Gaye-i Hilkat:
Gaye; "hedef, maksat ve son" anlamlarına gelir. Hilkat ise "yaratılış" demektir. Terim olarak, "yaratılış gayesi" mânasına gelir.
Asırlardan beri yapılan ve yapılmakta olan ilmi araştırmalar göstermiştir ki; yaratılan her varlık bir maksat ve gaye için yaratılmıştır. Önceleri faydası bilinmeyen bazı yaratıkların birçok faydaları asrımızdaki ilmi araştırmalarla ortaya konmuştur.
Kur'an nazarında âlemde yaratılan varlıkların en üstünü insandır. Yine Kur'an'ın ifadesiyle insan, yeryüzünün hali fesidir.
Yaratılmışların en şereflisi ve en mümtazı olan ve kendisine sayısız nimetler verilen insanoğlunun yeryüzünde tek ve değişmeyen bir gayesi vardır o da; Kâinatın tek yaratıcısı olan Cenab-ı Hakkı tanıması, bilmesi ve O'na gerçek anlamda iman etmesidir.
Yüce Rabbimiz, Kur'an-ı Kerim'de meâlen şöyle buyuruyor:
"Şüphesiz biz, insanı en güzel bir şekilde yarattık.”95
“O Allah ki, sizi yeryüzünde halifeler kıldı. Bazınızı bazınızın üzerin edereclerle yükseltti. Size verdiği her türlü nimetlerden sizi imtihan etmek için muhakkak ki Rabbin, hesabı çabuk olandır ve o, gerçekten de çok bağışlayıcıdır. Çok merhametlidir.”96
Onlar... göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen münezzehsin..." 97buyurarak, kainatta bulunan hiç bir varlığın boşuna yaratılmadığını, her mevcudun bir var oluş sebebi ve hikmetinin bulunduğunu ifadeetmektedir.
Diğer bazı âyet-i kerimelerde Yüce Allah, evrendeki varlıkların yaratılış gayelerini şöyle bildiriyor:
“O, yeryüzünü size (ikamet etmeniz için) bir döşek, göğü de yüksek bir tavan yaptı. Gökten su (yağmur) indirerek, onunla size rızık olmak üzere (türlü-türlü) ürünler meydana getirdi. Artık Allah'a bile bile eş koşmayın.”98
"Biz yeryüzünü (rahat yaşamanız için) bir beşik, dağları da onun için birer direk kılmadık mı? Sizi çift çift yarattık. Uykunuzu dinlenme zamanı, geceyi bir örtü yaptık. Gündüzü, geçiminizi sağlamak vakti kıldık. Üstünüze yedi kat gök bina ettik. Parlak ışık veren güneşi varettik. Taneler, bitkiler ve ağaçları sarmış dolaş (olmuş) bahçeler yetiştirmek için, yoğunlaşmış bulutlardan bol bol yağmur yağdırdık.”99
Evet. Evrende bulunan canlı-cansız her varlıkta ve her olayda mutlaka bir ilahi hikmet gizlidir.
Kainatı meydana getiren her varlığın bir yaratılış gayesinin olması, bir anlamda Allah'ın varlığını isbat eden delillerdendir.
Meşhur İslâm Filozofu İbn-i Rüşel bu konuda şöyle demektedir:
"Bu dünyada bulunan varlıkların karakter ve tabiatını araştırınca onların, sanki insan için, insanın varlığını devam ettirmek için yaratılmış olduğunu görürüz. Bu alaka, gaye ve dengenin gelişigüzel, rastgele bir tesadüf neticesinde olması mümkün değildir. Belki bu denge ve uyum, insana verilen kıymet ve önemli her şeyin ona hizmet ve faydalı olma gayesini hedef alarak, müstakil, irade ve kudret sahibi bir varlık tarafından yaratılmış olduğunu gösterir. Gece ile gündüz, ay ile güneş, mevsimler, göklerin yaratılışı, yağmurun yağması, denizler ve karalar, otlar, ağaçlar, hayvanlar, toprak, su, hava, ateş hulasa her şey insanın yaşamasına, rahat ve saadetine hizmet için yaratılmıştır. Bu şüphe götürmez bir hakikattir."
Evet. Şu muhteşem kainatın uğruna yaratıldığı ve mevcudat içerisinde en güzel şekilde var edilen insanın da bir yaratılış gayesinin olması gerekir. Öyle ise insanın yaratılışındaki hikmet nedir?
İnsanı yaratan yüce Allah olduğuna göre, onun varoluş sebeb ve hikmetini de en iyi bilen O'dur. Bu durumda Kur'an'a ve O'nun mubelliği olan Peygamber'imiz (s.a.s)'in hadis-i şeriflerine bakmak durumundayız.
İnsanın hangi gaye için yaratıldığına geçmeden önce, gerçekten bir amaç için yaratılıp yaratılmadığını anlamak lazımdır. Kur'an-ı Kerim bu konuda:
"Sizi boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?" 100 buyurarak, biraz sert ama ikaz edici ve uyarıcı bir tarzda, yaratılışımızda bir gaye ve hedefin varlığını haber veriyor. Öyle ise nedir bu gaye?
İnsan sadece yemek içmek için mi yaratılmıştır. Veya üremek, mal biriktirmek, gününü gün etmek için mi yaratılmıştır. Yoksa başka bir gayesi var mıdır?
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de bütün sorulara,
"Ben insanları ve cinleri, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." buyurarak, tek cümle ile cevap vermiştir.
Evet. İnsan olarak yaratılış gayemiz, Allah'ı tanımak ve O'na kulluk etmektir.
“Ey insanlar, sizi de, sizden öncekileri de yaratan Rabbinize ibadet edin, Ta ki takva sahibi olasınız.”101 Ayet-i Kerimesi de kulluğun önem ve değerini ortaya koymaktadır.
Tarih boyunca bu gayenin idraki içinde hareket edenler, huzursuzluktan kurtulmuş, küfür karanlıklarından sıyrılmış, imânın manevi zevkiyle mesud ve bahtiyar olmuşlardır. Yaradılış gayelerinden uzaklaşan, Yaradan'a sırt çeviren, imânı bırakıp küfrü, iyiliği bırakıp kötülüğü, Hak'kı bırakıp batılı tercih edenler ise bedbaht olmuş, ömür boyu huzur yüzü görmemiş, küfrün vermiş olduğu bir sancı ile yıllarca karanlıklar içinde kıvranıp durmuşlardır. Yaradılış gayesinden uzaklaşan bir insan, insanlık meziyetlerini kaybetmiş, insanlık şeref ve haysiyetini ayaklar altına almış olur. Huzur yüzü göremez. Bir parça huzur yüzü görebilmek için içki içer, kumar oynar, Allah'ın haram kıldığı işleri yapar ama imkânsız. Allah'ın haram kıldığı şeylerde huzurolurmu hiç? Kesinlikle hayır!
Yüce Rabb'imiz Rahmet ve hidayet kaynağı olan Kur'an-ı Kerim'de meâlen şöyle buyuruyor:
“Andolsun, şükrederseniz elbette sizi(n nimetlerinizi) artırırım. Andolsun nankörlük ederseniz hiç şüphesiz benim azabım cidden çetindir.”102
“Eğer küfrederseniz şüphesiz Allah sizden müstağnidir. Bununla beraber O, kullarının küfrüne razı olmaz. Eğer şükrederseniz, sizin fadeniz için bundan hoşnud olur. Hiçbir günahkar diğerinin günahını çekmez. Nihayet hepinizin dönüp gidişi ancak Rabbinizedir. Artık neler yapmakta idiniz, O, size haber verir. Çünkü O, göğüslerin içinde olan her gizliyi bile hakkıyla bilendir.” 103buyuruyor.
Bir diğer âyet-i kerimede yüce Rabbimiz, Allah ve Resulü'ne gerçek anlamda inanan, İslâm'ın icaplarını tam olarak yerine getiren müslüman erkeklerle müslüman kadınlara büyük mükafatlar vereceğini müjdelemektedir.
Gerçekten Allah'ın emrine boyun eğen bütün erkekler ve kadınlar mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, ibadete devam eden erkekler ve kadınlar, (iş ve sözlerinde) sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevazı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve kadınlar (var ya) Allah bunlara bîr mağfiret ve büyük bir mükafat hazırlamıştır." 104
Fahr-i kainat (s.a.s) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar:
"Her kim kelime-i şehadeti söyleyerek Allah'ın varlığını ve birliğini kabul eder, Muhammed'in O'nun elçisi ve kulu olduğunu kalben doğrularsa (yani İslâm Nizamı'na İnanıp onu benimserse) Allah onu ebedi saadet yurdu olan cennete koyar.”105
Bir diğer hadis-i şeriflerinde ise:
"Mü'min bir erkek veya mü'min bir kadın; nefislerinde, çoluk çocuğunda, malında imtihana uğrar. Tâ ki Allah'a temiz ve günahsız olarak kavuşur" buyuruyorlar.
