Cepheye döndüğümüzde hâlâ o kasabadaydık. Baharın gelişiyle çayırlarda top arabaları görebiliyorduk. Asmalar yeşjl filizler vermiş, tarlalar bereketlenmişti. Yol boyundaki ağaçların yeşil yaprakları denizden gelen esintinin etkisiyle sallanıyordu. Gözlerimi kasabaya diktim, toprak rengi dağların yamaçlarındaki yeşillikler tepenin üzerindeki eski şato ve arkasında ağaçlar... Şimdi kasabada daha çok top vardı, bu arada yeni hastaneler de kurulmuştu. Bazen sokaklarda İngiliz kadınlara da rastlayabilirdiniz. O sıralarda kimi evlere de bomba atılmıştı.
Ilık bir bahar günü ağaçlıklı yoldan yürüyordum. Duvarlara vuran güneşten yol ısınmıştı. Eski evimiz bıraktığım gibiydi. Kapı açıktı, dışarıda güneşlenen bir asker vardı. Yan kapıda ise bir cankurtaran arabası bekliyordu.. İçeriye hastane kokusu sinmişti. Her şey bıraktığım gibiydi, ama şimdi bahardı.
Büyük odanın kapısından içeri bakınca Binbaşı'yı gördüm, masa başında oturuyordu, içeri girdiğimin farkında değildi. Ben de sessizce odadan çıkıp kendi odama girmeye karar verdim. Teğmen Rinaldi ile paylaştığım oda avluya bakıyordu. Pencere açıktı, yatağım düzeltilmiş, battaniyeleri örtülmüştü. Eşyalarım duvara asılıydı. Gaz maskesi ince uzun bir tenekenin içindeydi, çelik miğfer her zamanki çiviye asılıydı. Yatağın ayak ucunda yassı çantam vardı. Kışlık çizmelerim de çantanın üzerinde duruyordu. Avusturya yapısı avcı tüfeğim ise mavileşmiş sekiz köşe namlulu, yanağa iyi uyan koyu cevizden güzel dipçikli iki yatağın üzerine asılmıştı. Tüfeğimin dürbünü çantanın içindeydi. Teğmen Rinaldi uyuyordu. Ayak sesimi işitince uyandı ve,
“Giaou!” dedi. “Eğlenebildin mi bari?”
Beni kucaklayarak yanaklarımdan öptü. Sonra, “Kirlisin, yıkanman gerek,” dedi. “Nereye gittin? Neler yaptın? Hemen anlat bana.”
“Her yere gittim. Milano, Floransa, Roma, Napoli, Villa San Giovanni, Messina, Taormina...”
“Yavaş kuzum, tren tarifesi gibi konuşuyorsun. Heyecanlı serüvenler geçti mi başından?”
“Evet.”
“Nerede?”
“Milano, Floransa, Roma, Napoli... “
“Neyse en güzelini anlat.”
“Milano'daki... “
“Onunla Cenova'da mı tanıştın? Sabaha kadar birlikte mi kaldın?”
“Elbette birlikte kaldık.”
“Asıl buradaki kadınları görecektin. Cepheye hiç gitmemiş kadınlar.”
“Olabilir.”
“Demek bana inanmıyorsun? Pekâlâ, gider görürüz. Kasabada çekici İngiliz kızları var. Ben de Barkley adında güzel bir kızla tanıştım. Kısa zamanda da onu sevdiğimi anladım. İstersen seni tanıştırayım.”
“Yıkanmam gerek. Sonra da geldiğimi birliğe resmen bildirmeliyim. Bugünlerde pek iş yok galiba?”
“Sen gittikten sonra soğuktan, sarılıktan, belsoğukluğundan başka bir şey olmadı. Her hafta bir askerin yaralandığını işitiyoruz. Önümüzdeki hafta çarpışma yeniden başlayacakmış, öyle diyorlar. Savaş bittikten sonra Miss Barkley ile evlenmeyi düşünüyorum. Sen ne dersin?”
“Evlenmen iyi olur,” dedim leğene su doldururken.
“En iyisi biraz uyuyayım. Miss Barkley ile karşılaştığımda canlı ve güzel gözükeyim.”
Leğendeki soğuk suyla yıkanırken Rinaldi ise gözlerini kapatmış yatıyordu. Yakışıklı bir gençti Rinaldi. Bir ara gözlerini açarak:
“Paran var mı?” diye sordu.
“Var.”
“Elli liret ödünç verebilir misin?”
Elimi kuruladıktan sonra, duvara asılı ceketimden cüzdanımı çıkardım, Rinaldi'ye istediği parayı verdim. Rinaidi yataktan kalkmadan parayı alıp, pantalonun cebine koydu. Gülümseyerek: “Miss Barkley beni zengin sanıyor,” dedi. “Sen olmasaydın kızlarla çıkacak parayı ben nereden bulurdum?”
“Yağcılığı bırak.”
O gece yemekte papazla birlikteydim. Abruzzi'ye gitmediğimi söyleyince enikonu üzüldü ve alındığını da belirtti. Babasına benim geleceğimi yazmış. Onlarda hazırlık yapmışlar. Aslında ben de üzüldüm, ama neden oraya gitmediğimi anlamıyordum. Sonunda papazı ikna edebildim. Çok şarap içmiştim arkasından da kahve; sarhoş kafayla kendimi çözümlemeye çalıştım. Papaza Abruzzi'ye gitmek istediğim tıalde gidemeyişimin nedeni olarak havanın soğukluğunu öne sürdüm. Karların arasında tavşan izleri bulunan, köylüleri şapkalarını çıkarıp size Lord diyen bir yere gitmek istememiştim ama dumanlı kahvelere gitmiştim. Dünyanın üzerimde döndüğü birçok geceler geçirmiştim. Karanlıkta dünya insana zaten masal gelir, geceleri hiç bir şeye aldırmazsınız; sabahleyin ise kaygılarınız yok olup, gitmiştir. Bazen her şey çok güzeldir, sevgi doludur. Sokağa çıktığınızda bir gün daha başlar ve arkasından bir gece daha. Geceyle gündüz arasındaki farkı anlatmaya çalıştım. Gece iyidir ama gündüz de temizdir. Anlatamayacağım galiba...
Ama insan yaşadıysa bilir bunları. Papaz neden Abruzzi'ye gitmek istemediğimi anlamamıştı. Şimdilik hissetiklerimin farkında değildi. Bu arada yemekteydik. Yemek bitince tartışma başladı.' Biz susunca Yüzbaşı “Papaz mutlu değil,” dedi. “Çünkü onunla arkadaşlık edecek kız bulamadı.”
Papaz:
“Mutluyum,” dedi.
“Papaz'ın mutlu, olduğunu sanmıyorum,” dedi Yüzbaşı. “Aslında o da Avusturyalıların kazanmasını istiyor.”
Ötekiler dinHyordu. Papaz başını salladı:
“Hayır,” dedi.
“Papaz saldırmamızı istemiyor, öyle değil mi?”
“Onu demek istemedim. Savaşta olduğumuz sürece saldırmamız doğaldır.” “Saldırmalıyız! Saldıracağız!”
Papaz başını salladı.
“Rahat bırakın adamı,” dedi Binbaşı. “Kimseye zararı dokunmuyor.”
Yüzbaşı: “Yok canım, zaten bir şey yapamaz ki,” dedi.
Sonra hepimiz kalkarak, sofradan ayrıldık.