemaatin içinde hissettim. Ne kadar güzel bir duygu. Hayal bile olsa insanın kardeşleri ile aynı yerde bulunması.
Allah mü'minlerin hiç birini vaazdan ayırmasın. Çok zor çook. Bence insanın mapusta en büyük sıkıntısı bu. Ne don-
138
durmayı özledim, ne de çok sevdiğim lahana sarmasını. Her şey bir yana. Sadece manevi alanda en çok özlediğim vaazlar oldu. Şu an vaaz dinliyeyimde en avam birinden ama doğrulan dinliyeyim razıyım.
İşte bahsettiğim vaazdan alıntılar.
Ebu Hureyre'defTCr.a) rivayet olunmuştur "Kıyamet gü^ nü bana en yakın olanınız, ahlaken en güzel olanınızdır. En uzak olanlarda en çok konuşanlar kibirli olanlardır." (çok konuşup çok hata yapanlar ağzına gelen her şeyi söyleyenlerdir)
•Yetimlerini büyütüp en güzel şekilde terbiye eden, süslenmeyi unutan dul kadın, cennette bana yakın olandır.
(Not: Evlenmek günah olduğundan değil, şayet evlenmiyorsa ve de evlenmeyi düşünmediği halde süslenmiyorsa. Bu kadın Allah'a yakın demektir. Evlenmek isteyen dul kadına evlenme yasağı yoktur. Bazı durumlarda evlenmesi daha iyidir. E.Ş.)
•Yetimi kollayan koruyanlarla dâ çok yakınız. Resulul-lah orta ve baş parmağını işaret ederek onunla şu iki parmak gibiyiz buyurmuştur.
•Kur'an'ı okuyup onunla amel eden kişinin, anne ve babasına (müslümansa) öyle bir tac giydirilir ki o tacın ışığı güneşin ışığından daha fazla aydınlatır. H.Ş.
•Allah'ı anmanın dışında çok söz söylemek kalbe zarardır.
•Doğruluğunu kesin bilmediğin bir şeyi söyleme.
•Kul kendisini sevdirmişse Rabbine, bir hata yaptığında bin tane şefaatçi getirir Rabbi ona.
•Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Ayet.
•İmandan sonra en önemli ibadet namazdır, (namazda hesapta yüzü ak çıkarsa, diğerlerinde de kolaylıktır) Bir insan namaz kıldığı halde, kötülüklerden uzak durmuyorsa, o namaz onu Allah'tan uzaklaştırır.
•İnat ve kibir şeytani bir vasıftır.
•Şeytan: Ben insanları helak etmek için çalışırım, onlarda
139
beni tevbe istiğfarla helak ederler. Fakat (bazılarını) sonunda kibirle helak ederim.
•Efendimiz abdestsiz kalır su bulamazsa, suyun bulunduğu yere kadar teyemmümle gider "Ölürsem Allah'ın huzuruna abdestsiz çıkmayayım" buyurmuştur.
•Uzun ömürlü işlerde de "Allah izin verirse" demelidir.
Çok isterdik bir notta Mahmut efendi hazretlerinden yazıp getiren olsaydı.
140
Savcıların Ziyareti
Nasıl oldu bilmiyorum, bir de baktım büyük demir kapı açıldı. İki yabancı ile cezaevi savcısı geldiler.
Misafir savcılar mahkûmları şöyle bir süzdükten sonra tek tek hepsine sordular. Sıra bana geldi.
—Senin suçun ne?
—163. maddeyi ihlâl.
—Yaaa... Sen şeriatçımısın?
—Evet.
—Şeriatçılara bu ülkede yer yok.
—Neden, ülke sizin tekelinizemi verildi?
—Siz İran'a veya Suud'a gidin.
—Neden İran'a gideyim? Benim ülkem burası... Sonra Hristiyan olanlar Almanya'ya, Yahudi olanlar İsrail'e Dinsizler Rusyaya gidiyormu ki, ben İran'a gideyim. Ben neden inandım diye İran'a, Suudi Arabistan'a gideceğim. Biza tahammülünüz yoksa siz gidin savcı bey. Böylesi akla, mantığa ve tarihe daha yakın...
—Siz fen hakkında nasıl düşünürsünüz?
—Doğru ve insanca düşünürüz. İlme, tekniğe karşı de-
141
ğiliz fakat bilime de tapmıyoruz. Sadece Allah'a tapıyoruz. Allah'tan başka ilâh tanımıyoruz, hiç kimse de tanıtamaz. —Sizin inancınızda flörtte yok değil mi?
—Evet yok. Bizde kişi kendisi için lâyık görmediğini başkasına da lâyık görmemeli (bu konularda).
—Olurmu öyle şey? Mesela senin beyin hiçbir kadın ile gezip gönül eğlendirmesin mi? Olmaz böyle şey. Mutlaka gez-meli eğlenmeli bir hanım ile. Adam bekar mı kalsın sen cezaevinden çıkana kadar?
—Savcı bey ya benim beyim sizin kızınıza rastlarsa onunla gönül eğlendirirse durum ne olacak?
Ve bozulan bir surat... İğne kendine batınca değişti durum. Böylelerine haddini bildirmeyen, sinirden kendisini yer. Ben sinir olup, sinir beni yiyeceğine söyleyeyimde onu yesin dedim. Haksızmıyım?
142
Köprüaltı Çocuğu
"Köprüaltı çocuğu" ne demektir? diye bir kaç kez düşünmüştüm. Neden dam altı, ağaç altı değil de "köprü altı"
Şu anda cezaevi revirindeyim. Demir parmaklıklar arasından karşımdaki köprüyü görüyorum. O köprünün üstünden geçenler altında olanlar tam karşımda. İki yüzünüde görüyorum köprünün. İki boyutlu dünya misali.
Dostları ilə paylaş: |