Ergonomi – hap notlari üNİte 1 (ergonomiNİn tarihsel geliŞİMİ, DÜnyada ve tüRKİYEDE ergonomi)


Konfor bölgeleri için bazı kısıtlamalar söz konusudur



Yüklə 476,85 Kb.
səhifə5/9
tarix03.04.2018
ölçüsü476,85 Kb.
#46508
1   2   3   4   5   6   7   8   9

Konfor bölgeleri için bazı kısıtlamalar söz konusudur:

  • Konfor bölgeleri, sadece oturarak veya az enerji sarf ederek aktivitede bulunan kişilere uygulanır.

  • Konfor bölgeleri, sadece yaz kıyafetleri için ince ve kısa kollu gömlek ve benzerleri (0, 5 clo) , kış kıyafetleri için de kalın ve uzun kollu gömlek, kazak ceket ve benzerleri (0, 9 clo) kullanıldığı zaman uygulanabilir. (“clo”, bir giysi takımının termal izolasyonunu temsil eden bir nümerik birimdir. )

  • Konfor bölgeleri, belirlenmiş ortamda, hava hareketi kışın 30 feet/dakika (FPM) ve yazınsa 50 FPM’ yi geçmediği zamanlarda uygulanabilir.

  • Konfor bölgeleri, sadece radyasyon ile ortamdaki kişi ve çevredeki odanın yüzeyleri arasındaki belirli koşullar altında uygulanabilir.

Havadaki nem miktarı ağırlık cinsinden ifade edilir. 30C sıcaklığında bulunan hava, bir kilogramında kuru hava başına yaklaşık 28 gram su buharını bileşiminde bulundurursa doyma haline geçer.

Nem düzeyinin düşük olduğu işyerlerinde klima gereçleri aracılığıyla nem düzeyi arttırılmalıdır. Nem düzeyinin yüksek olduğu işyerlerinde vantilatör kullanarak nemin etkisi azaltılmalıdır

Nemlilik oranı arttıkça, nemliliği iyi bulanların oranı artacağı gibi ve nemlilik % 40-45 civarına geldiğinde nemliliği normal bulanlarla kuru bulanların oranı eşit çıktığı da olmuştur. Bununla beraber nem miktarının genel olarak % 50 olması beklenir.

Genelde bağıl nem %30 ila %70 arasında iken yoğuşmanın olmadığı farz edilir ve çok az problem ortaya çıkar. Havadaki nemle ilgili rahatsızlıklar şu şekilde sıralanabilir:



  • Havadaki yüksek orandaki nem alerji ve kötü kokulara neden olabilen küf ve diğer mantarların büyümesini hızlandırabilir.

  • Düşük nem ise insan mukoza ve derisinde tahriş yapar.

  • Yüksek bağıl nem özellikle evlerde yüksek alerji riski gösteren ev tozu haşerelerinin (kene vb. gibi) büyümeleri için iyi bir ortam hazırlar.

  • Sulu klima ortamlarında mantar ve diğer mikroorganizmaların büyüme riski vardır.

Hava akımı, havanın belli bir zaman birimi içerisinde katettiği mesafe cinsinden ifade edilir. Hava akımının düzenlenmesi sayesinde sıcaklığın ve nemin etkisi azaltılabilir. Hava akımı çalışma biçimine göre düzenlenmelidir.

Hava akımı, oturarak çalışma için en çok 12 m/min, çok ince işler için 6 m/min olmalıdır.

Hava hızının 0, 075 m/s’den 0, 3 m/s değerine yükselmesiyle vücudun çıplak kısımlarında oluşan ısı kayıpları yaklaşık iki kat artmakta bu hızın yine 0, 075 m/s değerinden 0, 75 m/s değerine kadar yükselmesi hâlinde ise ısı kayıplarındaki artış üç katına erişmektedir.

Durgun hava deyimi takriben 0, 075 m / s dolaylarında ya da bundan daha düşük değerde bir hıza sahip olan hava akımları için kullanılmaktadır.

