b) Rivayetler
Kurân ayetleri hakkında munfasıl karinelerden birisi de ayetlerin izah ve beyanında İslam Peygamberi (s.a.a) ve Masum İmamlardan (a.s) gelmiş olan muteber rivayetlerdir.
Bu tür rivayetlerin karine oluşunu üç yoldan ispat etmek mümkündür:
1) Akıl erbabının konuşma kuralları,
2) Kurâna dayalı delil,
3) Rivayete dayalı delil.
1- Entelektüellerin Kitaplardan İstifade Yöntemi
Söylenen sözler ve kaleme alınan kitaplar iki kısımdır: Bir kısım sözler ve kitaplar genelin istifadesi için söylenmiş veya yazılmıştır. Bu yüzden de ondaki ibareler oldukça sade ve akıcıdır; herkes tarafından kolayca anlaşılabilir. Netice itibarıyla onun konularını ve maarifini anlamak için bir öğretmene ve açıklayıcıya ihtiyaç yoktur; öncesinde edinilmesi gereken ön hazırlık bilgileri de gerekli değildir. İkinci kısım sözler veya kitaplar ise bilimsel derinliği olan ve ihtisas gerektiren konuları içerdiğinden herkes tarafından anlaşılamaz. Nitekim çoğu zaman konuşmacı veya yazar söz fazla uzamasın veya yazının hacmi artmasın diye konuları genel ve üstü örtülü şekilde beyan eder; açıklama ve detaylandırmayı ise öğretmenin uhdesine bırakır. Bazen de birtakım sebeplerden ötürü kitabın bazı bölümlerini kasten mücmel ve müteşabih halde bırakır.
Akıl sahiplerinin bu iki kısım söz ve kitaptan istifade etme yönteminin farklı olduğu ortadadır. Birinci kısımda sözün zahirinden anlaşılan şeyle yetinirler, hiçbir kuşkuya kapılmaksızın onu konuşmacı ve yazarın maksadı addederler. Fakat ikinci kısımda konuların anlaşılması için bazı ön bilgilerin edinilmesi veya öğretmene müracaat edilmesini gerekli görürler. Bunu yapmadıkları takdirde hatta üzerinde çok düşünmüş olsalar dahi ondan anlayacakları konular genellikle şüphe ve tereddüt içereceğinden konuşmacı veya yazarın kesin maksadını ortaya koymayacaktır. Veyahut açıklama ve izahta bir takyit ve istisna bulunabileceğinden, konuların çok basit ve aşikâr olduğu nadir yerler dışında her zaman aksi yönde ihtimal söz konusu olabileceğinden öğretmen olmaksızın sözün zahirinden elde edilecek mana itminan getirmez.
Kurân Nasıl Bir Kitaptır?
Kurân-ı Kerim’in mana ve öğretilerini anlama peşinde olan kimseler şunu çok iyi bilirler ki bu yüce kitapta olan bazı ayetlerin manasının bir seviyesini anlamak oldukça kolaydır ve onun mefhumundan Yüce Allah’ın maksadını derk etmede bir öğretmen ve açıklayıcıya ihtiyaç duyulmaz. Fakat bu ayetlerin daha derin ve karmaşık olan mertebelerini; ayrıca diğer ayetlerdeki manayı ve Yüce Allah’ın gerçek maksadını rivayetlerden destek almadan anlamak mümkün değildir.580 Şimdi bu iddianın açıklığa kavuşması ve Kurân ayetlerindeki bu özelliğin somutlaştırılması ve bazı mertebelerindeki manalarının veya Yüce Allah’ın gerçek maksadının anlaşılmasının rivayetlere bağlı olduğu birtakım ayetleri zikrediyoruz:
1- Bazı konu veya hükümleri genel anlamıyla beyan eden, ancak detaylarının ne kendisinden ne de başka ayetlerden hatta üzerinde ziyadesiyle tedebbür etmekle dahi mümkün olmadığı ayetler. Gerçi bu tür ayetlerde Yüce Allah’ın tüm fertler için beyan etmek istediği şey anlaşılacak ölçüde aşikârdır. Fakat rivayetlerden yardım alınmaksızın bu ayetlerden Yüce Allah’ın muradını detaylı şekilde anlamak mümkün değildir. Örneğin; birçok ayette namaz ve zekâttan söz edilmiştir; namazın ikame edilmesi ve zekâtın verilmesine değinilmiştir.581 Bu ikisi, iyilerin özelliklerinden sayılmıştır.582 Onları yerine getirme karşılığında mükâfat vaat edilmiştir.583 Namazların muhafaza edilmesi vurgulanmıştır.584 Namazdan yardım alınması tavsiye edilmiştir.585 Namazı yerine getirmemek, cehennem ehlinin586 ve zekâtı vermemek müşriklerin özelliklerinden sayılmıştır.587… Fakat bu ayetlerin hiçbirisinde bu iki ibadetin bölümleri ve hükümleri detaylı bir şekilde açıklanmamıştır. Hatta Kurân’ın bütün ayetleri üzerinde araştırma yapılsa dahi bu iki Kurâni farizanın nasıllılığı ve özellikleri eksiksiz bir şekilde elde edilemez. Hac, umre, oruç ve diğer farizalar hakkında da durum bu minvaldedir.
Bu gruptaki ayetler sadece ibadet hükümleriyle sınırlı değildir. İbadetle ilgili olmayan hükümlerde ve hatta hükümlerden sayılmayan konularda da bu türden ayetler vardır. İbadetle ilgili olmayan hükümlerden birisi hırsızlığın derece ve cezasıdır.588 Fakat Kurân ayetleri hırsızın elinin hangi şartlarda, hangi kısmının ve kimin tarafından kesilmesine dair hiçbir şey söylememiştir. Onun hükmünü rivayetler olmadan elde etmek imkânsızdır. Elbette mürsel bir rivayette589 hırsızın elinin kesilmesi gereken kısmı konusunda “ve secde yerleri Allah’a aittir…”590 ayetinden destek alınmaktadır. Fakat üzerinde az da olsa düşündüğümüzde anlıyoruz ki eğer bu konuda rivayet olmasaydı kesilecek bölümün bu ayet üzerinde düşünmekle ve ondan alınan destekle tayin edilmesi imkânsızdır. Dolayısıyla bu hususta da hırsızlıkla ilgili diğer şart ve hükümlerde olduğu gibi rivayetlerden faydalanmaktayız. Rivayetler, Yüce Allah’ın hırsızlığın haddi konusundaki detaylı muradının beyanında ayetlerin karinesidir.
Hükümlerden sayılmayan konularla ilgili “Âdem Rabbinden birtakım kelimeler aldı…”591 ayeti örnek gösterilebilir. Zira bu ayette de “kelimeleri” detaylı şekilde anlamak için rivayetlerden faydalanmak gerekir ve rivayetler, Yüce Allah’ın detaylı muradının beyanında bu ayetin karineleridir. Gerçi bazı müfessirler “kelimelerin” tefsirinde “Rabbimiz, kendimize zulmettik biz; eğer bağışlamazsan ve merhamet etmezsen bize, muhakkak hüsrana uğrayanlardan oluruz, dediler.”592 ayetinden istifade etmişler ve “kelimelerden” maksadın “Rabbimiz, kendimize zulmettik biz” sözü olduğu yanılgısına düşmüşlerdir.593 Fakat bu kullanım yalnızca bir tahmin ve zanna dayalı olup “kelimelerden” maksadın ayette geçen cümle olduğuna dair hiçbir şahit bulunmadığı gibi onun tam aksine şahit vardır.594
Ayrıca Kurân’ın Kurân’la tefsiri konusunda en bariz tefsirlerden birini kaleme almış ve bu yöntemi ısrarla savunmuş olan Allame Tabatabai’nin bile bu noktayı itiraf etmiş olduğunu belirtmekte de fayda vardır. O, tefsirinin bazı yerlerinde sünnetin tefsirde ve bazı Kurâni konuların beyanındaki münhasır rolünü açıkça ifade etmiştir. Örneğin; “Namazları ve orta namazı koruyun. Teslimiyet ve itaat halinde Allah için kıyam edin.”595 ayetinin tefsirinde şu açıklamada bulunmuştur: “Yüce Allah’ın kelamından “orta namazın” ne olduğu belli olmamaktadır. Ancak sünnet, onu tefsir etmektedir.”596
2- Hükümleri umumi ve mutlak şekilde beyan ettiği halde muteber rivayetlerden Yüce Allah’ın muradının bu umum ve ıtlak yönünde olmadığı anlaşılan ayetler. Ancak bu ayetleri tahsis ve takyit eden şeyin, her ne kadar tedebbür edilse de Kurân’dan anlaşılması mümkün değildir. Bu ayetlerden Yüce Allah’ın muradını anlamak için rivayetlere müracaat etmek kaçınılmazdır ve rivayetlere başvurulmadığı takdirde Yüce Allah’ın muradı yalnızca anlaşılmamakla kalmaz; hatta gerçek maksadın aksine olan şeyler anlaşılır. Şimdi bu gruptaki ayetlerden birkaç örneği aşağıda görelim:
“…وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى / İbrahim’in duruş yerinden namaz yeri edinin…”597
Bu ayetin tefsirinde öncelikte müteaddit sorular vardır: Evvela makam-ı İbrahim/İbrahim’in duruş yeri, Hz. İbrahim’in (a.s) ikamet ettiği yer mi yoksa başka bir şey midir? İkincisi “salat” kökünden gelen “musalla” kelimesi burada dua manasında mı yoksa namaz anlamında mıdır? Üçüncüsü “min” bu ayette hangi manadadır?
Ayetin iniş fezası dikkate alındığında ve bu ayetin indiği zamanda makam-ı İbrahim’in, Kâbe’nin kenarında bulunan ve Hz. İbrahim’in (a.s) Kâbe’yi yaptığı sırada üzerine çıktığı taş olduğunu anlayabiliriz. Yani makam-ı İbrahim’den maksat o taştır. Kurân-ı Kerim lisanında “salât” çoğunlukla namaz hakkında kullanıldığı için buradaki “musalla” sözcüğünün namazgâh ve namaz yeri anlamında zuhur ettiğini söylemek mümkündür. Hükümle konu arasındaki münasebet ve siyak karinesiyle de burada kullanılmış “min” kelimesinin gerçek anlamında olmadığı; yani maksadın söz konusu taşın kendisinden namazgâh edinmek olmadığı anlaşılır. Çünkü o taşın üzerinde namaz kılmak imkânsızdır. Öyleyse “min” kelimesi mecazi anlamda kullanılmıştır; maksat o taşın kenarında ve ona yakın bir yerde namaz kılmaktır. Bu sorunların giderilmesi ve sözcüklerin bu şekilde açıklanmasıyla birlikte ayetin mefhumu şu olmaktadır: Namaz kılma yerinizi o taşın kenarından seçin ve ona yakın bir yerde namaz kılın.
Bu mefhum ise mutlaktır. Yani makamın arkasında veya önünde, sağında veya solunda namaz kılmanın hiçbir farkı yoktur anlamını vermektedir. Oysaki muteber ve müstefiz rivayetler dikkate alındığında ve müminler arasında süregelen yöntem göz önünde bulundurulduğunda makam-ı İbrahim’in arkasında namaz kılmak gerektiği ortaya çıkmaktadır. Fakat bu hususiyet, ne bu ayetten ne de diğer ayetlerden anlaşılamaz; yalnızca rivayetler kanalı ile bunu anlamak mümkündür. Binaenaleyh bu hususiyeti beyan eden rivayetler ayetin ıtlağını takyit etmekte,598 bu ayet için munfasıl karinelerden sayılmakta ve bu ayetle birlikte Yüce Allah’ın gerçek maksadını beyan etmektedir. Elbette orada kılınacak namazın keyfiyetinin beyanı konusunda da yine rivayetlere ihtiyaç vardır. Fakat bu yönüyle bu ayet, Yüce Allah’ın maksadının detayında rivayetlere ihtiyaç duyulan ayetlerin örneklerinden olduğunu gösterdi.
“Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüz kırbaç vurun…”599
Bu ayette “zina eden kadın ve zina eden erkek” mutlaktır; yani ister evli olsun ister bekâr zinaya bulaşmış olan her kadın ve erkeği kapsamaktadır. Hâlbuki muteber rivayetler600 dikkate alındığında evli olduğu halde zina eden kişinin bazı özel şartlarda recm edildiği bilinmektedir. Dolayısıyla bu ayet eşi olmayan veya eşine ulaşma imkânı bulunmayan zinakâr hakkındadır. Bu hususiyet ve takyidi ne bu ayetten ne de diğer ayetlerden anlamak mümkün değildir. Binaenaleyh bu ayette de rivayetler munfasıl karinelerdendir ve onları göz ardı etmek sadece Yüce Allah’ın muradının anlaşılmamasına yol açmaz, aynı zamanda O’nun gerçek maksadına aykırı olan bir şeyin anlaşılmasına da sebep olur.
“Allah, evlatlarınız hakkında size şöyle tavsiye eder: Erkeğe iki kadının payı verilir…”601
Bu ayette de rivayetler göz ardı edildiğinde mutlak olarak evlatların kendi baba ve annelerinden miras aldıkları anlaşılmaktadır. Yani onların kâfir veya Müslüman olmaları ve hatta kasten kendi baba veya annelerini öldürmüş olmaları arasında hiçbir fark yoktur. Fakat rivayetleri602 dikkate aldığımızda Yüce Allah’ın ayetteki muradının ölen kişinin Müslüman evlatlarından onu kasıtla öldürmemiş olanlar olduğunu anlıyoruz. Öyleyse burada şunu söyleyebiliriz: Rivayetler ayetlerin karineleridir; zira Yüce Allah’ın muradını anlatmakta ayetlerin yoldaşı sayılırlar.
3- Zikri geçen iki gruba ilave olarak; Kurân-ı Kerim’de bazı ayetlerle karşılaşmaktayız ki onların, rivayetlerin göz önünde bulundurulmasının öncesi ve sonrasında iki farklı manası olduğunu görmekteyiz. Bu ayetleri umum, mutlak ve mücmel ayetlerden olmadığından dolayı üçüncü gruba aldık. Bunlara örnek olarak aşağıdaki ayetleri gösterebiliriz:
“Ey iman edenler! Sarhoş iken ne dediğinizi bilinceye kadar ve cünüp iken -yoldan geçme durumunuz müstesna- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın…”603
Bu ayette “…cünüp iken yoldan geçme durumunuz müstesna gusül edinceye kadar…” ifadesinden, Kurân muallimlerinin beyanları ve onlardan ulaşmış olan rivayetler dikkate alınmazsa şu mana anlaşılır: Cenabet halde namaz kılmak caiz değildir ama bir yoldan geçme veya yolcu olma durumunda cünüp halde namaz kılmak caizdir. Fakat Masum önderlerden (a.s) gelmiş olan rivayete604 müracaat ettiğimizde görüyoruz ki onlar bu cümleyi şöyle mana etmişlerdir: Cünüp iken ancak içinden geçmek için mescitlere girilebilir. Bu mana her ne kadar tefsirlerde bir ihtimal şeklinde zikredilmiş olsa da ayetin bu manada taayyünü, ancak bu ayetteki maksadın izahında gelmiş olan muteber rivayetlerden istifade edilerek ispatlanabilir.605
Rivayetlerin desteği ve örfe dayalı izahla ayetten şu mana anlaşılmaktadır: Ayetin başlangıcında geçen “Sarhoş iken namaza yaklaşmayın” ve “yoldan geçme durumunuz hariç cünüp iken” ifadesinin “sarhoş iken” sözcüğüne matuf olmasıyla “yoldan geçme durumunuz hariç cünüp iken namaza yaklaşmayın”. Yani “namaza yaklaşmayın” cümlesi takdirdedir ve burada namaz anlamına gelen “salât” kelimesinin mecazi anlamı olan namaz mekânı yani mescit kastedilmiştir.606 Bu istifade her ne kadar karineye ihtiyacı olan mecazi bir kullanım olsa da yanlış değildir ve onun karinesi Kurân öğretmenlerinin beyanıyla hadis olarak bize ulaşan şeydir. Tanınmış müfessirlerden birisinin ayette geçen “yoldan geçme durumunuz hariç cenabet iken” cümlesini referans alarak ayetteki namazdan mescit anlamının kastedildiği; dolayısıyla ayetin başlangıcında geçen “sarhoş iken namaza yaklaşmayın” ifadesinden de sarhoş kimsenin mescide girmesinin haram olduğu sonucuna varması607 doğru değildir. Zira rivayetler göz ardı edildiğinde “yoldan geçme durumunuz hariç cünüp iken” ifadesi, namazın mecazi anlamda kullanıldığına ve ondan mescidin kastedildiğine delalet etmez. “Yoldan geçme durumunuz hariç cünüp iken” ifadesinin mescitlere girme konusuyla ilgili olduğunu belirten tek şey bu manada gelmiş olan muteber rivayetlerdir. Bu rivayetlerse ayetin başında geçen ve namaz anlamına gelen “salât” sözcüğünün mescit anlamında kullanıldığına hiçbir şekilde delalet etmez. Hatta tam aksine (yani gerçek manada kullanıldığına) ve ondan namazın kastedildiğine delalet eder.608
Binaenaleyh ayetin başındaki zahiri manadan vazgeçmenin ve ona, sarhoş insanların mescide girmesinin haram olduğu anlamını yüklemenin hiçbir delili yoktur.
“Yeryüzünde yolculuğa çıktığınızda, eğer kâfirlerin size zarar vermesinden korkarsanız, namazı kısaltmanızın bir sakıncası yoktur.”609
Bu ayet-i kerime de, rivayetler dikkate alınmadığında kendisinden Yüce Allah’ın maksadından dışında başka bir mana anlaşılan ayetlerden birisidir. Çünkü ayet, Müslümanların yolculuk halinde namazlarını kısaltmalarının caiz oluşu ve bu durumun da ancak onların kâfirlerin fitnesinden korkmaları durumda geçerli olacağı anlamında ortaya çıkmaktadır. Hâlbuki muteber rivayetlerden şunu anlıyoruz; Yüce Peygamberimiz (s.a.a) hem güvenlik hem de korku halinde yolculukta iken öğlen, ikindi ve yatsı namazlarını kısaltmıştır. Bu nebevi sünnete uymak Müslümanlar için bir zorunluluktur. Dolayısıyla bu muteber rivayetler ve Peygamber Efendimizin (s.a.a) kesin sünneti dikkate alındığında ayetin zahirinden anlaşılan mananın Yüce Allah’ın maksadı olmadığı anlaşılmaktadır. Aksine bu ayet, Yüce İslam Peygamberinin (s.a.a) sünneti karinesiyle yolcu olan kimsenin öğlen, ikindi ve yatsı namazlarını ikişer rekât kılması gerektiğini ifade etmektedir. “Sakıncası yoktur” ifadesi ise bunun vacip oluşu ile çelişmez. Aynı şekilde “Safa ile Merve, Allah’ın (koyduğu ibadet) alametlerindendir. Kim hac için Beytullah’ı ziyaret eder veya umre yaparsa, onları tavaf etmesinin kendisine bir sakıncası yoktur.”610 ayetinde de bu ifade (sakıncası yoktur ifadesi) Safa ile Merve arasını say etmenin vacip oluşu ile çelişmemektedir.
Bir rivayette Muhammed b. Müslüm ve Zürare’den şöyle nakledilmiştir:
“İmam Muhammed Bakır’a (a.s), yolculuk halindeki namazla ilgili ne buyurursunuz; nasıl ve ne kadardır? diye sorduğumuzda şöyle buyurdu:
- Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Yeryüzünde yolculuğa çıktığınızda, eğer kâfirlerin size zarar vermesinden korkarsanız, namazı kısaltmanızın bir sakıncası yoktur.” O halde yolculuk dışında namazları tam kılmak nasıl vacipse yolculukta da namazları kısaltmak aynı şekilde vaciptir. Bunun üzerine biz dedik ki:
- Allah Teâlâ “size bir sakınca yoktur” buyurmuştur ve “bu şekilde yapın” diye buyurmamıştır. Hal böyle iken nasıl yolculukta namazı kısaltmak yolculuk dışında tam kılmak gibi vacip olmuştur? İmam şöyle cevap verdi:
- Acaba Yüce Allah, “Safa ile Merve, Allah’ın alametlerindendir. Kim hac için Beytullah’ı ziyaret eder veya umre yaparsa, onları tavaf etmesinin kendisine bir sakıncası yoktur.” buyurmamış mıdır? Bu ikisi arasını tavaf (say) etmenin vacip olduğunu görmüyor musunuz? Zira Yüce Allah bunu kitabında zikretmiş ve Peygamberi de (s.a.a) onu yerine getirmiştir. Aynı şekilde namazı yolculukta kısaltmak da Yüce Allah’ın kitabında zikrettiği ve Peygamberin de (s.a.a) yapmış olduğu bir iştir.”611
Dikkat edildiğinde bu rivayete göre İmam (a.s), bu ayetten namazın yolculuk halinde kısaltılmasının vacip oluşunu Peygamberin (s.a.a) sünnetiyle birlikte delillendirmiştir. Dolayısıyla Peygamberin (s.a.a) sünneti, Yüce Allah’ın maksadına delalette ayetin karinesidir.
Üç grupta beyan edilen örnek ayetlerden çıkan sonuç özetle şudur: Kurân-ı Kerim’de mücmel ve genel olarak gelen birtakım ayetler vardır ve onlara ait konu ve hükümlerin detaylarını Kurân’ın kendisinden anlamak imkânsızdır. Yine umumiyet ve ıtlağı kastedilmediği halde umumi ve mutlak şekilde gelmiş olan birtakım ayetler vardır ki onlara ait muhassis ve mukayyidi Kurân’dan elde etmek imkânsızdır. Aynı şekilde zahiri manası kastedilmediği halde bu zahiri manayı gerçek maksada çeviren karinenin (karine-i sarife) Kurân’dan anlaşılmasının mümkün olmadığı birtakım ayetler de vardır.
Sayıları oldukça fazla olan bu tür ayetleri dikkate aldığımızda şunu çok iyi anlıyoruz ki Kurân-ı Kerim’in her ne kadar bir bölümüne ait maarif bir bilene ihtiyaç olmaksızın anlaşılsa da ayetlerden bir bölümünün manasını anlamada öğretmen ve açıklayıcıya ihtiyaç vardır. Yani Yüce Allah’ın onun için tayin ettiği öğretmen ve açıklayıcıdan destek alınmadan bu bölümdeki ayetlerin manası mücmel ve üstü örtülü kalacağından onlara dair hükümlere amel etmek mümkün olmaz. Hatta bazı yerlerde ayetlerden anlaşılan mana, Yüce Allah’ın maksadı değildir ve O’nun muradını anlamak için Kurân muallimlerinden ve onların sözlerinden yardım almak kaçınılmazdır.
2- Kurâni Delil
Ayetlerin tefsirinde rivayetlerden munfasıl karineler olarak istifade etmenin zaruretine ilişkin, akıl sahiplerinin konuşma-anlaşma yöntemine ilave olarak bazı ayetlere de istidlal edilmiştir. Bu ayetler, Peygamberin (s.a.a), Kurân-ı Kerim’in muallim ve mübeyyini olduğuna delalet etmekte; insanların da Kurân’ı anlamada onun öğretisi ve açıklamasına muhtaç olduklarını göstermektedir. Bu öğreti ve açıklama olmazsa her ne kadar Kurân ayetlerinin çoğuna yakın bir bölüme ait manalardan bir mertebe anlaşılsa bile fakat ayetlerin manalarına ait daha üst mertebedeki anlamlar ve aynı şekilde müteşabih ayetlerin bir bölümünün manası yalnızca Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ve Masum İmamların (a.s) öğreti ve açıklamalarıyla elde edilebilir.
Aşağıdaki iki ayet Peygamber (s.a.a) ve Masum Önderlerin (a.s) açıklamalarının ayetlerin tefsirindeki zarureti konusunda istidlal edilecek en belirgin ayetlerdendir:
“… İnsanlara, kendilerine indirilmiş olanı açıklayasın ve belki öğüt alırlar diye sana zikri (Kurân’ı) indirdik…”612
“Zikir” kavramı, Kurâni terminolojide her ne kadar geçmiş peygamberlere nazil olan şeyler,613 Allah’ı hatırlamak ve diğer anlamlarda614 kullanılmışsa da, birçok ayette ondan maksat “Kurân”dır.615 Bu ayette de “sana indirdik” karinesinden “zikr”den maksadın “Kurân” olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Yüce Allah’ın Peygambere (s.a.a) indirdiği şey Kurân’dır; bu ne geçmiş semavi kitaplardır ne Allah’ı hatırlamak ne de başka bir şeydir. Elbette bazıları onu, Peygambere (s.a.a) indirilmiş olan sünnetin bir kısmı olarak tefsir etmişlerdir.616 Bu mana her ne kadar kendi yerinde sakıncasız görülse de, Kurâni terminolojide “indirdik” ifadesiyle geçen “zikir” çoğunlukla Kurân hakkında kullanılmıştır ve hiçbir yerde bu iki kavram sünnet hakkında kullanılmamıştır. Öte yandan İmam Cafer-i Sadık’tan (a.s) nakledilen rivayet de göz önünde bulundurulduğunda (ki bu ayete istinaden Yüce Allah’ın Kurân’a zikir ismini verdiğini buyurmuştur617) “zikir”den maksadın Kurân-ı Kerim olduğunda en ufak bir tereddüt kalmamaktadır. Aynı şekilde “مَا نُزِّلَ/kendilerine indirilmiş olan” ifadesinden de maksat Kurân-ı Kerim’dir. Zira “indirilmiş” kelimesi semavi kitaba taallûkta zuhur etmektedir618 ve “لِتُبَيِّنَ/açıklayasın diye” ifadesinin onun kitap olmasıyla tenasübü bu ibarenin semavi kitaptaki zuhurunun menşeidir.
Onun “أَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ/sana zikri indirdik” ibaresiyle yakınlığı ve Peygamber Efendimiz (s.a.a) zamanında tüm insanların yalnızca Kurân-ı Kerim’e uymaya emrolundukları ve Kurân’ı açıklamanın ise Resulullah’ın (s.a.a) görevi olduğunu bilmek, bu ibarenin Yüce Peygamber (s.a.a) vasıtasıyla insanlara indirilmiş olan Kuran-ı Kerim’de taayyün etmesini gerektirir. Bu konu, “Ey insanlar! Rabbinizden size apaçık bir delil gelmiştir ve size açık bir nur indirmişiz.”619 ayetinde ve aynı şekilde “Size, içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hala düşünmüyor musunuz?”620 ayetinde de beyan edilmiş621 ve sözü geçen zuhuru teyit etmektedir. Gerçi müfessirler “مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ/kendilerine indirilmiş olan” ibaresinin Kurân’ın hangi bölümünü kapsadığı konusunda ihtilaf etmişlerdir.622 Fakat gerçek şu ki “مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ/kendilerine indirilmiş olan” ibaresi mutlaktır. Gerek mefhumunun bütünü gerekse de bir kısmının bir şekilde açıklamaya ihtiyacı olan tüm ayetleri kapsamaktadır.623 Şunu zikretmekte fayda vardır ki ayetlerin açıklaması, Kurân’ın tüm ayetlerini kapsamaktadır.
Elbette hükümle konu arasındaki münasebet karinesine dayalı olarak Kurân-ı Kerim’den açıklamaya gerek bulunmayan hususları kapsamaz. Başka bir ifadeyle Kurân nasları (açıkça maksada delalet eden ve söz konusu maksadı değiştirecek bir karine olmasına ihtimal dahi verilmeyen ayetler), “مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ/kendilerine indirilmiş olan” ibaresinin kapsamı dışındadır. Fakat bunun dışındaki (hatta ayetlerin zahiri anlamlarını veren ama Kurân’ın açıklayıcı beyanında takyit ve karine bulunabilecek) ayetleri kapsamına almaktadır.624 Binaenaleyh her ne kadar bu ayetten, ayetlerden hangi birisinin ve onun mefhumundan ne kadarının açıklamaya ihtiyacı olduğunu anlamak mümkün olmasa da şu çok net anlaşılmaktadır ki Kurân mefhumunun icmalen, az veya çok Yüce Peygamberin (s.a.a) açıklamasına ihtiyacı vardır ve o Hazretin (s.a.a) beyanı olmadan insanlar Kurân’ın tüm maarifine ulaşamazlar. Sonuç olarak bu ayet, Kurân mefhumunun hepsi veya bir bölümünün anlaşılmasının bir mübeyyine ve açıklayıcıya ihtiyacı olduğuna açıkça delalet etmektedir. Yüce Allah Nebiyy-i Ekrem’i (s.a.a) onun mübeyyini ve açıklayıcısı kılmıştır.
Dostları ilə paylaş: |