Etnik değil, sivil-kültürel bir milliyetçilik türü olan Atatürk Milliyetçiliği uyarınca Kürtler, Cumhuriyet’in asli unsuru ve birinci sınıf vatandaşları kabul edilmişler ve Türk milletinin bir parçası sayılmışlardır
Kürt sorununun temelleri Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına kadar götürülebilir. Ancak Kürt sorununun Türkiye’nin siyaset gündemine ciddi şekilde girmesi 1984 yılından başlayarak giderek yoğunlaşan PKK terörizmi nedeniyle olmuştur.
Kürt sorununun temelleri Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına kadar götürülebilir. Ancak Kürt sorununun Türkiye’nin siyaset gündemine ciddi şekilde girmesi 1984 yılından başlayarak giderek yoğunlaşan PKK terörizmi nedeniyle olmuştur.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Andrew Mango’nun da belirttiği gibi Türk ve Kürtleri “ırk kardeş” olarak nitelendirmiş ve iki halk arasındaki uzun yüzyıllar bir arada yaşamaktan kaynaklanan kültür benzerliklerine dikkat çekmiştir. Zaten Misak-ı Milli sınırları etnografik açıdan bakılırsa Türkler ve Kürtlerin birlikteliği olarak yorumlanabilir.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Andrew Mango’nun da belirttiği gibi Türk ve Kürtleri “ırk kardeş” olarak nitelendirmiş ve iki halk arasındaki uzun yüzyıllar bir arada yaşamaktan kaynaklanan kültür benzerliklerine dikkat çekmiştir. Zaten Misak-ı Milli sınırları etnografik açıdan bakılırsa Türkler ve Kürtlerin birlikteliği olarak yorumlanabilir.
Etnik değil, sivil-kültürel bir milliyetçilik türü olan Atatürk Milliyetçiliği uyarınca Kürtler, Cumhuriyet’in asli unsuru ve birinci sınıf vatandaşları kabul edilmişler ve Türk milletinin bir parçası sayılmışlardır.
Vatandaşlık ve milliyetçilik genel itibariyle ikiye ayrılır: sivil-kültürel toprağa dayalı milliyetçilik (ius soli, soil-based), etnik, kana dayalı şoven milliyetçilik (ius sanguinis, blood-based). Atatürk milliyetçiliği sivil-kültürel, toprağa dayalı bir milliyetçilik örneğidir.
Mustafa Kemal Milli Mücadele’ye desteklerinin sağlanması yolunda Kürtlerin ve diğer etnik unsurların kimliklerini de çekinmeden belirtmiştir. Atatürk’ün 1 Mayıs 1920 günü TBMM’de yaptığı konuşma da, kendisinin bu konudaki duyarlılığını çok iyi ifade etmektedir. “Burada maksut olan ve Meclis-i alinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir”. İlk meclis oturumlarında Atatürk gayet özenli bir şekilde “Türk halkı” yerine “Türkiye halkı” terimini kullanmış ve Milli Mücadele’yi sekteye uğratmak istememiştir.
Mustafa Kemal Milli Mücadele’ye desteklerinin sağlanması yolunda Kürtlerin ve diğer etnik unsurların kimliklerini de çekinmeden belirtmiştir. Atatürk’ün 1 Mayıs 1920 günü TBMM’de yaptığı konuşma da, kendisinin bu konudaki duyarlılığını çok iyi ifade etmektedir. “Burada maksut olan ve Meclis-i alinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir”. İlk meclis oturumlarında Atatürk gayet özenli bir şekilde “Türk halkı” yerine “Türkiye halkı” terimini kullanmış ve Milli Mücadele’yi sekteye uğratmak istememiştir.
Ancak önemli bir entelektüel ve devlet adamı olan Mustafa Kemal ulus-devletler ve milliyetçilikler çağında çok etnikli ve millet bütünlüğünü sağlayamamış bir yapının ayakta kalamayacağını öngörerek, Anadolu’da en büyük etnik unsur olan Türkler ve en yaygın konuşulan dil olan Türkçenin de etkisiyle tüm etnik unsurları Türk milleti adı altında toplamış (Ne Mutlu Türküm Diyene) ve hepsine eşit vatandaşlık hakları sunmuştur.
Cumhuriyetin ilanı sonrası da Kürt nüfusa özerklik verilmemekle beraber Lozan Antlaşması uyarınca dillerini konuşması serbest bırakılmış ve bir baskı ortamı yaratılmamıştır. Kürtler yine Lozan Antlaşması uyarınca azınlık olarak sayılmamış ve devletin asli unsurları olarak kabul edilmişlerdir.
Cumhuriyetin ilanı sonrası da Kürt nüfusa özerklik verilmemekle beraber Lozan Antlaşması uyarınca dillerini konuşması serbest bırakılmış ve bir baskı ortamı yaratılmamıştır. Kürtler yine Lozan Antlaşması uyarınca azınlık olarak sayılmamış ve devletin asli unsurları olarak kabul edilmişlerdir.
Prof. Dr. Metin Heper’e göre Türkiye Cumhuriyeti genel anlamda Kürt kimliğini ikincil bir kimlik olarak kabul etmiş ve ancak bunun birincil kimliğe dönüşme riski taşıdığı dönemlerde buna karşı mücadele etme stratejisi belirlemiştir.Bu anlamda Kürtlere yönelik herhangi bir asimilasyon politikası güdülmemiş ancak Kürt-Türk bütünleşmesinin sağlanması yolunda da çeşitli çalışmalar yürütülmüştür.
Kürt isyanlarının devleti yıkılma-bölünme noktasına götürmesi nedeniyle 1925 yılındaki Takrir-i Sükun Kanunu’ndan başlayarak devlet bu konuda daha baskıcı bir tutum belirlemek durumunda kalmıştır.
Şeyh Said İsyanı ile başlayan süreçte 1938’e kadar irili ufaklı devam eden Kürt isyanlarının (saptanabilen 16 isyan) merkezileşmeye ve modernleşmeye (seküler yapıya) duyulan tepkiler, dış ülkelerin kışkırtmaları (1920’lerde Musul meselesi nedeniyle İngilizler, 1930’larda Hatay meselesi nedeniyle Fransızlar) ve kimi devlet görevlilerin Kürtlere yönelik olumsuz tavırlarının halkta yarattığı tepkiler gibi çeşitli sebepleri vardır ve bu isyanlar salt Kürt milliyetçiliğiyle açıklanamaz.
Şeyh Said İsyanı ile başlayan süreçte 1938’e kadar irili ufaklı devam eden Kürt isyanlarının (saptanabilen 16 isyan) merkezileşmeye ve modernleşmeye (seküler yapıya) duyulan tepkiler, dış ülkelerin kışkırtmaları (1920’lerde Musul meselesi nedeniyle İngilizler, 1930’larda Hatay meselesi nedeniyle Fransızlar) ve kimi devlet görevlilerin Kürtlere yönelik olumsuz tavırlarının halkta yarattığı tepkiler gibi çeşitli sebepleri vardır ve bu isyanlar salt Kürt milliyetçiliğiyle açıklanamaz.
Kürtçenin konuşulması konusunda devlet yaşanan isyanlara da tepki olarak sorun çıkarmaya başlamış ve Lozan Antlaşması’nın bütün yükümlülüklerini (39. maddedeki mahkemede etnik diliyle kendini savunabilme hakkı ve 40. maddedeki kendi eğitim kurumlarını masraflarını kendileri karşılamak üzere kurabilmek hakkı) yerine getirmemiştir. Yine de Prof. Dr. Ergun Özbudun’a göre 1930’ların faşist atmosferinde bu tavır şaşırtıcı olmamalıdır. “Üstelik, 1930’lu yıllar gibi Avrupa’nın çok büyük bölümüne otoriter, ırkçı milliyetçilik anlayışının egemen olduğu bir dönemde, bunun bizce tali bazı yönlerinin Türkiye’de görülmesi değil, bu etkinin bu kadar sınırlı kalmış olması hayret edilecek bir husustur”.
Soğuk Savaş koşullarında Türkiye Batı’nın sınır karakolu olarak görev yaptığı için Türkiye’nin Kürt meselesi güvenlik sorunları öncelikli olan Batı dünyası için hiçbir önem teşkil etmemiş ve Kürt sorunu konusundaki duyarlılık ve beraberindeki kışkırtma ve propaganda faaliyetleri daha çok SSCB ve sosyalist bloktan gelmiştir.
Soğuk Savaş koşullarında Türkiye Batı’nın sınır karakolu olarak görev yaptığı için Türkiye’nin Kürt meselesi güvenlik sorunları öncelikli olan Batı dünyası için hiçbir önem teşkil etmemiş ve Kürt sorunu konusundaki duyarlılık ve beraberindeki kışkırtma ve propaganda faaliyetleri daha çok SSCB ve sosyalist bloktan gelmiştir.
Türkiye’de de 1960’larda başlayan sol muhalefet Kürt meselesine sahip çıkmış ancak solun radikalleştiği döneme kadar buna bölücü hedeflerle değil, birleştirici, barışçıl emellerle ilgi göstermiştir.
Kürt meselesinin adının konmasında Yön dergisinin başyazarı Doğan Avcıoğlu ve Türkiye İşçi Partisi’nin büyük çabaları olmuştur. Avcıoğlu ve TİP üyeleri Kürt meselesine daha çok bir feodalizm sorunu olarak bakmış ve Atatürk’ün çok istediği toprak reformunun yapılamaması nedeniyle bölgede aşiret düzeninin devam ettiğini ve dolayısıyla Kürt-Türk kaynaşmasının yaşanamadığını ileri sürmüşlerdir.
Ayrıca yine 1960’lardan başlayarak İsmail Beşikçi, Kemal Burkay gibi daha radikal sol düşünürler de Kürt ayrılıkçı hareketinin temellerini atan fikirlerini ortaya koymaya başlamışlardır. 1970’lerde Kürt Solu Türk Solu’ndan fikri olarak ve kalben ayrılmış ve Devrimci Doğu Kültür Ocakları’ndan kopan Abdullah Öcalan liderliğindeki ve Apocular olarak bilinen bir grup daha sonraları Kürdistan İşçi Partisi (Partiya Karkeren Kürdistan - PKK) adıyla ayrılıkçı bir terör örgütü kurmuştur.
Ayrıca yine 1960’lardan başlayarak İsmail Beşikçi, Kemal Burkay gibi daha radikal sol düşünürler de Kürt ayrılıkçı hareketinin temellerini atan fikirlerini ortaya koymaya başlamışlardır. 1970’lerde Kürt Solu Türk Solu’ndan fikri olarak ve kalben ayrılmış ve Devrimci Doğu Kültür Ocakları’ndan kopan Abdullah Öcalan liderliğindeki ve Apocular olarak bilinen bir grup daha sonraları Kürdistan İşçi Partisi (Partiya Karkeren Kürdistan - PKK) adıyla ayrılıkçı bir terör örgütü kurmuştur.
Dolayısıyla Kürt hareketi 1925-1938 arasında İslamiyet temelli ve İngiltere desteğiyle yükselirken, 1960-1990 arasında daha çok sosyalizm temelli ve SSCB desteği üzerinden güçlenmiştir.
Bugün ülkemizin yaşadığı en önemli sıkıntılardan biri PKK terörizmi ve Kürt sorunu meselelerinin iç içe geçmiş olmasıdır.
- Kürt sorunu dediğimiz zaman esas itibariyle farklı bir etnik kökenden gelen ancak Türk milletinin bir parçası ve devletin birinci sınıf vatandaşları olan Kürtlerin şu talep ve sorunları akla gelmelidir.
- Kürt sorunu dediğimiz zaman esas itibariyle farklı bir etnik kökenden gelen ancak Türk milletinin bir parçası ve devletin birinci sınıf vatandaşları olan Kürtlerin şu talep ve sorunları akla gelmelidir.
1-) Bazı vatandaş ve devlet görevlilerinde görülen Kürt kökenli yurttaşlarımıza yönelik ayrımcı-ırkçı hareketler.
2-) Büyük şehirlerdeki gettolaşma-mahalleleşme nedeniyle Kürt-Türk bütünleşmesinin tam anlamıyla sağlanamaması.
3-) Güneydoğu Anadolu bölgesindeki fakirlik, eğitimsizlik, kültürel gerilik (töre cinayetleri, akraba evlilikleri vs.) ve işsizlik gibi çok ciddi sosyal sorunlara yol açan sıkıntılar.
4-) Kürt kökenli yurttaşlarımızın kendi kültür ve dillerini milli birlik ve bütünlük içerisinde yaşatmaya yönelik taleplerinin yerine getirilmesi (devletin çok kültürlülük politikasını dikkatli bir şekilde belirlemesi).
5-) Terörizmin özellikle Güney Doğu Anadolu bölgesindeki gücü nedeniyle vatandaşların can ve mal güvenliğinin olmaması, sağlıklı demokratik seçimlerin silahlar gölgesinde gerçekleştirilememesi.
5-) Terörizmin özellikle Güney Doğu Anadolu bölgesindeki gücü nedeniyle vatandaşların can ve mal güvenliğinin olmaması, sağlıklı demokratik seçimlerin silahlar gölgesinde gerçekleştirilememesi.
6-) Kürtlerin Cumhuriyet ve devlete olan aidiyetlerinin son yıllarda azalması, bu konuda devletin etkin bir politika geliştirememesi.
7-) Kürt kökenli yurttaşlarımızın taleplerini demokratik sınırlar içerisinde savunabilecek ve terörizmi reddeden bir siyasal kurumun bulunmayışı.
8-) Bazı yabancı ülkelerin bu konuyu kendi çıkarları için kullanmaları nedeniyle meselenin bir iç politika, demokrasi olayından çıkıp uluslararası kriz haline gelmesi ve Kürt kökenli siyasetçilerin buna alet olmaları.
- Etnik taleplere yönelik modern ulus devletlerin uyguladığı modeller şunlardır; asimilasyon (zorunlu, gönüllü), bir potada eritme modeli (melting pot), demokratik çoğulculuk.