Eshâb-i kiRÂM



Yüklə 4,48 Mb.
səhifə30/41
tarix25.07.2018
ölçüsü4,48 Mb.
#57938
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   41

-295-

beşinci Murâdın akllı kardeşi, diye övdüğü sultân ikinci Abdülhamîd, memleketin felâkete götürüldüğünü, pâşaların, mason uşağı olduklarını görerek, meclisi kapatdı. İrâde-i seniyye ve meclis-i vükelâ [Bakanlar kurulu] karârı ile meclis-i meb’ûsan ta’tîl edildi. Meşrûtiyyet ve bunu sağlıyan doksanüç (93) kânûn-i esâsîsi [anayasası] ilgâ edilmedi. Bu anayasa 1908 de ikinci meşrûtiyyetin i’lânına kadar devâm etmişdir. Sultân Abdülhamîd hân, a’yân üyelerinin [senatörlerin] vazîfelerine de son vermedi. Yaşıyanları, 1908 millet meclisine dâhil oldular. Sultân Abdülhamîd hân, devleti, milleti, otuzbir sene, Allahü teâlânın emrlerine göre, adâletle idâre etdi. Millet, sulh, bolluk, ucuzluk, râhat ve huzûr içinde yaşadı.

Her vilâyetde mektebler, hastahâneler, yollar, çeşmeler, Viyanadan başka bir yerde eşi bulunmıyan modern bir tıp fakültesi yapdırdı. 1293 [m.1876] de Mekteb-i Mülkiyyeyi yapdırdı. [1296] da bir müze yapdırdı. [1297] de hukûk mektebi ve dîvân-ı muhâsebâtı [sayıştay] kurdu ve Beyoğlu kadın hastahânesini yapdırdı. [1299] da güzel san’atlar akademisi, [1300] de yüksek ticâret mektebi, [1301] de yüksek mühendis mektebi ve yatılı kız lisesi açıldı. [1303] de Terkos suyunu İstanbula getirtdi ve mülkiye lisesini açdı. [1305] de Alman imperatörü İstanbula gelip, sultân Ahmed meydânında Alman çeşmesi yapıldı. [1307] de Bursada ipekçilik mektebini yapdırdı. [1308] de Halkalı zirâ’at ve baytar mektebi ve Kâğıthânede bir poligon kurdurdu. 1309 [m.1892] da Bursa demiryolunu ve Aşîret mektebini yapdırdı. [1310] da Üsküdar lisesi ve Rüşdiyye mektebleri ve yeni postahâne binâsı ve Osmânlı bankası ile Reji binâlarını ve (Yafa-Kudüs) demiryolu ile Ankara demiryolu yapıldı. Yine [1310] da Hamîdiyye kâğıd fabrikası, Kadıköy havagazı fabrikası ve Beyrut limanı rıhtımını yapdırdı. [1311] de Osmânlı sigorta şirketi ve Küçüksu barajı ve (Manastır-Selânik) demiryolu yapıldı. [1312] de (Şâm-Horan) demiryolu ve (Eskişehir-Kütahya) demiryolu yapıldı. Yine [1312] de Hamîdiyye yüksek ticâret mektebi ve (Galata-Tophâne) rıhtımı, Dolmabağçe sâat kulesi yapıldı. [1313] de (Beyrut-Şâm) demiryolu, Dâr-ül-aceze binâsı, mum fabrikası, (Afyon-Konya) demiryolu, Sakız limanı rıhtımı, şimdiki İstanbul lisesi binâsı, (İstanbul-Selânik) demiryolu yapıldı. Ereğli kömür ocakları çalışdırıldı. [1314] de Tuna nehrinde Demirkapı kanalını, kapalıçarşı ta’mîrini yapdırdı. [1313] Yu-nan zaferini kazandı. Akl hastahânesini yapdırdı. [1316] da Şişlide Hamîdiyye Etfâl hastahânesini yapdırdı. [1318] de Medîne-i münevvereye kadar telgraf hattı yapdırdı. 1320 [m.1901] de Hamîdiyye Hicâz demiryolu Zerkaya kadar işledi. Kâğıthânedeki Hamîdiyye suyu yapıldı. Yeni balıkhâne, Haydarpâşa rıhtımı, ma’den arama