Şükreden bir kul olmak, Allah'ın varlığına, birliğine, eşi ve benzeri olmadığına, noksan" sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıf olduğuna inanmak; Allah'ın emirlerini yerine getirip yasaklarından şiddetle kaçınmakla mümkündür.
Nefislerinin esiri olmuş, şeytanın kuklası durumuna düşmüş, gözleri maddeden başka bir şey görmeyen, kalpleri
küfür lekeleri ile paslı, kulakları hakka tıkalı olan bazı zavallı bedbahtlar, dünyaya yemek, içmek, gezmek, tozmak, tek kelime ile günlerini gün etmek için geldiklerini söylüyorlar. Sağlam bir düşünceden ne kadar uzak, hakikatlere ters düşen, gülünç, çarpık, sapık ve kokuşmuş bir iddia! Çünkü dört ayaklı mahluklarda aynı şeyleri yapıyorlar. Böyle olsaydı insanın hayvanlardan hiçbir farkı kalmazdı. İyi düşünen bir insan, bu çarpık ve sapık fikirlere, iddialara iltifat etmez. İnsanca bir düşünce olmadığını bilir.
Akıl nimeti olmasaydı insan, bir hayvandan farksız olurdu. Bunun aksini iddia edenler, yaradılış gayelerini unutmuş kafirlerdir, materyalistlerdir. Bunlar, nefislerinin esiri, şehvetlerinin zebunu olmuşlardır. Bu fani hayatta yaşamanın tadını çıkarmak isterler. Afedersiniz, hayvanlar gibi alenen fuhuş yaparlar. Dişilerini asla yabancı nazarlardan kıskanmazlar. Namus denen bir mefhum yoktur onlarda. Haya damarları çatlamıştır onların. Din, imân, Kur’an nedir bilmezler. Hayvani aşmışlardır onlar. Hayır hayır... Onları hayvanlar derecesine indirirsek hayvanlara hakaret etmiş oluruz.
Yüce Rabb'imiz, Kur'an-ı Kerim'de yaradılış gayelerinden uzaklaşan inançsızların durumlarına şöyle beyan buyuruyor:
“(Habibim) onlara o kimsenin haberini de oku ki biz kendisine âyetlerimizi vermişdik de, o bunlardan ayrılıp çıkmış, derken şeytan onu arkasına takmış, nihayet azgınlardan olmuştu."
Eğer dileseydik onu bu (âyetler)le yükseltirdik. Fakat o yere saplandı, hevasına uydu. Artık onun sıfatı o köpeğin hâli gibidir ki üstüne varsan dilini sarkıtıp solur, yahud kendi haline bıraksan yine dilini uzatıp solur. İşte âyetlerimizi yalan sayanlar güruhunun sıfatı budur. Artık sen (Habibim) kıssayı (onlara) anlat. Belki iyice düşünürler."
"Ayetlerimizi yalanlayarak sırf kendilerine zulm etmekte olanlar güruhunun hâli ne kötüdür.106
İnsan herşeyden evvel kendisine bakmalı, Allah'ın lütfettiği sayısız nimetleri birbirî tefekkür etmelidir. Bu nimetleri kendisine ihsan edip yaratıkların şereflisi ve mümtazı derecesine yükselten Allah'a şükretmeli. O'nun kuvvet ve azameti karşısında zayıflığını idrak edip ibadet etmelidir. Şayet yaradılış gayesine uygun olarak hareket ederse dünya ve ahiret saadetine kavuşur. Allah'ın yardımına mazhar olur. Yok eğer İslâm'ı yaşamaz, Kur'an'a teslim olmaz, bunca nimetleri ihsan eden Allah'a şükretmez, ibadet, dua ve niyazda bulunmaz, kendi heva ve hevesine kapılıp, nefsani hareket eder, Rezzak-i Âlem olan Allah'a sırt çevirirseo zaman çok büyük ve şiddetli bir azaba duçar olur Allah korusun.
Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de mealen şöyle buyuruyor:
"Ben cinleri de insanları da (başka bir hikmetle değil) ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” buyuruyor.
İnsan, yaratılış gayesinin Allah'a kulluk olduğunu bilmeli, Allah'ın verdiği sayısız nimetlere şükretmeli, gelecek hayatı düşünerek ona göre hareket etmelidir. Bilmelidir ki bu dünya hayata Allah katındasayılıgünlerdenibarettir. Nefsin ve şeytanın vesveselerinden 'korunmak, insanı Allah'a ibadetten alıkoyan sebebleri ortadan kaldırmak, ihlasla, samimiyetle İslâm'ın icaplarını yerine getirmek ve şimdiden gelecek hayata hazırlanmak için ölümü sık sık hatırlamak gerekir. Öldükten sonra tekrar dirileceğimizi, bu dünya hayatında yapmış olduğumuz işlerin, tüketmiş olduğumuz nefeslerin bir bir hesabını vereceğimizi düşünmemiz lâzımdır. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Dünya hayatı, bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Elbette ahiret yurdu, takva sahiplen (Allah'tan korkanlar) için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınız başınıza gelmeyecek mi?" 107
Eşsiz insan ve son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s) Efendimiz bir ha-dis-i şeriflerinde meâlen şöyle buyuruyor:
"Ağız tadını bozan ölümü çok hatırlayın.”108
Yaradılış gayemize uygun hareket etmek; ancak bizleri yoktan var eden yüce Rabb'imizin varlığını, birliğini tasdik edip emirlerini yerine getirmemiz, yasaklarından kaçınmamızla mümkündür.
Gayr-ı Müslim:
Müslüman olmayan, İslam'a inanmayan demektir. Hz. Muhammed (a.s)'in Yüce Allah tara fından gönderilen son peygamber olduğuna inanan kişi, müslim, müslüman, Hz. Muhammed'in peygamberliğine inanmayan kimselere de gayr-i muslim denir. Burada esas olan Hz. Muhammed'in peygamberliğine inanmaktır. Elbette ki O'nun peygamberliğine inanmak, yüce Allah'ın Resulullah'a vahyetmek yoluyla insanlara bildirdiği bütün bilgilere, meleklere, kitaplara, önceki peygamberlere, ahirete, kadere inanmayı gerektirir. Bu tanıma göre, Hristiyan ve Yahudiler (Ehl-i kitap), mecusiler, ateistler, çok tannlı inanç taşıyanlar gayr-î müslim sayılır.
Gayya:
Cehennem'de bulunan derin bir kuyu veya cehenemin en aşağı bölümlerinde yanacak olanların kan ve irinleriyle dolu kuyu. İslam bilginleri buraya namazı terk edip, şehvetlerine uyan azgın kişilerin veya mürted ve münafıkların gireceğini belirtmektedirler.
Gaza:
Savaş gayesiyle düşmana doğru yönelmek, sefere çıkmak müslüman olmayanlarla çarpışmak" demektir.
Yüce Dinîmizde, gerektiği durumlarda gaza ve cihad etmek farzdır. Bu, kitap, sünnet ve ümmetin icmaı ile sabittir.
Dinimizde, gaza (savaş) bir çok menfaat ve hikmetlerden dolayı meşru kılınmıştır. Bunların başında; dine, vatana, mukaddesata ve ırza yapılacak tecavüzleri Önlemek, toplum hayatının huzur ve saadetini temin etmek beşeriyetin yaratıhşındaki gayenin gerçekleşmesini ve islam tebliğini sağlamaktadır.
Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de meâlen şöyle buyuruyor:
“(Ey mü'minler!) Sizinle savaşanlarla Allah yolunda siz de savaşın; fakat aşırı gitmeyin; zira Allah, aşırı gidenleri asla sevmez.”109
“(Ey mü'minler!) Sizin için hoş olmasa da, savaş size farz kılındı; fakat olabilir ki, birşey sizin hakkınızda hayırlıdır da, onu kötü görürsünüz; bir şey de hakkınızda şer olduğu halde, ondan hoşlanırsınız. (Bunu) siz bilemezsiniz de Allah bilir.”110
“.... İmân edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler ise, işte Allah'ın rahmetini umanlar da bunlardır. Allah, çok bağışlayıcı ve çok esirgeyicidir.”111
"(Kafirlerle savaşın ki) Allah sizin ellerinizle onlara azâb etsin; onları zelil etsin; onlara karşı size yardımda bulunsun ve mü'minlerin gönüllerini ferahlandırsın. (Onlarla savaşın ki:) Kalplerin öfkesini gidersin. Allah, dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah, herşeyi hakkıyla bilendir; hikmet sahibidir."112
"Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe iman etmeyenlerle, Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayanlarla ve hak dini din edinmeyenlerle, boyun eğip kendi elleriyle cizye vermedikçe savaşın.”113
Gazab:
İntikam hırsıyla heyecanlanmak, öfkeye kapılmak, hiddet, kontrolü kaybederek şiddetle saldırma anlamlarına gelir. İslam'da müslümanın gazab haline gelmesi iyi görülmemiş, bu durumdan kaçınılması tavsiye edilmiştir. Peygamber Efendimiz bir hadislerinde:
"Gazap şeytandandır" buyurmaktadır.
