Ermeni Sorunu



Yüklə 205,07 Kb.
səhifə2/3
tarix29.05.2018
ölçüsü205,07 Kb.
#51951
1   2   3
Ermeni soykırımının yöntemi, acımasızlığı ve nasıl yapıldığına ilişkin çalışmasında Dadrian’ın özlü çalışmasında ayrıntılandırılır: İmparatorluk çapındaki tehcirlerin ayrıntıları, çoğunlukla fırka önderliği tarafından titizlikle seçilmiş eski subaylar olmak üzere, güçlü fırka görevlilerince yerinde değerlendiriliyordu. 'Katibi mesul', 'murahhas' ve 'müfettiş' olarak adlandırılan bu özel görevliler, vilayet valilerinin kararlarını veto etmek de dahil olmak üzere sonsuz yetkiye sahiptiler. Bu mutlak güçlü 'komiserler' yerel İTF hücrelerinin üyelerinden yardım alıyorlardı. Planlama, karar verme, organizasyon ve denetim düzeylerinin en altında, ölüm ve imha eylemlerinin ifası yatıyordu, ki bu da, Ermeni soykırımının can alıcı noktasıydı. Buradaki esas cellatlar Teşkilatı Mahsusa’ya üye on binlerce suçluydu. Bu suçlular Osmanlı Ordusunun, kafile muhafızları olarak hizmet eden bir takım Kürt süvarilerini ve jandarma ve milis mangalarını da kapsayan başıbozuk askerlerinden yardım alıyorlardı. Büyük kafilelerle ilgilenmek üzere çevre vilayetlerden büyük çeteler de seferber ediliyordu; bunlar ganimetlerin çekiciliğine kapılarak katliamlara gönüllü katılıyordu. Ermeni soykırımının en önemli özelliklerinden biri, kullanılan yöntemler ve araçlardır. Örneğin barut ve mermiden tasarruf amacıyla, failler, Amerikan Sefiri Henry Morgenthau'nun da belirttiği gibi, çoğunlukla bıçak, kılıç, kasatura, pala, balta, testere ve sopa kullanıyorlardı. Ardından, infaz edilmeden önce urganlarla dörtlü veya beşli kolda birbirlerine bağlanan binlerce silahsız Ermeni Amele Alayı askerine uygulanan kitlesel kurşuna dizme başlıyordu.Ermeni soykırımının tüyler ürpertici niteliği sonraki iki yöntemle gözler önüne serilmektedir. Bunlardan biri, Türkiye'nin doğu vilayetlerini boydan boya geçen Fırat Irmağını, çeşitli gölleri ve Samsun-Trabzon kıyı boyunca Karadeniz'i on binlerce kadın, çocuk ve yaşlının mezarı haline getiren kitlesel boğma eylemleriydi. Diğeri ise, samanlıklarda, ahırlarda ve Harput vilayeti, Mezopotamya çölleri, Muş Ovası gibi alanlardaki büyük mağaralarda büyük kalabalıkların sistematik biçimde diri diri yakılmasıydı; buralarda 60,000'den fazla Ermeni yakıldı. Ender rastlanan itiraflardan birinde, bir inceleme gezisi sırasında, bölgedeki Ermeni soykırım noktalarından biri olan Muş kentinin kuzeyindeki Çurig köyünde kadın ve çocukların kömürleşmiş cesetlerini gören Ordu Kumandanı Vehib Paşa, İslam tarihinde benzeri olmayan mezalim'i lanetliyordu.37

Birinci Büyük Savaş’ın izolasyon ortamı koşulları, İTC’nin etnik temizlik projesi hayata geçirilmesinde büyük bir fırsattır. “Bu yüzden Dünya Savaşı İttihatçılar için semavi bir yardım gibi geldi. İTC düşüncesizce ve aceleyle savaşa girdi. Bununla bütün emellerini yani Türklüğün baskın gelmesini sağlayacaklarını umuyorlardı” 38.

Sıra haklı gerekçelere bulunmasına gelmiştir: Bunlar da mukatele’den bizi arkadan vurdular’a kadar giden argümanları içeren gerekçeler zincirini oluşturur.

Burada bu resmi argümanları içeren bir demet sunuyoruz. Meclis Başkanı Arınç’ın 26 Eylül 2005 tarihindeki bir söyleşisinde, ''Müslümanlardan ve Ermenilerden ölenler oldu. Bu, savaş şartları içinde cereyan eden bir olaydı. Soykırım olarak nitelendirmek, koca bir yalandır... I. Dünya Savaşı sırasında Ermeniler içinde bir kısım çetelerin Osmanlının düşmanlarıyla ittifak yaptı, birçok Müslüman Türk köyü ve kasabasında insanların şehit oldu…''39 Arınç devamla, bu olaylara müdahale amacıyla çıkarılan ''tehcir yasası''nın uygulanması sırasında bazı trajik olaylar yaşandığını, Kimsenin maksatlı olarak ölümüne yol açma kasdının olmadığını söylemektedir.

Bir başkası Ermeni kırımının Ermenilerin azınlıkta kalmasına bağlar: ''Aşağı yukarı iki seneden fazla devam eden bu katliamlar sırasında Kürt ve Türklerden pek çok kişiler Ermeniler tarafından öldürülmüşler ve her iki taraf işkence ve cinayette birbirileriyle adeta yarışmışlardı. Fakat Ermeni unsurunun her taraftan azınlıkta kalması nedeniyle Kürt ve Türkler baskın çıkmışlardı. Eğer Ermeni unsuru sayı itibariyle üstün olsaydı, Türk ve Kürtler ne kadar Ermeni öldürmüşlerse, Ermeniler ondan fazla Kürt ve Türk öldürmekten geri durmazlardı.”40

TTK Başkanı Halaçoğlu: “Nitekim belgelerde, Osmanlı ordusunda silah altında bulunan Ermenilerden 50.000’inin Rus ordusuna iltihak ettiği[ni]”41söyleyerek, Ermenilerin firar ettiğini kaydeder. Halbuki Ordunun Ermenileri gözden çıkardığını kendisi ifade etmektedir: “... Başkumandanlık 25 Şubat 1915’te bütün birliklere gönderdiği tamimde... a) Ermeni erler, seyyar orduda ve silahlı hizmetlerde kullanılamayacak...”42

Savunan bunları söylerken yapan ise savunmayı yalanlamaktadır. Türk yönetiminin adil olmadığı bizzat yöneticiler tarafından ifade edilmektedir: ″Türk devletinin, Türkler de içinde olmak üzere, bütün uyruklarına iyi davranılmasını sağlayan düzenli bir yönetim kurmayı başardığını öne sürmek bir cürettir. Fakat bu konudaki hatayı yalnız Türklere yüklemek de doğru değildir.”43 Talat Paşa’nın kendisi yönetimdeki acizliğini ifade ederken, tarihçilerimiz “Osmanlı topraklarında sosyal, ekonomik, dinî, siyasî, idarî ve kültürel hürriyetlere sahip olan ve memleketin hiçbir vilâyetinde yeterli nüfus çoğunluğuna sahip bulunmayan [bu argüman her vesile ile özellikle tekrar edilir] Ermenileri bir ayaklanmaya sevk edecek, yönetimden gelen herhangi bir baskı mevcut değildi.”44Demekten kendilerini alamazlar.

1915’te yapılanların ilk Mecliste ifadesi de herhalde kimsenin kabul edeceği beyanlardan olmasa gerektir: ″Hasan Fehmi Bey (Ataç), Ekim 1920'de TBMM gizli oturumunda yapığı bir konuşmada şöyle diyordu: Tehcir meselesi, biliyorsunuz ki, dünyayı velveleye veren ve hepimizi katil telakki ettiren bir vaka idi. Bu yapılmazdan evvel alemi nasraniyetin bunu hazmetmeyeceği ve bunun için bütün gayz ve kinini bize tevcih edeceklerini biliyorduk. Neden katillik ünvanını nefsimize izafe ettik. Neden o kadar azim, müşkül bir dava içine girdik. Sırf canımızdan daha aziz ve daha mukaddes bildiğimiz vatanımızın istikbalini tahtı emniyete almak için yapılmış şeylerdir.45 Sözleri bakanlık yapmış bir siyasiden gelmektedir.

Yine Meclisten örnek verirsek, Mecliste ülkeden çıkarılacak 150’likler listesi hazırlanmaktadır, Dahiliye Vekili isimleri okumaktadır: Ferit bey: “... Artin Ce­mal denilen herif... (Konya eski valisi sesleri)

Dr. FİKRET BEY (Ertuğrul) — Sekiz yüz bin Ermeni’yi kestik diyen adam.

FERİT BEY (Devamla) — Artin adını yazarsak, iyi olmaz sanırım. Ciddiyetten, çıkar”46 Cemal’in suçlarından biri 800 bin Ermeni’nin katledildiğini söylemesidir.

Oysa Hasan Fehmi’nin bu sahip çıkmalarına karşı 1915’te olanı başka bir yönüyle dile getiren Hrant Dink’e ateş püskürülmektedir: “1914’te 40 yaş altı bütün Ermeni erkekleri askere alındı. Bağımsızlık planları olsaydı, niye 1914’te Osmanlı ordusuna girdiler ki? Üstelik 1914’te askere alınan Ermeniler önce silahsızlandırıldı, sonra amele taburlarına alındı. Yol yapımı falan diye çukur vadilere götürüldüler ve oralarda yok oldular. Hiçbirinin akıbeti belli olmadı. 16 yaş altı erkekler, kızlar, kadınlar ve yaşlılar 1915’te tehcire zorlandılar. Bugün Türk resmi söyleminin, ‘Bizi arkadan vurmasınlar diye tehcire gönderdik’ dedikleri, çocuklardır, bebeklerdir, yaşlılardır. 1915 tehciri, İttihat Terakki’nin kafasında önceden planladığı Ermeni sorununu kökünden halletme sürecidir.”47Kaldı ki savaşta asker kaçaklığı oldukça yaygındır, Firar ya da askerlikten kaçma Türklerde de yüksektir ve bu sorunu o dönemde Harbiye İkmal Şubesi Müdür Vekili Miralay Behiç Bey (Erkin) şöyle resmetmektedir: “Firar meselesi öyle bir şekil almıştı ki bugün bir firariyi îdâm eden manga eratından bâzıları ertesi günü kendileri kaçıyorlardı. Yâni îdâm cezası dahi müessir olamıyordu. Bâzıları kasten frengi hastalığı alarak askerlikten kurtulmaya teşebbüs ediyorlardı. Ni­hayet frengili amele taburları teşkiline mecbur olduk.”48

1915 gerçeğini Taner Akçam şöyle ifade etmektedir: “20-45 yaş gruba arasındaki Ermeniler seferberlik ile birlikte zaten askere alınmış bulunuyorlardı. Bunu askerde taşımacılık işlerinde kullanılmak üzere 15-20 ve 45-60 yaş gruplarının askere alınmaları takip edecektir. Enver Paşa’nın kurmay heyetinde görevli Hans Humann, askere alına Rum ve Ermenilerden, işçi taburlarının oluşturulmasına Ekim 1914’ten itibaren başlanılmış olduğunu rapor eder... İttihat ve Terakki’nin savaş müttefiki Avusturya askeri ataşesi Pomiankowski, Nisan 1915’te, taşımacılıkta kullanılan Hıristiyan taburlarının sayısını 120 olarak bildirir... Yol işçilerine ve yük hayvanlarına dönüştürülmüşlerdi. Her türlü ordu ihtiyacı onların sırtına yükleniyor ve yük altında sendelerken, Türklerin kırbaç ve süngüleriyle yorgun gövdelerini Kafkas dağlarında sürüklemek zorunda kalıyorlardı... Silahsızlandırma emriyle birlikte askeri birliklerdeki Ermenilerin imhalarının başladığı haberleri de gelmeye başlar... Alman Jakob Künzler, Mart 1915 ile birlikte Amele Taburları’na alınan Ermenilerin imha edildiklerini aktarır... Künzler’e benzer bilgileri Morgenthau’da aktarır; Hemen her durumda işleyiş aynıydı. Oradan buradan 50-100 kişilik gruplar alınır, dörderli sıraya sokulur ve kısa bir mesafe uzaklıkta olan seçilmiş bir yere götürülürdü. Aniden patlayan tüfek sesleri havayı doldururdu ve eşlik eden Türk askerleri kasvetli bir yüzle kampa dönerlerdi...”49

1915 olaylarının Kürt Tarihçinin bakış açısıyla tasviri ise: “1915 baha­rında yeni bir kırım başlatıldı ve bir yıl sürdü. O sıra Türkiye'de bulunmuş olan Faiz Elğıseyn şöyle anlatıyor:.. O sıra Sivas'a bağlı olan Merzifon kazasında bulunan Dr. Aziz Bey'in bana anlattığına göre, Doktor, öldürülmek üzere bir Ermeni kafilesinin getirildiğini duyuyor ve kaymakama gide­rek olayı izlemek için izin istiyor ve gözlemlerini şöyle anlattı: 'Saltanat, gündeliği birer Osmanlı lirasına kasaplar tutmuştu. Dört kasap gördüm ve her birinin elinde uzun saplı birer balta vardı. Ermeniler, kapıda onar onar gruplara ayrılarak, birer birer kapıdan içeri sokuluyor. Kasap, Ermeniye ‘boynunu uzat’ diyor ve o uzatıyor, tıpkı bir koyun gibi kesiliyordu... Bir gazeteci yazar, 1915'in Eylül başlarında Van'da yapılan katlia­mı anlatır. Burayı işgale gelen Rus birlikleri, güneş altında kokuş­muş olan insan cesetleri yüzünden kent merkezine giremiyorlar ve askeri komutanları karşılaştığı manzarayı telgrafında şu söz­lerle anlatır: Van kenti yerle bir edilmiş, iyi binalar yakılmış, diğerleri yıktırılmış. Meydanlar ve avlular Ermenilerin ve hayvanların cesetleriyle dolu. Eşyalar da talan edilip götürülmüş. Bitlis'de yaşayan 18.000 Ermemden, sadece 300-400 çocuk ve kadın kurtulabilmişti. Erzurum'da 25.000 kişiden, sadece 200 kadarı sağ kalmıştı. Muş merkezinde 25.000, çevresindeki 100 adet köyde de binlerce Ermeni yaşarken, kırımdan sonra bir tek Ermeniye rastlamak olanaksız olmuştu. Birçok yerlerde ölmekten kurtulabilen kadınlar ve çocuklar, müslüman olmak zorunda bırakılmışlardı. Öyle ki yoksul aileler bile, Allah gönderdi deyip 3-4 Ermeni kızı birden hizmetçi tutmuşlardı. Akademi V. Tarle, dikkatli bir araştırma ve incelemeden sonra yaptığı asgari bir hesapla Ermeni kayıplarını şöyle sıralıyor: 187.000 kişi Kafkaslara ve daha içerilere kaçtı. 4.200'ü Mısır'a sığındı. 250.000 kişi zorla Müslüman edildi. 1.000.000 kadarı da öldürüldü. Bu sayılar asgari bir hesapla bulunmuştur, oysa diğer kay­naklar daha büyük rakamlar vermektedirler. Prof. Nersisyana'nın yüzlerce önemli belge ve dokümanlara dayanarak yazdığı eserde, bu durum şöyle dile getiriliyor: Abdülhamid döneminde 350.000, Jöntürkler döneminde ise 1.500.000 Ermeni öldürüldü. Kafkaslar'a ve Arap ülkelerine geçenlerin sayısı 800.O00'dir. Her ne kadar olursa olsun, Ermenilerin başına getirilen bu bela ve tarih­te uğratıldıkları kayıplar, insanlık tarihinde kapkara bir sayfa oluş­turmuştur.”50


Resmi tarihin Ermeni Soykırımını haklı gösteren bu en önemli argümanlarından bizi arkadan vurdular bizde vurduk, ya da savaş içindeydik düşmana yardım ettiler bizde onları savaş hatlarımızın gerisinde tutamazdık tehcire tabi tuttuk istenmeyen olaylar cereyan etti, bunların olmasını istemezdik gibi savunmalarına karşı, gerek Meşrutiyet ve gerekse Cumhuriyet döneminde önemli görevlerde bulunan Hümanist bir bürokrata kulak verelim bakalım Miralay Behiç Bey (Erkin) bu konuda neler söylüyor.