-296-

mektebi, Şâmda tıbbiyye-i mülkiyye yapıldı. Haydarpâşada askerî tıbbiyye mekteb-i şâhânesi 24 Teşrîn-i evvel 1321 de açıldı. [1322] de dilsiz ve sağırlar mektebi açıldı. [1322] de Bingâzîye telgraf hattı yapıldı. [1323] de (İstanbul-Köstence) kablosu döşendi. Haydarpâşa istasyonu binâsı yapıldı. Beşiktaş tepesindeki Yıldız serâyını ve önündeki câmi’i yapdırdı. Velhâsıl Avrupada yapılan yeniliklerin hepsini en modern şeklde yurdumuzda yapdırdı. Ne yazık ki, [1327] de tahtdan indirilince, bütün bu ilerlemeler durdu ve memleket kana boyandı. Abdülhamîd hân, (İstanbul-Eskişehir-Ankara) ve (Eskişehir-Adana-Bağdâd) ve (Adana-Şâm-Medîne) demiryollarını yapdırdığı zemân, başka memleketlerde bu kadar demiryolu yokdu. Din bilgileri, fen ve edebiyyât üzerinde çok kitâb basdırdı. Köylere kadar kurslar açdırdı. Parasız kitâblar gönderdi. Harb gücünü gayb etmiş olan eski gemileri Halice çekip, Avrupada yeni yapılan üstün evsâflı kruvazörler, zırhlılar ile donanmayı kuvvetlendirdi. Askeri, subayı öyle şerefli olmuşdu ki, bir kahve önünden bir binbaşı geçerken, kahvede oturanlar ayağakalkarak saygı gösterirlerdi. Öyle bereket vardı ki, bir binbaşının evinde pişen yemekden, bir mahalle fakîrlerinin karnı doyardı. Bütün millet, sivil, asker, herkes birbirini çok severdi. Yalnız [1313] yılında, Yunan isyânı oldu. Ethem pâşa “rahime-hullahü teâlâ” kumandasında gönderdiği askeri, kendisi serâydan idâre ediyordu. Askeri yirmidört sâatde Termopil geçidini aşıp, Atinaya girdi. Bütün Avrupa kumandanları buna şaşırdı. Çünki, Alman kurmayları, Osmânlı ordusu, Termopili altı ayda geçemez diye rapor vermişdi.

İkinci Abdülhamîd hânın güzel ahlâkını, dîne olan bağlılığını, edeb ve hayâsının derecesini, aklını, ilmini, adâletini, millet için durmadan çalışdığını, hiç cân yakmadığını, düşmanlarına bile iyilik etdiğini, masonların aldatdıkları ve maşa olarak kullandıkları satılmışları bile afv etdiğini anlamak istiyenlere, (Mâbeyn baş kâtibi) Es’ad beğin (Hâtırât-ı Abdülhamîd-i hân-ı sânî) kitâbını okumalarını tavsıye ederiz. Ermeni komitecilerin hâzırladıkları ve 21 Temmuz 1323 [m. 1905] günü Cum’a nemâzını kılıp, Yıldız câmi’inden çıkarken patlatılan bir arabadaki sâatli bombadan kurtulunca, binlerce seyirci ve ecnebî diplomatlara karşı, düşünmeden, hemen söylediği şu kelimeler, kalbinin temizliğini, milletin olgun, şefkatli bir babası olduğunu göstermeğe yetişir sanırız: (Kendimce en büyük emel, ehâlînin râhat ve mes’ûd olmasıdır. Bu uğurda, gece-gündüz nasıl çalışıldığı ve gayret gösterildiği ma’lûmdur. Gayret ve hüsn-ü niyyetimin min tarafillah mükâfâtı, şu hâdiseden, hıfz-ı Hudâ ile, emîn olmaklığımdır. Onun için, cenâb-ı Hak-

-297-

ka şükr ve hamd ederim. Müte’essir olduğum birşey varsa, asker evlâdlarımdan ve ehâlîden ba’zılarının telef ve mecrûh olmalarıdır. Buna, ilelebed teessüf ederim. Tebe’amın, hakkımda göstermiş oldukları hissiyâta an-samîmilkalb memnûniyyetimi beyân eyler, âfât-i semâviyye ve erdiyyeden masûniyyetleri için düâ ederim).

