Ameliyattan sonra gözümü açtım; ölmemiş olduğumu farkettim. İnsan ölmüyor. Kendinden geçiyor yalnızca. İlaçla uyuşturdukları için hiçbir şey duymuyorsunuz. Sarhoş olduğunuzu sanıyorsunuz. Ama kusmak istediğinizde safradan başka bir şey çıkmıyor.
Yatağın ayakucunda kum torbalarını gördüm. Torbalar alçı kalıbından dışarı uzanan demir çubuklara bağlıydı.
Bir süre sonra Miss Gage'i gördüm.
“Nasılsınız? ”dedi.
“Daha iyiceyim,” dedim.
“Dizinizi güzel ameliyat ettiler.”
“Ameliyat ne kadar sürdü?”
“iki buçuk saat.”
“Abuk subuk laflar ettim mi?”
“Yo, tek laf etmediniz: Hiç konuşmayın şimdi.”
Bitkindim. Catherine'nin hakkı varmış. O gece nöbetçi hemşirenin kim olduğuna aldırmıyordum bile.
Şimdi hastanede üç hasta daha vardı: Kızılhaç'tan sıtması olan Georgialı zayıf bir genç; yine sıtmadan yatan New Yorklu tatlı bir çocuk; bir de anı olarak saklamak için şarapnelli bir merminin tıpasını çıkarmaya kalkmış yakışıklı bir delikanlı. Avusturyalıların dağlarda kullandıkları çift patlamalı mermilerden biriymiş bu.
Hastabakıcılar Catherine Barkley'i çok seviyorlardı. Vırt zırt gece nöbetine kalıyordu. Çünkü sıtmaların onu pek uğraştırdığı yoktu; mermi tıpasını çıkarmaya kalkışan delikanlı dostumuzdu, gereksiz yere zile basmazdı.
Catherine ile iş arasında birlikte oluyorduk. Çok seviyordum onu, o da beni. Gündüz uyuyordum. Gündüzleri uyuyamadığım zamanlar birbirimize pusula yazıp Ferguson ile gönderiyorduk.
İyi bir kızcağızdı Ferguson. Hakkında pek bir şey öğrenememiştim. Yalnız 52'nci Tümen'de bir kardeşi varmış. Öteki kardeşi ise Mezopotamya'daymış. Catherine'e karşı çok iyi davranıyordu.
Sordum bir gün: “Düğünümüze gelir misin, Fergy?
“Evlenmeyeceksiniz ki.”
“Evleneceğiz.”
“Yo, evlenmeyeceksiniz.”
“Neden?”
“Kavga edersiniz.”
“Henüz kavga ettiğimiz yok.”
“Şimdiden belli olmaz.”
“Dedim ya kavga etmeyiz.”
“Ölürsünüz öyleyse. Ya kavga eder ya da ölürsünüz. Millet onun için evlenmiyor.” Uzanıp elini tutmak istedim.
“Dokunma bana,” dedi. “Ağlamıyorum. Belki de sizlere bir şey olmaz. Bak Catherine'nin başını belaya sokayım deme sakın. O zaman seni öldürürüm!”
“Belaya sokmam.”
“Dikkatli ol. O zaman mutlu olursun.”
“Mutluyuz.”
“Öyleyse kavga da etmeyin.”
“Olur.”
“Sakın bir savaş çocuğu da dünyaya getirmesin.”
“Çok iyi bir insansın, Fergy.” “Yağ çekme bana. Ayağın nasıl.”
“iyi.”
“Başın?”
Parmaklarıyla başıma dokundu. Sanki uyuşmuş bir ayağa dokunan elin verdiği bir duygu uyandı.
“Hiç rahatsız etmiyor beni.”
“Böyle bir şiş insanı deli eder. Demek hiç bir rahatsızlık duymuyorsun?”
“Öyle.”
“Talihli gençsin. Yazdığın pusula hazır mı? Aşağı iniyorum da...”
“Evet, burada,” dedim.
“Gece nöbetlerine ara vermesini de ekle.”
“Olur.”
“Miss Van Campen öğleden sonraları hep uyuduğunu söylüyor.”
“Söyler.”
“Bırak da bir süre gece nöbeti almasın.”
“Aslında ben de istemiyorum.”
“Bal gibi de istiyorsun. Gece nöbetini bıraktırırsan sevinirim bak:”
“Peki. Dediğin gibi olsun,”
“Pek aklım yatmıyor ya neyse... “
Yazdığım pusulayı alıp gitti. Zili çaldım, az sonra Miss Gage geldi.
“Ne oldu?”
“Size bir şey söyleyeceğim. Miss Barkley'in bir süre için gece nöbetlerini bırakmasına ne dersiniz? Pek bitkin görünüyor. Bunun bir nedeni olmalı.”
Miss Gage bana baktı.
“Ben arkadaşınızım,” dedi. “Benimle daha açık konuşabilirdiniz.”
“Ne demek istiyorsunuz?” “Saçmalığı bırakın. Bu muydu bütün istediğiniz?” “Bir vermut içer miydiniz?” .' “Pekala. Gidip getireyim.”
!Dolaptan bir şişe çıkardı ve bir bardak getirdi.
“Bardağı siz alın,” dedim. “Ben şişeden içeceğim.” !'!! “Buyrun,” dedi Miss Gage.
“Sabahları geç vakte kadar uyumam konusunda Van Campen ne söyledi?”
“Laf olsun diye söyledi. Sizin için ayrıcalıklı hastamız diyor.”
“Canı cehenneme.”
“Kötülükten değil,” dedi Miss Gage. “Ne de olsa yaşlı, biraz da huysuz. Sizden de hiç hoşlanmadı.”
“Evet.”
“Ama ben sizden hoşlanıyorum. Unutmayın arkadaşınızım sizin.”
“Çok iyisiniz.”
“Hayır. Kimi iyi ve tatlı bulduğunuzu biliyorum. Ben yalnızca iyi bir arkadaşınızım. Ayağınız nasıl?”
“İyi.”
“Üzerine dökmek için biraz maden suyu getireyim. Alçının içinde kaşınıyor olmalı. Dışarısı çok sıcak.”
“Çok iyisiniz.”
“Çok kaşınıyor mu?”
“Yo. Şimdi biraz daha iyi.”
“Bu kum torbalarını düzelteyim.” Eğildi. “Arkadaşınızım.”
“Biliyorum.”
“Hayır, bilmiyorsunuz. Ama günün birinde öğrenirsiniz.”
Catherine Barkley gece nöbetlerine üç gün ara verdi. Sonra yine geldi. Sanki uzun bir yolculuktan sonra karşılaşan iki sevgili gibiydik.