Bununla birlikte yüce Allah'ın sıfatlarından biri olan gadap (gazap), yukarıda belirttiğimiz anlamlardan farklı olarak, haddi aşarak Allah'a isyan edenleri, peygamberleri ve onlar aracılığıyla kendilerine gönderilen emirleri inkar edenleri alemlerin Rabbinin şiddetle cezalandırması anlamında kullanılmıştır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "Sen bizi doğru yola ilet. Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna. Gazaba uğrayanların ve sapılmışların yoluna değil.”114 buyurulmaktadır. Ayrıca Kur'an-ı Kerim'in pek çok ayetinde geçmiş devirlerdeki inkarcı toplumların uğradıkları gazap anlatılmaktadır. Buna rağmen kutsi bir hadiste, yüce Allah "Rahmetim gazabımı geçmiştir" buyurmaktadır.
Gazi:
Allah yolunda, Allah rızası için savaşan, gaza eden kişi. İ’layı kelimetullah için cihada katılan müslüman asker. Savaşa katılan ve yaralı veya sağ olarak geri dönen mücahit. Allah rızası için savaşan bir asker için iki sonuç vardır: Şehitlik ya da gazilik. Nitekim yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
"Deki: Bize iki iyilikten, gazilik ve şehitlikten başka bir şeyin gelmesini mi bekliyorsunuz?"
Gıpta Etmek:
Başkalarında görülen iyi ve güzel hallere imrenmek"tir. Gıpta'da, başkalarının elinde bulunan iyi ve güzel şeylerin yokluğu istenmez. Böyle bir arzu ve istek olursa, o zaman gıpta olmaz, hased olur. Gıptada böyle bir arzu yoktur. Yani başkasında görülen nimetin yokluğunu temenni etmek yok, sadce kendisinin de aynı nimete sahip olmasını arzu etmek vardır.
Resûlullah (s.a.s)'in şu hadis-i şerifinde geçen hased kelimesi gıpta anlamında kullanılmıştır.
"Şu iki şeyden başkasında hased etmek caiz değildir:
1- Bir adam ki, Allah kendisine servet vermiştir. O da hak yolunda o serveti harcar.
2- Bir adam ki, Allah kendisine hikmet ihsan etmiştir de o da onunla amel eder ve başkalarına öğretir." 115
Gıybet:
Bir insanın duyduğu zaman memnun olmayacağı, hoşlanmayacağı sözü arkasından söylemek"tir. Gıybet mânevi bir hastalıktır. Toplumdaki manevi hastalıkların belki de en korkuncu ve en tehlikelisidir gıybet, dedikodu, arkadan çekiştirmek ve suizanda bulunmak! Bir insan bu hastalıklara yakalandımı kolay kolay kendini kurtaramaz.
Gıybet etmek ölü eti yemek ile bir tutulmuştur İslâm Dini'nde. Çünkü huzursuzlukların, kavgaların, tartışmaların, cinayetlerin büyük bir bölümünün kaynağını teşkil eder. Bir insanın ayıp ve kusurlarını yaymak, başkalarına anlatmak, onu arkadan çekiştirmek ve hakkında dedikodu yapmak büyük günahlardandır. Bir insan bu hastalıklara yakalandı mı kolay kolay kendini kurtaramaz.
Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de meâlen şöle buyuruyor:
“Ey iman edenier, zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü bazı zan (vardır ki) günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Kimini de kiminizi arkadan çekiştirmesin, Sizden herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz değil mi? O halde Allah'tan korkun. Çünkü Allah, tövbeleri kabui edendir, çok esirgeyendir.”116
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) Efendimiz ise, bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyorlar:
“Ben miraca çıkarıldığımda bir topluluğun yanından geçtim. Bunlar, bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı. Bunun üzerine:
“Ey Cebrail, bunlar kimlerdir?” diye sordum. Cebrail:
“Bunlar, insanların etini yiyen (gıybet eden)ler, onların şeref ve namuslarına zarar verenlerdir" dedi. 117
“Gıybet, kötü ahlakın en çirkinlerindendir. Ondan şiddetle kaçınmak gerekir. Gıybet, dedikodu, arkadan çekiştirme gibi kötü huylar, aile ocaklarını söndürür, yuvaları yıkar ve çocukları perişan eder. Gıybeti en güzel bir şekilde Allah'ın Resulü tarif etmiş ve mü'minlerin bu çirkin işten sakınmalan için onlan ikaz buyurmuşlardır.” Bir hadis-i şeriflerinde:
“Gıybet nedir bilir misiniz?” diye sormuş ve cevabınıda yine kendileri vermişlerdir:
“Gıybet, kardeşini onun hoşlanmayacağı bir vasıf ile anlatman ve tanıtman "dır.
“Kardeşimde dediğim vasıf varsa ne' buyurursunuz?” diye soran Ashab-ı kiram'a:
“Eğer dediğin vasıf kardeşinde varsa işte o zaman gıybet olur. Yoksa ona iftira etmiş olursun,” buyurmuşlardır.
Allah'ın helal kıldığı şeylerde mü'minler için kesinlikle faydalar vardır. Bunun içinde yapılması emredilmiştir. Haram kıldığı şeylerde ise zararlar olduğundan yapılması kesinlikle yasaklanmıştır. Peygamberler ve onların varisleri olan İslâm bilginleri, insanları felakete sürükleyen bu manevi hastalığa karşı zaman zaman toplumu uyarmışlar. Mü'minleri bu manevi hastalıktan kurtancı bazı tedbirleri bildirmişlerdir. Bu konuda yaşantılanyla bize örnek olmuşlar ve birer inci hükmünde olan güzel sözler söylemişlerdir.
İşte bunlardan bazıları:
İslâm büyüklerinden Halid Râbi diyor ki:
"Mescidde birinin aleyhinde konuştukları için kendilerini ikaz ettiğim bazı mü'minler, bu defa da bir başka müslümanın dedikodusunu etmeye başladılar. Bu arada nasıl oldu ise, bir iki ke-lime ile ben de onlara katılmış oldum. O gece rüyamda uzun boylu simsiyah bir adam elindeki tabağın içinde bulunan domuz etini göstererek:
“Bundan yiyeceksin,” dedi. Bende:
“Ben müslümanım. Domuz eti benim inancımda necistir, yiyemem,” dedim. O zaman bana şöyle dedi:
“Sen gündüz bundan daha recîs olanını yedin.” (Halid Rabi devamla diyor ki:)
“Sabahleyin uyandığım zaman bu murdar etin kokusunu ağzımda ve midemde hissettiğim gibi yemeklerimde de aynı tiksintiyi verdiğinden kırk gün istifra etmekten kendimi alamadım."
İslâm büyüklerinden Hasan Basri hazretleri gıybetini edenlere birer küçük hediye göndererek:
“Duyduğuma göre aleyhimde konuşmuş, gıybetimi etmişsiniz. Bu suretle sevabınızın bir kısmım bana vermiş ve benim günahımın bir kısmını da siz üzerinize almış bulunuyorsunuz. Bu iyiliğinize karşı duyduğum mahcubiyeti gidermek için şu küçük hediyemin kabulünü rica ederim,”demiştir.
İmam Şarani ise "Tenbihü'l-Muğterrin" adlı eserinde şöyle diyor:
“Kıyamet gününde amel defterini eline alan bazı insanlar;
“Ya Rabbis hani benim kıldığım namazlar, tuttuğum oruçlar, verdiğim sadakalar?”
“Bunların hiçbirinin sevabı yazılmamış,” diyecekler. O zaman Cenab-i Hak onlara şöyle cevap verecek:
“Kazandığınız sevaplarınız amel defterinize kaydedilmiştir ancak siz bunları muhafaza edemediniz. Sevaplarınızı dedikodusunu ettiğiniz insanlara kaptırdınız. Gidip gıybetini ettiğiniz kardeşlerinizin amel defterlerine bakın. Hepsini orada bulacaksınız"
Bunun içindir ki Seyyid Abdülaziz Derûni hazretleri, arkasından konuşanların kapısından seslenerek:
“Kardeşim, derdine ne oldu ki, benim bunca günahımı sen üzerine alam ve senin o kadar sevabım da benim defterime yazdırdın,” derdi.
Şu altı yerde gıybet etmek caizdir:
1- Haksızlığa uğrayan bir kimsenin hakkını almak için yetkili şahıslara ihbarda bulunurken gıybet etmesi,
2- İslâm'a uymayan bir işi değiştirmek ve yok etmek için veya âsi ve günahkar bir kimseyi doğru yola iletmek amacıyla başkasından yardım isterken gı ybet etmek,
3- Hakkında fetva ister iken konuyu anlatmak için yapılan gıybet,
4- Müslümanı kötülük ve zarardan sakındırmak için yapılan gıybet,
5- Bir insan, bir kusuru ile meşhur olursa, o kusur kendisinin lakabı haline gelirse, onu o lakapla anmak caizdir. Buradaki maksat onu kötülemek değil, onu tanıtmaktır.
6- Açık açık günah işleyen bir kimsenin açıktan günah işlediğini söylemek caizdir.
İnsanlara büyük zarar veren, mü'minlerin amel defterlerindeki sevap ve fazileti azaltan gıybet hastalığından şiddetle sakınmak gerekir.
Toplumun huzur ve güvenini bozmamak için başkalarının ayıp ve kusurlarını araştırmamak, gıybet etmemek, gıybet ve dedikodu edenleri de ikaz etmek gerekir.
Netice itibariyle, gıybet denilen manevi hastalığa yakalanmamak ancak, sağlam bir iman, iyi ve güzel hareketler ile gösterişsiz bir takvaya sahip olmakla mümkündür.
Gulül:
Ganimet malına ihanet dek, savaş sonucu ele geçirilen maldan çalmak, aşırmak. Devlet malından yapılan hırsızlık da gulül kavramının kapsamına girer. Peygamber Efendimiz, gulülü büyük günahlardan saymıştır. 118
Glüvv:
Taşkınlık, aşırılık manama da gelen gulüvv kavramı, İslam oıkunda, ticari piyasada fiyatların aşırı olarak artması anlamında kullanılmaktadır.
İslam'da alış-verişteki kâra bir sınır konulmamıştır. Yalnız, malın kusurlarını gizleme, sahip olmadığı özellikle övme gibi yalana, hileye ve kanmaya dayalı alış-veriş yasaklanmışdır. Hz. Peygamber de kendisine fıyatlara narh koyması için yapılan başvuruları reddetmiş, fiyatların piyasaları serbestçe belirlenmesine müdahale etmemiştir. Bununla birlikte daha ıraki dönemlerde zaman zaman bozulan ticari ahlak, ihsanları ihtikara okçuluğa) yöneltmiş, böylece fıyat sun'i olarak artmıştır. Bu durumda İslam alimleri tüketicinin korunmasından devletin bu tür yollara sapanları denetlemesi gerektiğine hüküm vermişlerdir.
Ayrıca dinde aşırılık ve taassup anlamına gelen gulüvv bu yönüyle de Peygamberimiz (a.s) tarafından:
"Sakın ha dinde aşırılığa kaçmayın" hadisi ile yasakmıştır. Guluvv'un zıddı ortayol ve ialdir. Peygamberimiz (a.s) "İşlerin hayırlısı ortayol üzerine olandır" buyurarak i'tidalli davranmayı tavsiye etmiştir.
Gurre:
Kelime anlamı aklık, atın alnındaki beyazlık, parlaklık ve kameri ayların ilk günü demektir. İslam fıkhında ise, ana karnındaki ceninin düşmesine sebep olan kimsenin ödemesi gereken diyete (tazminat) denilir. İslam insanın yaşama hakkını daha ana rahmine düştüğü andan itibaren koruma altına almıştır. Bu yüzden hamile bir kadının çocuğunu düşürmesine sebep olacak bir fiili işleyen kişi için dünya veya ahirette çekeceği bazı cezalar vardır.
İslam alimleri arasında bu suçun kasten veya hata ile işlenmesi, ceninin canlı veya ölü düşmesi durumunda uygulanacak cezalar konusunda ihtilaf vardır. Yaratılışı tamamlanmış ceninin ölü olarak düşmesi halinde Hanefılere göre suçlunun 50 dinar yaklaşık 200 gr. altın veya 500 dirhem (1400 gr. gümüş) diyet ödemesi gerekir. Cenin ikiz, üçüz olursa diyet de buna göre katlanır. Diyet ceninin hısımları arasında miras hisseleri oranında paylaştırılır. Ancak eğer düşmesine bunlardan biri sebep olmuşsa ona pay verilmez.
Gurur (Ve Kibir):
Kişinin malıyla, makamıyla, şehvet ve şeytanıyla aldanması" demektir. Bunlarla kendini üstün görmesi ise, kibirdir.
Mânevi hastalıkların en korkuncu, en tehlikelisi gurur ve kibirdir. Tedâvisi güç olan bir hastalık! Bir çoklarını Allah'a karşı isyan ettiren ve küfre kaydıran, edebi hüsrana duçar eden bir hastalık. Bu da gıybet ve bühtan gibi ahlak-i zemimedendir.
Yüce Rabbimiz, Kur'an-ı Kerim'de meâlen şöyle buyuruyor:
“Yer(yüzün)de kibir-ü azametle yürüme. Çünkü sen arzı cidden yaramazsın ve boycada asla dağlara erişemezsin.”119
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) Efendimiz ise, bir hadis-i şerirlerinde meâlen şöyle buyuruyorlar:
"Cehennemlikleri size haber vereyim mi? Onlar, katı yürekli, malını hayırdan esirgeyen kibirli kimselerdir.”120
Bir diğer hadis-i şeriflerinde ise;
"Çalım satarak elbiselerini sürükleyen kimseye Allah-ü Teala kıyamet gününde rahmet nazarıyla bakmaz." buyuruyorlar.
Şeytanın cennetten kovulmasına, ebedi olarak lanete uğramasına sebeb olan gurur ve kibirdir. Cenab-ı Hak, meleklere:
"Âdem'e secde edin" dediği zaman; şeytan:
“Ben ondan (Âdem'den) hayırlıyım. Öleni ateşten, onu ise, çamurdan yarattın.”121 demiştir. Yeryüzünde azgınlaşan insanların çoğu gurur ve kibir yüzünden azgınlaşmiş, hakkı kabul etmiş, Hak davetçilerine karşı gelmiş ve onlara cephe almışlardır.
Firavun'a:
"İşte ben sizin en yüce Rabbinizim" dedirten gurur ve kibirdir.
Karun'u yeryüzünde çalımlı, insanları hor ve hakir görerek yürümeye, Allah'a isyana zorlayan, Musa(a.s)ın peygamberliğini inkara sürükleyen gurur ve kibirdir.
Karun'un durumunu Yüce Rabbimiz, Kur'an-ı Kerim'de gelecek insanlara ibret olmak üzere şöyle beyân buyuruyor:
“Karun, Musa(a.s)ın kavminden idi. Fakat onlara zulmetti. Biz ona, yalnız kilitlerini taşımak kuvvetli bir cemaate ağır gelecek kadar hazine verdik. Bunun üzerine kavmi kendisine:
“(Servetine mağrur olup) Şımarma. Allah, şımaranları sevmez." demişti. Allah'ın sana verdiği mal ile ahireti kazanmaya çalış. Dünyadan nasibini unutma. Allah'ın sana ihsan buyurduğu gibi sen de ihsan et. Ve yeryüzünde fesat çıkarmaya uğraşma. Çünkü Allah fesat çıkaranları sevmez." Karun:
Ben bunu kendi bilgimle kazandım, dedi. Ondan evvelki asırlarda kuvvetçe ondan daha şiddetli, malca daha zengin, nice kavimleri Allah'ın helak ettiğini bilmiyor mu? Mücrimler günahlarından sorulmaz bile. (Çünkü Allah onların günahlarını bilir ve cehenneme atar.) Bir gün Karun, zinet ve ihtişam içinde kavminin yanma çıktı. Bunun üzerine dünya hayatını arzu edenler:
"Ah, ne olurdu, Karun'a verilen bize de verilse idi. O, cidden büyük baht sahibidir." dediler. İlmi olanlar ise:
"Yazıklar olsun size. Allah'a imân edip iyi işler yapanlar için Allah'ın verdiği sevap daha hayırlıdır, bu sevaba ancak sabredenler ulaşırlar." dediler. Sonra biz onu evi ile beraber yerin altına geçirdik. O vakit onlara Allah'dan başka yardım edecek taraftarları olmadığı gibi yardım da görmediler.122
Kibirli insanların akıbetlerini Cenab-ı Hak işte böyle haber veriyor. Kara toprağın onları nasıl sinesine çektiğini beyân buyuruyor.
Yine Ebu Cehil, Ebu Lehep, As İbni Vail gibi azılı kafirlerin Allah'ın Resulü (s.a.s)e ve müslümanlara karşı cephe almaya teşvik eden, Mucize-i Ahmediye'yi gördükleri halde iman etmelerine mâni olan, inananlara zulüm ve haksızlık etmeye zorlayan gurur ve kibirdir.
"Peygamberlik niçin mekkeli müşriklere gelmedi de bir yetime geldi" dedirterek Hak dine, Onun mübelliği Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (s.a.s) Efendimize ve Ashab-ı Kirarn'a karşı kalplerindeki kin, haset ve husumet duygularını körükleyen gurur ve kibirdir.
Gurur ve kibir şu yedi sebebden ileri gelir:
1- İlimden
2- İbâdetten
3- Nesepten
4- Güzellik ve süsten
5- Zenginlikten
6- Kuvvetten
7- Mahiyetindekilerle övünmekten Bunlardan birine veya bir kaçına sahip olan kimse Allah'ın emrettiği şekilde muhafaza eder, tevazu gösterirse gurur ve kibir hastalığına yakalanmaz. Gurur ve kibir gibi mânevi zehirlere karşı panzehir hükmünde olan tevazu ve güzel ahlâka sahip olmak lazımdır. Ancak bu şekilde kurtulur mü'min.
Bir adam Peygamberimiz (s.a.s) Efendimizin yanında sol eliyle yemek yiyordu. Peygamberimiz (s.a.s):
"Sağ elinle ye" buyurdu. O adam da:
“Yapamıyorum" dedi. Rasul-ü Ekrem (s.a.s):
“Yapamaz ol" dedi. Zira o adam bu işi kibirinden dolayı yapmamıştı.
Ravi diyor ki, o adam bundan böyle elini ağzına götüremez oldu. 123
Gurur ve kibir;
1-Allah'a karşı
2- Resulullah (s.a.s)a karşı
3- İnsanlara karşı
olmak üzere üç kısma ayrılır.
Allah'a karşı olan gurur ve kibir, şeytanın, Firavun'un, Nemrud'un yaptıklarıdır. Resulullah (s.a.s)'a karşı olan gurur ve kibir Ebu Cehil'in ve o günkü azgın kafirlerin yaptıklarıdır. İnsanlara karşı olanı ise, onları hor ve hakir görmek, kendisinden küçük ve zayıf kabul etmektir. Gıybet ve bühtanda olduğu gibi gurur ve kibir de olgun bir imân ve salih amellerle önlenebilir.
Rasul-i Ekrem (s.a.s) Efendimiz'in yaşayışını Ebu Sâid-el Hudri (r.a) şöyle anlatıyor:
"Resulullah (s.a.s) hayvanlara yem verir, deveyi bağlar, ahıra gider, koyun sağar, nalinini tamir eder, yırtık ve söküğünü diker ve hizmetçileri ile yemek yerdi. Hizmetçi yorulunca el değirmenini döndürmekte ona yardım ederdi. Çarşıdan birşeyler alır, kucağında eve getirirdi. Fakire, zengine, küçüğe, büyüğe önce kendisi selam verirdi. Mübarek elini önce kendisi onlara uzatırdı. Din hususunda köle ile hür, siyah ile beyaz arasında fark gözetmezdi. Gece ve gündüz aynı elbiseyi giyerdi. Üstü başı toz toprak içinde olanların bile davetlerine giderdi. Önüne ne getirseler az da olsa hakir görmezdi. Akşam yemeğini sabah için bırakmazdı. Güzel ahlâklı, kerim tabiatlı olup herkesle iyi geçinirdi. Mütebessim idi (kahkaha ile) gülmezdi. Üzüntülü idi, yüzden belli etmezdi. Sert ve haşin değildi. Cömert idi. İsraf etmezdi. Herkese merhametli idi. İnce kalpli idi. Daima başını önüne eğerdi. Kimseye tem a' etmezdi."
Gusül (Boy Abdesti):
(Ağız, burun ve) tepeden tırnağa kadar vücudun her tarafını hiçbir kuru yer kalmayacak şekilde yıkamak"tır. Güslün diğer bir adı da "Boy abdesti"dir.
Cenab-ı Hak, Kur'ân-ı Kerim'de meâlen şöyle buyuruyor:
“(Habibim) Sana kadınların aybaşı hâlinden soruyorlar. De ki: "O bir ezadır." Aybaşı hâlinde iken kadınlar(ınız)dan uzak durun (cinsel ilişkiye girmeyin) temizlenmelerine kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri zaman, Allah'ın size emrettiği şekilde yaklaşın. Allah tövbe edenleri sever, temizlenenleri sever.”124
Yukarıda mealleri verilen âyet-i kerimelerde beyan edildiği gibi cünüp olan bir kimsenin boy abdesti alması; hayız veyanifas hâlinden kurtulan bir kadının boy abdesti alması farzdır. Bu durumlarda da guslün farz olduğu; kitap, sünnet ve icma ile sabittir.
Cünüp değilken cuma veya bayram namazı kılmak maksadıyla boy abdesti almak sünnettir.
Hac ve umre için ihrama girerken boy abdesti almak sünnettir.
Bilhassa cuma ve bayram namazları kılmak için boy abdesti almak çok sevaptır. Cuma ve bayram namazlarına gitmeden önce boy abdesti almak, sevgili Peygamberimiz'in mübarek adetlerindendi.
Boy abdestini gerektiren hallerden birinin meydana gelmesi durumunda boy abdesti alınmadan;
a- Namaz kılmak,
b- Kur'ân-ı Kerim okumak,
c- Kur'ân-ı Kerim'e dokunmak,
d- Kabe'yi tavaf etmek,
e- Camiye girmek, haramdır.
Guslün (Boy Abdestinin) Farzları:
Guslün diğer birifadeyle boy abdestinin farzları Hanefi Mezhebine göre üçtür:
1- Ağıza su vermek: Ağıza su alıp ağzın içini iyice yıkamak, hatta suyun boğaza kadar inmesini sağlamaktır.
Oyuk olan dişlerin arasına yemek artıkları giren bir kimsenin ağzana aldığı suyu dişlerinin arasına ulaştırması yeterli sayılmakla beraber, dişlerin arasını veya oyuk dişlerin arasındaki yemek artıklarını temizledikten sonra ağzına su alıp çalkalaması en uygun olanıdır. Oyuk olan dişlerin arasında yemek artıkları bulunduğu halde ağza alınan suyun oyuk dişlerin iç kısımlarına ulaşamayacağı ihtimali vardır.
Zaruri hallerdeyarü şiddetli soğuk havalarda veya suyun çok az miktarda bulunduğu zamanlarda ağıza alınıp yutulan bir miktar su, mazmaza dediğimiz ağzı yıkama işlemine yeterli sayılır. Yeter ki ağza alınan su, ağzın iç kısmının tamimim ıslatmış olsun. Zaruri hallerin dışında sünnete uygun olarak alman abdestin mükâfata çok büyüktür.
2- Buruna Su Çekip Yıkamak: Buruna su çekip genize kadar ulaşmasını sağlamak sonra da sol el ile sümkürmektir. Burun içinde kuruyup kalan sümüklerin su ile temizlenmesi gerekir. Temizlenmediği zaman gusül abdesti tam olarak alınmamış sayılır.
3- Tepeden tırnağa kadar bütün vücudu yıkamak: Vücudumuzu en küçük (iğne ucu kadar da olsa) kuru bir yer kalmayacak şekilde yıkamaktır. Suyun deriye nüfuzunu engelleyecek maddeleri önceden vücudumuzdan yıkayıp temizlemek gerekir.
Kuruyup kalan hamur veya kadınların tırnaklarının üzerine sürdükleri oje ve benzeri maddeler suyun deriye geçmesine engel olur. Bunlan iyice temizledikten sonra boy abdesti alınır. Aksi halde o kişi, cünüp sayılır. Yağlı boya cinsinden sayılmayan yağ ve boyalar, suyun deri ile temasına mâni değildir. Sabun ve benzeri bir temizlik maddesi kullanmadan sadece su ile oğuşturulduğu halde çıkmayan kirler de suyun deri ile temasına engel değildir. Ancak sünnete uygun olması bakımında sabun ve benzeri temizlik maddeleri önceden iyice temizlendikten sonra gusül abdesti almak en doğru olanıdır.
Örgülü saçlar, sakal ve bıyık nasıl yıkanmalıdır?
Boy abdesti alırken suyun saç, sakal ve bıyığın altına ulaşmasını sağlamak gerekir. Uzun ve örgülü saçları bulunan erkeklerin saçlarını açmaları, suyu saç ve sakalının aralarına ulaştırmaları vaciptir. Kadınların ise örgülü saçlarını çözmeleri şart değildir. Sadece saçlarının altına suyun ulaşmasını temin etmeleri yeterlidir. Ancak âdabına uygun olanı, örgülü saçların çözülüp yıkanmasıdır.
Gusulün (Boy Abdesti'nin) Sünnetleri:
1- Boy abdesti almaya besmele ile başlamak,
2- Niyet etmek, (Hanefi mezhebine göre sünnet; Şafii ve Maliki mezhebine göre ise farzdır),
3- Vücudun herhangi bir yerinde bulunan kir veya pisliği önceden yıkayıp temizlemek,
4- Avret yerlerini (pis olsun veya olmasın) ayrıca yıkamak,
5- Boy abdestinden evvel namaz abdesti almak,
6. Vücuda üç defa su dökmek ve her döküşte, suyu eliyle vücudun her tarafına ulaştırmak,
7- Vücuda su dökerken önce baştan başlamak, sonra sağ omuza, daha sonra da sol omuza su döküp elle vücudu oğmak suretiyle suyun bütün vücuda yayılmasını sağlamak. Sağ ve sol omuzlara da suyu her döküşte aynı şekilde hareket etmek. Suyu ilk defa döküp elle oğuşturmak suretiyle suyun bütün vücuda yayılmasını sağlamak
Farz; ikinci ve üçüncü defa su dökmek ve suyun bütün vücuda yayılmasını sağlamak ise SÜNNET'tir.
Gusulün (Boy abdestinin) Adabı:
1- Boy abdesti alırken suyu lüzumundan fazlakull anıp israf etmemek,
2- Rahat bir şekilde boy abdesti alınamayacak kadar suyu az kullanmak, (Boy abdestinden maksat temizlik olduğu için suyu ihtiyaç olduğu kadar kullanmak gerekir),
3- Boy abdesti alırken kıbleye yönelmemek,
4- Başa, sağ ve sol omuzlara su döktükten sonra birinci defa el ile vücudu oğmak sünnet; ikinci ve üçüncü defa oğmakiseboy abdestinin âdabındandır.
5- Kapalı bir yerde boy abdesti almak,
6- Boy abdesti alırken konuşmamaktır.
Gusulü (Boy Abdestini) Gerektiren Hâller:
Boy abdestini (guslü) gerektiren hâller üç ana başlık altında toplanmıştır. Bunlar:
1- Cünüp olmak: Erkek veya kadın, menilerinin şehvetle dışarı çıkması veya cinsel ilişkide bulunmaları hâlinde cünüp sayılırlar. Meninin şehvetle dışarı çıkması uyanıkken olduğu gibi uyku halinde de olabilir.
Hangi isim altında ve ne şekilde olursa olsun meninin şehvetle dışan çıkması hâlinde kişi cünüp sayılır ve boy abdesti alması üzerine farz olur.
2- Cinsel ilişkide bulunmak: Cinsel ilişkide bulunanların menileri aksın veya akmasın cünüp sayılırlar. Boy abdesti almaları farzdır. Bu durumda ergenlik çağı esastır. Henüz "buluğ çağı" dediğimiz olgunluk dönemine girmemiş olanlara gusül abdesti farz değildir.
Akil ve baliğ olduğu belli olan bir kimsenin cinsel ilişkiye girmesi hâlinde menisi aksın veya akmasın mutlaka gusül abdesti alması gerekir. Bu durumda gusül abdesti almak farzdır.
3- Kadınlarda görülen hayız ve nifas hâli: Hayız ve nifas halinde bulunan bir kadından kan akması şarttır. Bazı kadınlarda doğumdan sonra kan görülmeyebilir. Kan aksın veya akmaszın böyle bir durumda bulunan bir kadının boy abdesti alması gerekir. Hayız veya nifas hâlinden kurtulan kadınların boy abdesti almaları farzdır.
Gusül (Boy Abdesti) Beş Kısma Ayrılır:
Boy abdesti; farz, vacip, sünnet, müstehab ve mendup olmak üzere beş kısma ayrılır.
1- Cünüplükten kurtulmak için alınması gereken boy abdesti ile kadınların hayız ve nifas hâllerinden kurtuldukları zaman almaları gereken boy abdesti FARZ'dır.
2- Cenaze yıkayacak olan şahsın gusül abdesti alması, bir kâfirin müslüman olduğu zaman gusül abdesti alması, kız çocuğunun ergenlik alameti olan ilk hayız kanının kesilmesi halinde boy abdesti alması, erkek çocuğunun da ergenlik belirtisi olarak ihtilam olması hâlinde boy abdesti alması VACİP'tir.
3- Cuma ve bayram namazları kılmak için boy abdesti almak, hac ve umre için ihrama girerken boy abdesti almak, arife günü boy abdesti almak SÜNNET'tir.
4- Cünüp olmadığı hâlde bir kâfirin ihtida etmesi durumunda boy abdesti alması MÜSTEHAB'dır.
5- Mekke'ye girilirken, Müzdelife'de vakfe yapılırken, Medine'ye girilirken boy abdesti almak; cinnet geçiren bir kimsenin kendine geldiğinde boy abdesti alması, bir çocuğun yaş itibariyle ergenlik çağına gelmesi durumunda boy abdesti alması MENDUP'dur.
Guslün (Boy Abdestinin) Alınışı:
Boy abdestinin nasıl alınacağını madde madde açıklarsak:
1- Önce besmele çekeriz.
2- Sonra boy abdesti almaya niyet ederiz,
3- Ellerimizi bileklerimize kadar yıkarız,
4- Vücudumuzda pislik bulunan yerler ile ön ve arka edep yerlerimizi yıkarız,
5- Namaz abdesti gibi bir abdest alırız,
(bulunduğumuz yerde su birikiyorsa ayaklarımızı yıkamayı boy abdestinin sonuna bırakırız),
6- Önce başımıza, sonra sağ omuzumuza, sonra da sol omuzumuza üçer defa su dökeriz, (Vücudumuzu ovalayıp her yanımızın iyice yıkanmasına dikkat ederiz.) Vücudumuzda iğne ucu kadar küçük de olsa kuru bir yer kalmamasına itina ederiz. Koltuk altı, göbek çukuru, saç ve sakal dipleri gibi yerleri iyice oğuşturur, suyun ulaşmasını sağlarız.
Vücudumuzda bulunan yaranın sargısının çözülmesi mahzurlu ise üzerine meshederiz.
Günah:
İslâm'a ve insan yaratılışına uymayip kaçınılması gereken fiil ve sözler'dir. "Helâl ve mubah olmayan şeyleri işlemek" diyede tarif edilebilir. Nelerin günah olup olmadığın Edille-i Erbaa dediğimiz Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas'dan öğrenilir. Günah olup olmayan şeylerin bir çoğu âyetler ve hadisi şeriflerde açıklanmış, nelerin günah olup olmadığını umumi ölçüler verilmiştir. Hiç bir müslüman bu ölçülere dayanmadan bir şey hakkında günahdır veya günah değildir hükmünü veremez.
Günahlar, müslümanın kalbini karartır. Kamil insan olmasını engeller. Bundan dolayıdırki, İslâm uleması; "temizlik süslenmeden evvel gelir." demişlerdir. Yani kalbi günah pisliğinden temizlemeden, salih amellerle süslemek imkânsızdır.
Günah-ı Kebair:
Kebair; Arapça'da "KEBİRE" kelimesinin çoğuludur. KEBİRE; "büyük günah" dernektir. Günah-ı kebair ise; "Büyük günahlar" demektir.
Büyük günah hangi günahdır? Kaç tanedir? Bu hususlarda İslâm alimleri çeşitli görüşler açıklamışlardır. Fakat çoğunluğun kabul ettiği şudur: Büyük günahlar; Kur'an'da ve Sünnet'te günah olduğu belirtilen ve azab ile tehdid edilen günahlardır. 125
Büyük günahların kaç tane olduğu hakkında da çeşitli görüşler varsa ela meşhur olan büyük günahların sayısı yedidir.
1- Allah'a şirk koşmak,
2- Adam öldürmek,
3- Namuslu bir kadına zina iftirasında bulunmak,
4- Zina etmek,
5- İçki içmek,
6- Hırsızlık yapmak,
7- Anaya babaya karşı gelmektir.
Abdullah İbn-i Ömer'den rivayet edildiğine göre büyük günahlar dokuz tanedir ve şunlardır:
1- Adam öldürmek,
2- Faiz yemek,
3- Yetim malı yemek,
4- Namuslu bir kadına zina iftirasında bulunmak,
5- Yalan şahitliği yapmak,
6- Anaya babaya karşı gelmek,
7- Harbden kaçmak,
8- Sihir yapmak veya yaptırmak,
9- Mescid-i Haram'da günah işlemektir.
Aslında büyük günahlar ne yedi ve ne dokuz tanedir. Fakat bu sayılanlar en büyükleridir. Nitekim Hz. İbn-i Abbas'a:
“Günah-ı Kebair yedi midir?” diye soruldu O:
“Yedi yüze yakındır.” diye cevap verdi.
Bir başka hadis-i şerifle, istiğfar edildiği takdirde, büyük günahın büyük olmaktan çıkıp yok olacağı, küçük günaha da devam edildiği takdirde, küçük olmaktan çıkıp büyüyeceği haber verilmektedir.
Bazı İslâm büyükleri şöyle demişlerdir: İşlediğin günahın büyüklüğüne küçüklüğüne bakma, kime karşı suç işlediğine dikkat et! Bu yönüyle bütün günahlar büyüktür.
Büyük günahlardan sakınıldığı taktirde küçük günahların bağışlanacağına dair Allah'ın va'di vardır.
Yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de meâlen şöyle buyuruyor:
“Eğer yasak edildiğiniz büyük (günahkar dan kaçınırsanız sizin (öbür) kabahatlerinizi örteriz ve sizi şerefli bir mevkiye (getirip) koyarız.”126buyuruyor.
İnsan, Allah'ın lütfettiği sayısız nimetler içinde bazen sarhoşluğa kapılmak suretiyle günah çukuruna yuvarlanıyor. İnsanın günah çukuruna yuvarlanmasında nefis ve şeytanın büyük rolü vardır. İnsan, çoğu zaman nefis ve şeytanın tuzağına düşerek Allah'ın yasaklarını çiğneyip günah işlemektedir.
Mü'minleri felakete sürükleyen, belâ ve musibetlere duçar eden, dert ve ızdırap ateşini körükleyen, insanı isyana zorlayan büyük günahlardan bazıları şunlardır:
Allah'a Şirk (Ortak) Koşmak: Bu, büyük günahların en korkuncudur. Bu öyle bir korkunç günahtır ki, inanan bir insanı bile dininden, imanından uzaklaştırır, küfre düşürür. Kalbinde bir kandil gibi parlayan imanını söndürür. Bir âyet-i kerimede yüce Rabbimiz meâlen:
“Şüphesiz ki, Allah, kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bunun dışında dilediği kimseyi affeder. Kim Allah'a eş tutarsa muhakkak pek büyük bir günah ile iftira etmiş olur.”127buyuruyor.
Fahr-i Âlem (s.a.s) ise bir hadis-i şeriflerinde:
“Kim bir şeyi ortak tutmayarak Allah'a kavuşacak olursa cennete girer. Kim de O'na (Allah'a) şirk koştuğu halde ölürse ateşe (cehenneme) girer.”128buyuruyor.
Yine bir hadis-i şeriflerinde:
“Şeytan birinize gelir de: şunu bunu kim yarattı”? diye vesvese eder. Nihayet: Rabbini kim yarattı? der. (Vesvese böyle bir noktaya) ulaştığı zaman o (kimse) Allah'a sığınsın ve (kuruntuya) son versin.”129buyuruyor.
Diğer bir hadis-i şeriflerinde ise:
“Ümmetim üzerine en çok korktuğum şey, Allah'a ortak koşmaktır. Haberiniz olsun! Ben, onların güneşe, aya, ve puta tapınacaklarını söyleyecek değilim. Fakat Allah'dan gayrı için yapılan işler ile gizli şehvet (den endişe duyuyorum)" 130 buyuruyor.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) Efendimiz, şu meallerini arzettiğim hadis-i şerifleriyle Allah'a şirk koşmanın ne büyük ve ne korkunç bir günah olduğunu, Allah'a şirk koşanın ise cehenneme gireceğini beyan buyurmaktadır. İnsanın en büyük düşmanı olan şeytan, birçok konularda olduğu gibi bilhassa bu konuda da iman edenleri aldatabilmek için çeşitli vesveseler verir. Hatta öyle ki hadis-i şerifte beyan buyurulduğu üzere:
"Şunu kim yarattı, bunu kim yarattı derken Allah'ı kim yarattı?" gibi imana etki edecek korkunç vesveseler verir.
Bu durumlardatam anlamıyla Allah'a sığınmak, Hemen tövbe ve istiğfarda bulunmak lazımdır. Şeytanı yanımızdan uzaklaştırmak, şeytanın şerrinden bizi koruması için yüce Rabbimize dua ve niyazda bulunmak.
Anne ve Babaya İsyan Etmek: İslâm dini anne ve babaya isyan etmeyi de büyük günahlardan saymıştır. Çocuk doğmadan önce dokuz ay karnında taşıyan, doğduran sonra da onu büyütebilmek için birçok sıkıntılara katlanan anne ile; ailesinin nafakasını temin edebilmek için kış-yaz demeden çalışan, onları başkalarına muhtaç etmemek için hayatını feda eden babaya isyan etmek elbette büyük günahtır.
Yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de meâlen şöyle buyuruyor:
“Rabbin, kendinden başkasına kulluk etmeyin. Ana ve babaya iyi muamele edin diye hükmetti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererlerse, onlara "öf (bile) deme. Onları azarlama. Onlara güzel (ve tatlı) söz söyle. Onlara acıyarak tevazu kanadını (yerlere kadar) indir ve "Ya Rab, onlar beni çocukken nasıl terbiye ettilerse sen de kendilerini (öylece) esirge, de." 131
Resul-i Ekrem (s.a.s), birgün yanında bulunanlara:
“En büyük günahlardan size haber vereyim mi,” buyurdu ve bu sözü üç defa tekrarladı.
“Evet ya Resulallah,” dedik. Resul-i Ekrem(s.a.s):
“Allah'a şirk koşmak, ana ve babaya asi olmaktır." 132 buyurdu.
Ez. Enes (r.a) anlatıyor:
“Birgün, Peygamberimiz (s.a.s) minbere çıktı. Sonra üç defa "âmin, âmin, âmin" buyurdu.
Âmin dediğin, tasdik ettiğin şeylerin alameti nedir ya Resulallah? denildi. Resul-i Ekrem(s.a.s):
Cebrail (a.s),bana geldi de:
"Ya Resulullah, yanında senin ismin zikredilip de sana salatü selam getirmeyen kimsenin burnu yerde sürünsün." dedi. (Sonra) "Âmin" de (diye tenbih etti). Ben de "Âmin" dedim. Sonra şöyle dedi:
“Ramazan ay'ı gelip de mağfiret olunmadan çıkan kimsenin burnu yerde sürünsün" (Bana) "Âmin" de(dedi) Ben de "Âmin" dedim.
Daha sonra da şunu söyledi:
“Ana ve babasının her ikisini veya bunlardan birini idrak edip (yani bunların ikisinin veya birinin sağlığına erişip) de onlar sebebiyle cennete giremeyen bir kimsenin de burnu yerde sürünsün." (Bana) "Âmin" de(dedi.)” Ben de
"Âmin" dedim." 133
Anne ve babasının hayatta oldukları bir zamana rastlayıp da onlara iyilik ve ihsanda bulunmayan, onların gönlünü alamayan, onlardan helallik dilemeyen, onlara isyan eden, kalplerini kıran, onları inciden, beddualarını alan çocuklara yazıklar olsun. İyi bilsinler ki bu yaptıkları büyük günahtır. Bu büyük günah sebebiyle cehenneme girecekler ve orada günahlarına karşılık ceza ve azap göreceklerdir.
Anne ve baba, eğer evladını Allah'a isyana zorluyorsa, küfre girmesi için baskı yapıyorsa o zaman evlat, Allah'a isyan konusunda anne ve babasına itaat etmez. Bunun dışında anne ve babasına itaat etmek zorundadır. Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"O güzel güzel hareket edenler) ufak tefek suçlar hariç olmak üzere günahın büyüklerinden ve fuhuşlardan kaçınanlardır. Şüphesiz ki Rabbin, mağrifeti bol olandır." 134
Yüce Rabbimiz, bizim için maddi ve manevi faydaları olan, bizi dünya ve ahiret saadetine erdiren, huzurumuzun devamını sağlayan, iyilikler ile; bizi felaketlere sürükleyen, belâ ve musibetlere duçar kılan, huzursuzlukların kaynağım teşkil eden kötülükleri Kur'an-ı Kerim'de açık olarak beyan buyurmuştur.
“Allah'ın emirlerini yerine getiren, iyi ve güzel hareketlerde bulunan, tek kelime ile İslâm'ın icaplarını yerine getiren insanlar, bu dünya hayatında huzur içinde yaşadıkları gibi ahiret gününde de ebedi mutluluğa erecek ve büyük mükafatlara nail olacaklardır.”
Allah'ın haram kıldığı, büyük günahlardan saydığı işleri yapanlar da bu dünya hayatında huzursuzluktan, belâ ve musibetlerden kurtulamayacakları gibi ahiret gününde ceza görecek ve işledikleri günahlara karşılık cehenneme gireceklerdir.
İffetli bir kadına zina isnad etmek:
Büyük günahlardan birtanesi de iffetli birkadına zina isnad etmektir. İffetini ve namusunu muhafaza eden, yabancı nazarlardan sakınan, Allahdan hakkıyla korkan bir kadına iftira etmek elbette büyük bir günahdır.
Yüce Rabbimiz bir âyet-i kerimede meâlen:
“Namuslu ve hür kadınlara (zina isnadıyla) iftira atan, sonra (bu babda) dört şahit getirmeyen kimseler(in her birine) de seksen değnek vurun. Onların ebedi şahitliklerini kabul etmeyin. Onlar fâsıkların tâ kendileridir.”135 buyuruyor.
Büyük günahlardan sakınanları mükafatlandıracağını vaadediyor Cenab-ı Hak. Birâyet-i kerimede meâlen:
“Eğer yasak edildiğiniz büyük (günahkardan kaçınırsanız sizin (öbür) kabahatlerinizi örteriz ve sizi şerefli bir mevkiye koyarız.”136 buyuruyor.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde meâlen:
“İffetli bir kadına zina (iftirası) atmak, yüz senelik (hayırlı) işi yıkar.”137 buyuruyor.
Haksız Yere Adam Öldürmektir. Allah'ın verdiği bir cana kıymak büyük günahtır. Bu konuda da Peygamberimiz (s.a.s) Efendimiz şu hadis-i şerifleriyle biz ikaz buyuruyor:
“Bir mü’minin (haksız olarak) öldürülmesi Allah katında dünyanın zeval bulmasından daha büyük (bir günah)dır." 138
“Müslümana sövmek fısk (ehlinin işi)dir. Onu (Müslüman olduğu için) öldürmek küfürdür."
“(Kıyamet günü) halkın arasında ilk hükme bağlanacak şey kan (akıtmakla ilgili dâvâlar)dır."
Haksız yere adam öldürmek de diğer büyük günahlar gibi insanı felakete götürür. Allah'ın azabına duçar kılar. Haksız yere bir cana nasıl kıyılabilir? Bir Müslüman'ı Müslüman olduğu için öldürmek küfürdür. Müslüman, Müslüman'a karşı silah kullanamaz, onu öldürmeye teşebbüs edemez.
Alem'lere Rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:
“Kim bize karşı (kullanmak üzere) silah taşırsa, bizden değildir."
Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde meâlen:
“İki müslüman erkek, her biri diğerinin aleyhine (kullanmak üzere) silah taşırsa her İkisi de cehennemin kenarındadırlar. Bir diğerini öldürdüğü zaman her ikisi de ateştedir." buyuruyor.
İkisi de kesin olarak birbirlerini öldürmek için silah taşıyor ve fırsat buldukça birbirlerine ateş edecek, öldürecektir. İşte bundan dolayı ikisi de ateştedir. Hem öldüren ve hem de öldürülen kimse. Çünkü öldürülen öldüreni hedef almıştı. O öldürmemiş olsaydı kendisi onu öldürecekti. İkisi de bu büyük günahtan dolayı ateşe (cehenneme) girecek ve orada bu çirkin hareketlerine karşılık ceza göreceklerdir.
Yalan yere yemin etmek: Bir insanın, doğru olmadığını bildiği halde o meselenin doğruluğunu isbatlamak için ettiği yemin büyük günahtır. O yemin yalan yere yapılmaktadır. Çünkü olmayan bir şeyi olmuş gibi, yapılmayan bir şeyi yapılmış gibi, söylenmemiş bir sözü söylenmiş gibi gösterebilmek için yalan yere yemin eder. Karşısındakini inandırmaya çalışır. Böylece büyük günah işlemiş olur. Bu büyük günah onun kalbindeki imanına etki eder. Salih ameline etki eder. O, buna aldırış etmez. Ölüm meleği Azrail (a.s)ı karşısında gördüğü zaman bu yaptıklarına pişman olur ama zaman çoktan geçmiş sayılır.
Allah'ın Resulü bu konuda şöyle buyuruyor:
“Yalandan sakının. Çünkü yalan (sahibini) imandan uzaklaştırıcıdır.”
"Veyl (yazıklar) olsun. Halkı güldürmek için bir haber verip de yalan söyleyenlere. Veyl ve helak olanlara."
Ebu Hureyreden Resulullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
Birgün Resul-i Ekrem (s.a.s):
“Helak edici yedi şeyden sakının,” buyurdu. Ashab-ı Kiram:
“Ya Rasulullah, o yedi şey nedir?” diye sorduklarında Fahri-âlem:
“Allah'a şirk koşmak,”
“Sihir yapmak,”
“Allah'ın katlini haram kıldığı bîr hayatı öldürmek (haklı olarak öldürülen müstesna),”
“Yetim malı yemek,”
“Faiz kazancı yemek,”
“Düşmana hücum sırasında savaştan kaçmak,”
“Zinadan masum olup hatırından bile geçirmeyen müslüman kadınlara zina isnat etmek." 139
Ehl-i Sünnet mezhebine göre; inkar, hafife alma, küçümseme olmamak şartıyla büyük günahları işleyen kimse kafir olmaz. Günahkar mü'mindir. Mutezile ve Hariciler, büyük günah işleyenleri mü'min saymazlar. Tövbe etmeden ölürlerse cehennemde ebedi olarak kalacaklarına inanırlar. Mutezileler, büyük günah işleyen kimselerin imanla küfür arasında kaldıklarını iddia ederler. Hariciler ise doğrudan doğruya kafir olduklarını söylerler.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz (s.a.s) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Sizden evvelkiler içinde bir adam vardı. 99 kişi öldürmüştü. Sonra dünyânın en büyük âlimi kimdir? diye soruşturdu. Ona bir rahip gösterildi. Bunun üzerine râhibin yanına gitti:
“99 adam öldürdüm, tövbe etsem olurmu?”diye sordu.
Rahip:
“Tövben kabul olmaz,” dedi.
Bunun üzerine o adam rahibi de öldürdü. Onunla yüzü doldurdu. Sonra yeryüzü halkının en büyük âlimini sorup araştırdı. Ona âlim bir kimseyi tavsiye ettiler.
Âlime sordu:
“100 adam öldürdüm, tövbe etsem kabul olur mu?”
Âlim:
“Evet, seninle tövben arasında kim hail olabilir. Filan yere git. Orada Allah'a ibadetle meşgul olanlar vardır. Onlarla beraber Allah'a ibadet et, memleketine dönme. Zira orası fena bir yerdir,” dedi.
Bunun üzerine adam yola çıktı. Yarı yola vardığında öldü. Rahmet melekleri ile azap melekleri bu adam hakkında münakaşa ettiler. Rahmet melekleri:
“Bu adam candan tövbe ederek geldi,” dediler. Azap melekleri:
“Bu adam hiçbir iyilik işlememiştir,” dediler.
Bunun üzerine insan kıyafetinde bir melek bunların yanına geldi. Melekler onu aralarına hakem yaptılar. Melek şöyle dedi: İki taraftaki mesafeyi mukayese ediniz. Hangi tarafa daha yakın ise adam o tarafındır. Mesafeyi ölçtüler. Adamı varacağı yere daha yakın buldular.
Bundan dolayı onu rahmet melekleri aldılar. 140
Güneş Tutulması Namazı:
Güneş tutulduğu zaman Allah nzası için kılınan nafile bir namazdır. Buna Kusuf Namazı da denir. Kâinatta meydana gelen bazı büyük olaylar vardır. Bu büyük olaylar karşısında, kainatın sahibine karşı tazarru ve niyazda bulunmak Sünnet'tir. Güneş tutulması da tabiatta cereyan eden büyük bir olaydır. İnanan insan, kainatın yaratanına ve bu olayları ince hesaplar içinde meydana getiren Allah'ın huzurunda secdeye kapanır. Allah'ın büyüklüğünü ve onun büyüklüğü karşısında kendi küçüklüğünü tefekkür eder, bu idrakin içinde secde eder.
Resûlullah (s.a.s) güneş ve ayın Allah'ın âyetlerinden iki âyet olduğunu, güneş ve ay tutulmalarında namaz kılmayı tavsiye etmiş ve güneş tutulunca ashabıyla birlikte namaz kılmışlardır.
Güneş tutulması namazı (Kusuf namazı) iki rek'at veya dört rek'at yahutta daha fazla kılınabilir. Cemaatle kılınırsa cuma imamı kıldırır. Kusüf Namazı'nı büyük camilerde kılmak efdaldir. Sahrada da kılınabilir. Tek başına da kılınır. Ezan, ikamet olmadığı gibi sesli de kıldırılmaz ve hutbe okunmaz. Bu namazda kıraati, rukuyu ve secdeyi uzatmak sünnettir. Namazdan sonra imam ayağa kalkar ve ayakta cemaata yönelir, dua eder, cemaat de oturduğu yerde "Âmin" der.
Dostları ilə paylaş: |