Genellikle kabul edildiğine göre, 21 C ile 24 C arasında bulunan ortam sıcaklıkları için, 0, 5 ile 1 m / s içinde bir hız değerine sahip olan hava hareketleri, oturdukları yerde sadece ufak tefek uğraşlarla vakit geçiren insanlarda rahatlık verici bir serinlik duygusunun meydana gelmesine yol açar.

İKLİMLENDİRMENİN ETKİLERİ

Soğukta çalışmanın en genel etkileri şunlardır:


  • Soğuk algınlığı,

  • Vücudun belirli yerlerinin donması,

  • Gözleme ve reaksiyon yeteneğinin azalması,

  • Hassas işlerde soğuk etkisiyle parmak ve vücut hareketlerindeki becerinin azalması.

Aşırı sıcakta çalışmanın en genel etkileri şunlardır:

  • Nabız frekansının yükselmesi,

  • Deri sıcaklığının yükselmesi,

  • Terlemenin artması,

  • Tuz eksiklikleri, aşırı yorgunluk, sıcaktan baygınlık vb.

Ortam şartları nedeniyle, vücut dışarıya ısı yayınımında bulunamazsa, zararlı birtakım etkiler meydana gelir. Sıcak bir ortamda, bir ferahlama sağlanmaksızın uzun süre gösterilen bir gayret, tıp dilinde “congestion” denilen ve kanın damarlarda birikmesi şeklinde meydana gelen hastalıklara yol açabilir. Hatta ılıman iklimlerdeki normal yaz sıcağı bile, insanın işe olan dayanıklılığını azaltır, isteksizlik doğurur.

Vücudun sıcaklığı farklı üç fenomenle ayarlanır. Bunlar, radyasyon, konveksiyon ve buharlaşma olaylarıdır. Bu son iki olayın sebep olduğu ısı kayıpları üzerinde hava hareketlerinin büyük etkisi vardır.



İnsan vücudunun bazı azı sıcaklıklara göstermiş olduğu tepkiler;

  • 120° F: 1 saat kadar tolere edilebilir.

  • 85° F: Zihinsel aktiviteler yavaşlar, hatalar başlar.

  • 75° F : Fiziksel yorgunluk başlar.

  • 65° F: Optimum şartlar

  • 50° F: Fiziksel soğukluğun uç kısmı başlar.

ISI YAYIMI

İnsan daima gereksiniminden daha fazla miktarda ısı üretiminde bulunduğu için beden aracılığı ile oluşan ısı yayınımının sürekli bir şekilde gerçekleşmesi gerekir. Bu ısı yayınımı konveksiyon, kondüksyon, radyasyon ve buharlaşma yöntemleri uyarınca birbirlerinden farklı dört biçimde oluşur.



Konveksiyon, hareket halindeki bir akışkana ısı iletmek yoluyla ısıyı dışarı atmaktır. Hava sıcaklığı cilt sıcaklığından düşük olduğu zaman, konveksiyon yolu ile ısı kaybı oluşur. Bu akışkan genellikle hava veya sudur. Bu yolla ısı atımı ısı alışverişinin %30’udur. Yalıtım ne kadar fazla ise, yayınım yolu ile ısı alış-verişi o kadar az olacaktır.

Bir kişi ve onu kuşatan çevre arasındaki net ısı alış-verişi şu şekilde tanımlanabilir: H = M +-R +-C -E +-D

Burada:


H = Vücut ısı depolama yükü

M = Metabolik ısı kazancı

R = Radyant veya enfraruj (kızılötesi ışın) ısı yükü

C = Konvektif ısı yükü

E = Evaporatif ( buharlaşma - terleme ) ısı kaybı

D = Kondaktif ısı yükünün ( direk temas) ( yüzme ve dalma vb. ) ifade eder.



Kondüksiyon ise bir katı cisme temas ederek ısıyı ona iletmektir. İki maddenin etkileşmesi sonucu oluşan enerji transferidir. Bu etkileşmenin yönü, enerjisi yüksek olan (sıcaklık) maddenin molekülünden enerjisi düşük olan komşu moleküle doğrudur. Kondüksiyon yoluyla elbiselerden havaya ısı kaybı vücudun soğuma kaynaklarından biridir.

Çünkü elbiselerin iletim ve havanın ısı kapasitesi genellikle düşüktür. Kondüksiyon ve konveksiyon (deri yoluyla vücut ısısının havaya iletilmesi) , vücut iyi bir soğutma maddesi (su gibi) ile temasa geldiği zaman önemli bir ısı kaybı yolu olur. Bu nedenle insanlar soğuk suya maruz kaldıkları zaman aynı sıcaklıktaki havaya maruz kalmaktan daha çabuk ve daha etkin üşürler.



Radyasyon, vücudun çevre ile olan termal dengesini birazcık açıklar. Çevrede herhangi bir obje, vücut sıcaklığından çok farklı sıcaklıktaysa örneğin; sıcaklığın sıfırın altında olduğu bir günde, çok büyük bir cam, insandan çok büyük bir miktar ısı radyasyonu yayılımına neden olur ve kişinin bulunduğu çevrede hava oldukça ılık olsa bile kişi üşüdüğünü hisseder. Eğer çevrede bir obje, fırın, duvar gibi vücut sıcaklığının çok üstündeyse insan radyasyon yoluyla çok miktarda ısı alır ve kişiyi diğer yollarla serin tutmak ve vücut sıcaklığını sabit tutmak çok zordur.

Radyasyon yolu ile oluşan ısı yayınımı, insan bedeni ile onu çevreleyen nesneler arasında gerçekleşir. Hava ve katı çevre sıcaklığı 15. 5 derece veya bağıl nemin %50 olduğu bir odada, normal giyinmiş sağlıklı ve yetişkin insan, oturduğu zaman ortaya çıkardığı ısının % 45’ini radyasyon yolu ile çevreye verir.



İnsanda yayılan ısı miktarı

Oturarak dinlenme

100

Hafif işler yapma

150

5 km/saat'lik bir hızla yürüyüş yapma

250

7 km/saat'lik bir hızla yürüyüş yapma 350

Buharlaşma, deri ve akciğerler yolu ile vücuttaki suyun buharlaşıp dışarıya verilmesi ile atılan ısıdır. 1 lt su, buharlaşmak için 580 kcal ısı emer. Dış sıcaklık 25 dereceden yüksek olunca konveksiyon ve radyasyonla iletim olmaz.Nemin su buharı hâline dönüşmesi sırasında enerji tüketimi yapılır. Bu enerjiyi, üzerinde bulunan nemliliğin buharlaşma olayına maruz kaldığı cilt yüzeyi verir. Isı şeklinde bedenden dışarı atılan bu enerji “buharlaşma gizli ısısı veya ıslak ısı” deyimleriyle anılır. İşte terleme denilen olay budur. Buharlaşma yolu ile dışarı atılan ısı miktarı, buharlaşan 1 g su için yaklaşık ½ kcal civarındadır. İnsan vücudu, kendisine fazla gelen ısıyı dışarı atmak için, durumun gereklerine göre, ter şeklinde, değişik miktarlarda su salgılar. Bu şekilde salgılanan su miktarı saatte 3 kg’a yaklaşabilir. Hatta bu değeri bile aşabilir.

Hava hareketinin etkisi araştırmalarla da ispatlanmıştır. Yapılan bir seri denemede, çıplak bir insanın terleme yolu ile kaybettiği sıcaklık kaybının sınırı, durgun hava içinde 32 C’ye erişmiştir. Durgun hava içinde, daha yüksek sıcaklık derecelerine çıkıldığı zaman, vücudun iç sıcaklığı artmaya başlamış, fakat sadece 0, 5 m/s hızında bir hava hareketi yaratıldığı zaman, terleme yolu ile oluşan sıcaklık kaybının sınırı 35 C’ye yükselmiştir.



Hissedilen (efektif) sıcaklık, hava sıcaklığı, havanın nem oranı ve hava akım hızının beraberce kişi üzerinde oluşturduğu sıcaklık etkisidir. Diğer bir anlatımla, efektif sıcaklık, sıcaklık, nem ve hava akımına (hareketi) bağlı olmakla beraber, büyük ölçüde hava hareketine bağlıdır. Kişi üzerinde eşit sıcaklık etkisi yapan, hava sıcaklığı, hava nemi ve hava akım hızının çeşitli bileşimlerine de eşdeğer efektif ısı değerleri denilmektedir.

HAVA KALİTESİ

Havanın kalitesi, havalandırma ve filtrasyonla sağlanmaktadır. Gereken dış hava miktarı, kullanılma tipine bağlıdır ve insan başına 5 kübik feet/dakikadan 50 kübik feet/dakikaya (CPM) kadar değişebilmektedir.

Temiz havanın bileşiminde yaklaşık olarak hacimce % 21 oranında oksijen ve % 79 oranında azot bulunur. Ayrıca az miktarlarda karbondioksit, argon, neon ve helyum gazları da vardır.

Binalarda insanların bedensel fonksiyonları ve çalışmaları hava bileşimini etkiler. Ciğerlerden çıkan havada karbondioksit ile su buharı vardır.

Mahal içi havasında bulunan CO2 gazının oranı, genellikle dış havadan daha fazladır. Böyle olmakla beraber, bu hâl nadiren zararlı sonuçlar doğurur. Gerçekten de, CO2 gazı zehirli değildir. CO2 oranı istisnai hâllerde % 1 değerini aşar. Oysa bu oranın %2 civarında bulunması bile zararlı etkiler meydana getirmez. CO2 miktarının yüksek oluşunun tek sakıncası havadaki oksijen oranında azalma olmasıdır.

Havanın birleşiminde bulunan en hayati bileşen oksijen olmasına rağmen, oksijen oranının bir hayli azaltılması bile zararlı etkiler yapmaz. Oksijen oranı %17’ye indiği zaman, yanmakta olan bir mumun alevi söner. Halbuki, bu oran sadece %13 civarında bulunsa bile, insanın yaşamı devam eder. Yalnız, havanın hareket hâlinde bulunması, vücudun ise dinlenme durumunda olması şarttır.

Görülebilir boyuttaki katı kirleticiler klasik filtreleme yöntemleri ile % 75–85 oranında temizlenebilir. Mikroskobik boyuttaki kirleticiler için elektrostatik filtreler gerekir. Koku ve bakteriler ise uygun kimyasal maddeler ile yok edilebilir.

Hava yenilemesi ve değişimi oranında esas alınan kriterlerden biri bina içindeki kirli havanın temiz hava ile saatte kaç defa yenilenmesi veya değiştirilmesi gerektiği konusudur. Bu metodun esası metreküp olarak binanın toplam iç hacminin hesaplanması ve bu hacmin arzu edilen hava değişimi sayısıyla çarpılmasıdır. Bu duruma göre saatteki hava değişimi sayısından hareket edilirse bina için gerekli hava debisi m³/saat cinsinden aşağıdaki formülle hesaplanır:



Uzunluk x Genişlik x Yükseklik x Saatteki hava değişimi Sayısı

Bireyin yaptığı solunum işlemi, esas olarak havanın bileşiminde bulunan oksijen ve karbondioksit gazı oranlarına bağlıdır. Dinlenme halinde bulunan yetişkin bir insanın yaptığı solunum için gerekli olan normal hava miktarı günde 10 m3’tür. Bu durumun sonucu olarak, 25 l/saat miktarında bir oksijen gazı tüketimi ve 20 l/saat miktarında bir karbondioksit gazı üretimi gerçekleşir. Bireylerin uğraşı ve çabaları ağırlaştıkça bu değerler de hızla yükselir. Bundan dolayı içinde insanların bulunduğu kapalı bir ortamda havanın bileşiminde bulunan oksijen oranının azaldığı; buna karşılık karbondioksit oranının hızla arttığı görülür.

Karbondioksit gazı oranının yüksek düzeylere ulaşması, ancak, bu oranın % 7 sınırını aşması halinde gerçekten tehlikeli etkiler oluşturur.

Bununla birlikte konfor ve rahatlık duygusunun sağlanması amacı ile gerçekleşmesi öngörülen iklimlendirme tesislerinde, kabul edilen maksimum karbondioksit oranı % 0, 5 değerine eşittir.

Taze ve pis havanın yönlendirilmesi için odanın şekline ve iç düzenine göre çok farklı şekillerde oluşturulabilecek çözümler vardır. Havanın yönlendirilmesinde kullanılan yöntemler:


  • Aşağıdan yukarıya doğru

  • Yukarıdan aşağıya doğru

  • Yatay havalandırmadır.

İKLİMLENDİRME SİSTEMLERİ

Bir tesisatta dolaştırılacak olan toplam hava debisi havalandırma sorunu açısından gerekli görülen toplam dış hava debisinden bir hayli büyük olduğu için bina havasının dış hava ile karıştırılması zorunludur. Bu işleme bina havasının yeniden çevrime sokulması adını veriyoruz.



İklimlendirme, kapalı bir ortamdaki havanın belirli sınırlar içerisinde, istenilen şartlarda tutulması işlemidir. İklimlendirme, endüstriyel veya konfor amaçlı olabilir.

Endüstriyel iklimlendirme üretim, ürün depolama, araştırma ve geliştirme vb. endüstriyel faaliyetleri gerçekleştirmek için gerekli olan havanın şartlandırılmasıdır.

Konfor iklimlendirmesi ise insanların ısıl konfor, temiz ve taze hava gereksinimlerini karşılamak amacını taşır. Yaz iklimlendirmesinin karakteristik işlemleri, ortam havasından ısı ve nem çekilmesidir. Hava, iklimlendirme sisteminde bulunan soğutucu eleman ile temas ettiğinde soğur, içindeki nem (su buharı) yoğuşarak ayrılır.

Yaz iklimlendirmesinin karakteristik işlemleri, ortam havasından ısı ve nem çekilmesidir. Hava, iklimlendirme sisteminde bulunan soğutucu eleman ile temas ettiğinde soğur, içindeki nem (su buharı) yoğuşarak ayrılır.

Kış iklimlendirmesinde, ortam havasına ısı ve nem verilmesi karakteristik işlemlerdir. Ortam havasının istenilen sıcaklıkta tutulması, bir santralde ısıtılan havanın kanallardan geçirilerek ortama gönderilmesi ve ortama ısıtıcı cihazlar konulması ile gerçekleştirilir. Nem kontrolü için, havanın ısıtıldığı santralde veya ortamda nemlendirici bulunur.

Bir iklimlendirme tesisatının ana elemanı vantilatördür. Çünkü dağıtım şebekelerinde hava debisinin sürekli bir şekilde akış hâlinde bulundurulması ancak vantilatörler aracılığı ile sağlanabilir. Bir vantilatör, her şeyden önce havanın veya gaz cinsinden başka herhangi bir akışkanın hareketini sağlayan ve bu işi yaparken yararlı bir mekanik enerji tüketiminde bulunan bir makinedir.

Belirli bir halde, gerekli havalandırma işleminin ve hava hareketinin önem derecesinin ne olması gerektiği öğrenilmek isteniyorsa, bu takdirde, aşağıda sıralanan faktörlerin dikkate alınmalıdır:


  • Ortamın veya yapının boyutları,

  • Ortamda veya yapıda bulunanların cinsleri, sayıları ve yaptıkları faaliyetler,

  • Ortam veya yapıda bulunan tesislerden ve güneş radyasyonundan alınan ısı miktarları,

  • Ortam havasının bağıl nemlilik derecesi,

  • Dış havanın sıcaklığı ve bu sıcaklıkta görülen değişmeler bu etkenler arasındadır.

Binaların vantilatörler kullanılmadan doğal bir şekilde havalandırılması ancak dış hava şartlarının ideal olması şartı ile ender şekilde olumlu sonuçlar verebilir.

Basma vantilatörlerinin, emme vantilatörlerine oranla takriben % 20 nispetinde daha büyük bir hava debisi sağlayacak şekilde seçilmesi gerekir.



Okullarda İklimlendirme

Okullarda dış taze hava ihtiyacı, üç maksadı yerine getirecek şekilde hesaplanmalıdır.



  • Oksijen ihtiyacı

  • Hacimdeki karbon dioksit seviyesindeki % 0, 6 ‘nın altında tutmak

  • Vücut kokuları hissedilir seviyenin altında tutmak

Bilhassa sınıflarda iyi bir hava hareketinin sağlanabilmesi için asgari saatte 6 hava değişiminin sağlanması ve bunun en az %25’inin dış taze hava olması tavsiye edilmektedir. Anfilerde, hava kalitesinin düşerek dinleyicilerin dikkatlerinin dağılmasının önlenmesi için havalandırma – klimatizasyon sistemi kullanılmalıdır. Sıcaklık 22-25 C, nem %40-60 olmalıdır.

Konutlarda İklimlendirme

Yurtların egzoz ihtiyacı olan yerlerinde, banyo ve tuvaletlerde 60-85 m3/h ve mutfakta asgari 125 m3/h seviyesini muhafaza etmek şartıyla beher m2 alan için 20-30 m3/h hesabıyla egzoz sağlanmalıdır.




ÜNİTE 10 PSİKOLOJİK İŞ YERİ DÜZENLEME
Amerika’da İnsan Faktörleri ya da İnsan Mühendisliği olarak adlandırılan Ergonomi, kuzey Avrupa’da Uygulamalı Psikoloji ya da Çalışma Psikolojisi olarak isimlendirilmektedir.

Çalışan insanın içinde bulunduğu çalışma şartlarını, yorgunluk, vardiya sistemleri, iş güvenliği vb. inceleyen ergonomi, insanın davranış ve reaksiyonlarını tetikleyen psikolojik algılarını da takip etmektedir.

Endüstriyel iş psikolojisinin gelişimi özellikle Frank B. Gilberth’in çalışmaları ile endüstri mühendisliğinin gelişimindeki kişilerin çalışmalarına dayanmakta olup, günümüzde, kişisel özelliklere sahip işler için gerekli kişilerin seçimindeki hem iş gerekleri hem de insanın kabiliyet ve sınırları konularındaki çalışmalarla gelişmiştir.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından sağlık “bedensel, ruhsal ve sosyal yönden iyilik hâli “ olarak tanımlanmaktadır. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ise psikolojik sorunları iş doyumu, iş tasarımı ve yönetimi, çevresel ve örgütsel koşullar ile işçilerin uzmanlığı ve gereksinimleri arasındaki etkileşim temelinde tanımlamıştır.

Psikososyal sorunlar "iş tasarımının, iş tasarımı ve yönetiminin ve gerçekleştirildiği toplumsal ve çevresel koşulların psikolojik, toplumsal veya fiziksel hasara yol açma potansiyeli taşıyan boyutlarıdır" şekliyle tanımlanmaktadır.

Fiziksel ve psikososyal tehlikelere maruziyet psikolojik ve fiziksel sağlığı etkileyebilir. Bu etkiler en az iki yolla ortaya çıkar: Doğrudan fiziksel yol, psikolojik stres üzerinden. Bu iki yol birbirinin seçeneği değildir, aksine çoğu durumda birlikte ve birbiriyle etkileşerek etkinlik gösterirler, birbirlerini tamamlar veya birbirinin etkisini güçlendirirler.

Araştırmalarda iş kazaları ile ilişkisi aranan bireysel değişkenler genellikle işçinin kişiliği, kazaya yatkınlığı, kazaya istidadı, bilgisizliği, ilgisizliği, pervasızlığı, stresi, dikkatsizliği, duygusal durumu, yaşı ve tecrübesidir ki bugünün ergonomik analizlerinde çalışanların psikososyal yetenek ve sınırları konusundaki araştırmalar ve geliştirilen psikososyal yaklaşımlar endüstriyel iş psikolojinin de temellerini teşkil etmektedir.

İŞ VE PSİKOLOJİK ÇEVRE

Psikososyal problemler sağlığı doğrudan ya da stres aracılığıyla dolaylı olarak etkiler. İşin, sağlığı etkileyebilecek psikososyal boyutları dört başlıkta sınıflandırılmıştır: nicel yük, nitel yük, iş üzerinde denetim eksikliği, sosyal destek eksikliği.

Bunlar çalışanın işini stresli olarak algılamasını belirleyen unsurlardır ki, genel olarak işin yapıldığı koşullar ve çevre ile işin içeriği başlığı altında yeniden sınıflandırılabilir.

İşin strese yol açan özellikleri: İş kültürü ve işlev, Üstlenen rol, Kariyer gelişimi, Karar sürecine katılım, İşte kişiler arası ilişkiler, İş ev çatışması, İş çevresi ve teçhizatı, Görev tanımı, İş yükü / iş hızı, Çalışma saatleri

Çalışanlar bir örgütün parçası olmayı kimliği, özgürlüğü ve özerkliği için bir tehdit olarak algılayabilir. Bu algılamaya örgütsel işleyişin ve kültürün üç farklı boyutu temel oluşturur: görev çevresi olarak örgüt, sorun çözme çevresi olarak örgüt, gelişme çevresi olarak örgüt.

Çalışanların iş yerinde üstlendiği pozisyon (rol) rol belirsizliği ve çatışması durumunda psikososyal tehlikeye dönüşür. Aşırı rol yüklenmesi, rol yetersizliği, başkalarının sorumluluğu da diğer tehlikeli boyutlardır.

İşçi işteki rolü hakkında yeterince bilgilendirilmediğinde ortaya çıkar. İşte amaçlar, beklentiler, hedefler ve sorumluluklarda belirsizlik bu durumu destekler. Bu sorunu yaşayan işçilerde iş doyumunun azaldığı, işe bağlı gerilimin arttığı ve sıklaştığı, öz güvenin azaldığı, iş güdüsünün azaldığı kan basıncının ve kalp hızının arttığı, depresyonun sıklaştığı ve işten ayrılma eğiliminin arttığı görülmüştür.

İşçiden değerleriyle çatışan bir rolü ya da birbiriyle uyuşmayan rolleri üstlenmesi istendiğinde rol çatışması denilen psikolojik bir sorun ortaya çıkar. Çatışma arttıkça iş doyumu azalır, iş gerilimi ve kalp hızı artar. Kalp hastalıklarının ve ülserlerin rol çatışması olan kişilerde arttığı görülmüştür.

Boş zaman yetersizliği sendromu, boş zaman kalmadıkça işçiler boş zaman beklentilerini sınırlarlar ve giderek yaşam anlamını yitirmeye başlar. Çalışanın ailesinden uzak geçirdiği her süre, onun hayat kalitesini düşürmekte dolayısıyla psikososyal problemlerle karşı karşıya kalmaktadır.

Kararlara katılım, iş tasarımında ve çalışma örgütlenmesinde önemli faktörlerdir ve işçinin işiyle ilgili kararlara ne ölçüde katılabildiğiyle örtüşür. Karar serbestisinin artırılmasının başarıyı desteklediği, ama karar serbestisi sonucu artırılan istemlerin de başlı başına stres nedeni olabileceği gösterilmiştir. Karar verme sürecinde katılımın artmasının memnuniyeti ve özgüveni, aksi durumun ise stresi ve fiziksel çöküşü ve iş doyumsuzluğunu artırdığı gözlemlenmiştir.

Çalışanlar arasındaki ilişkiler bireysel ve sosyal sağlık açısından önemlidir. Bu ilişkilerde üç belirleyici düzey vardır: üstlerle, astlarla ve aynı statülerdekilerle ilişkiler. Kişiler arası desteğin azalması sıkıntı hissini, duygulanımsal tükenmeyi, iş gerilimini ve iş doyumsuzluğunu artırır.



İŞ YÜKÜ VE İŞ PSİKOLOJİSİ

İş yükü iş hızına göre değerlendirilmelidir. İş hızı işin tamamlanma hızı ve hızlılık gereğinin doğası ve denetlenebilirliğidir (öz denetimli ya da sistem veya makine denetimli).

İş hızının sağlıkla ilişkisi bir sınıra kadar denetimle ilgilidir. Sistem veya makine denetimli hızlarda hızlanma fiziksel ve psikolojik sağlık için tehlikelidir.

Çalışma saatleri konusunda iki başlık öne çıkar: vardiyalı çalışma ve uzun çalışma süreleri olmak üzere iki başlık öne çıkar. Vardiyalı çalışma, özellikle de gece çalışması sirkadyen ritmi ve uyku düzenini bozarak sağlığı etkiler. Gece çalışması uyku bozuklukları, sindirim sistemi bozuklukları ve genel yorgunluk hâliyle ilişkilendirilir.



İş stresi üç yaklaşım temelinde tanımlanır:

Mühendislik yaklaşımı; stresi, kişinin çevresinin kişiye yüklenen yük ya da istem düzeyi veya zararlı veya tehdit edici unsur cinsinden tanımlanan uyarıcı özelliği olarak ele alır. İş stresi ise iş çevresinin bir özelliği olarak ve genellikle de çevrenin nesnel olarak ölçülebilen bir boyutu olarak ele alınır. Stres kişide olan değil, kişiye olandır. Bir semptomlar dizisi değil, nedenler dizisidir. Stres durumla ilgili nesnel özeliklere atıf yapar. Bu yaklaşıma göre, sıklıkla geri dönüşü olan, ama bazı durumlarda geri dönüşü olmayıp zarara yol açan bir gerginlik tepkisi oluşturur. Kabul edilebilir stres düzeyi bu yaklaşıma dayanır.

Fizyolojik yaklaşım; stresi "biyolojik sistemdeki özgül olmayan değişiklikleri kapsayan özgül bir sendrom ile ortaya çıkan durum” olarak tanımlar. Burada stres özgül olmayan, genel bir fizyolojik yanıt sendromu olarak ele alınır. Fizyolojik yanıtın tekrarlanması, yoğunlaşması veya uzaması vücuttaki yıpratıcı etkiyi artırır ve "uyum hastalıklarının" ortaya çıkmasına yol açar.

Scheuch stresi organik işlevlerde, psikolojik işlevlerde insanın sosyal çevresiyle etkileşimi sırasında ortaya çıkan homeostatik durum bozulmasına tepkisel bir etkinlik olarak algılar.

Uyum sağlama üç yolla gerçekleşir: işlev tasarrufu, çabanın en aza indirilmesi ve iyilik hâli ilkesi. Stres bu ilkelerdeki aşınmanın tanımıdır.

Başa çıkma” stres sürecinin önemli ama en az anlaşılmış parçasıdır. Üç temel özelliği vardır:



  • Bir süreçtir: Kişinin stresli bir çevrede ne düşündüğünü ve yaptığını kapsar.

  • Gerçekleştiği koşullara ve çevreye bağımlıdır: Başa çıkma başlatıcısı olan karşılaşma ve değer biçme ile bu karşılaşmayı yönetmeyi sağlayacak kaynaklardan etkilenir.

  • Çıktılardan yani başarılı veya başarısız olmasından bağımsızdır.

Başa çıkmanın incelenmesi konusunda iki yaklaşım vardır. İlki başa çıkma stratejilerini sınıflandırmaya ve aralarındaki ilişkileri tanımlamaya çalışır. İkincisi ise, başa çıkmayı bir sorun çözme süreci olarak ele alır.

Kişinin görev ve duygulanım odaklı başa çıkma stratejileri kullandığı ileri sürülmüştür. İlki doğrudan stres kaynağı (çevrenin uygunlaşması) ile başa çıkmaya yönelen bir eylem girişimidir. İkincisi ise, bu strese eşlik eden duygulanımsal deneyimi hafifletmeyi (çevreye uyum) amaçlar. Kişinin algıladığı başarı (değer biçme süreci) kişinin durum ile ilgili algılamasını değiştirecektir. Kişinin durumu ne kadar önemsediği, yanıtının şiddetini de belirleyecektir. Ayrıca beş başa çıkma grubu saptamıştır:



  • Toplumsal destek arayışı

  • Gevşeyerek veya dikkat dağıtarak erteleme eylemi

  • Sorunla başa çıkmasını sağlayacak yeterliliğe ulaşmak

  • Sorunu ussallaştırmak

  • Spritüel mutabakat ile destek sağlamak

Korunmasızlığı tanımlayan ölçütler ve etmenler de tanımlanmıştır: sosyodemografik (örneğin, yaş ve eğitim durumu), sosyal statü (örneğin, tek başına yaşamak), vasıflılık ve yeti, sağlık durumu, tıbbi öykü, sürmekte olan iş dışı sorunlar.

Yüklə 476,85 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin