Yelkenbezinin altında topların yanında yatarken ıslanmıştım, üşümüştüm, açlıktan midem kazınıyordu. Sonunda döndüm, kollarımı başımın altına koyarak yüzükoyun yattım. Dizim kazık kesilmişti ama bundan iyisi de can sağlığıydı. Valentini bütün ustalığını göstermişti doğrusu. Geri çekilirken yolun yansım yayan yürümüş, Tagliamento'nun bir bölümünü de onun diziyle yüzerek geçmiştim. Evet, bal gibi de onun diziydi bu. Ama öbürü benim dizimdi. Doktorlar vücudunuzu kesip biçiyorlardı. Ondan sonra vücudunuzun o parçası sizin olmaktan çıkıyordu. Kafa benimdi, karnımın içi de benimdi. Ve midem açlıktan kazınıyordu. Allak bullak olduğunu hissediyordum. Kafa benim olmasına benimdi, ama kullanmak için, düşünmek için değil, anımsamak içindi yalnızca. Pek bir şey anımsamıyordum oysa.
Catherine'i anımsıyordum, ama ona kavuşacağımdan kesinlikle emin olmadan düşünecek olursam çıldırabilirdim. Onun için fazla düşünmeyecektim Catherine'i. Vagon ağır ağır, tıkırtılar çıkararak giderken Catherine'in de benimle birlikte olduğunu, vagonun sert tahtaları üzerinde yattığımızı düşünecektim yalnızca. Vagonun sert döşemesi üzerinde, düşünmeden ama duyarak yatmak... Catherine'den çok uzaklarda, giysilerimin ıslaklığını, döşemenin her seferinde belli belirsiz kıpırdayışını, yüreğimdeki yalnızlığı ve bir kadına göre çok sert olan tahtaları duyarak yatmak...
Gerçi yelkenbezinin altında, topların arasında yatmak hoş bir şeymiş gibi görünebilir, ama üstlerine brandadan kılıflar geçirilmiş topların yağlı maden kokusunu koklayarak yağmur sızan yelkenbezi altında, sert tahtalar üzerinde aç karnına yatmak hiç de sevilecek bir şey değil. Birini seviyordunuz, ama şu anda yanıbaşımdadır diye kendi kendinizi avutamayacağınızı da biliyordunuz; açık açık görüyordunuz bunu, soğuk soğuk, dahası açık seçik ve bomboş olarak görüyordunuz. Midenizin üstüne iki büklüm kıvrılmış yatarken, biri çekilmekte öbürü ilerlemekte olan iki ordu bulunduğunu biliyorsunuz, siz de oradasınız çünkü. Arabalarınızı yitirmişsiniz, adamlarınızı yitirmişsiniz... Mağazada çalışan bir görevlinin kendi bölümündeki malları yitirişi gibi tıpkı. Yalnız, sigorta migorta yoktu bunda. İşin içinden çıkmıştınız artık. Üzerinizde hiçbir yük kalmamıştı bundan böyle. Mağazada bir yangın çıktıktan sonra, bozuk bir dille konuşuyorlar diye oradaki görevlileri kurşuna dizmeye kalkarlarsa, mağaza yeniden açıldığında böylelerinin yeniden işbaşı etmeleri beklenemezdi elbet. Onlar başka iş ararlardı artık, tabii bulabilir ve polis yakalarına yapışmazsa...
Üzerimdeki yükle birlikte öfke de ırmakta yıkanıp gitmişti. Bu yükümlülük daha jandarma yakama yapıştığı anda üzerimden kalkmıştı aslında. Kılığa kıyafete pek önem vermeme karşın üstümdeki giysileri çıkarıp atmak istiyordum. Kolumdaki yıldızları sokmuştum, çünkü zorunluydum böyle yapmaya. Bundan böyle benim için birer onur belirtisi olmaktan uzak şeylerdi bunlar. Onlara karşı değildim. Bu iş bitmişti benim için. Ötekilere şans diliyordum. İyileri vardı içlerinde, yiğitleri vardı, sakinleri vardı, çok duygulu olanlar vardı. Onların haklarıydı bu. Bana gelince, benim için bu iş bitmişti artık. Şimdi şu kahrolası trenin bir an önce Mestre'ye varmasını istiyordum. Karnımı bigüzel doyuracak, böyle her şeyi kafama takmaktan vazgeçecektim. Başka çarem de yoktu zaten.
Piani kurşuna dizildiğimi söyleyecekti herkese. Kurşuna dizilenlerin ceplerini karıştırıp kâğıtlarını alıyorlardı. Benim kâğıtlarım çıkmayacaktı. Boğuldu deyip çıkacaklardı işin içinden belki de. Merak ediyordum: Amerika'ya ne haber göndereceklerdi acaba? Aldığı yaralardan, falan filan nedenlerden ötürü ölmüştür, derlerdi... Hay Allah! Nasıl da acıkmıştım! Yemekhanedeki papaz ne yapıyordu acaba şimdi? Ya Rinaldi?.. Pordenone'de olsa gerekti. Daha gerilere çekilmedilerse öyle olmalıydı. Bir daha göremeyecektim onu. Hiçbirini göremeyecektim. O yaşantı kapanıp gitmişti artık. Rinaldi'nin frengiye yakalandığını sanmıyordum. Her zaman tehlikeli bir hastalık değildir diyorlardı. Ama Rinaldi'nin içi içini kemiriyordu. Ben de olsa kaygılanırdım. Yemek yemeye can atıyordum şu anda. Hay allah, böyleydi işte. Yemek, içmek ve Catherine'le yatmak. Belki bu gece... Yo yo, olanaksızdı bu. Ama bak yarın akşam tamamdı, güzel bir yemek kar gibi çarşaflar... Bir yere adım atmak, ayrılmak yok artık.
Gitsek bile birlikte gidecektik. Çabucak gidecektik. O da gelecekti, emindim bundan. Ne zaman giderdik? Düşünülecek şey buydu işte. Hava kararıyordu. Uzanıp yattığım yerde nereye gidebileceğimizi düşündüm. Gidilecek sayısız yer vardı."