a) Kelimelerin Siyakı
Kelimelerin siyakından maksat, bir cümlenin içindeki iki veya daha fazla kelimenin bir arada bulunmasıyla o kelimeler için oluşan hususiyettir. Bu iki veya birkaç kelime söz konusu cümlede mevzu ve mahmul (müpteda ve haber veya fiil ve fail ya da fiil ve naib-i fail) olabileceği gibi (ki buna “hükümle mevzunun tenasübü” de denilir) fiil ve meful veya matuf ya da başka bir şey olabilir. Bu tür siyakın karine oluşu ve onun kavramların manasını belirlemesi ve sınırlayışındaki tesiri en güçlü siyak karinelerindendir. Zira mantıklı bir konuşmacının hiçbir şartta cümle kurduğu kelimelerden uyumsuz manalar irade etmeyeceği kesin olan bir şeydir. O, her kelimeden diğer kelimelerin anlamına uyumlu olan bir manayı kastederek onların toplamından o dili konuşanların yanında eksiksiz bir manaya delalet eden bir cümle oluşturur. Kurân-ı Kerim’in birçok yerinde bu türden siyak kullanılmış ve kelimelere özel bir berraklık vermiş; neticede onların manasını belirleyip sınırlamıştır. Bunlardan bazılarına değiniyoruz:
“Malik-i yevmiddin”372 ayetinde “din” kelimesi; “malik” kelimesinin “yevm” kelimesine ve “yevm” kelimesinin de “din” kelimesine izafeti sonucu “ceza” anlamında ortaya çıkmıştır. Oysa tek başına zikredilmiş olsaydı bu manada ortaya çıkmazdı.
“O, kendi dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resulünü hidayet ve hak din ile gönderendir…”373 Ayetinde “din” kelimesi kelimelerin siyakı neticesinde “ayin” anlamında zuhur etmiştir.
“Hâlbuki onlara ancak, dini yalnız O’na has kılarak ve hanifler olarak Allah’a kulluk etmeleri emrolundu…”374 Ayetinde geçen “din” kelimesi de kelimelerin siyakının etkisiyle ibadet ve itaat anlamında mana kazanmıştır.
“…İşte biz Yusuf’a böyle bir tedbir öğrettik, yoksa kralın dinine göre kardeşini tutmayacaktı…”375 Ayetinde “din” sözcüğü kralın uyduğu ceza kanunu veya ayin anlamında zuhur etmiştir.
“…Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mutlaka bir kitaptadır…”376 Ayetinde geçen “kitap” kelimesi, kelimelerin siyakı neticesinde levh-i mahfuz anlamında ortaya çıkmıştır.
Kurân-ı Kerim’de muhtelif kullanım yerleri olan kelimelerden birisi de “ümmet” sözcüğüdür ve kelimeler siyakının etkisiyle çeşitli manalarda kendini göstermiştir. Birçok ayette olduğu gibi;
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten menedersiniz…”377 Ayetinde de “ümmet” sözcüğü, cemaat manasında zuhur etmiştir.
“(Zindandaki) iki kişiden kurtulmuş olan, bir ümmetin ardından (Yusuf’u) hatırladı…”378 Ayetinde ve “Andolsun, eğer biz onlardan azabı sayılı bir ümmete kadar ertelersek mutlaka “onun gelmesini engelleyen nedir?” derler…”379 Ayetinde geçen “ümmet” sözcüğü müddet ve zaman anlamındadır.
“…Sadece, biz babalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk…”380 Ayetinde ise “ümmet” sözcüğü tarikat ve yol anlamında ortaya çıkmıştır.
Şunu da hatırlatmakta yarar var: bazı yerlerde kelimelerin siyakı yalnızca sözcüğün manasını belirlemekle kalmaz ve hatta başka bir yerde muhataplar için açık seçik olan bir konuda dahi kelimenin zuhurunu etkileyerek onun manasını tayin edip sınırlar. Aslında bu tür yerlerde kelimelerin siyakı, kesinliği ispatlanmış konunun yanında karine olur ve sözcüğün manasının tayinine delalet eder. Örnek olarak şu ayet-i kerimeye dikkat edelim:
“Gerçek şu ki, kâfir olanları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir; iman etmezler.”381 Kelimelerin siyakı (olanları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir; iman etmezler) ve hükümle (uyarmakla uyarmamanın onların iman etmemesi konusundaki eşitliği) konunun (kâfirler) münasebeti, kâfirler için hidayetin kesinlikle mümkün olduğu noktasının da dikkate alınmasıyla burada sözü geçen “kâfirlerden” “mutlak kâfirlerin” değil de aksine kâfirlerden inat sonucu hidayet imkânı kendilerinden müntefi olmuş özel bir grubun kastedildiğine delalet etmektedir. Oysaki müsellem olan aslın göz ardı edilmesi durumunda kelimelerin siyakı ve hükümle konu arasındaki tenasüp “kâfirlerden” maksadın “mutlak kâfirler” olmasına mani teşkil etmez ve neticede konunun sınırlandırılmasına, yani “kâfirlerden” maksadın özel bir grup olduğuna da delalet etmez. Başka bir ifadeyle kelimelerin siyakı ve hükümle konu arasındaki tenasübe müsellem olan aslın (kâfirler için hidayetin imkânı) eklenmesi, ayette geçen “kâfirlerden” maksadın “kâfirlerden” özel bir grup olduğuna ve mutlak kâfirler olmadığına delalet eden bir karine olmuştur.
Bu açıklamayla kelimelerin siyakının karine oluşu ve kuvvet derecesinin bazı yerlerde takviyeye ihtiyaç duyduğu ve bazı yerlerde ise hiçbir ekleme gerektirmediği anlaşılmış oldu.
Dostları ilə paylaş: |