Miralay Behiç bey Harbiye Nezareti İkmal Şube Müdür vekili olarak görev yaptığı gibi ‘milli mücadele’ döneminde Demiryolları Umum Müdürlüğü, daha sonraları Nafıa vekilliği, İkinci Savaş sırasında da Paris sefirliği görevinde bulunmuştur. Paris sefirliği sırasında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan ve Türkiye vatandaşlığından çıkmış Türkiye doğumlu Musevilerine T.C. Pasaportu verdirerek, Alman işgali altında bulunan bölgedeki Türkiye kökenli Musevilerin kurtarılmasında unutulmaz çabalarından dolayı Türk Shindleri olarak da anılmaktadır. Miralay Behiç (Erkin) Bey yayınlanmamış Hatırat’ında: “Enver Paşa, bir gün beni çağırarak, gidip Ermeni patriğini görmemi ve kendisine, Bir defa harbe girmiş bulunduk, Ermeni vatandaşlarımız harbi kazanmamıza mâni oluyorlar; karşımıza çıkan bütün maniaları yıkmak mecburiyetindeyiz. Patrik Efendi'den rica ederim, Ermeni vatandaşlarımızı intibaha davet etsin, tarzında teblîgâtta bulunmamı söyledi. Tele­fon ettim, mülakat talep ederek Patrikhâne'ye gittim. Patrik Efendi beni büyük bir salonda kabul etti; kendisine tebligatı yaptım. Patrik, Bunların iftira olduğunu, memurların uydur­duğunu; Ermeni vatandaşların vatanî vazifelerini görmekte olduklarını beyân ve Enver Paşa'nın lütfen bu hususta tahkikat yaptırmalarını, rica etti. Ben de keyfiyeti Enver Paşa'ya arz ettim.”51

Behiç Bey’in de söylediği gibi Patrik, Ermeni halkının tavrından emindir ve söylentilerin memurlarca uydurulduğunun altını çizmektedir. Gerçeğin ortaya çıkması için araştırmanın yapılmasını istemektedir.

Bildiğimiz kadarıyla bir araştırmaya gerek görülmeyerek İttihat ve Terakki diktatörlüğü Ermeni vatandaşlarını ölüme göndermekten çekinmeyerek Yirminci Yüzyılın ilk Soykırımını gerçekleştirir.

Burada Enver’in tavrı; Ben söyledim, ikaz ettim ancak Ermeniler rahat durmadılar. Bundan Ruhani liderleri Patriğin da haberi vardı. Patriğe Ermenilerin hareketlerine mani olmalarını söylemiştim ancak faydası olmadı bende harbin içinde gereken önlemleri Başkumandan vekili olarak almak durumundaydım demek istemektedir.

Enver, Patriğin istediği araştırmayı yaptırmamıştır, biliyordu ki yaptırsaydı araştırma sonucunda Ermenilerin Enver’in harbine olumsuz müdahalelerinin olmadığı açıkça ortaya çıkacaktı. İttihadın önceden belirlenmiş bir plan dahilinde Soykırımı gerçekleştirdikleri buna göre hareket ettikleri ve buna plana Ermenileri de dahil etmek için Ermeni Patriğini de kullanmaktan çekinmedikleri açıktır.

Ayrıca Erzurum’da yapılan Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaksutyun ) Kongresinde her iki ülkedeki (Osmanlı ve Rusya) Ermenilerinin ülkelerindeki vatandaşlık yükümlülüklerini yerine getirmeleri kararı alınmıştır ve Kongrede Bahaettin Şakir de bizzat bulunmuştur.

Askerlik Hıristiyanların yapamayacakları kadar şerefli ve erkekçe bir iş denerek engellenmeye çalışıldıysa da Gerek Balkan savaşında gerek Çanakkale’de gerekse Sarıkamış’ta Ermeni askerlerin başarıları ortadadır. Enver Sarıkamış Seferinden sonra Ermeni askerlerin Sarıkamış’taki cesaretine ilişkin söylediklerini unutmuş görünmektedir.

Seferberliğe ve savaşa Osmanlı Ermenileri de kitlesel bir biçimde katılmış, “hatta Enver Paşa bunun için Patrik Zaven Efendi'ye bir teşekkür mektubu yollamıştı.″52


1915’te ne oldu sorusuna 1915’in aktörlerinden Cemal Paşa Hatırat’ında; "Zannediyorum ki, umumi tehcir gibi pek şiddetli ve bütün dünya uygarlığının ilgileneceği bir karar alabilmek için arkadaşlarım pek büyük sebepler ve belgeler elde etmişlerdi. Bu tafsilatı, kendilerinin yayınlarından, pek yakın bir zamanda anlayarak şüphe ve meraktan kurtulacağımıza inanıyorum (...) 1915 tehciri esnasında yapıldığını duyduğum cinayetler cidden nefrete şayandı."53

Baskın Oran yapan ve savunan arasındaki farka işaret ederek, savunman ne kadar zor olduğunu vurgular: “1915 Tehciri konusunda Türk resmî tezinin şu andaki başlıca temsilcisi, Türk Tarih Kurumu (TTK) Başkanı Prof. Yusuf Halaçoğlu'nun 30 Mayıs 2005 tarihli The New Anatolian'a (s.4) verdiği mülakatta Nursun Erel soruyor: Çoğu korunmasız kadın ve çocuk olduklarından, tehcir edilenlerin bile bile ölüme gönderildiği iddiasına ne diyorsunuz? Prof. Halaçoğlu: Bunu söyleyenler bir şey bilmeden, sadece kendi duygularına göre yorum yaparak söylüyorlar. Nereden muhtemeldi? Osmanlı tehcir sırasında yiyeceklerini içeceklerini tahsis ediyor, gittikleri yerde onlara ziraat alanları tahsis ediyor, araba tahsis ediyor, gittikleri yerde esnafa sanat erbabına alet edevat veriyor, kendi teçhizatını veriyor. Bütün bunları planlamış bir devlet öleceklerini nereden bilsin?"54

1915 yılında olanlara günümüzde sosyalizm iddialı partiler ne demektedir: “Emeğin Partisi (EMEP) Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yalçıner Ermeni sorunu tarihe mal olmuş türden bir haksızlıktır. Bu kabul edilmelidir. Geri kalanı bugün Türkiye'de yaşayan Ermenilerin tüm haklarının kabulü ile çözülebilecek türdendir.Sosyalist bir iktidar bu tarihsel haksızlığı kabul edecektir ve dünya Ermenilerinden özür dileyecektir. Bizim soracağımız soru, İttihat Terakki hükümeti 1915'te Ermeni halkına karşı suç işledi mi işlemedi mi sorusudur.

Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) Genel Başkan Yardımcısı Veysi Sarısözen Tehcir yasasıyla ortaya çıkan kanlı olayların İttihat Terakki iktidarının işlediği bir suç olduğunun ilan edilmesi gerektiğini ifade eden Sarısözen, başta Ermeni ulusu olmak üzere tüm insanlıktan özür dilenmesi gerektiğini söyledi.Ermeni sorunun yalnız tarihsel bir sorun değil, aksine güncel ve pratik bir sorun olduğunu da söyleyen Sarısözen şöyle devam etti:Eğer Türkiye, suç değildir, derse uluslararası alanda suçlu durumuna düşer. Suçtu derse, o zaman biz bu suçun soykırım olup olmadığı sorununu, tarihçilerin ve hukukçuların çözmesine razı oluruz. Ama esas olan bu suçun kabulü ve Ermeni halkından özür dilenmesidir. Bu da politik bir sorundur.Ermeniler Osmanlıya hıyanet etti, tehcir de bu yüzden yapıldı, diyenler Ermeni ulusunun diğer Osmanlı ulusları gibi kendi devletlerini kurma ve bu amaçla ayaklanma hakkını reddetmiş olurlar. Bu da, şu anda Osmanlı toprakları üzerinde kurulmuş tüm devletlerin meşruiyetini inkar anlamına gelir. Bölgede Türkiye'yi güvenilmez bir ülke konumuna sokar. Elbette, Kürtlerin saflarında da, acaba Ermenilerin kaderini mi paylaşacağız, kaygısını yaratır.

Özgürlük Dayanışma Partisi (ÖDP) Genel Başkanı Hayri Kozanoğlu, mevcut konjonktürde, gereksinme duyulanın, basınçsız, önyargısız bir biçimde bu konuyu konuşabilmek; geçmişle yüzleşebilme cesareti gösterebilmek olduğunu söyledi.Tarihte her konuya, 1915 tehcirine de, ezenlerin değil, mazlumların diliyle, gözüyle, zihniyetiyle bakabilmeliyiz”55

Ermeni halkının kayıpları sadece can kayıpları değildir, Dr Alexander Keshishian’in incelemesinde Ermeni halkının maddi kayıplarından da söz eder: “Tarihçilerin ve antropologların araştırmalarına göre Türkiye tarafından işgal edilen Ermeni topraklarında Ermeni halkına ait 1639 kilise bulunmaktaydı. Bu kiliselerin çoğunluğu, sahip oldukları zengin kültürel özelliklerinden dolayı Ermeni dinî mimarisinin özgün belgeleri olarak kabul edilmekteydiler. Türkiye yönetimi tarafından bu paha biçilmez hazineleri çalındı, geri kalanı da dinamitle yok edildi. Güvenilir istatistiklere göre Türkler binden fazla kiliseyi tamamen yıktılar. Geri kalanlarını da 1915 – 1922 yılları arasında ambar, depo ve tavlaya çevirdiler. Türk hükümeti, o zaman uluslararası üne sahip bazı kiliseleri ise yıkamadığı için, bu abidevi eserleri yabancı turistlere Hıristiyan Türkler tarafından inşa edilmiş Türk mimarisinin örnekleri olarak sunmuştur. Bu tarihi abidelere ilişkin Türk resmi politikası şöyle ifade edilebilir: Ermeni kelimesi Türkiye’de hiçbir anlam ifade etmemelidir. Bu dünyada Ermenilerin hatırlanmaması, Ermeni mimarisinin, binalarının, hatta onları çağrıştıran hiçbir eserin gündeme gelmemesi ve hepsinin bu dünyada unutulması ve yok edilmesi, Türk kanunlarının ve adetlerinin gereğidir.Ermeni Ulusal Konseyi’nin 1919 yılında Paris’te hazırladığı rapora göre Ermenilerin maddi kayıpları, o dönemin değerlerine göre 19 milyar Fransız frangına ulaşmaktadır.”56

Ermeni halkının kaybettiği 19 milyar Fransız frangı, Osmanlının 1918 tarihinde yani savaşın son yılında içeriye borçlandığı miktara eşittir57

Ermeni Soykırımında Alman etkisi

Ermeni Soykırımında Alman etkisini de unutmamak gerekir, Berlin-Bağdat Demiryolu hattının güvenliği ve Ermeni burjuvazisinin yerine geçme düşünceleri de Soykırıma giden yola döşenen taşlardan biridir. Dadrian Alman etkisini iki kategoride inceler,biri tavsiye ve kolaylaştırma, diğeride rıza ve icabet etme, dadrian’ın İttifak Devletleri Kaynaklarında Ermeni Soykırımı eseri, Soykırım konusunda Alman ve Avusturya ve Bulgaristan arşiv kaynaklarında yaptığı incelemeleri öğreticidir. Her kademedeki Alman görevliler kırımdan haberdardırlar.

Almanların Osmanlının kırım politikalarını onaylamalarının tarihi eskidir. Alman imparatoru ittihatçılarla dostluğunun yanında Sultan Hamit’le dostluğu eskiye dayanır ve Jöntürk devriminden de endişe duymamıştır. Jöntürk devrimiyle Alman çıkarlarının zedelenmeyeceğinin bilincindedir. 1896 Ermeni katliamlarından sonra “hissizleşmiş Avrupa onlardan [Hamid ve ekibinden] nefret eder ve katliamların mimarı Kızıl Sultanı lanetlerken,imparatorluk çapındaki katliam dizisinin sona ermesinden yaklaşık iki yıl sonra,1898’de II. Wilhelm’in, Türkiye’ye yaptığı ikinci ziyarette büyük tantana ve törenlerle karşılanmasının Almanları memnun etmesi, onların bir teba milliyetinin boğazlanmasını affetme eğiliminde olduğunun işaretiydi. Bu hoşgörü için, imparator ev sahiplerince cömertçe ödüllendirilecekti. Fransız Büyükelçi Cambon’un dilinde, Sultan konuklarına paha biçilmez hediyeler vermekle tam bir sağmal inek olduğunu göstermişti[r].”58 Hamit İmparatoru hediyelere boğmaktan çekinmeyecektir. Alman imparatoru ile birlikte Osmanlı imparatorluğunu ziyaret eden politik papaz Naumann, Almanların yüksek çıkarlarının Türk imparatorluğundaki Hristiyanların ızdıraplarına politik olarak kayıtsız kalmalarının gerekli olduğunu söylemekten çekinmeyecektir.59

Osmanlı Silahlı Kuvvetleri,Erkan-ı Harp Reisi,Seeckt: “Ermenilere yönelik Hristiyanca tüm duygularımız ve politik kaygılar savaşın mecburiyetleri karşısında ortadan kalkmak zorundadır”60demekten çekinmeyecektir.

Bir diğer Alman Erkan-ı Harbiye Reisi general Bronsart’ın sorumluluk temeli sağlayan bir emri vardır: Ermeni ahalini tehcir mukarrerdir. General silahsız ve izole edilmiş amele taburlarındaki ermeni askerlere karşı sert önlemler alınması emrini de verir. Bir diğer örnek de Demiryollarında sorumlu Alman komutan yarbay Boettrich’in Bağdat Demiryolu inşaat ve tünelleride çalışan Ermeni işçiler, mühendisler,idari ve teknik personelin tehciri emridir.61

Alman Askeri misyonu Osmanlı Genelkurmayını uzun yıllardır kontrol etmektedirler, gerek elçileri gerekse her düzeydeki komutanlarıyla Ermenilere yapılan muameleler bilgileri dahilindedir. Von Sanders Ayvalık’ta Rumları görünce bu gavurları hala sürmediniz mi diyerek astlarını paylamaktan çekinmez.

Bunlara Büyükelçi Morgenthau,Alman Büyükelçisi Wangenheim, askeri Ataşe Binbaşı Haumann,Goltz Paşa, Amiral Usedom ve Amiral Shouson’u da ilave eder. “Şu ya da bu biçimde Ermeni tehciri kararının alınmasında etkili olan danışma yada fikir oluşumuna katılan bu Alman subaylar, özellikle Harbiye Nazırı Enver Paşa’ya Türkiye’nin doğu vilayetlerindeki Ermenileri tehcir etme tavsiyesinde bulunduğunu kabul eden Mareşal von der Goltz ve yarbay Feldman’a komplo ortaklığı suçlaması yöneltilmiştir”62

Hitler’in, ”Tüm olanlara rağmen bugün Ermenilerin imhasından bahseden kim kaldı”63 1939 da bu söylediklerinin yanında, Soykırımda Hitlerin yanında yürüyen Erzurum Alman konsolosu Max Scheubner Richter’in64 etkisi küçümsenemez. Richter, Teşkilat-ı Mahsusa elemanı olarak Ömer Naci ile birlikte İran operasyonlarına da katılan bir komutandır aynı zamanda. “Danimarkalı Marcher, Harput Valisi Erzincanlı Sabit’in [Sağıroğlu], Erzurum Alman konsolosu Max Scheubner Richter’e; ‘Türkiye’deki Ermeni milletinin, yok edilmesi gerektiğini ve edileceğini söyledi. Egemen Türk milletini tehdit edecek derecede nüfus ve refah açısından büyüdüklerini anlattı; tek çare, onları yok etmekti’, dediğini aktarmaktadır.”65

Richter’e Breslau'nun kaptanı Karl Dönitz’i eklemekle, Amirale saygısızlık yapmış sayılmayız. Amiral Hitler’in vasiyeti üzerine kendisinden sonra Alman Devlet Başkanlığına getirilmiş ve Nurenberg’de soykırım suçuyla cezalandırılmıştır. “Osmanlı Ordusu'nda görev yapan çok sayıda Alman askeri misyoner, Türk askerinin bu aksiyonuna aktif ola­rak da katılmıştı. Örneğin 1915 yılında Musa Dağı'na saklanan Ermeni köylüleri kuşatan Türkler'i Alman komu­ta ediyordu. Ekim 1915'te Urfa'daki Ermeni semtinin kuşatılmasını Suriye'deki Alman Kurmay Eberhard Graf Wolfskeel von Reihenberg yönetiyordu. Mart 1915'te Türk birliklerinin Zeytun’a gönderilmesi emrini de bir Alman subay verdi. O zamanlar çok sayıda Alman için Ermeniler siyasi olarak güvenilmez, azılı düşman Rusya’ya sempati gösteren ve hatta onlarla pakt kuran bir halktı.”661915’te Musa Dağ’da katliamı yöneten Yüzbaşı Cevat Rifat’ı, 1934 Trakya olaylarında kışkırtıcı olarak görmemiz tesadüf değildir.

Almanların Ermeni Soykırımına dahillerinden dolayı Ermenilere karşı bir en azından özür borcu nu hala yerine getirmemişlerdir. Batılı güçlerin politik hesapları soykırıma dahil olan diğerleri gibi Almanların da bu suçtan dolayı sorumluluklarını gözden kaçırmışlardır.

Almanların Soykırıma dahilleri, Talat’ın savunmasında general Bronsart’ın suçlanması İttihadın sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.

Hamidiye Alayları ve Soykırımda Kürtlerin Rolü

Kürtlerin Soykırımdaki rolüne gelince İTC açısından temel amaç Kürtleri bu suça iştirak ettirmektir.

Ancak o dönemde Kürtlerde henüz ulusal bilincin gelişmediği ve Kürtlerin kendilerini İslami bir çerçeve içinde tanımlamaları önemle vurgulanması gerekir.

“Kürtler, Ermeni Sorunu karşısında kullanılan ve kullanılmakta devam etmesi gereken bir unsurdu. Kürt egemenleri 1915 trajedisinde ittihatçıların suç ortağı oldu. Dünya Savaşı sonrasında gasp ettiklerinin geri alınması ve cezalandırılma korkusu ise, onları Ankara Hükümeti ile işbirliğine itti… 20. yy.da devam edebilen ve Ankara ile ittifak kuran Kürt feodalizminin,ağalığının, şeyhliğinin kökleri bakımından da buralara uzanan izler bulabilirsiniz”67

Soykırıma, Kürtlerin iştiraki açısından baktığımızda, Kürt egemenlerinin Ermenilerin zenginliğine göz dikmeleri, katliama iştirak eden diğer Kürt halkı için de cahillik, taassup, yoksulluk gibi etmenler sıralanabilir.68

Kürtlerin Soykırıma katılımına ilişkin Kürt yazar Kemal Mahzar Ahmed’in tesbitleri önemlidir: “Ne yazık ki bilerek ya da bilmiyerek, kasıtlı ya da kasıtsız, bazı Kürtler de bu kırımlara katıldılar. Bu durumu değerlendirip araş­tırmak amacıyla önce, katıldıklarım gösteren birkaç örnekle işe başlamak isteriz. Urfa'da yapılan ilk kırımı, bir derviş şeyhi olan Molla Sait Ahmet, verdiği bir fetva ile 28 Aralık 1895'de başlattı. Molla Sait, bir Ermeniyi halkın gözleri önünde yere yatırıp satırla kafasını! bedeninden ayırarak işe girişti. Bu imam, katliamdan birkaç gün önce, şehrin bazı önde gelenlerini toplamış, onları bu yönde oluşturmuş ve Sultan 'm saltanatı için ser esirgemeyiz, buyurmuştu.Van'da yapılan ilk katliamda, Abdülhamid ve Abdülgaffar adla rında iki kardeş birlikte 200 kişiyi öldürdüler. Böyle ‘kardeş’lerden Harput'da da bir haylisi vardı ve iki kardeş burada, bir günde 300'den fazla Ermeniyi katletmişlerdi. Bir Kürt ağa, bir Ermeni kafilesini jandarmalardan satın almış ve bütün her şeylerine elkoyduktan sonra onları öldürmüş. Sonra, lira ve altınları yutmuş olabilirler düşüncesiyle karınlarını yara­rak yoklamıştır. Bu yüzden asker ve jandarmalar bir hayli servet edindiler. Altınları olup ta rüşvet veren ve bu yolla kurtulanlar ise, bir yerine, birkaç kez ölerek dünyayı seyre devam ettiler. Gordlevski bu konuda şunları yazıyor:1916yazında, Kürtlerin, Ermenileri gruplar halinde Bitlis'e doğru yola nasıl çıkardıklarına gözlerimle tanık oldum. Bunu, Sığınma Komitesinin, kendilerine vereceği paranın hatırı için yaptıkları belliydi. Oysa Kürtler, Ermenileri, Türkten esir­gemişlerdi ama bir köle gibi de Bitlis pazarına sürüyorlardı. San­ki, zaten ödleri patlamış olan bu kimselerde irade de kalmasın ya da Kürtler olmadan Bitlis yolunu çıkaramıyacaklarını anla­sınlar isteniyordu. Dağların Öte yüzünde karşılaştıkları mua­mele her hallerinden ve gözlerinden okunuyordu.”69


Soykırımda kullanılan Kürtlerden oluşan Hamidiye alaylarına gelince: “1890 yılının Kasım ayı ortalarında, İstanbul gazeteleri, Hamidiye olarak adlandırılan Kürt alaylarının kurulmasına ilişkin bir padişah fermanı yayımladılar. Hamidiye Alayları Kürtlerin Bâbıali’ye ayaklanmadıkları, Rus-Kafkas sınırındaki bölgelerden oluşturuldu.”70Sırma, bu alayların Ermenilere karşı kurulduğunu ifade eder: ″Abdülhamid, Doğu ve Güney-Doğu Anadolu'dan asker toplayarak Ermeni isyanlarını bastırmak için, Hamidiye adında özel bir ordu kurdu.″71

Akçam, Soykırımda önemli rolleri bulunan Hamidiye Alaylarının (ittihat yönetiminde adı Aşiret Alaylarına çevrilmiştir) işleyişi ve niteliklerine ilişkin olarak: “Hamidiye Alayları'nın kurulması ile ödüllendirme mekanizmasının daha da sistematik bir karakter kazandığını görmekteyiz. Bu birliklerin her türlü giderleri yaptıkları baskın, soygun ve katliamlardan elde ettikleri gelirlerle sağlanıyordu. Ayrıca bu birlikler katılanlar her türlü vergiden muaf tutuluyorlar ve ilgili aşiretlere devlet tarafından arazi veriliyordu.”72



Katliamı gerçekleştirmek için iki halk arasında nifak sokulması da ihmal edilmez: “Doğu Anadolu’da Ermenilerle Kürtlerin gizlice anlaşmasından korkan Abdülhamit, potansiyel düşmanlarını bölmek için İslam-Hıristiyan rekabetini uyandırmıştı.”73Van’da yaşayan Amerikan ve Alman misyonerler, 1914-15 kış aylarında, Doğubeyazıt ve Eleşkirt civarındaki 52 Ermeni köyünün tümünün Hamidiye alaylarınca basıldığı, yağmalandığı ve tahrip edildiğini aktarırlar.74

“[E]gemen güçler, -öncelikle Abdülhamid döneminde- bu vah­şetin bütün vebalin Kürtlere yüklemek, bu olayı geriliğin, kör din­sel inançların bir yansıması olarak göstermek istediler… geriliğin ve kör inançların, Kürtlerin bir bölümü­nün bu katliama katılmaya, "kafir" kanıyla ellerini "yeşile" boya­maya ittiğini belirtmiştik. Kimi Kürtler selavat getirerek Ermeni­lerin başım kestiler. Bu noktada ister istemez akla şu soru geli­yor: Gerek Türk, gerek Kürtler ve bölgedeki diğer uluslar, bu katliamların öncesindeki dönemlerde çok daha geri bir durumda bulunuyorlardı ve dinsel inançları da oldukça katıydı; buna kar­şın ne Kürtlerle Ermeniler, ne de Kürtlerle Asuriler arasında değil bu türden katliamlar, huzursuzluklara yol açacak nitelikte problem­ler bile görülmemişti. Niçin? Birçok yabancı yazar geçmişte Kürtlerle Kürdistan'daki müslüman olmayan topluluklar arasın­da süregelen iyi ilişkilere dikkati çekmiş ve bunu Ortadoğu'da en olumlu bir örnek olarak nitelemiştir. K.Mason, Londra'daki bir coğrafya cemiyetinde Kürdistan'la ilgili olarak yaptığı bir konuş­mada bu konuda şöyle diyor:Çoğumuzda çarpık bir düşünce var, güya Ermeni kırımlarının suçlusu Kürtlerdir. Oysa müslüman olmayanların büyük bir bölümü savaştan önce, (yani 1.Dünya Savaşı-yaz.) Kürdistan'da çok mutlu bir yaşam sürdürüyorlardı. Milletler Cemiyeti, Musul sorununu incelerken de bu duruma özel olarak işaret etti. Bunun yanı sıra V.Gordlevski, din farkı, müslüman Kürtler ile gavur Ermeniler arasında hiçbir olumusuz rol oynamadı, demekte, Ermenilerin camilere ve Kürtlerin de kiliselere ne kadar rahatlıkla girip çıktıklarını belirtmektedir.Gerçek odur ki etkili bir el, karanlık bir gölge, Kürtlerin dinsel inançlarını kullanarak onları Ermenilerin üzerine sürmüştür. Gerçeğin böyle olduğunu kanıtlayan çok sayıda belge vardır. Birçok yörede Padişah'ın emri ile müftü, imam ve din görevlileri halkın dinsel duygularını körükleyerek "kafirleri" öldürmeleri için tah­riklerde bulundular. İlk kırımda Palu Müftüsü, halkın talan yap­mak yerine, daha çok Ermeniyi öldürmeye önem vermesi gerek­tiğini söyledi. Erzurum şehir yöneticileri de açık çağrı yaptılar: Gavurları öldürün, hiç kimseden korkmayın. Yaşamak müslüman-lann hakkıdır, gavurlara ölüm!. Sivas'da, Urfa'da derviş ve molla­ların sloganları bunlardı. Arapkir'de, Ermenileri öldürmek Muhammed'in ümmeti için görevdir, propagandaları ile halkı gale­yana getirdiler. Bu yolla, birçok insanı şartlandırıp kiliseye giden­lerin üstüne saldırttılar.Zihni çelinen birçok Kürt, Ermenilerin katlini "gaza" olarak görüyor ve bu nedenle selavat getireninden elini geri çekiyordu.Bu biçimde ve önceden hazırlanmış bir plana göre cahil bazı Kür­tlerin, beyinleri yıkanmış ve zorla Ermenilerin karşısına çıkarıl­mışlardır. Açıktır ki bunun sorumluluğu, onları bu eylemlere iten­lere aittir.Katliamlara katılanların.büyük.bir.bölümünün Hamidiye Alayları'na mensup oluklarını da göz önünde tutmak gerekir. Bu askeri kuvvet, Kürtleri bu işe hazırlamak amacıyla oluşturulmuştu ve daha ilk günden bu doğrultuda çalışmalar yapıyordu. Örneğin Diyarbakır'da yapılan ilk katliamı, kent dışından getirilmiş olan bu birlikler gerçekleştirdi. İkinci kırımda, Erzurum'da, yönetici­ler Hamidiye birliklerine açıkça görev verdiler. Hamidiye Alay­ları, ordu ve jandarma gibi miri, yani saltanata bağlı bir kurum­du. Bu nedenle, buna bakılarak Kürt halkının da kırımlara katıl­dığı sonucu çıkarılmamalıdır. Bir kısım derebey, ağa ve Hamidi­ye komutanları, keselerini doldurmak, yeni mal ve topraklar elde etmek için Ermeni katliamım, kendileri bakımından fırsat bildiler. Örneğin Palu'da, Sekrat köyü beyi İbrahim, serbest bırakı­lan birçok Ermeniyi himayesine aldı, onların mal ve servetlerine elkoydu ve herşeylerini gaspettikten sonra da kapı dışarı etti. Daha başka yörelerde de ağalar aynı yöntemi uyguladılar. Derebeylerin isteği, Ermenilerin topraklarına el koymaktı ve herkesi bu yönde teşvik ettiler… 1915 Temmuz başlarında, ağır silahlarla donatılmış 20.000 kişilik bir askeri kuvvet, 11 adet topla birlikte İstanbul'dan Muş'a gitmek üzere yola çıkarıldı. Aynı ayın 1’inde o toplar, Muş şehir merkezindeki Ermeni mahallelerini dövdüler. Muş Mutasarrıfı'nın yanı sıra, birçok yönetici bu katliamda açıkça yer aldı ve yönetti. Yine soruna dikkatle eğilindiği zaman, Kürtlerden bazılarının da, yöneticilerin zorlamaları sonucu bu eylemlerde yer aldıkları açıkça görülür… Bazı yoksul ve aç kimselerin, talan ve soygun amacıyla bu katliamlara katıldıkları söylenebilir, ama yöneticiler bununla yetinmediler. Çünkü, Ermeniler daha çok Kürtlerin eliyle öldü­rülsün istiyorlardı. Biz, Kürtlere, Ermenileri ortadan kaldırma­ları için emir verdik, maalesef öldürmekten çok talan yapıyorlar. Bu sözler, birinci kırım sırasında Muş'da görevli olan birine aittir. Saf birçok Kürt, sultan ve derebey emrettikleri için bu işi yaptığının farkında idi. Çok defa, Kürtler bu olaylarla ilgili ola­rak önceden Ermenilere haber ulaştırdılar… Birçok yerde yöneticiler, cezaevinde bulunan Kürt mahkumla­rı, -ki içlerinde katil ve eşkiyalar da vardı, Ermenileri öldürmeleri karşılığında serbest bıraktılar. Bu tür uygulamalara bütün Erme­ni kırımlarında rastlamaktayız. Abdulaziz Yamulki'nin belirt­tiği gibi, çeşitli bölgelerde mahkumlara Kürt giysileri giydirildikten sonra, gruplar halinde Erzurum, Diyarbakır gibi şehirlere gönderildiler. Birinci katliam sırasında bazı yörelerde yönetim, askerlere de Kürt giysileri giydirerek katliam yapmaya gönderdi… mahkumlar, kötü kişiler ve Hamidiye Süvari­leri, belirli bir yerde toplanıyor, yöneticiler kendilerine akıl verip duygularını okşadıktan sonra Ermenilerin üstüne gönderiyordu. Bu durumlara bizzat kendi gözleriyle tanık olmuş bir kısım Erme­niler, yazdıkları mektuplarda şunları anlatırlar:Halkı Ermenilere karşı harekete geçirmek için, gerekli ön hazırlıkları yapsınlar diye, ilkin bir miktar yabancı görevlendirilirdi. Bunlar, katliamdan önce ve sonra çeşitli suçlar icadediyor, en çok da İsyancı olduklarını yayıyorlardı”75

Diyarbakırdaki Ermeni katliamlarına ilişkin Şevket Beysanoğlu katliamın bu güne uzanan ip uçlarını verir,Ermeni Kırımları Diyarbakır’a vali olarak atanan Dr. Mehmet Reşit Bey’in(Şahingiray) gelmesiyle başlar. Beysanoğlu olayı şöyle anlatıyor: “Dr. Mehmet Reşit Bey göreve başlar başlamaz durumun vehametini, Müslüman halkın içinde bulunduğu gergin havayı hemen anlamış ve bazı önlemler alarak, girişimde bulunmak gereği duymuştur. İlk iş olarak, Mektupçu Bedri, Jandarma komutanı Rüştü, eşraftan Yasinzade Şevki, Pirinçzade Fevzi, Müftüzade Şeref beylerden oluşan bir Tahkik Heyeti oluşturdu. Peşinden, sivil halktan bir milis alayı teşkil edildi. Bu alayın başında Cemilpaşazade Mustafa Bey (albay) bulunuyordu. Diğer milis subayları şunlardır:Binbaşı Yasinzade Şevki(Ekinci)Yüzbaşılar: Zazazade Hacı Süleyman, Cercisağazade Abdulkerim, Direkçizade Tahir, Pirinçzade Sıtkı (Tarancı), Teğmenler: Halifzade Salih, Ganizade Servet(Akkaynak), Muhtarzade Salih, Şeyhzade Kadri(Demiray), Piranzade Kemal(Önen), Yazıcızade Kemal, Hacı Bakır”76 “Vali Dr. Mehmet Reşit Bey’in İçişleri bakanlığına gönderdiği şifreli telgrafında(15 Eyül 1331), bölgeden sürülen Ermeni adedinin 120 bin olduğu bildirmektedir.”77 Resmi rakamlara göre120 bin Ermeni Musul’a göç ettirilerek “temizlenmiştir”. İşin aslı 120 bin Ermeni’nin soykırıma uğratıldığıdır.

Gül Ağa, Hacı Bedir Ağa, Kürt Musa Beğ, Cercişzade Yusuf (Göksu), Kör Hüseyin de adı geçen Kürt egemenlerinin bir bölümüdür.

Naci Kutlay, Diyarbakır’da olanları ve Kürtlerin rolüne ilişkin:”1915 Ermeni olaylarında Diyarbakır’ın önde gelen Kürt eşrafı devletle birlikte gerekeni yaptılar. Dr. Reşit 1.Dünya Savaşı sonunda Ermeni öldürülmeleri nedeniyle İstanbul’da yargılandı. İdama mahkum edilen Dr. Reşit Bekir Ağa Bölüğü hapishanesinden kaçtı ve Şişli’de sıkıştırılınca intihar etti. Bunları ancak yaşlı Diyarbakırlılar bilir. Kürtler de bu konuları konuşmadılar. Ziya Gökalp, Pirinççizade Feyzi, Zülfü Tigrel ve Süleyman Nazif de Ermeni öldürülmelerinden suçlanarak İngiltere yönetimindeki Malta Adası’na sürüldüler. Kurtuluş Savaşı içinde bırakıldılar. Diyarbakır Valisi Dr. Reşit Bey Ermenilere kötü muamelede bulunmadığı ve emirleri yerine getirmediği için Lice Kaymakamı Hüseyin Nesimi Beyi Diyarbakır’a çağırttı ve yolda Çerkez Harun çetesine öldürttü.”78Diyarbakır kasabı Dr.Reşit’in, Bedirhani’lerin damadı olduğunu da buraya ekleyelim.

Garo Sasuni Ermeni ve Kürt ilişkilerini incelediği eserinde, Kürtleri Ermeni Soykırımına katılmalarını temel etmenlerinden biri olarak, Ermenilerle Kürtlerin siyasi tutumları arasındaki açık olarak görülen ayrılık nedeniyle ayrı kamplarda yer almalarının önemle altını çizmektedir.79

Sasunı, Kürt egemenlerinin katliama katılmalarının sınıfsal rolü gereği olduğunu vurgular, Kürt memur ve subayların ise neredeyse Türkleşmiş olduklarını, az sayıdaki hür fikirli Kürt aydınlarının ise meşrutiyetle birlikte bağımsızlıkçı çizgiden uzaklaştıklarını, bağımsızlık propagandalarından vazgeçerek, Kürdistan sorununu Ermeniler gibi meşrutiyet rejimindeki Osmanlı devletinin gelişmesine bağladıklarını ve anti-Türk hareketlerini durdurarak, önceleri Kürdistan’ın bağımsızlığına kendilerini adamışken, bağımsızlığı hedef tutan aktif hareketlerini ikinci plana iterek, herkesin bildiği basit sözler söylemekten daha ileri geçmeyerek, dikkatleri kürt ulusu’nun kültürel rönesansı üzerine yönelttiklerini ve süreç içinde etkisizleştiklerini ifade eder. Bu etmenlerin Kürtlerin meşrutiyet karşısındaki konumlarının katliama iştirak etmelerini kolaylaştırıcı şartlarını oluşturduğunu Kürt egemenlerinin, Ermenileri iktidarlarına karşı tehlike görmeleri, Ermenilerle Kürt feodalleri arasındaki toprak sorunu, az sayıdaki aydınların etkisizliğini katliamın kolaylaştırdığını etkenler olarak kaydeder.80

Burada şunu da kaydedelim ki; Soykırımda gerek Alman etkisi ve gerekse Kürtlerin suç ortağı olarak kullanılması İttihat Terakki ve ardıllarının rolünü azaltmaz.

Bazı Kürt ailelerin Soykırıma dahil olmamaları ihmal edilebilir boyuttadır ve Soykırıma maruz kalan insanların bir kısmının (ne şekilde olursa olsun) hayatını kurtarmaları da Anadolu’dan sökülen bu ulusun dramının ayrı bir parçasıdır.



Gerçekten tartışma isteği var mı?

Konunun tartışılma isteği de yoktur. ″Meselâ, günümüzdeki hür Ermenistan’ın ilk Cumhurbaşkanı sayın Levon Ter Petrosyan, Ermenistan’ın Anayasasından soykırım maddesini çıkarttırmış ve söz konusu maddenin resmi hüviyet kazanabilme ihtimâlini böylece önlemiş, Türkiye Ermenistan ilişkilerinin düzeltilip normale çevrilebilmesi için, elinden geleni yapmıştı... Bir türlü olumlu bir netice alamamıştır. Çünkü Türkiye (önce Azerbaycan ile anlaşma) şartını kesin şekilde ileri sürmekteydi.″81


″Kendisi de tarihçi olan Ter Petrosyan, Soykırım sorununu hemen çözemeyiz, devletler olarak bu konuyu gündemimize almayalım ve zamana yayalım diyerek bu iki sorunu birbirinden ayırmayı teklif ediyordu. Türkiye bu inceliği anlamadı bile ve Ermenistan devletinden, diasporadaki soykırım faaliyetlerine son vermesini istedi. Sonuçta, Ter Petrosyan’ın İşi tarihçilere bırakalım’ teklifi, Türkiye’den gerekli ilgiyi görmeyince onun başını yedi. Cumhurbaşkanlığını kaybetti.″82

“Türkiye’de sansürlü,kontrol altında, dokunulmayan bir tarih var. Bilim özgürlüğünün olmadığı bir yerde neyi tartışacaksınız. Nasıl ve ne biçimde tartışacaksınız. Soy kırıma uğramış bir halkın çocukları, tarihçileri Esat Uras'ın ya da Hasan Tankut'un talebeleriyle nasıl tartışma zemini bulup, gerçeğe nasıl yaklaşma olanağı elde ede­cekler? Bir diğer sorun da şudur: Gerçeği gören, yaklaşan, yakalayan, ya da yakalamak isteyen Türkiyeli bilim adamları, insan hakları savunucuları, artık cezai müeyyideleri göze almak zorundadırlar. Artık yasal olmayan vatan hainliği ile cezalandırılmak tehlikesi söz konusudur.”83

Son olarak 1500001. kurban olarak Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in herkesin bilgisi dahilinde katledilmesi, tartışmanın neresinde durulduğunun açıkça ilan edilmesinden başka bir şey değildir.

Ermenilerin istemleri

Ermenilerin istemlerine gelince; Resmi görüş, Soykırımın tanınmasının beraberinde toprak istemini getireceğinde hala ısrarlıdır: “Türkiye’nin yapmadığı bir soykırımı tanıması beklenemez. Bunu isteyen Ermenilerin ve onlara destek olan Türkiye’deki aymaz çevrelerin bunun arkasında bir tazminat ve toprak talebinin geleceğini bilmemeleri mümkün değildir.”84

19 Ocak 2007 tarihinde katledilen Ermeni aydınlarından Hrant Dink, Ermenilerin Geçmişte yaşadıklarının farkına varılmasını ve acılarının paylaşılmasını istediklerini söylemektedir: “Ermenilerin büyük çoğunluğu, Türkiye’nin geçmişte yaşananların farkına varmasını, üzüntülerini belirtmesini, Ermenilerin acısını paylaşmasını istiyor. İlişkilerin bundan sonra sorunsuz olmasını arzu ediyor. Bu çoğunluğa katılmayan ama aktivist de olmayan bazı kesimler de var ki, onlar yapılan haksızlığın ödenmesini de istiyorlar, tazminat beklentisi içindeler. Bir de çok uçta olan bazı aktivist gruplar var. Bunlar arasında toprak isteyenler de bulunuyor. Ama şu var. Ermenistan devletinin bugün Türkiye’den bir toprak beklentisi yok... Ermenistan’ın tazminatla da ilişkisi yok. Tazminatın ancak bireysel bir talep olabileceğini düşünüyor. İsterlerse başvururlar mahkemeye, alırlarsa alırlar, alamazlarsa alamazlar diyor.”85

Son söz olarak

Ermeni Sorunu’na ilişkin son günlerde, Hrant Dink’in katledilmesi sonrasında yaşananlar öğreticidir. Cinayet sonrasında sergilenenleri vahim kelimesiyle anlatmak kifayetsizdir. Siyasilerden ve normal vatandaşa kadar her kesimin, ekranlardan-gazetelere-sokaklara- stadyumlara kadar her yerde sergiledikleri tavır akıl almaz düzeydedir. Hrant Dink Ermeni olduğu için herkesin bilgisi dahilinde ölüme gönderilirken, cesur evladını kaybeden Ermeni Halkının acısının paylaşılmasına izin verilmemektedir. Refleks bilinçaltında var olan 1,5 milyon Ermeni’nin öldürülmesinin utancından kaynaklanmaktadır.

“Eğer Türkiye’de resmi ideolojinin ısrarla iddia ettiği gibi, Cumhuriyet, ‘Eski Rejimi’ [Ancién Régime] tasfiye etmiş olsaydı, bugün ne Ermeni Faciasıyla ilgili inkârda ısrar edilir, ne de Hrank Dink hunharca bir cinayete kurban giderdi. Sadece bu siyasi cinayet bile, yakın tarihimizi saran sis perdesinin neleri nasıl örttüğünü göstermeye yeter.”8617 yaşındaki sözde katilin VIP muamelesi görmesi başka türlü nasıl izah edilebilir.

1915’in kökleri günümüze kadar uzanmaktadır, refleksin temeli bu köklerdir, kapitalistin sermayesinin temelinde, bürokratın başarı hanesinde, feodalin egemenliğinin kaynağında 1915’in derin izleri vardır. Sorun tarihle hesaplaşamamaktan kaynaklanmaktadır. 1915’in bu derin izleri sorunun çözümsüzlüğünün temel kaynağı olarak önümüzde durmaktadır. Bu iz zinciri ile yüzleşilemedikçe sorunun çözümsüzlüğü ve kangrenleşmesi kaçınılmazdır. Sorun sistemin niteliğinde gizlidir. Sistemin niteliğini gizleyen sis perdesinin kaldırılması, sorunun çözümünde en önemli adım olarak önümüzde durmaktadır.



1* “Ermeni Sorunu bugün Soykırımla eş anlamlıdır. Soykırım kelimesini kullanmamak, kullanmak istememek durumlarında, Ermeni Sorunu yada benzeri kavramlardan söz edilmektedir.”- Tessa Hofmann

 “Kendilerine kitap verilmiş olanlardan olup da ne Allah Teâlâ’ya ve ne de ahiret gününe imân etmeyen ve Allah Teâlâ ile Resûlünün haram kıldığı şeyleri haram tanımayan ve ne de hak dinini din edinmeyen kimseler ile zeliller olarak kendi elleriyle cizye verecekleri zamana kadar muharebede bulunun.”Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâli Âlisi, Akçağ Yayınları, 1993, Ankara


2 Genelkurmay Başkanlığı www.tsk.mil.tr/uluslararasi/ermenisorunu.htm


3 SIRMA İhsan Süreyya, Belgelerle II. Abdülhamid Dönemi, Beyan Yayınları, İstanbul, Ocak 2000 s.214)


4 Türkiye Tarihi Üzerine Araştırmalar/Belgeler, Gözlem Yayınları, İstanbul, Nisan 1980 s 555-556



5 BAŞKAYA Fikret, Yediyüz – Osmanlı Beyliğinden 28 Şubata: Bir Devlet Geleneğinin Anatomisi, Ütopya Yayınları, Ankara, Kasım 1999, s.105


6 Dadrian Vahakn N. Osmanlı Türkiyesi'nde Ermeniler Çev. Attila Tuygan http://www.gundemimiz.com

7 Pomiankowski Joseph, Osmanlı İmparatorluğunun Çöküşü, Çev. Kemal Turan, Kayıhan Y. 2003. s 26

8 ANAR Erol, Öte Kıyıda Yaşayanlar, Azınlıklar Yerli Halklar ve Türkiye, Belge Yayınları, İstanbul, Ocak 1997, s. 82-84

9ANAR Erol, Öte Kıyıda Yaşayanlar, Azınlıklar Yerli Halklar ve Türkiye, Belge Yayınları, İstanbul, Ocak 1997, s.63



10 SIRMA İhsan Süreyya, Belgelerle II. Abdülhamid Dönemi, Beyan Yayınları, İstanbul, Ocak 2000 s.57


11 ZÜRCHER Erik Jan (Derleyen), İmparatorluktan Cumhuriyete Türkiye’de Etnik Çatışma, İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2005, Bölüm: ADANIR Fikret, Bulgaristan, Yunanistan ve Türkiye Üçgeninde Ulus İnşası ve Nüfus Değişimi s. 21-22


12 Belge Yayınları tarafından yakında yayınlanacak olan Türk Savaş Suçluları Hakkında İngiltere Dış İşler Bakanlığı Belgeleri


13 AA Haber, ‘Perinçek’ten, Ermeni iddialarına Lozan’dan yanıt’, 07 Mayıs 2005

14 ANAR Erol, Öte Kıyıda Yaşayanlar, Azınlıklar Yerli Halklar ve Türkiye, Belge Yayınları, İstanbul, Ocak 1997, s. 82-84


15 HALAÇOĞLU Yusuf, Prof. Dr., Ermeni Tehciri, Babıali Kültür Yayıncılığı, 5. Baskı, İstanbul, Nisan 2005, s. 26)


16 SIRMA İhsan Süreyya, Belgelerle II. Abdülhamid Dönemi, Beyan Yayınları, İstanbul, Ocak 2000, s.32

17 Dr. Kemal Mahzar Ahmed Birinci Dünya Savaşı Yıllarında Kürdistan ve Ermeni Soykırımı Çev. Mustafa DüzgünStockholm 1986 s 108, Kürdistan y.

18 Dr. Kemal Mahzar Ahmed Birinci Dünya Savaşı Yıllarında … s 73

19 Dadrian Vahakn N. İttifak Devletleri Kaynaklarında Ermeni Soykırımı, Çev Ali Çakıroğlu, Belge Y. s 255

20 Dadrian, İttifak Devletleri… s 254

21 Avagyan Arsen, Minassian Gaidz F. Ermeniler ve İttihat Terakki, Çev L. Denisenko, M Şahan, Aras Y 2005, s 88

22 (ÇİÇEK Hikmet, Dr. Bahattin Şakir-İttihat ve Terakki’den Teşkilat-ı Mahsusa’ya Bir Türk Jakobeni, Kaynak Yayınları, İstanbul, Temmuz 2004, s.189)


23 Muhammed Emin Galip et Tavil, Arap Alevliliğinin Tarihi, Nusayriler, Çev. İsmail Özdemir, Chiviyazıları 2004 s 316-317

24 Yerasimos Stefanos, 1915 0laylarını Türkler yazmalı www.radikal.com.tr

25 Engin Hülya, Jenosid ve İzdüşümleri, Talat Paşa Davası, Tessa Hofmann s 92

26 Los Angeles Times , Temmuz 1926, çev. Mete Tunçay,Tarih Ve Toplum, Aylık Ansiklopedik Dergi, Mayıs 1988, Sayı:53, İletişim Yayınları

27 Murat Bardakçı M. Kemal’in bakışının farklı olduğunu düşünmektedir: “Aslında Atatürk`ün Ermeni meselesine bakışının tek cevabı, verdiği mallardır. Atatürk, Ermenilerin öldürdüğü devlet adamlarının ve memurlarının ailelerine büyük maaş bağladı, onlara el konulan Ermeni mallarını kendi imzasıyla verdi. Talat Paşa’nın karısı en yüksek maaşlardan biri olan vatan-ı hizmet aylığı alıyordu. Merkezi Umumi üyelerinin eşleri ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın önemli mensuplarının hanımları da vatan-ı hizmet aylığına bağlandı. En yüksek maaşı da Enver Paşa’nın kızı Mahpeyker Hanım aldı.” (Murat Bardakçı Soykırımı Almanya kışkırtıyor 6.6.2005 Radikal)

28 Cilasun Emrah, Hirant Dink cinayetinin ardından, www.ozguruniversite .org

29 BAŞKAYA Fikret, Yediyüz – Osmanlı Beyliğinden 28 Şubata: Bir Devlet Geleneğinin Anotomisi, Ütopya Yayınları, Ankara, Kasım 1999, s.279-280


30 Tunçay Mete,Tarih Ve Toplum, Aylık Ansiklopedik Dergi, Mayıs 1988, Sayı:53, İletişim Yayınları

31 Dündar Fuat,1913-1918 İttihatçı Planı www.radikal.com.tr

32 Bleda Mithat Şükrü, İmparatorluğun Çöküşü,Remzi K. 1979 s.57

33 Dr. Mehmet Reşit Şahingiray, Hayatı ve Hatıraları Haz. Nejdet Bilgi,Akademi kitabevi 1997,s 22

Yüklə 205,07 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin