<Müminlerin Emiri Hz. Ali(a.s) >İkinci Bölüm <Mehdi ÖNDER>
Önceki yazımızda Hz. Emir-ül Müminin Ali (a.s)’ın yaşamının beş dönemde incelenmesi gerektiğini belirtmiş, doğumundan Bi’sata ve Bi’sat’tan Hicret’e kadar geçen süreden müteşekkil birinci ve ikinci dönemlerini özet olarak gözden geçirmiştik. Bu yazımızda Hazret’in yaşamının üçüncü dönemi olan Hicret’ten Allah Resulü’nün vefatına kadar olan dönemini ana hatlarıyla kısaca ele alacağız.
<>3. Dönem (Hicret’ten Peygamber (s.a.a)’in Vefatına Kadar) Ali (a.s), Peygamber (s.a.a)’in Kardeşi
İslâm kardeşliği, İslâm dininin içtimaî esaslarındandır. Peygamber (s.a.a), bu kardeşlik bağını oluşturup sağlamlaştırmak için büyük çaba sarf etmiştir. Resulullah, Medine’ye girdikten sonra Muhacirler ile Ensar arasında kardeşlik ahdi yapılmasını kararlaştırdı. Bu amaçla bir gün Müslümanların toplu olduğu bir sırada ayağa kalktı ve şöyle buyurdu: “Allah yolunda ikişer ikişer kardeş olun.” Müslümanlar ikişer ikişer birbirlerinin elini sıktılar. Böylece aralarındaki vahdet ve bağlılık daha da sağlamlaşmış oldu. Bu ahitleşmede, kardeş olanların iman, fazilet ve diğer yönlerden şahsiyetinin birbirine denk olmasına riayet ediliyordu. Bu konu, kardeş olanların durum ve hâlleri incelenince açıkça ortaya çıkar. Orada bulunanların her biri için bir kardeş seçildi, en sona Ali (a.s) kaldı. Gözleri yaşla dolu bir hâlde Resulullah’a şöyle arz etti: “Beni kimseyle kardeş etmedin.” Resulullah şöyle buyurdu: “Sen benim iki cihanda kardeşimsin.”[1] Sonra kendisiyle Ali (a.s) arasında kardeşlik ahdi yaptı.[2] Bu olay, Ali (a.s)’ın azamet ve faziletinin ölçüsünü ve onun Resulullah (s.a.a)’e ne kadar yakın olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Savaş Cephelerinde
Ali (a.s)’ın Hicret’ten Resulullah’ın vefatına kadarki yaşantısı, birçok olaylara, özellikle de onun cihad cephelerinde yapmış olduğu büyük fedakârlara sahne olmuştur. Resulullah (s.a.a), Medine’ye hicret ettikten sonra müşrikler, Yahudiler ve isyankârlar ile 27 gazve yapmıştır. Ali (a.s), bunlardan 26 tanesine katılmıştır. Sadece Tebûk Gazvesi’ne katılmamıştır. Bunun sebebi de şartların çok kritik olması idi. Münafıklar, Resulullah’ın yokluğunda İslâm hükûmetinin merkezinde bir oyun çevirebilirlerdi. Bu yüzden Ali (a.s), Resulullah (s.a.a)’in emriyle Medine’de kaldı. Biz, örnek olarak Ali (a.s)’ın sadece dört büyük savaştaki rolüne değineceğiz:
Bedir Savaşı
Bildiğiniz gibi Bedir Savaşı Müslümanlar ile müşrikler arasında vuku bulan ilk savaştır. Bu savaş, iki taraf için de bir deneme niteliği taşıyordu. Bu yüzden her iki taraf için çok önemliydi.
Bu savaş, Hicret’in ikinci yılında vuku buldu. O tarihte Resulullah (s.a.a), Kureyş’in Ebu Süfyan liderliğindeki ticaret kervanının Şam’dan Mekke’ye doğru hareket ettiği haberini aldı. Medine’nin yakınlarından geçtiği sırada Resulullah (s.a.a), Muhacirler ve Ensar’dan 313 kişiyle kervanı ele geçirmek için Bedir mıntıkasına doğru hareket etti.
<>Resulullah’ın bu hareketteki hedefi, Kureyş’in ticaret yollarının İslâm kuvvetlerinin eli altında olduğunu, İslâm’ın tebliğini ve özgürlüğünü engellemeye kalkışırlarsa, onların iktisadî yollarının İslâm kuvvetleri tarafından kesileceğini onlara bildirmekti.
Diğer taraftan, Ebu Süfyan Müslümanların hareketinden haberdar olunca kervanın yolunu Kızıldeniz’in kenarından geçen başka bir yola doğru çevirerek kervanı tehlike bölgesinden hızla uzaklaştırdı. Bunu yaparken Kureyş’ten de yardım istedi.
Ebu Süfyan’ın yardım istemesi üzerine Kureyşliler 950-1000 kişilik bir orduyla Medine’ye doğru hareket ettiler. Ramazan ayının 17. günü Müslümanlar ile müşrikler karşı kaşıya geldiler. Şirk ordusu, İslâm ordusunun üç katıydı.
Savaşın başlangıcında tam teçhizatlı üç Kureyş savaşçısı, Utbe (Hind’in babası), Utbe’nin büyük kardeşi Şeybe ve Velid (Utbe’nin oğlu), nara atarak savaş meydanına geldiler. Recez okuyarak savaşçı istediler. Ensar’dan üç kişi öne çıkararak kendilerini tanıttılar. Kureyş’in savaşçıları bunlarla savaşmayı reddederek bağırdılar: “Ey Muhammed! Bizim kavmimizden, bizim ayarımızda olan kişileri gönder.” Resulullah (s.a.a) Ubeyd b. Haris b. Abdulmuttalip, Hamza b. Abdulmuttalip ve Ali b. Ebî Talib’e onlarla savaşmaları için emir verdi. Bu üç cesur mücahit savaş meydanına gittiler ve kendilerini tanıttılar. Karşıdakiler üçünü de kabul ettiler. “Üçü de bizim ayarımızdadırlar.” dediler. Hamza ile Şeybe, Ubeyd ile Utbe, onların en gençleri olan Ali ile de Muaviye’nın dayısı Velid karşı karşıya geldiler. Ali ve Hamza, rakiplerini hemen yere serip öldürdüler. Fakat Ubeyd ile Utbe’nin savaşı henüz sürüyordu. Birbirlerine galip gelemiyorlardı. Ali ve Hamza kendi rakiplerini öldürdükten sonra Ubeyd’in yardımına koşarak Utbe’yi de cehenneme gönderdiler.[3]
Ali (a.s), sonraları Muaviye’ye yazdığı mektuplarından birinde bu hadiseye şöyle işaret etmiştir: “Bir savaşta ceddine (Utbe), dayına (Velid) ve kardeşine (Hanzala) indirdiğim kılıç şu anda bendedir.”[4]
Bu üç İslâm kahramanının zaferinden sonra şirk ordusunun komutanları büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Savaş başladı. Sonuçta şirk ordusu ağır bir şekilde bozguna uğradı, 70 kişi de esir alındı.
Bu savaşta şirk ordusundan öldürülenlerin yarısından çoğu, Ali (a.s)’ın kılıcıyla helâk oldular.
Merhum Şeyh Müfid, Bedir Savaşı’nda öldürülen müşriklerden 36 tanesinin adını zikrediyor ve şöyle yazıyor: “Şiî ve Sünnî raviler, ittifakla bunları Ali (a.s)’ın öldürdüğünü yazmışlardır. Katili hakkında ihtilâf olan veya Ali’nin başkalarıyla beraber öldürdüğü kişiler bunların dışındadır.”[5]
<>Uhud Cephesinde Eşsiz Bir Şecaat
Bedir Savaşı’nın yenilgisinden sonra Kureyşliler çok rahatsız oldular. Ölülerinin intikamını almak ve bu büyük yenilgiyi telâfi etmek için daha fazla asker ve daha mücehhez bir ordu ile Medine’ye saldırma kararı aldılar.
Resulullah’ın habercileri Kureyş’in bu kararını ona bildirdiler. Resulullah, düşmana karşı koymak için askerî bir şûra oluşturdu. Müslümanlardan bir grup, onlarla Medine dışında savaşmayı önerdiler.
Peygamber 1000 kişi ile Medine’yi terk ederek Uhud dağına doğru hareket etti. Yolda ünlü Münafık Abdullah b. Übey ve taraftarlarının geri dönmeleriyle İslâm kuvvetlerinden 300 kişi azaldı. Hicret’in 3. yılı, şevval ayının 7. gününün sabahı Uhud dağının eteklerinde iki ordu karşı karşıya geldiler.
İslâm Peygamberi, savaş başlamadan önce çevreyi gözden geçirdi. Çevrede hassas bir noktayı belirleyerek düşmanın buradan nüfuz edebileceğini bildirdi. Savaşın kızgın anında düşman o noktadan nüfuz ederek Müslümanlara arkadan saldırabilirdi. Abdullah b. Cübey komutasında 50 okçuyu o hassas noktaya yerleştirdi. Onlara, Müslümanlar yenseler de, yenilseler de bu hassas noktayı kesinlikle terk etmemelerini tekitle emretti.
Diğer taraftan, o dönemdeki savaşlarda sancak güçlü ve cesur birine verilirdi. Çünkü onun, dayanıklılığı ve sancağı yukarıda tutması, savaşçılar için bir moral kaynağı oluyordu. Sancaktarın ölmesi ve sancağın yere düşmesi, onların ruhî yönden yıkılmasına sebep olmaktaydı. Bundan dolayı, savaş başlamadan önce en cesur savaşçılardan birkaçını sancaktar olarak tayin ediyorlardı.
Bu savaşta da Kuryeşliler böyle yaptılar. Benî Abduddar kabilesi gibi cesurluk ve şecaatte ünlü olan kişileri sancaktar olarak seçtiler. Fakat savaş başladıktan sonra onların hepsi ard arda Ali (a.s)’ın eliyle öldürüldüler. Sancağın peş peşe yere düşmesi, Kureyş ordusunu yıktı ve askerleri kaçmaya başladılar.
İmam Sadık (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir:
“Uhud Savaşı’nda şirk ordusunun sancaktarları dokuz kişi idiler. Onların hepsi Ali (a.s)’ın eliyle öldürüldüler.”[6]
İbn-i Esir de şöyle yazıyor: “Kureyş’in sancaktarlarına galip gelen, Ali idi.”[7]
Merhum Şeyh Saduk’un rivayetine göre, Ali (a.s) altı kişilik şûraya gösterdiği delillerde bu konuya değinmiştir:
“Allah aşkına söyleyin: Sizlerin içinde benden başka, Benî Abduddar sancaktarlarını öldüren birisi var mıydı?”
<>Sonra İmam ekledi:
“Bu dokuz kişinin ölümünden sonra onların Savab adındaki iri cüsseli köleleri, ağzı köpükle dolmuş, gözleri kıpkırmızı olmuş hâlde meydana çıktı. “Sahiplerimin intikamı için Muhammed’den başkasını öldürmeyeceğim.” diyordu. Sizler onu görünce kenara çekildiniz, ama ben onunla savaştım. Karşılıklı vuruştuk. Sonra ona öyle bir darbe indirdim ki belinden iki parçaya bölündü.”
Şûradakilerin hepsi Ali (a.s)’ın sözlerini tasdik ettiler.[8]
Evet, Kureyş ordusu darmadağın oldu. Bunu gören Abdullah b. Cübey komutanlığındaki okçu birliği ganimet toplamak için bulundukları yeri terk ettiler. Abdullah, Resulullah’ın açık emrini onlara hatırlattı ama, onlar dinlemediler. 40 kişiden fazlası tepeden inerek ganimet toplamaya gittiler. Abdullah b. Cübey on kişiden az bir grupla orada kaldı.
Bu sırada, atlı bir grupla pusuda onları gözetleyen Halid b.Velid bunu görünce onlara hücum etti. Onları öldürdükten sonra cephenin arkasından Müslümanlara saldırdılar. O sırada Amr kızı Alkame adındaki Kureyşli bir kadın sancağı eline aldı. Kureyşli kadınlar, askerlerini teşvik etmek için savaş meydanına gelmişlerdi.
Savaşın durumu tamamen tersine döndü. Müslümanların savaş düzeni bozuldu; safları dağıldı; komutanların birbirleriyle irtibatı kesildi. Sonuçta Müslümanlar kazanmış oldukları bir savaştan yenilgiyle çıktılar. İçlerinde Hamza b. Abdulmuttalip ve İslâm ordusunun sancaktarlarından olan Mus’ab b. Umeyr’in de bulunduğu yaklaşık 70 İslâm mücahidi şehid oldu.
Diğer taraftan, Resulullah’ın ölüm haberinin yalan olarak yayılması, Müslümanların tamamen dağılmalarına sebep oldu.
Şirk ordusunun bu yeni baskısıyla Müslümanların tamamına yakını geri çekilerek dağa kaçtılar. Peygamber’in yanında birkaç kişiden başka kimse kalmadı. İslâm tarihinin en buhranlı ve zor anlarından biri yaşanıyordu.
İşte bu gibi anlarda Ali (a.s)’ın önemli rolü ortaya çıkıyordu. Çünkü Ali (a.s), eşsiz bir cesaret ve şecaat ile Resulullah’ın yanında kılıç sallıyordu. Müşriklerin ard arda saldırıları karşısında İslâm’ın büyük önderinin mukaddes vücudunu koruyordu.
İbn-i Esir, kendi tarihinde şöyle yazıyor:
“Resulullah, müşriklerden bir grubun kendilerine saldırmakta olduklarını görünce Ali’ye onlara saldırmasını emretti. Ali, bu emre uyarak onlara hücum etti. Birkaçını öldürerek dağılmalarını sağladı. Sonra Resulullah başka bir grubu gördü. Ali’ye onlara da saldırmasını emretti. Ali, onlardan da bazılarını öldürerek onları da dağıttı. Bu sırada Vahiy Meleği nazil oldu ve Peygamber’e şöyle söyledi: “Ali’nin ortaya koyduğu bu şecaat, fedakârlığın son haddidir.” Resulullah da şöyle buyurdu: “O bendendir, ben de ondan.” O anda gökten şu ses <>işitildi: ‘La seyfe illa zülfikar ve La feta illa Ali’ (Zülfikar’dan başka kılıç, Ali’den başka yiğit yoktur).”[9]
İbn-i Ebi’l-Hadid ise şöyle yazıyor:
“Peygamber’in ashabının çoğu kaçtığı zaman çeşitli grupların Peygamber’e olan baskısı arttı. Kenane Oğulları ve içlerinde dört tane ünlü savaşçının bulunduğu Abdulmenat Oğulları kabilesinden bir grup Resulullah’a hücum ettiler. Resulullah, Ali’ye onların hücumunu defetmesini emretti. Ali (a.s) atlı olmadığı hâlde elli kişiden oluşan bu gruba hamle etti ve onları dağıttı. Tekrar tekrar toplanarak birkaç kez sadırdılar. Ali (a.s) yine onları geri püskürttü. Bu saldırılarda dört ünlü savaşçı ve ismi tarihte belli olmayan on kişi Ali (a.s)’ın eliyle öldürüldüler.
Cebrail Resulullah’a dedi ki: “Gerçekten Ali büyük bir fedakârlık yaptı. Melekler onun bu fedakârlığı karşısında şaşkına uğradılar.” Resulullah da şöyle buyurdu: “Neden böyle olmasın. O bendedir, ben de ondanım.” Cebrail dedi ki: “Ben de sizdenim.” O gün gökyüzünden bir ses işitildi; diyordu ki: “La seyfe illa zülfikar ve La feta illa Ali (Zülfikar’dan başka kılıç, Ali’den başka yiğit yoktur).” Ancak söyleyen görünmüyordu. Resulullah’tan bu sesin sahibinin kim olduğu soruldu. “Cebrail.” diye buyurdular.[10]
Dostları ilə paylaş: |