Merkezi Selânikde bulunan üçüncü ordunun ba’zı subayları, ingiliz câsûsları tarafından bol para ve makam va’dleri ile aldatıldı. 7 Temmuzda Şemsî pâşa, teğmen Âtıf tarafından vuruldu. Hareket ordusu İstanbula yürüdü. Halîfe, hazret-i Alînin ictihâdına uyarak, bunlara karşı koymadı. Devleti bu eşkiyâya teslîm etdi. Vaktiyle, Mekke kâfirleri de, Medîneye hücûm edince, Peygamberimiz, Bedrde, Uhudda ve Hendekde, az kuvvet ile cihâd ederek, bunların Medîneye girmelerine mâni’ olmuşdu. Hucurât sûresi, dokuzuncu âyetinde meâlen (İsyân edenler ile harb edip, bunları itâate getirin!) emrine uymadı. Halîfe, Peygamberimizin bu sünnetine ve bu farza uymadığı için, fâcia ve felâketlere sebeb oldu. 27 Cemâzilâhır 1326 ve 23 Temmuz 1908 de ikinci meşrûtiyyet i’lân edildi. Silâh baskısı altında seçim yapıldı. 17 Birinci kânûn [Aralık]da meclis açıldı. Bununla, devletin idâresi, ehliyyetsiz, tecribesiz ellere geçdi. İngilizlerin hâzırladığı fâci’alar tekrâr başladı. 5 Ekim 1908 de, Bulgaristan prensliği, krallığını i’lân ederek, Osmânlılardan ay-rıldı. Yine o târîhde, Avusturya, Bosna-Herseki ilhâk etdi. Yunanistan da baş kaldırıp, beş sene sonra Giridi ilhâk eyledi. 14 Nisan 1909 da, Adanada ermeni ihtilâli oldu. Müslimânların mallarına, cânlarına, ırzlarına saldırdılar. 1850 Türkü öldürdüler. İttihâdcılar buna da seyirci kaldılar. Halk, onyedibin ermeniyi öldürüp isyân basdırıldı. İttihâdcılar, Avrupalılara şirin görünmek için yüzlerce müslimânı kesdiler, asdılar. Bu zulmleri, o zemân Adana vâlîsi olan meşhûr Cemâl pâşa yapdı. Dâhiliyye nâzırı Tal’at pâşanın takdîrine mazhar oldu. Bu hâdiseler dolayısiyle ittihâdcılar da [1914]de meclisi kapatdı. Sultân Hamîde hak vermek zorunda kaldılar.

31 Mart vak’ası adı ile meşhûr olan 13 Nisân 1327 [m. 1909] hareketi ile sultân Abdülhamîdin hiçbir alâkası olmadığı, kat’î olarak anlaşılmışdır. İttihâdcıların, pâdişâha sâdık birinci orduya güvenmiyerek, Selânikdeki üçüncü ordudan getirdikleri avcı taburlarının çıkardığı tesbit edilmişdir. Ya’nî ittihâdcıların bir tertîbi olmuşdur. İttihâdcılar, böylece Selânikden Bulgar, Sırb, Yunan, Arnavud yağmacılarının meydâna getirdikleri hareket ordusunu İstanbula gönderdi. Tal’at beğin baskısı ile Sultân, 27 Nisan 1327



-298-

[m. 1909] da tahtdan indirildi. Son meşrûtiyyet zemânında hükümdârlığı dokuz ay, beş gündür. Selânikden gelen, toplama ve frenk silâhlarını taşıyan hareket ordusuna karşı koymak istiyen kumandanlara, çarpışılmamasını, müslimân kanı dökülmemesini sıkı emr verdi. İsteseydi yalnız Taksim ve Taş kışladaki ta’lîmli asker ve sâdık subaylar, gelen çapulcu alaylarını darmadağınık edebilirdi. Fekat, kardeş kanının dökülmesini istemedi. İstanbula giren hareket ordusu kumandanları, doğru Yıldız serâyına geldiler. Hazîneyi, asrlardan beri toplanmış olan kıymetli yâdigârları ve dünyânın en zengin kütübhânelerinden olan serây kitâblığının bir kısmını yağma etdiler. Pâdişâhın altın arabası bile parçalanıp paylaşıldı. Bu barbarca saldıranlar, birer kahramân, kurtarıcı i’lân edildi. O yıl, ittihâdcılar, Sultândan iki yaş küçük olan kardeşi Mu-hammed Reşâdı yerine geçirdiler. Sultân Reşâd, ihtiyâr, sessizdi. Ortalığı kana boyıyanların, gönülden müslimân olmadıklarını görüyordu. Bu canavarlar karşısında âciz, zevâllı bir kukla hâlinde idi. İttihâdcılar, sultân Hamîdi lekeliyecek bir suç bulamadılar. Milletin onu çok sevdiğini, saydığını görerek, öldürmeğe de cesâret edemediler. Hemen o gece, kurmay binbaşı Fethi Okyarın emrinde olarak, trenle Selâniğe götürdüler. Orada Alâtini köşkündehabs edildi. Ömrünü okumakla ve ibâdet ile geçirdi. Hükûmeti ele geçiren ittihâdcıların çoğu, hattâ din işleri başkanı olan şeyh-ul islâm efendileri dahî mason idi. Sultân Hamîd hânın kansız ve huzûr içinde geçen idâresinden sonra memleket, siyâsî i’dâmlar, sû’i kasdler ülkesi oldu. Çok kimseleri i’dâm etdiler. Birbirlerini, hattâ kendi başkumandanları olan Mahmûd Şevket pâşayı da dört aylık sadr-ı a’zam iken 11 Hazîran 1331 [1913] de kendileri öldürdü. Yerine getirilen Mısr prensi Sa’îd Halîm pâşanın 3 sene, 7 ay ve 23 günlük ve bunun yerine gelen Tal’at pâşanın birbuçuk senelik sadâret zemânlarında, memleket karma karışık oldu. Herkes, ölüm, habs korkusu içinde idi. Cân, mal ve nâmûs emniyyeti kalmadı. İslâm düşmanlığı, küfr ve irtidâd moda olmağa başladı. Her vilâyetde zâlimler türedi. 1329 [m. 1911] da Arnavud isyânı oldu. Mahmûd Şevket pâşa büyük kuvvetle önliyemedi. Sultân Reşâd 16 Hazîranda Kosovaya gitdi. Beşyüzyirmiiki sene önce, dedesinin zafer kazandığı yerde, yüzbin Arnavud ile Cum’a nemâzı kıldı. Huzûru te’mîn etdi. Mahmûd Şevket pâşanın sekseniki taburla yapamadığını, sultân Muhammed Reşâd, bir gövde gösterisi ile te’mîn eyledi. Ebüzziyâ takvîminin 19 Şubat 1945 pazartesi yaprağında diyor ki:

(Meşrûtiyyetin başlangıcı, memleketimiz için büyük felâket ve ziyânlara sebeb oldu. Çünki 1329 [m. 1911] da Trablusgarb İtal-

-299-

yanlara bırakıldı. 1331 [m. 1912] de Balkan harbi bozgunu oldu. İki büyük kıt’a ile ilişiğimiz kesildi. Afrikada birmilyonikiyüzbin kilometre kare, Rumelide ikiyüzelli bin kilometre kare yerimiz el-den gitdi. Birinci cihân harbinde de birmilyon kilometre kareden fazla toprak gayb oldu. Koca imperatorluk yağma edildi. Bu felâketlere, ittihâd ve terakkînin, gâfil, câhil, fırkacı, inâdcı, bölücü idâresi sebeb oldu.) Birinci cihân harbine Osmânlılar üç milyon askerle katıldı. Bir milyon zâyi’ eyledi. Bunun dörtyüzbini cebhede şehîd oldu. Müttefiklerimizin mevcûdü yirmiüç milyon olup, onbeşbuçuk milyon zayı’âtımız oldu. Bunun üçbuçukmilyonu cebhede öldü. Düşmân orduları mevcûdü, kırküç milyon idi. Bunların yirmiüç milyonu zâyi’ oldu. Yalnız beşbuçuk milyonu cebhede öldü.

Sultân Abdülhamîdi tahtından indirenler, sonunda memleketi düşman çizmelerinin altında bırakarak kaçdılar. İlk olarak Enver pâşa, Tal’at pâşa, doktor Behâeddîn Şâkir, doktor Nâzım, 30 Ekim 1918 de Mondros mütârekesini imzâ etdikden bir gün sonra, gece yarısı kaçdılar. Tal’at pâşa [m. 1921] de kırkdokuz yaşında Berlin-de, Enver pâşa kırk yaşında [m. 1922] de Türkistânda, Cemâl pâşa da [m. 1922] de elli yaşında Tiflisde öldürüldüler. Avrupadaki mason locaları, bu başarılarını uzakdan keyf ile seyr ediyorlar. İslâmiyyeti yok etmek için, yeni plânlar hâzırlıyorlardı. Masonlar, ittihâdcılara yapdırdıkları bu cinâyetleri Midhat pâşa ve arkadaşları gibi maşalarla, dahâ otuzbir yıl önce ve pek kıyasıya yapdıracaklardı. Fekat, çok akllı, zekî, ileriyi görüşü keskin ve tâm müslimân olan, ikinci Abdülhamîd hân, bunu anlamış, bu felâketleri önlemiş, islâm âlemine se’âdet, huzûr sağlamışdı. Bunun için, bu yüce hâkana, kızıl sultân, korkak, zâlim gibi ismler takdılar. Böylece gençleri aldatmağa, onun sevgisini, büyüklüğünü gönüllerden çıkarmağa uğraşdılar.

(Türkiye Târîhi)nde diyor ki, (İkinci meşrûtiyyetden sonra gelen yeni rejim, ikinci Abdülhamîdi mahkûm etmiş, hattâ bugüne kadar, bu hükümdârın lehinde, hattâ tarafsız yazmak ve konuşmak, tehlükeli sayılmışdır. Bunun bir sebebi, ikinci Abdülhamîdin, aslâ mürteci’, gerici olmamak şartı ile, muhâfazakâr olması ve imperatörlüğü otuz yıl şahsen adâlet ile idâre etmesidir. İkinci Abdülhamîdi düşürenler birbirinden inkılâbcı oldukları için, tabî’atiyle, bu hükümdârın muhâfazakârlığını beğenmemek durumunda kalmışlardır. Ancak târîh, siyâset değildir. Günün modasına göre söyliyen, yazan kimse, târîhci değildir. Çünki, siyâsî rejimler ve fikr modaları dâimâ değişir. Yakın mâzîyi halka fenâ tanıt-

-300-

mak gibi hissî görüş, ilmî tedkîk yapılmasına mâni’ olmakdadır. Ba’zı sathî görüşlü kimseler, günlük oluşları küçültür, gölgede bırakır diye, eski kahramânları küçültürler. Târihî realiteden korkmak ma’nâsızdır. Türkiyede, yine de, ikinci Abdülhamîd aleyhindeki yalanları nakl etmek modası yürürlükdedir.

13 Şubat 1295 [m. 1878] gününe kadar, ikinci Abdülhamîdin saltanatının ilk bir yıl, beş ay ve onüç günü, bu hükümdârın şahsî idâresi ile ilgisizdir. Şahsî idâresi, 13 Şubatda başlar. 7 Zilhicce 1293 ve 23 Kânûn-i evvel [Aralık ayı] 1876 günü birinci meşrûtiyyet i’lân edildi. İlk millet meclisi 19 Mart 1877 de açıldı. Anayasayı hâzırlıyanlardan Midhat pâşa, bir hukukcu değildi. İkinci Abdülhamîd hân hâtırâtında diyor ki:

Midhat pâşa, öteden beri meşrûtiyyet tarafdârı idi. Lâkin ismini ve ba’zı kitâblarda medhini işitmekle hâsıl olmuş bir tarafdârdı. Hiçbir devletin Kânûn-i esâsîsini tedkîk etmiş ve bu bâbda esâslı fikr edinmiş değildi. Rehberi, nâfi’a vekâletinin müsteşârı, Odyan efendi idi. Odyan efendi ise, o zemân bile bizde mümtâz hukûkculardan değildi. Hele memleketi hiç bilmezdi. Zan ederim bu vukûfsuzluk, Midhat pâşa ile Tâif kal’asına kadar berâber gitdi.

Midhat pâşanın başkanlığında, Ziyâ beğ [pâşa] ile Nâmık Kemâlin de katıldığı bir hey’etin hâzırladığı Anayasanın 113. cü maddesi, hükümdâra bir şahsı sürmek hakkını vermişdi. Bu maddeyi Midhat pâşa, mahsûs koydurdu. Çünki, ölünciye kadar iktidârda kalmağı umuyordu. Bu madde ile, muhâliflerini sürmek istemişdir. Nitekim birkaç devlet adamını sürdü. İkinci Abdülhamîd hân, muhâkemesiz sürülmenin tanzimâta aykırı olduğuna dikkati çekdi ise de, Midhat pâşayı iknâ’ edememişdi. Midhat pâşa, anayasaya, herkesin kendi dili ile konuşabileceğini koydurmak istemiş, fekat Sultân, bu maddeyi kaldırmışdır. Midhat pâşa, Sultânın bütün selâhiyyetini yok etmek için, Anayasayı büyük devletlerin kefâletleri altına koymak istemişdir. Türk devletinin istiklâlini yok edecek bu feci’ madde de kabûl edilmemişdir. Rusya ile harb etmek için, Bâb-ı âlide nutklar çekdi. Medrese talebesini ayaklandırarak, harb lehine nümâyiş yapdırdı. Bunlar, Sultânın penceresi altında bile harb diye bağırdılar. Harb olursa, İngilterenin yardım edeceğine inanıyordu. İçki sofralarında, Cumhûriyyet i’lân edip, üçüncü Napolyon gibi, Cumhûrbaşkanı, sonra imperatör olacağını söyledi ve (niçin Âl-i Osmân olur da, Âl-i Midhat olmaz) dedi. İşi dahâ ileri götürerek, husûsî asker yazmağa kalkışdı. Bu yeni asker, Millet askeri nâmı ile yeni bir ordu teşkil edecek ve Midhat pâşanın emrinde olacakdı. Hıristiyan ve müslimânlardan gönüllü

-301-

yazılanlar, başkumandanları Midhat pâşa lehine yürüyüşler yapıyorlar. İstanbulda huzûru bozuyorlardı. Yeniçeri ocağı hortluyordu. Midhad pâşa, milliyetçiliğe uymıyan hareketlerde de bulundu. Bosnada, Türk bayrağındaki ayyıldız yanına bir haç eklenmesini emr etdi. Devlet bayrağının, bir eyâletde olsa bile, sadr-ı a’zam emri ile değişdirilmesi de, onun demokrasi anlayışına parlak bir örnekdir. Bu haçlı Türk bayrağını taşıyan bir tabura İstanbulda geçid resmi bile yapdırdı. Bütün bu sapıklıkları, ikinci Abdülhamîd hânın sabrını taşırarak, 5 Şubat 1877 de, onu sadr-ı a’zamlıkdan azl etdi. Kendi arzûsu üzerine İzzeddîn vapuruna bindirilerek İtalyaya gönderildi. Eline de beşyüz altın verildi. Bir sene, sekiz ay çeşidli şehrleri gezdi. İngilizlerle halîfeye karşı anlaşmalar yapması üzerine, yurda çağrıldı. İki ay Giritde, Hanyada oturdukdan sonra 1295 [m. 1878] son ayında Sûriye vâlîsi, 4 Ağustos 1297 [m. 1880] de Aydın vâlîsi yapıldı. Burada iken, 16 Mayıs 1298 [m. 1881] de, Yıldızda muhâkeme edilmek için tevkif emri verildi. Fransız konsolosluğuna sığınarak kendisini lekeledi. Fransız sefîrinin emri ile halîfeye teslîm edildi. Mahkemenin i’dâm karârını halîfe, müebbed habse çevirip, 28 Temmuzda İzzeddîn vapuru ile Rüşdü, Mahmûd ve Nûri pâşalarla ve Hasen Hayrullah efendi ile birlikde Tâife götürülüp habs edildiler. 6 Mayıs 1301 [m. 1883] de Mahmûd Celâleddîn pâşa ile, askerler tarafından boğulup öldürüldüler. İngiltere onu kurtarmağa karâr verdi. Kızıldenizdeki bir harb gemisine bu vazîfeyi verdi. Pâşaların, İngilizler tarafından kaçırılacağını anlıyan hicâz vâlîsi müşîr Osmân Nûrî pâşanın emri ile öldürüldüğü sanılmakdadır). (Yeni Türkiye Târîhi)nin yazısı temâm oldu. 283, 286, 287, 361, 369, 370, 374, 377, 385.

10 - ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ: Muhyiddîn Ebû Muhammed bin Ebû Sâlih Mûsâ, 471 [m. 1077] de Îrânda tevellüd, 561 [m. 1166] de Bağdâdda vefât etmişdir. Babası, hazret-i Hasenin torunu Abdüllah bin Hasen-i müsennâ soyundandır. Abdüllahın annesi, Fâtıma, hazret-i Hüseynin kızıdır. Bunun için hem seyyid, hem şerîfdir. Hanbelîdir. Kâdirî tarîkatinin reîsi ve bütün tarîkatlerin menba-ı feyzidir. Mürşid, müderris ve müftî idi. Pek büyük âlimdir. 32, 61, 117, 144, 155, 158, 176, 199, 342, 391, 392.

11 - ABDÜLLAH BİN ABBÂS: Resûlullahın amcası Abbâsın oğlu olup, çok âlim idi. Annesi Lübâde, Hâlid bin Velîdin teyzesi idi. Hicretden üç yıl önce Mekkede doğdu. Çok hadîs-i şerîf bilirdi. Halîfe Ömerin müşkillerini çözerdi. Sıffînde imâm-ı Alînin kumandanlarından idi. Abdüllah bin Zübeyrin hilâfetini kabûl etmedi. Tefsîrde çok ileri idi. Müfessirlerin şâhıdır. 68 yılında, Tâif-



-302-

de vefât etdi. Uzun boylu, beyâz, güzel idi. Ömrünün sonlarında göremez oldu. Abbâsî halîfeleri, bunun soyundandır. 40, 59, 70, 74, 86, 119, 121, 122, 123, 125, 126, 130, 137, 165, 168, 169, 170, 184, 185, 189, 231, 243, 318, 345, 356, 359, 408.

12 - ABDÜLLAH BİN CA’FER: Resûlullahın amcası Ebû Tâlibin torunudur. Habeşistânda dünyâya geldi. 80 yılında Medînede vefât etdi. Çok cömerd idi. Hazret-i Mu’âviye buna çok ikrâm ederdi. Muhammed bin Ebî Bekr-i Sıddîk ile Yahyâ bin Alî ibni ebî Tâlib ile ana bir kardeş idi. Hazret-i Alî ile Fâtıma-tüzzehrânın kızı olan Zeynebin zevci idi “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. 66, 168, 204, 378.

13 - ABDÜLLAH BİN EBÎ BEKR-İ SIDDÎK: Önce islâm olanlardandır. Hicretde, kâfirlerden mağaraya haber getirir, gece mağarada yatardı. Mekkenin fethinde, Huneyn ve Tâif gazâlarında bulundu. Tâifde yaralandı. 11. ci yılda vefât etdi “radıyallahü teâlâ anh”. 99.

14 - ABDÜLLAH BİN EBÎ EVFÂ: Eshâb-ı kirâmdan Kûfe şehrinde en son vefât edendir. 86 yılında vefât etdi. 19, 252.

15 - ABDÜLLAH BİN MES’ÛD: İlk müslimân olanların al-tıncısıdır. Resûlullahın yanından, hizmetinden ayrılmazdı. Kur’ân-ı kerîmi çok iyi öğrendi. Pekçok hadîs-i şerîf ezberledi. Mekke kâfirleri arasında açıkça okurdu. Çok eziyyet çekerdi. İki kerre Habeşistâna ve Medîne-i münevvereye hicret etdi. Bütün gazâlarda ve Yermük muhârebesinde bulundu. Cennetle müjdelendi. Halîfe Ömer-ül-Fârûk, kendisini Kûfeye müftî olarak gönderdi. Otuziki yılında, altmış yaşından sonra vefât etdi. Bakîde medfûndur “radıyallahü teâlâ anh”. 106, 163, 165, 168, 177, 182, 185, 189, 199, 208, 210, 241, 324, 330.

16 - ABDÜLLAH BİN MUBÂREK: Tebe’i tâbi’înin büyüklerinden olup, hadîs ve fıkh âlimi idi. 118 de Horasanda doğup, 181 [m. 797] de vefât etdi “rahime-hullahü teâlâ”. Kitâbları çokdur. Bir yıl hac, bir yıl cihâd ve bir yıl ticâret ederdi. Kazancının hepsini fakîrlere verirdi. Şâmda birisinden aldığı kalemi vermeden Merve gitmişdi. Kalemi vermek için Mervden Şâma geldi. Sehl Alî bin Abdüllah Merûzî, Abdüllah bin Mubârekin derslerine devâm ederdi. Birgün, (Artık senin dersine gelmiyeceğim. Çünki, bugün gelirken senin kızların dama çıkmış beni çağırıyorlardı. Benim Sehlim, benim Sehlim diyorlardı. Bunların terbiyesini vermiyor musun?) dedi. Abdüllah bin Mubârek, o gece, talebesini top-

-303-

layıp, (Sehlin cenâze nemâzına gidelim) dedi. Gidip, vefât etmiş buldular. (Vefâtını nerden anladın?) dediklerinde, (Benim hiç câriyem yok. O gördükleri, Cennet hûrîleri idi. Onu Cennete çağırıyorlardı) dedi. Buyururdu ki, (Edeb nedir? Âlimler çeşidli ta’rif etmiş. Bence edeb, kişinin nefsini tanımasıdır.) (Birinin bir lira hakkını ödemek, bin lira sadaka vermekden dahâ iyidir.) (Çalışıp kazanmak tevekkülü bozmaz) derdi. (Tevâzû’, zenginlere karşı kibrli olmak, fakîrlere karşı alçak gönüllü olmakdır) derdi. (Eğer gıybet etseydim, anamı, babamı gıybet ederdim. Çünki sevâblarımın onlara verilmesi dahâ iyi olur) derdi. 10, 30, 31, 260.

17 - ABDÜLLAH BİN ÖMER: Hicretden on dört sene önce tevellüd ve 73 de Mekkede vefât etdi. Babası ile birlikde îmân et-di. Küçük olduğundan Bedr ve Uhud gazâlarına götürülmedi. Diğer gazâlarda ve Mûte gazâsında ve Yermükde, Mısr ve Afrika fethlerinde bulundu. Resûlullahın nemâz kıldığı her yerde nemâz kılardı. Çok müttekî, cömerd ve halîm idi. Hilâfet işlerine hiç karışmadı. Hicrî 73 senesinde, Haccac bin Yûsüf, Mekkede, Abdüllah bin Zübeyri şehîd etdikden üç ay sonra, bunun ayağına zehrli kılıç ile vurdurarak şehîd etdi “radıyallahü teâlâ anh”. 40, 65, 73, 118, 124, 125, 165, 176, 182, 185, 196, 209, 231, 345, 400.

18 - ABDÜLLAH BİN SA’D: Hazret-i Osmânın süt kardeşi idi. Vahy kâtibi iken mürted oldu. Mekkenin fethinde katli emr olundu ise de, tekrâr îmâna gelip afv edildi. Mısr fethinde bulundu. 25 de Mısr vâlîsi olup, Tunusu feth etdi. Halîfenin şehâdetinde Medîneye yardıma gelirken, Mısrda yerinin yağma edildiğini anlıyarak, Remleye yerleşdi. 36 da vefât etdi. 120.

19 -ABDÜLLAH BİN SEBE’: Müslimânlar arasına ilk olarak, Eshâb düşmanlığı fitnesini sokan bir yehûdî dönmesidir. Hazret-i Osmân zemânında Yemenden gelip, müslimân olduğunu söyledi. Halîfenin yanına sokulmak istedi. Fitne, fesâd çıkaracağı anlaşılarak, Medîne-i münevvereden dışarı atıldı. Mısra giderek, câhiller arasında, halîfeyi kötülemeğe, Eshâb-ı kirâmın büyükleri için atıp tutmağa, kardeşi kardeşe düşürmeğe başladı. Kûfeye de giderek hazret-i Alîye yaltaklandı. Hattâ, sen tanrısın dedi. Alî “radıyallahü anh” da, bunu Medayn şehrine sürdü. Hazret-i Alî şehîd olunca, (O ölmedi. Bulutlarda yerleşdi. Şimşek, yıldırım onun emri ile olmakdadır) dedi. Dahâ nice, düzme sözleri ile, câhilleri aldatıp, Ehl-i sünneti parçalamağa, içeriden yıkmağa koyuldu. Fekat, Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ”, âyet-i kerîmeye ve hadîs-i şerîflere sarılarak ve akla, ilme dayanarak bunun bozuk ve çürük sözlerine, çok sağlam cevâblar verdi. Onları

-304-

her yerde rezîl ve perîşan eyledi. Onlar ancak, kitâb okumıyan, va’z, nasîhat dinlemeğe gitmiyen câhilleri aldatabildi. 6, 14, 27, 30, 36, 77, 120, 121, 136, 220, 233, 365.

20 - ABDÜLLAH BİN UREYKIT: Benî Veyl kabîlesinden bir kâfir idi. Emîn idi. Sır saklayıcı idi. 99.

21 - ABDÜLLAH BİN YESR: Şâmda en son vefât eden sahâbîdir. Seksensekiz senesinde vefât etdi. 19, 252.

22 - ABDÜLLAH BİN ZÜBEYR: Zübeyr bin Avvâmın oğludur. Annesi Esmâ binti Ebî Bekr Sıddîkdır. Hicretden yirmi ay sonra tevellüd etdi. İsmini Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” koydu ve düâ etdi. Cesûr, kuvvetli, kahraman idi. Geceleri ibâdet eder, gündüzleri oruc tutardı. Tunus harbinde, yüzyirmibin düşman askeri ile yirmi bin islâm mücâhidi savaşırken, düşman kumandanı Cercîri öldürerek zafere sebeb oldu. Cemel vak’asında, Alîye “radıyallahü anh” karşı idi. Yezîde bî’at etmedi. Dokuz sene Mekkede halîfe oldu. Yemen, Irak ve Horasan elinde idi. Abdülmelikin kumandanı Haccac bin Yûsüf, 72 yılında Mekkeyi muhâsara ve mancınık ile şehri tahrîb etdi. Abdüllah, 73 [m. 692] de alnına gelen mancınık taşı ile yaralandı ve şehîd edildi “radıyallahü teâlâ anh”. Vâlidesi Haccacın karşısına çıkıp acı ve doğru sözler söyledi. Harâb olan Kâ’beyi ve ayrıca türbe-i nebevîyi ta’mîr etdi. Şehîd edildikden sonra, Abdülmelik bin Mervân, Kâ’benin bir dıvârını yıkdırıp, Hacer-i esvedi eski yerine koydurdu. Bugünkü Kâ’benin üç dıvârı Abdüllah, bir dıvârı Abdülmelik yapısıdır. 65, 106, 170, 211, 259, 302, 304, 330, 339, 350, 354, 359.

23 - ABDÜLLAH-İ CENGİZÎ HÂN: Mâverâünnehrdeki özbek hânlarındandır. İskender hânın oğludur. 939 da tevellüd, 1005 [m. 1596] de vefât etdi. 990 da hükmdâr oldu. 993 de Hiratı aldı “rahime-hullahü teâlâ”. 151.

24 - ABDÜLLAH-İ ENSÂRÎ: Babası Ebû Mensûr Muhammed bin Alîdir. 396 da Hiratda tevellüd, 481 [m. 1088] de orada vefât etdi. Şeyh-ül-islâm idi. Hanbelî idi. Evliyânın büyüklerinden idi. Hadîs âlimi idi. (Menâzilüssâ’irîn) ve tefsîr kitâbları meşhûrdur. Tesavvufda (Te’arrüf) kitâbını şerh etmişdir. (Münâcât) İstanbulda basılmışdır. 84, 146, 212, 270, 319, 409.

25 - ABDÜLMECÎD HÂN: Osmânlı pâdişâhlarının otuzbirincisi ve islâm halîfelerinin doksanaltıncısıdır. Sultân ikinci Mahmûdun oğludur. Sekiz oğlundan dördü pâdişâh oldu. 1237 [m. 1821] de tevellüd etdi. 1255 [m. 1839] de pâdişâh oldu. 24 Hazîran



Yüklə 4,48 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   26   27   28   29   30   31   32   33   ...   41




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin