Eshâb-i kiRÂM


(Mesâbîh)de İmrân bin Hasînin “radıyallahü teâlâ anh” bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Ümmetimin en hayrl



Yüklə 4,48 Mb.
səhifə11/41
tarix25.07.2018
ölçüsü4,48 Mb.
#57938
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   41

(Mesâbîh)de İmrân bin Hasînin “radıyallahü teâlâ anh” bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Ümmetimin en hayrlı, en üstünleri, zemânımda bulunanlardır. Onlardan sonra, en hayrlıları, onlardan sonra gelenlerdir. Onlardan sonra, en hayrlıları onlardan sonra gelenlerdir. Onlardan sonra, öyle insanlar gelir ki, istenmeden şâhidlik ederler ve emîn olmazlar. Hâin olurlar. Adaklarını yerine getirmezler. Keyflerine, şehvetlerine düşkün olurlar) buyuruldu. Yine bu kitâbda Câbir bin Abdüllahın bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Beni gören ve beni görenleri gören müslimânların hiçbiri Cehenneme girmez!) buyurdu.

Abdüllah bin Zübeyrin, babası Zübeyr bin Avvâmdan “radıyallahü anhümâ” işiterek bildirdiği hadîs-i şerîfde, (Herhangi bir –



-106-

memleketde vefât eden eshâbımdan biri, kıyâmetde, mahşer yerine giderlerken, o memleketin müslimânlarına önder olur ve onların önlerini aydınlatır) buyurdu.

Hüseyn bin Yahyâ Buhârî “rahime-hullahü teâlâ” (Ravdatül-Ulemâ) kitâbında buyuruyor ki, (Müctehidin her hadîsle amel etmesi câizdir. Eshâb-ı kirâmın herbirinin sözü vesîkadır). İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahime-hullahü teâlâ” buyurdu ki, Eshâb-ı kirâmdan herhangi birinin, benim ictihâdıma uymıyan bir sözünü öğrenirseniz, benim sözümü bırakın, Sahâbînin sözü ile amel edin!

Bunlar gösteriyor ki, Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, Ehl-i beytin sözlerini vesîka olarak almışlar ve ilmlerini bu temel üzerine kurmuşlardı. Çünki, Ehl-i beyt ve bütün Eshâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”, hep Fahr-i âlemden “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” öğrendiklerini, ya’nî hep aynı şeyleri söylemişlerdir. Onların ictihâdları arasındaki ayrılık, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfleri değişdirmek demek değildir.

13 - (Biz, Ehl-i beyt mezhebindeyiz. Ehl-i beyti inkâr eden, mel’ûndur. Her zemân bir imâm-ı mansûs ve ma’sûmun vücûdu lâzımdır. Her Peygamber bir vasî ve halîfe ta’yîn etmişdir. Bizim Resûlümüz, efdal-i Enbiyâ olup, onun vasîsi de seyyid-i evsiyâdır. Bizden olanlar, hiçbir vakt tahâretsiz bulunmaz. Hâlis su bulmadıkça abdest almazlar. İki el ile yüzlerini yıkamaz, sağ el ile yıkarlar. Kulak ve boyuna mesh etmezler. Ayaklarını yıkamazlar. Sücûd, rükû’, kıyâm ve kuûdu Ehl-i beyt gibi yaparlar. İstihâzeli tavşan etini yimeği harâm bilirler. Kelb derisi, dabağlanmakla temiz olmaz derler. Fâsık ardında nemâz kılmazlar. Haccı, fâsıkın men’etmesi ile zâyi’ etmezler. Zinâdan hâsıl olan kız ile nikâh etmezler. Kıyâs ile amel etmezler. İbtidâ kıyâs eden iblîsdir. İkinci kıyâs eden Ebû Hanîfedir derler. Yüzüğü sağ şehâdet parmağına takarlar. Emîrülmü’minîn ismi ancak Alîye mahsûsdur derler. Onun düşmanlarına la’net ederler ve kâfir bilirler. Şâfi’î, önceleri, Ebû Hanîfeyi hicv etdi. Sonra tarîk-i hazelânda onunla şerîk olup, cânib-i nîrâna gitmede refîk oldu derler. Ehl-i sünnet, Alîye muhabbeti terk edip, fâsıkların, zâlimlerin Cehennem yolunu tutmuşlar derler. Ebû Bekr hilâfete mütesaddî olunca, Alî onu ve ona tâbi’ olanları mahcûb ve bî i’tibâr etdi derler. Âl-i Resûlün yolu budur derler) yazıyor.

Memleketimizdeki, temiz müslimânlar, yalancı, sapık kimselerin iç yüzünü anlasın diye, kitâblarındaki satırları aynen yukarı yazdık. Cenâb-ı Hakka sonsuz şükrler olsun ki, islâm âlimleri bunlara, vesîkalara dayanarak cevâb vermekle, tutdukları yolun

-107-

bozuk bir yol olduğunu göstermekdedir. (Kıyâs) demek, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan emrleri meydâna çıkarmakdır. İblîs, kıyâs yapmadı. Emre isyân etdi. İsyâna, küfre kıyâs ismini vererek, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfeye düşmanlığını gizlemek, bu büyük âlimi lekeliyerek, dîn-i islâmı yıkmak istemekdedir.



(Hüsniyye) kitâbının, bir islâm düşmanı, bir yehûdî tarafından hâzırlandığını (Tuhfe-i isnâ aşeriyye) bildiriyor. (Tuhfe) kitâbı fârisîdir. Hakîkat Kitâbevi yeniden basdırmışdır. (Hüsniyye) kitâbının Müslimânların arasına ikilik sokarak islâmiyyeti içerden yıkmak, parçalamak için bir yehûdî tarafından yazıldığı meydândadır. En büyük hücûm silâhı, Ehl-i sünnet âlimlerini, Ehl-i beyte düşman imiş gibi göstermesidir. Hâlbuki, Ehl-i sünnetin Ehl-i beyte pek çok sevgi ve saygı taşıdığı, onların her sözünü vesîka ve sened olarak al-dıkları kitâblarımızda yazılıdır. Ehl-i beytin âşıklarını, onlara düşman olarak tanıtmak, büyük küstâhlıkdır. Çok kurnaz davranarak, bunların bir köle tarafından, Ehl-i sünnet âlimlerine karşı söylenmiş olduğunu ve kimsenin cevâb veremeyip, rezîl olduklarını yazıyor. Bu câriye, bu bilgileri imâm-ı Ca’fer Sâdıkdan “rahime-hullahü teâlâ” öğrenmiş diyerek, bu küfr ve düşmanlığını, O büyük imâma da bulaşdırmağa uğraşıyor. Giridli Sırrı pâşanın “rahime-hullahü teâlâ” (Şerh-i Akâid) tercemesinde ve (Milel ve Nihâl) kitâbında ve Kâmus mütercimi olan Ahmed Âsım efendinin “rahime-hullahü teâlâ” (Emâlî kasîdesi) şerhinde ve (Tam İlmihâl) ve (Hak Sözün Vesîkaları) kitâblarında, bu yazıların, yanlışları birer birer gösterilmekde, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler ile, isbât edilmekdedir.

Seyyid Eyyûb bin Sıddîk “rahime-hullahü teâlâ” (Menâkıb-ı Çihâr yâr-i güzîn) kitâbında, altmışüçüncü menâkıbde diyor ki, Küfe [şimdiki Bağdâd] şehrinde, Abdülmecîd adında bir sapık vardı. İmâm-ı Ca’fer Sâdıkın “rahime-hullahü teâlâ” huzûruna gelip şöyle sordu:



S - Eshâb arasında, en üstün kimdir?

Ca’fer Sâdık - Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hepsinden üstündür.

S - Böyle olduğunu nerden biliyorsun?

C.S. - Allahü teâlâ, onun için, Resûlden sonra, ikinci buyurdu. Bundan üstün şeref olmaz.

S - Alî “radıyallahü anh”, Resûlün yatağında, kâfirlerden korkmadan, yatmadı mı?

C.S. - Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” birşeyden korkmadan, Resûlullahdan “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” önce mağa-

-108-

raya girdi.



S - Kâfirlerden korkmasaydı, girmezdi. Hâlbuki, Allahü teâlâ, Resûlüne haber verip, Ebû Bekre korkma dedi. Demek ki korkdu.

C.S. - O, Resûlullaha bir zarar gelirse diye korkdu. Ayağını bir deliğe koydu. Yılan onu kaç kerre ısırdı. Acısına katlanıp, Resûlü râhatsız etmemek için, ayağını çekmedi. Resûlü uyandırmamak için, hiç ses de çıkarmadı. Kendinden korksaydı, zehrlenerek, cânını Resûle fedâ etmezdi.

S - Mâide sûresinde, (Rükû’da iken sadaka verirler) meâlindeki ellisekizinci âyet-i kerîme ile medh olunan, Alîdir.

C.S. - (Allahü teâlâ, mürtedlerle cihâd eden bir kavm getirir. Allahü teâlâ bunları sever) meâlindeki âyet-i kerîme, Ebû Bekr-i Sıddîk içindir ve dahâ çok yükseltmekdedir.

S - Bekara sûresi, ikiyüzyetmişdördüncü âyetinde, (Mallarını, gece, gündüz, gizli, göz önünde verenler) meâl-i şerîfi ile medh olunan Alî değil midir?

C.S. - Ebû Bekr-i Sıddîkı medh eden (Velleyl) sûresi, şânını çok yükseltmekdedir. Çünki, Ebû Bekr, kırkbin altun verdi. Kendisine hiç bırakmadı. Allahü teâlâ, Resûlüne Cebrâîl aleyhisselâmı gönderip meâlen, (Ben Ebû Bekrden râzıyım. O benden râzı mıdır?) buyurdu. Ebû Bekr, (Ben, Allahü teâlâdan râzıyım, râzıyım, râzıyım) diyerek cevâb verdi.

S - Tevbe sûresinin yirminci âyetinde, (Hâcılara su vermeği ve Mescid-i Harâmı binâ etmeği, îmân etmekle ve Allah yolunda cihâd etmekle bir mi tutuyorsunuz? Hayır. Böyle değildir) meâl-i şerîfi ile Alî öğülmekdedir.

 

C.S. - Hadîd sûresi, onuncu âyetinde, (Mekkenin fethinden önce, sadaka verip, cihâd eden ile, fethden sonra veren ve cihâd e-den bir değildir. Önce olanın derecesi, dahâ yüksekdir) meâl-i şerîfi ile Ebû Bekr medh olunuyor. Ebû Cehl [Amr bin Hişâm bin Mugîre] Resûlullaha vurmak istedi. Ebû Bekr yetişip, önledi.



S - Alî, hiç kâfir olmadı.

C.S. - Evet öyledir. Fekat, Allahü teâlâ, Tevbe sûresi, yüzbirinci âyetinde, (Muhâcir ve Ensârın önce gelenlerinden Allahü teâlâ râzıdır. Onlara Cennetde sonsuz ni’metler vardır) ve Zümer sûresi, otuzüçüncü âyetinde, (Doğru haberle gelen ve Ona inanan için Cennetde, istedikleri her şey vardır) meâl-i şerîfleri ile Ebû Bekrin “radıyallahü teâlâ anh” îmânını medh etmekdedir. Başkasının îmânı, böyle öğülmedi. Mekkede, Resûlullah, her ne söylerse, kâfirler, yalan söyliyorsun derdi. Ebû Bekr, hemen yetişip,

-109-

doğru söyliyorsun, yâ Resûlallah derdi.



S - Âl-i İmrân sûresi, yüzellibeşinci âyetinde, Allahü teâlâ, (Uhud gazâsında, şeytâna uyup, dağılanlar) meâl-i şerîfi ile şikâyet etmiyor mu?

C.S. - Âyet-i kerîmenin sonunu da oku! (Onların bu kusûrlarını afv etdim) meâl-i şerîfini buyuruyor.

S - Alîyi sevmek farzdır. Şûra sûresi, yirmiüçüncü âyetinin meâli, (Size islâmiyyeti bildirdiğim ve Cenneti müjdelediğim için, bir karşılık beklemiyorum. Yalnız yakınım olanları seviniz)dir ki, bunlar Alî, Fâtıma, Hasen ve Hüseyndir.

C.S. - Ebû Bekre “radıyallahü teâlâ anh” düâ etmek ve Onu sevmek farzdır. Haşr sûresi, onuncu âyet-i kerîmesinde meâlen, (Muhâcirlerden ve Ensârdan sonra, kıyâmete kadar gelen mü’minler, Yâ Rabbî! Bizi afv et ve bizden önce gelen din kardeşlerimizi [ya’nî Eshâb-ı kirâmı] afv et derler) buyuruldu. Hüseynî tefsîrinde diyor ki; (Âlimler buyurdu ki; Eshâb-ı kirâmdan “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” birini sevmiyen kimse, bu âyetde bildirilen mü’minlerden olmaz. Bu düâdan mahrûm olur).

S - Resûl aleyhisselâm, (Hasen ve Hüseyn, Cennet gençlerinin üstünüdür. Babaları ise, dahâ üstündür) buyurdu.

C.S. - Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” için bundan dahâ iyisini buyurdu. Babam Muhammed Bâkırdan işitdim. Ceddim İmâm-ı Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûrunda idim. Ebû Bekrle Ömer geldi. Resûlullah buyurdu ki, (Yâ Alî! Bu ikisi, Cennet erkeklerinin en üstünüdür).

S - Yâ Ca’fer, Âişe mi üstündür, Fâtıma mı?

C.S. - Âişe “radıyallahü anhâ”, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” zevcesi idi. Cennetde, onun yanında olur. Fâtıma “radıyallahü anhâ” Alînin “radıyallahü teâlâ anh” zevcesi idi. Onun yanında olur.

S - Âişe, Alî ile harb etdi. Cennete girer mi?

C.S. - Ahzâb sûresi, elliüçüncü âyetinde meâlen, (Resûlullahı incitmeyiniz. Ondan sonra, zevcelerini nikâh ile hiç almayınız. Bunların ikisi de büyük günâhdır) buyuruldu. Beydâvî ve Hüseynî tefsîrlerinde diyor ki, bu âyet gösteriyor ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” vefât etdikden sonra da, ona saygı göstermek için, zevcelerine saygı lâzımdır.

S - Ebû Bekrin halîfe olacağını, Kur’ân-ı kerîmde gösterebilir misin?

-110-

C.S. - Hem Kur’ân-ı kerîmde, hem Tevrâtda ve hem İncîlde gösterebilirim. En’âm sûresi, yüzaltmışbeşinci âyetinin meâl-i âlîsi, (Allahü teâlâ, sizi yer yüzünün halîfesi yapdı) birbirinizin yerini tutarsınız. Nûr sûresi, ellibeşinci âyetinin meâl-i âlîsi, (Îmân eden ve emrlerimi yapanlarınızı, yer yüzüne hâkim kılacağımı söz veriyorum. İsrâîl oğullarını halîfe yapdığım gibi, sizi de, birbiriniz ardı sıra halîfe yapacağım)dır. Beydâvî ve Hüseynî diyor ki, bu âyet-i kerîme gaybdan haber verip, Kur’ân-ı kerîmin, Allahü teâlânın kelâmı olduğunu ve dört halîfesinin “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” meşrû, haklı olduğunu göstermekdedir. Tevrâtda ve İncîlde, Feth sûresi son âyetinde meâlen, (Resûlullah ve Onunla birlikde olanlar, birbirlerini her zemân ve çok severler ve her zemân kâfirlere düşman olurlar!) bütün Eshâb bildirilmekde ve Ebû Bekrin şerefine işâret edilmekdedir. Bu âyetin sonunda meâlen, (Eshâbının misâlleri Tevrâtda ve İncîlde bildirildi) buyuruyor. Ceddim Alînin haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, hiçbir Peygamberine vermediği kerâmetleri bana verir. Kıyâmetde mezârdan, önce kalkarım, Allahü teâlâ, dört halîfeni çağır buyurur. Onlar kimdir yâ Rabbî? derim. Ebû Bekrdir buyurur. Yer yarılıp Ebû Bekr, herkesden önce mezârdan çıkar. Sonra Ömer, sonra Osmân, sonra Alî kalkar...) buyuruldu.

Sapık, hemen söz alıp,

- Yâ Ca’fer, bunlar, Kur’ânda var mı?

C.S. - Zümer sûresi, altmışdokuzuncu âyet-i kerîmesinde meâlen, (Peygamber ve bunların şâhidleri, hesâb için getirilir) buyuruldu. Yâhud, şehîdleri getirilir denildi.

S - Yâ Ca’fer! Şimdiye kadar, üç halîfeyi sevmiyordum. Şimdi buna pişmân oldum. Tevbe edersem kabûl olur mu?

C.S. - Çabuk tevbe et! Bu tevbe, se’âdetine alâmetdir. Bu hâl ile âhırete gitseydin, dînin boşa giderdi.

Görülüyor ki, Ehl-i beytin hepsi, hazret-i Ebû Bekri ve bütün Eshâbı “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” seviyordu. Câriyenin imâm-ı Ca’fer Sâdıkı gördüğü ve hizmeti ile şereflendiği doğru olsaydı, o da, Eshâb-ı kirâmın büyüklüğünü öğrenir, hepsini severdi.Îrândaki, Irakdaki ve Sûriyedeki sapıkların, imâm-ı Ca’fer Sâdıka iftirâ etdikleri, buradan anlaşılmakdadır.

Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” onüçüncü yılda vefât edince, Medînede herkes ağladı, sızladı. Alî “radıyallahü anh” işitince, ağlıyarak geldi ve (hilâfet bugün temâm oldu) buyurdu. Kapı önünde durup:

(Yâ Ebâ Bekr! Sen, Resûlullahın sevgilisi, arkadaşı, derd orta-



-111-

ğı, sırdaşı ve müşâviri idin. Önce îmâna gelen sensin. Senin îmânın, hepimizin îmânından dahâ sâf oldu. Senin yakînin, dahâ kuvvetli, Allahdan korkun dahâ büyük oldu. Herkesden zengin, herkesden dahâ cömerd, sen idin. Resûlullaha en şefkatli, en yardımcı, sen idin. Resûlullah ile sohbetin, hepimizin sohbetinden dahâ iyi idi. Hayr sâhiblerinin birincisi sensin! Senin iyiliklerin, hepimizinkinden çokdur. Her iyilikde ileridesin. Resûlullahın huzûrunda, senin derecen en yüksek oldu. Ona en yakın, sen oldun. İkrâmda, ihsânda, güzel huylarda, boyda, yaşda, başda, Ona en çok benziyen, sen oldun. Allahü teâlâ sana, çok mükâfât versin ki, Resûlullaha herkes yalancı derken sen, doğru söylüyorsun, inandım dedin. Sen, Onun kulağı ve gözü gibi idin. Allahü teâlâ seni, Kur’ân-ı kerîmde (sıdk) ile şereflendirdi. Resûlullaha, en sıkıntılı zemânlarında yardımcı oldun. Sulhda, Onun huzûrunda, harblerde, Onun yanında idin. Onun ümmetinin halîfesi, Onun dîninin koruyucusu idin. Câhiller dinden çıkarken, sen dîn-i islâma kuvvet verdin. Herkes şaşırdığı zemân, sen kükremiş arslan gibi ortaya çıkdın. Herkes dağılırken, sen Muhammed Mustafânın yolunu tutdun. Eshâbın az konuşanı ve en belîği, edîbi sen idin. Her sözün, her buluşun doğru, her işin temizdi. Gönlün herkesden kuvvetli, yakînin hepimizden sağlam idi. Her işin sonunu, önceden görür, geri kalmışları islâma sokarak aydınlatırdın. Mü’minlere şefkatli, afv edici baba idin. İslâmın ağır yükünü sen taşıdın. İslâmın hakkını herkes elden kaçırırken, sen yerine getirdin. Sen, rüzgârların oynatamıyacağı bir dağ gibi idin. İşin doğruluk idi, ilm idi. Sözün merdce, doğruyu bildirmek idi. Gerici düşüncelerin, bozuk inançların kökünü kazıdın. Hak dînin ağacını dikdin. Güçlükleri, müslimânlara kolaylaşdırdın. Küfr ve mürtedlik ateşini söndürdün. Rahmânın dînini, sen doğrultdun. İslâma, îmâna sen kuvvet oldun. Göklerde, melekler arasında, senin derecen çok büyükdür. Muhâcirler ve Ensâr “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” arasında, senden ayrılık yarası çok derindir) buyurdu. Ve çok ağladı. Mubârek gözlerinden kan akdı. Sonra:

(Allahü teâlânın kazâ ve kaderine râzı olduk. Verdiği elemleri kabûl etdik. Yâ Ebâ Bekr! Resûlullahdan ayrılık acısından sonra, bize senin vefâtından dahâ acı bir musîbet gelmedi. Sen mü’minlere sığınak, dayanak ve gölge idin. Münâfıklara karşı, çok sert ve ateşli idin. Allahü teâlâ, seni Muhammed aleyhisselâmın huzûruna kavuşdursun! Bize, senden ayrılma acısı için sabrlar ve ecrler versin! Bizleri, senden sonra, azmakdan, sapıtmakdan korusun) buyurdu. Eshâb-ı kirâmın hepsi, sessizce, hazret-i Alînin “radıyallahü anhüm” sözlerini dinledi. Sonunda, hepsi hüngür hüngür ağladı.

-112-

Hazret-i Alînin “radıyallahü anh” bu sözleri, Feth sûresi son âyetinin ne kadar çok doğru olduğunu, Eshâb-ı kirâmın, birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini açıkça göstermekdedir. Bu hakîkat karşısında, bu (Hüsniyye) kitâbının, nasıl küstahça uydurulduğu, Ehl-i beyti maske ederek, islâmiyyeti içden yıkmak için nasıl tertiblenmiş olduğu anlaşılmakdadır. Bu kitâbı yırtıp yok etmek, böylece, yurdumuzdaki müslimân alevî yavrularını bu tehlükeli mikrobdan korumak, her îmân sâhibine farzdır.

14 - Hüsniyye kitâbında, (Resûl, hâlet-i nez’de iken, kâğıd kalem getirin, size kitâb yazacağım dedikde, Ömer, Resûlullahın vasıyyetine mâni’ oldu. Hâlbuki, onun her sözünün vahy olduğu Kur’ân-ı kerîmde yazılıdır) diyor. Bunun cevâbı (Tam İlmihâlSe’âdet-i Ebediyye) kitâbında uzun ve çok güzel yazılmışdır. Lütfen oradan okuyunuz!

15 - (Resûlullah vefât etdiği gün Eshâbın münâfıkları, (Sakîfe-i benî Sâ’ide) denilen yerde oturdular. Hilâfet için münâzaraya başladılar. Birkaç kimseye teklif etdiler. Sa’d bin Ubâde kabûl edince, oğlu, babasına kılınç çekip, Alîye ne cevâb vereceksin? Gadir Humda, Resûl, elinden tutup, ben bunu size halîfe ve imâm eyledim demişdi. Siz de bî’at etmişdiniz. Şimdi, nasıl vaz geçiyorsunuz, dedi. Sonra Ömer, kılıncını çekip, Ebû Bekre bî’at etdi. Sonra eshâb-ı dalâletden Ebû Ubeyde ve yirmi kişi bî’at etdi. Hiçbiricenâze nemâzı kılmadı. Üç gün sonra, Alî de gelip mescidde toplandılar. Ömer, Alînin yanına gelip, halkın çoğu Ebû Bekre bî’at etdi. Sen ve Benî Hâşim de etmelisiniz dedi. Zübeyr kılınc ileÖmere yürüdü. Alî mâni’ oldu. Alî, Ebû Bekr ve Ömere dönüp, Ey Eshâb, Peygambere muhâlefet edip, Allaha âsî oldunuz. Hilâfet, benim hakkımdır. Hakkımı veriniz dedi. Ömer, sana bî’at etmeyiz dedi. Alî cevâb verip, Resûl vasiyyet etmeseydi senin gibi münâfık ve din düşmanlarını katl ederdim dedi. Ebû Bekr ve Ebû Ubeyde dedi ki, yâ Alî sen gençsin. Otuz üç yaşındasın. Ebû Bekr ise ihtiyârdır. Sonunda hilâfet senindir. Sönmüş ateşi tutuşturma! Alî dedi ki, hilâfet bize mahsûsdur. Kimsenin hakkı yokdur. Beşîr bin Sa’d Ensârî dedi ki, yâ Alî, bu sözü önce söyleseydin EbûBekre kimse bî’at etmezdi. Ömer, Alîye bî’at olunacak korkusu ile meclisi dağıtdı. Ertesi gün Selmân, Ebû Zer, Mikdâd, Ammâr bin Yâser, Büreyde-i Eslemî, Sehl bin Hanîf, Huzeyfetibni Sâbit, Ebâ Eyyûb-i Ensârî, Ebû Bekri öldüreceğiz dediler. Alî kabûl etmedi ve Resûl haber verdi ki, ey Alî sen bana Hârûn ile Mûsâ gibisin. Benî İsrâîl, Hârûnu bırakıp öküze tapdıkları gibi, ümmetim seni bırakıp başkasını ihtiyâr eder dedi. Eshâb, Cum’a günü mescide gelip, Ey Ebû Bekr, bu çirkin işden vazgeç dediler. İş uzadı.Üç gün sonra Hâlid bin Velîd büyük ordu toplayıp, Ömer de önle



-113-

rine geçip mescide geldiler. Alînin üzerine yürüdüler. Selmân kalkıp, bunlara, sizin Cehennem köpekleri olduğunuzu Resûl haberverdi dedi, diyor. Ömer sokakda herkesi zor ile Ebû Bekre bî’at etdirdi. Hazrec kabîlesi ile Sa’d bin Ubâde, dokuzbin kişi ile bî’at etmedi. Mâlik bin Nüveyre, onbin kişi ile bî’at etmediğinden, Ömer, Hâlid bin Velîdi gönderip, o mü’min ve muvahhidi nemâzda öldürdü. Bunun neresine icmâ-i ümmet denir?) diyor.

Hüsniyye kitâbı, işine geldiği gibi anlatadursun, biz târîhî vesîkalara bakalım.

Büyük Taberî târîhini Muhammed bin Cerîr “rahime-hullahü teâlâ” yazmışdır. Bunun tercemesinde, üçüncü cildinin birinci sahîfesinde şöyle başlıyor:

Resûlullah hasta olalıdan beri, Ebû Bekr-i Sıddîk evine gitmedi. Mescid-i se’âdetde kalır, her sâat Resûlullahın hizmetinde bulunurdu. Resûlullah, Hicretin onbirinci senesi, Rebi’ulevvelin onikinci pazartesi günü rûh-i şerîfini, teslîm etdi. Mubârek başı, hazret-i Âişenin “radıyallahü anhâ” göğsü üzerinde idi. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” ağlıyarak dışarı çıkdı. Hazret-i Ebû Bekr içeri girip, Âişeyi ağlar ve elini yüzüne vurur gördü. Resûl “aleyhisselâm” yatmış, ridâsını yüzüne örtmüşler. Ridâyı açdı, vefât etmiş olduğunu gördü. Ridâyı örtüp, mescide girdi. Hutbe okudu ve (Ey Eshâb! Resûlullah vefât etdi. Allahü teâlâ, ona ölümü ikrâm eyledi. Muhammed aleyhisselâma tapan varsa, bilsin ki, öldü. Allahü teâlâya tapanlar, bilsinler ki, Allahü teâlâ hiç ölmez) dedi. Sonra, Âl-i İmrân sûresi yüzkırkdördüncü âyetini okudu. Bu âyet-i kerîmede meâlen, (Muhammed “aleyhisselâm” resûldür. Ondan önce de Resûller gelmişdir. O da ölecekdir. Vefât ederse veyâ öldürülürse, dîninizden döner misiniz? Dîninden çıkan olursa Allahü teâlâya zarar vermez. Kendine zarar verir. Dîninden dönmiyenlere, Allahü teâlâ sevâblar verir) buyuruldu.

Mugîre-tebni Şu’be gelip, Ensârın bir araya toplandığını, Sa’d bin Ubâdeyi halîfe yapdıklarını söyledi. Hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömerin elini tutup dışarı çıkdılar. Yolda, Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretlerine rastladılar. [Ebû Ubeyde “radıyallahü anh” Aşere-i mübeşşereden, ya’nî Cennete gidecekleri müjdelenmiş olan on kişiden biridir. Her gazâda bulundu. Çok cesûr idi. Şâma giren ordunun başkumandanı idi. (Kısas-ı Enbiyâ) da anlatıldığı üzere Resûl “aleyhisselâm” kendisine (Ümmetimin emîni budur) buyurmuşdu. Onsekiz senesinde ellisekiz [58] yaşında vefât etdi. Vefâtında, cinnîlerin ağlayıp mâtem tutdukları duyuldu. Resûlullahın Cennet ile müjdelediği ve ümmetimin emîni dediği, ömrünü

-114-

Resûlullahın önünde, din düşmanlarına saldırmakla geçiren böyle mubârek bir zâta, sıkılmadan, çala kalem (Eshâb-ı dalâletden) di-yen bu yehûdî kitâbının, müslimânlığı parçalamak için yazıldığı, güneş gibi meydândadır.] Ebû Ubeyde hazretleri de, Ensâr, Benî Sâ’idenin evine toplanmış, Sa’d bin Ubâdeyi halîfe yapıyorlar dedi. Üçü oraya gitdi. Evs ve Hazrec kabîleleri toplanıp Sa’d bin Ubâdeye bî’at etmek istediklerini gördüler. Sa’d “radıyallahü anh” hasta yatıyordu. Çok kalabalık vardı. Ebû Bekre dediler ki, bizden bir halîfe olsun, sizden bir halîfe olsun! Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” âyet-i kerîmeler okuyarak uzun nasîhat verdi. Ensârı medh etdi. (İmâm, Kureyşden olur) hadîs-i şerîfini okuyup, (Kureyşden birini halîfe yapalım. Siz Resûl yanında nasıl kıymetli idi iseniz, onun yanında da öyle muhterem olursunuz. Ben Eshâbdan iki kişiyi seçdim. İkisi de Kureyşin asîlzâdeleridir. Birisi Ömer, birisi Alîdir) dedi. Ensâr, Alîye “radıyallahü anh” bî’at etmek istedi. Ömer, yine karışıklık çıkmasından korkarak, (Yâ Ebâ Bekr! Sen Kureyşdensin! Elini uzat, sana bî’at edelim) dedi. Ebû Bekr, (Sen uzat, sana bî’at edelim) dedi. Ömer, Ebû Bekrin elini çekip bî’at etdi. Ensâr da, bunu görünce, hepsi, Ebû Bekre bî’at etdiler. Ensârın Sa’d bin Ubâdeye bî’at edecekleri haberi Medîneye yayılmışdı. Bütün Eshâb toplanıp, buna karşı koymak üzere yürüdü. Ömer “radıyallahü anh”, önlerine geçip, (Ey halk! Gelin Peygamber aleyhisselâmın halîfesine bî’at edin!) diye bağırdı. O gün, bütün Medîne ehâlisi, hazret-i Ebû Bekre “radıyallahü teâlâ anh” bî’at etdi. Böylece büyük bir ayrılığın önüne geçilmiş oldu. Hazret-i Alî, Hasen ve Hüseyn “radıyallahü anhüm”, Ehl-i beyti ta’ziye ile meşgûl olduklarından, yalnız bu üçü, o gün bî’at edemeyip, sonradan bî’at etdiler.

Ertesi salı günü, Eshâb mescidde toplandı. Ömer “radıyallahü anh” minbere çıkıp, (Ey Eshâb-ı kirâm! Allahü teâlâya şükr edin ki, sizi, en efdaliniz olan Ebû Bekrin etrâfında topladı. Bî’at etmiyen kaldı ise bî’at etsin!) dedi. Sonra hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk dedi ki, (Ey halk! Biliniz ki, ben bu işi, Eshâb arasında ikilik olmamak, kan dökülmemek için kabûl etdim. Ben de, sizin gibi bir insanım. İnsan yanılır. Yanılmadığım zemân, Allahü teâlâya şükr edin. Yanılınca, bana doğruyu gösterin! Ben, Allahü teâlâya itâ’at etdiğim müddetçe, siz de, bana itâ’at edin. Ben, itâ’atdan çıkarsam, siz de bana itâ’at etmeyin! Şimdi Peygamberimizin “aleyhisselâm” hizmetini görelim. Onun hakkını ödiyelim. Yıkayalım, nemâzını kılalım ve kabr-i şerîfine koyalım) dedi. Minberden inip, Resûl aleyhisselâmın hânesine geldi. Ridâyı açıp, mubârek yüzünü kokladı. Mubârek yüzünden ve saçından, misk kokusu duydu.


Yüklə 4,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   41




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin