Engürü'de âsûde olan kibâr ı evliyâullahın merkad i pür envârları ziyâretlerin ayân u beyân eder: Evvelâ kutb ı muhteşem, rükn i muhterem, zâhid i zemâne, âbid i yegâne, nâtık ı hakâyık, nâsıh ı halayık, kıdve i ricâl, nokta i kemâl, şeyh i ale'l-ıtlâk, kutb ı istihkâk, ma‘den i hikmet i Rabbânî, sâkin i külbe i Sübhânî eş-Şeyh Hazret i Hacı Bayrâm ı Velî, kaddesenallahu bi-sırrıhi'l-azîz.
Bi'z-zat kendüleri nehr i Çubuk kenarında Sol köyünde vücûda gelüp Şeyh Hâmid hazretlerinden cihâz ı fakrı kabûl edüp anların irşâdıyla niçesine kutbü'l-aktâb olup niçe bin keşf [u] kerâmetleri zâhir ü bâhir olmuş ulu sultândır. Hattâ seyâhatle sene ( ) târîhinde Sultân Yıldırım Hân ı Gâzî'ye gelüp teberrüken binâ etdüğü ma‘bed i kadîm Eski Câmi‘de kürsîye çıkup va‘z [u] nasîhat etdikleri kürsîleri hâlâ Eski Câmi‘ i pür-nûr içinde durur bir kürsî i muhteremdir. Niçe kerre bu kürsî i münîf üzre ba‘zı meşayih fudulluk edüp teberrüken va‘z u nasihate çıkup nutka kadir olmayup hasr olup nüzûl etmişlerdir. Zirâ ol seccade üzre celse-i hafîfe etmeğe müsta‘id şeyh gelmemişdir, değil kim bî-bâk u bî-pervâ va‘z u nasihat ide. Bayrâm ı Velî böyle bir ulu sultândır. Ba‘dehû Yıldırım Hân asrında dâr ı bâkîye irtihâl edüp derûn ı hisâr ı Engürü'de tekye i pür-envârında bir müzeyyen ve mükellef ve mükemmel kubbe i pür-envâr içinde medfûn oldukları bâlâda tekyeler evsâfında tarîkleri ve tekyeleri ve tarîklerinin ahvâlleri tahrîr olunmuşdur. Rahmetullahi aleyh.
Andan ziyâret i sâhib i da‘vetü'l-müstecâbe, matla‘ ı envâru'l-kerâme, mazhar ı envaru't-tarîka, kâşif i esrâru'l-hakîka, ber-tâlibân ı târîk ı îkân ve sârbân ı rahîk ı irfân eş-Şeyh Hazret i Er Sultân: İsm i şerîfleri Mahmûd'dur. Yine derûn ı Ankara'da rahm ı mâderden müştakk olmuşdur. Tarîk i Kâdirî'de Şeyh Hâmid hazretlerinin şeyhlerindendir. Niçe bin keşf [u] kerâmetleri âşkâre olup hamd i Hudâ bu hakîre dahi ziyâreti müyesser olup vâkı‘amızda görüp dâr ı bâkîde iken irşâdlarıyla behre-mend olduk. Rahmetullahi aleyh. Derûn ı Engürü'de Ağaçbâzârı'nda bir kubbe i müfîd [ü] muhtasarda âsûdedirler. Ziyâretgâh ı hâs [u] âmdır. Kuddise sırruhu.
Andan Engürü kal‘asının cânib i şarkîsinde kal‘aya hâ’il bir kûh i bâlâ üzre ziyâret i makâm ı Hazret i Hızır: Ehl i beledin teferrücgâhı cihân-nümâ bir kubbe i âlîdir kim cümle sahrâ yı Engüri sahîfe i evrâk-ı nakş ı bukalemûn-misâl nümâyândır.
eş-Şeyh Hüsâmeddîn: Ahmed Sârbânî halîfesidir. Engürü kal‘asında haps iken "Sabâh bizi defn edin" buyururlar. Sabâhen mahbûshânede deyyâr ı cân u cinn yok iken bir sarı hurma lifi kefenine sarılmış mağsûl ve mu‘attar merhûm olmuş bulunup cümle ahâlî i Engüri âlem i hayretde kalup hâlâ zâviyesi hatîresinde medfûndur.
eş-Şeyh Kâtib Salâhaddîn: İlm i nücûmdda gûyâ Fisagores i Tevhîdî idi. {Melhame ve Ta‘bîrnâme misillü te’lîfâtları vardır. Murâd ı Sânî meşâyihlerindendir}
Bu ziyâretlerden mâ‘adâ şehr i Engürü'nün enderûn [u] bîrûnundan niçe bin musannifîn ve mü’ellifînden ulemâ ve sulehâlar ve kibâr ı kümmelîn evliyâlar medfûndur. Ammâ bir kaç gün müsâfir olmamız sebebiyle bu kadarca tahrîr olundu. Rahmetullahi aleyhim ecma‘în.
Ba‘dehû Engürü'den hareket üzre olmağa tuğlar konakcıyla gidüp hakîr sebük-bâr kalmamız içün hacı babadan aldığımız bir katar katırları paşaya bir kîse guruşa bey‘ edüp fukarâlara tasadduk etdiğimizin ecr i cezîlin bulduk zirâ
1
nassı böyle nâzil olmuşdur. Ve cümle bâr ı sakîllerimi ve âmedânı ve Cenâb ı Bârî'nin hazâ’in i gaybından harâmîler yatağı mezkûr Hacı Baba yediyle ihsân etdüğü eşyâları cümle hânemiz sâhibi veliyyü'n-ni‘am Kederzâde efendimize Allah emâneti koyup yedi aded memlûk-i pür-silâh ile ve bir aded sebük-bâr seyishâne ile kalup ale's-sabâh göç olacak mahalde ânî gördük, sabah namâzında şehr içre bir velvele ve bir gulgule ve bir feryâd u feza‘ u çeza‘ kopup bir Allah Allah ve bir hay-hûy kim zemîn u âsumân dir dir ditredi. Bre nedir aslı, derken hemân bu kadar âdem ayağa kalkıp "Biz paşadan hoşnuduz, cürmü yokdur" derler. Bir fırkası dahi "Emîr pâdişâhındır. Varvar ile birlik olmuş celâlîlerdir, tevâbî‘leri harâmîlerdir". Meğer Paşanın katline hatt ı şerîf ile hünkâr kapucubaşılarından Mustafâ Ağa kırk kapucuyla gelüp cümle kal‘a kapuların sedd edüp nefîr i âm dellâlların nidâsın etdirir. Hikmet i Hudâ, paşa ol gice bir muhavvif ve muhâtara vâkı‘a görüp bir sarrac ile tebdîl i câme olup birer esb i tâzîye süvâr olup Seydî Battâl Gâzî pederi Hüseyin Gâzî ziyâretine kal‘a kapusu açılınca tebdîl i kıyâfet giderler. Ekseriyyâ mu‘tâdı bu idi. Bu kadar halk kapucubaşıyla paşanın sarâyın basup bulamadılar. Şehrin enderûn [u] bîrûnunu ol kadar tecessüs etdiler kim mümkün olup nâm [u] nişânından haberdâr olamadılar. Bu haberi paşa istimâ‘ edüp gayrı şehr i Engürü'ye dâhil olmayup şehrin şimâli tarafında Erkeksu nâm mahalle varup bir re‘âyâ ile Kethüdâ Alî Ağa'ya bir kâğıd gönderüp bayrak askerlerin [359b] istemiş. Berü tarafda paşayı bulmayıcak kal‘a kapuları açılup şehr içre dellâller nidâ edüp "Vây ol paşalının hâline kim bu sâ‘atden gayrı bulunurlarsa mâlları garet olunup kendileri katl olunmasına fermân ı şehriyârî sâdır olmuşdur" deyü cümle paşalıyı mübâşirler ile nefy i beled etdiler. Paşalının dahi cân ı azîzine minnet kim minâreli şehre girmeyeler. Hakîr dahi hâne sâhibimizle vedâlaşup Hacı Bayrâm ı Velî ve Er Dede Sultân'ı dahi vedâ‘ ı ziyâret edüp Engürü'den cânib i şimâle 7 sâ‘atde,
Menzil i karye i Erkeksu: Engürü nâhiyesinde iki yüz hâneli ve câmi‘li ve mükellef hânlı bâğsız ve bâğçesiz, kaya dibinde ma‘mûr u âbâdân bir karye i müselmânlardır. Andan ( ) sâ‘atde,
Evsâf ı menzil i kasaba i azîm Istanoz;: Engürü paşasının subaşılığı hükmünde yüz eli akçe nâhiye kazâlarından Murtatova nâhiyesi hudûdunda iki cânibi evc i âsumâna çıkmış daracık derenin kenarında bin hâneli, bâğsız ve bâğçesiz, câmi‘li ve hammâmı ve suk ı sultânîsi muhtasar bir kasaba i ma‘mûrdur. İçinden nehr i ( ) cereyân eder. Bu kasabanın iki başında azîm kapuları var imiş. Sultân Mehemmed i Sâlis asrında Celâlî Karayazıcı, kapuları kal‘ edüp şehri nehb ü gâret etmiş. Eğer ol kapular ta‘mîr olunsa bu kasabaya bir tarafdan zafer mümkün değildir. Zîrâ iki tarafı kehkeşân-âsâ semâya ser çekmiş yalçın yalama kızıllu ve sarı şâhin ve zağanos ve miskî kartal âşiyânları kanâre kayalardır kim âdem bakmağa cür’et edemez. Van ve Şebin ve Mardin kal‘ası kayaları gibi mehîb ü muhavvif ibret-nümâ kayalardır. Kimi kûh ı Bî-sütûn gibi altı boşdur, kimi ejderhâ gibi yukarıdan aşağı süzülmüş, kimi arslan-sıfat, kimi fil cüssesi gibi gûnâ-gûn acebe-heybet kayalardır. Bu kasabanın ekseriyyâ re‘âyâları Ermenilerdir. Bin aded sûf ve muhayyer işlenir dezgâh vardır, derler ammâ dere içi olmağıla hevâsı gâyet ıssıdır. Lâkin latîf muhayyeri olur, memdûhdur ve Ermeni kızları meşhûrdur. Ve mağaraları var kim içinde biner ad[ed] atlar bağlansa müstevfâ sığa[r]. Ve zamân ı kadîmde bir yalçın kaya üzre harâbe kal‘acığı vardır. Hikmet i Hudâ bu şehre girdiğimiz gün âdem deryâsı cem‘ olmuş. Meğer ip cânbâzlarının teferrücleri var imiş.
Temâşâ yı üstâdân ı pehlivân ı resen-bâzân
Kırk senede bir cümle resenbâzlar ale'l-ittifâk cem‘ olup birbirlerini yola çeküp imtihân etmekiçün bu Istanoz deresinde ve Anadolu'da Gedüz şehri kal‘ası kayasında kârhâne kurup resen-bâzlık ederler. Bizler dahi işsiz güçsüz âdemler bu dere içinde temâşâlarına varup ânî gördük, ebr i kebûdlarda nihâyet bulmuş yalçın kayalı dar boğazda kayaların tâ zirve i a‘lâsında bir kayadan bir kayaya Frengi habl i metînleri kayd-bend edüp ipleri kayalar kesmesin deyü resenlerin iki başına postlar bağlayup mu‘temed âdemleri silâhlarıyla komuşlar kim üstâd icrâ yı ma‘rifet ederken bir hasımı ipi kesmeye deyü nigehbânlar ta‘yîn etmişler. Kayaların tahtânîsinde ve fevkânîsinde niçe bin âdemler cem‘ olup kayalar benî Âdem ile pür-nakl olmuş ve aşağı şehr içinde cereyân eden nehir kenarında bir hafta mukaddem soffa ve serîr ve mastabalar yapmışlar ve küşâde yerlere hayme ve hargâhlar kurmuşlar, bu kadar bin mahlûk ı Hudâ temâşâya durmuşlar. Ve tarafeynde Engürü paşasının mehterhânesi kütür kütür döğülüp du‘â ve senâdan sonra ibtidâ pehlivânlar birbirlerin meydân ı muhabbete da‘vet edüp ser-çeşmeleri Üsküdarlı Cânbaz Sipâh Mehemmed Çelebi Bismillah ile koca ve irice eline terâzûsün alup kârhâne başına varup bir gülbâng ı Muhammedî çekdirüp ol kayalar içre sadâ yı Allah Allah evc i âsumâna peyveste olup dağlar ra‘d-vâr güm güm sadâ verirken tabllara tarralar urulup bu kerre Koca Mehemmed Çelebi o incecik imtihân habli dedikleri resen üzre berk i hâtif gibi seğirderek şakılayup eyle giderken hemân kârhâne reseninin ortasından tarfetü'l-ayn içre bir gûne gerü döndü kim gûyâ bir tâzî önünden tavşan döner gibi sihr i halâl edüp döndükde cemî‘î âşıkân-ı sâdıkân sıdk ı derûn ile "aleyke avnullah yâ pehlivân" deyüp cümle ehl i teferrüc engüşt-ber-dehen edüp âlem i hayretde kaldılar. Meğer cemî‘î pehlivânlar mâbeyninde yıldırım gibi giderken ip üzre gerü dönmek makdûr ı beşer değil imiş. Netîce, üç kerre bu gûne arz ı ma‘rifet edüp du‘â i hayr [ü] senâ ile gıjlayup nüzûl edüp çergesine gelüp karâr etdi ve huddâmları pârsâ yı Muhammedîye çıkup akçe devşirmeğe başladı. Andan Ispartalı Pehlivân Civelek Alî üstâd ı atîklerden imiş. Pehlivânbaşı huzûrunda baş yire koyup du‘â ile ol dahi ser-i kârhâneye gelüp cemî‘î pehlivânların arz ı ma‘rifetleri ellerinde terâzûyu mîzân-vâr berâber tutup gitmekdir ammâ bu Civelek Alî terâzûyu ucundan sağ eline alup bir ucun aşağı sarkıdup bir hâl üzre berk i hâtif gibi ubûr etdi kim cümle pehlivânlar ve temâşâciyânlar "Bu dahi makdûr şey değildir" dediler. Menzil başına bu üslûb üzre varup andan terâzûyü yine ucundan sol eline alup yine bir ucun aşağı sarkıdır. Bu kerre avdet ederken gerü gerü gelirken cümle halk [360a] "Allah âsân getire" deyü feryâd etdiler. Bî-bâk ü bî-pervâ halkın hüsn i teveccühüyle gerü gerü yine menzilbaşına gelüp çârmıhdan sernigûn sıyrılup ser-çeşme önünde zemîn bûs edüp ser-çeşme "Bârekallah pehlivân" deyü bağrına basdı. Andan Harputlu Pehlivân Şücâ‘ terâzûsü iki destinde iki desti, mâ’ i zülâl ile mâl-â-mâl gidüp geldikde destiler destinde iken bir çârmıhdan kendüyü aşağı eyle uçurdu kim cümle ehl i teferrüc "Vâh pehlivân" deyü acıdılar. Bi-emrillahi Te‘âlâ vücûduna bir zarar isâbet etmediğinden mâ‘adâ iki elindeki destileri bile şik[es]te olmadı. Meğer bir san‘at ile uçdu kim cümle âlem halkı hayretde kalup ser-çeşme huzûrunda el arkası yerde etdikde ser-çeşme "Hezâr ahsend ey pehlivân Şücâ‘" deyü elin bûs etdi. Andan Tokatlı Hasan-ı Tavîl Pehlivân, Hindistân pâdişâhı huzûrunda isbât ı vücûd etmiş, sinni yetmişe yetmiş bir pîr i merd i hıredmend ve üstâd ı zû-fünûn ı derd-mend idi. Ol dahi ser-çeşme destin bûs edüp ayağında yeni kubâdî pâbuç ve başında mutallâ dülbend üzre bir kâse i Mertebânî su ve eyninde kırmızı çuka i muvahhidî ferâce, elinde terâzûsü yok. Muvahhidînin iki yenlerine terâzû gibi yapışup geçüp gerü döndü. Ammâ cümle temâşâcıların aklı gitdi. Andan Gergerli Pehlivân Sührâb, ayağında yüksek ayaklı avret na‘lini, omuzunda bir sığır danası, lâkin kolu üzre terâzûsü ile ubûr etdi ve avdet etdi. Hakkâ ki na‘lin ile ol rakîk habl üzre ubûr etmek pehlivânlıkdır. Andan Mağribli Pehlivân Nâsır, gözleri bağlı, omuzunda bir huddâmı tabıl çalarak ellerinde terâzû ile güzer etdi. Andan Arabgîrli Pehlivân Selîm, kisbetinden mâ‘adâ vücûdu uryân, iki elinde birer çakmaklı kol tüfenkleri atup ubûr eyledi. Karşuda yine tüfenkler sıkılayup avdetde yine tüfenkleri atarak geldi. Andan Cirbeli Pehlivân Nasreddîn, kâküllerinden kârhâne ipine asılup elinde karpuz gibi müdevver bir şey var, anı bir ip ile fırlak gibi dönderdikce pehlivânın perçeminde bağlı olan halka kârhâne ipinden kaya kaya pehlivân asılı perçemiyle gitmede. Ammâ ne terâzû var ve ne ayakları ip üzredir. Hemân saçından asılmış, elindeki karpuz gibi şey’i çevirdikçe karşu tarafa gidüp geldi. Buna bir ferd i âferîdenin aklı ermedi. Andan ser-çeşme şâkirdi Galatalı Kızkapan Pehlivân Süleymân, kisbetiyle ser-çeşme önüne gelüp çârkûşe bir sandûk[a] girüp cümle halka gösterdi. İçinde aslâ bir şey yok. Bir tahta, içi kâğız kaplı küçücük sandûk idi. Ol sandûku bir demir halka ile kârhâne ipine asup kendüsü sandûk içine girüp gâ’ib olup sandûk ipde mu‘allak kaldı. Ânî gördük, berk ı hâtif gibi sandûk karşu çete varup geldi ve Pehlivân Süleymân taşra çıkup ser-çeşme huzûrunda temennâ etdi. Bu kâra dahi bir zî-aklın idrâki irmedi. Hulâsa i kelâm üç gün üç gicede yetmiş aded üstâd ı resen-bâzlar arz ı ma‘rifet etdiklerin tahrîr eylesek meddâh ı resen-bâz olmuş oluruz. Ancak murâd [u] merâm bu kadarcıyla iktifâ edüp üç yüz kadar şâkirdlerin başka çıkarup pîr-perver etdiler. Bundan gayrı her halîfe niçe bin lu‘bede-bâzlık etdiler ve üç günde cümle halkdan ve kasaba Ermeniler'den altı yüz sûf ve bu kadar muhayyer kâr edüp paşa efendimizden bir kîse guruş ihsân aldılar, ve's-selâm.
Bu kasabada bu temâşâları edüp cem‘iyyet i benî Âdemden nâm u nişân kalmayup âsûde-hâl dururken paşa kapusunda bir hây hûy kopdu. Meğer Âsitâne tarafından yigirmi kapucu ile ser-bevvâbân ı dergâh ı âlîden bir kapucubaşı gelüp paşaya haber etdiler. Cümle asker kat-ender-kat olup paşa huzûruna kapucubaşı kığırup geldikde yüz bin ta‘vîz ile girüp zemîn bûs edüp cümle keçeli kapucular kelb i sarîh gibi taşrada kalup kapucubaşı yalnız paşa yanında kaldı. Zîrâ Çorum şehrinde paşaya hücûm eden Berber Bayrâm kapucubaşıdan ibret alındı. Ba‘dehû kapucubaşı emirleri paşanın kapucular kethüdâsı Alî Ağa'ya verüp meğer Hezârpâre Ahmed Paşa tarafından emr i şerîf gelüp "Düstûr ı mükerremim Mehemmed Paşasın, emr i şerîfim vardıkda bir ân ve bir sâ‘at durmayıp Erzurûm Karsı eyâletin sana ihsân etmişim. kızılbaş ı bed-ma‘âşın ol taraflarda ısyân u tuğyânı zâhir olmağıla ol serhadlere gitmek elzem-i levâziminden olmağıla ağırlığın bırağup ılgar ile varup eyâlet i Kars'a mutasarrıf olup alâmet i şerîfeme i‘timâd kılasın" deyü bu mü’ekked emr ile Mustafâ Ağa gelüp emr i pâdişâhî kırâ’at olundukdan sonra paşa "Emr pâdişâhındır, nola" deyüp ol ân İmâd Ağa'ya bir kîse-i guruş verüp "Tiz tûğlar gitsin" deyü fermân edüp İmâd Ağa'yı yolladı. Meğer Engürü'de paşanın katline nefîr i âm getiren bu Mustafâ Ağa imiş. Paşa emre aslâ itâ‘at etmeyüp Istanoz'dan Murtat [360b] ova câniblerine doğr[u] gitmek fermân olup ol sâ‘at Varvar Alî Paşa'dan muhabbetnâmeler ile kapucubaşılarından Melanlı Huseyin Ağa geldi. Netîce i mektûb ı muhabbet-üslûb budur kim "Benim veliyyi ni‘amın oğlu efendim, sultânım! Mesmû‘umuz oldu kim Erzurûm'dan ma‘zûl olalı bu şiddet i şitâda niçe berzahlar çeküp meşakkat i râh çekerek Kızılırmak geçidinde azîm hasâreler çeküp vâfir âdemleriniz gark ı âb olmuşdur. El-hükmülillah. Hemân sizler sağ olasız. İnşâallahu Te‘âlâ an karîbi'z-zamân Cenâb ı Bârî yârı kılup ivazın eder. Bizim ahvâl i pür-melâlimizden su‘âl ederseniz Âsitâne tarafından bir kapucubaşı hatt ı şerîf ile Sivas'a gelüp İpşir Paşa oğlumuzun hâtûnu ki Gürcîstân'da Mavrol Hân'ın kerîmesi Perîhân'dır, anı bizden emr i şerîf ile Sultân İbrâhîm Hân vezîri Ahmed Paşa ilkâsıyla kerreteyn evâmir u hatt ı şerîfler vârid olup nâ-şer‘îdir deyü vermeyüp Tokat kal‘asında dizdâra verüp cümle ulemâ ve sulehâ ve meşâyihlere emânetullah deyü sicille kayd edüp verdim. İpşir Paşa oğlum bu ahvâli istimâ‘ edüp mektûb ı dürerbâr gönderüp buyurmuş kim ‘benim efendim ve peder i azîzim, Allah senden râzî ola. Ehlimi vermemişsin. Eğer verirsen dü cihânda iki elim yakandadır ve rûz ı mahşerde mes’ûl olursun ve eğer bu husûs içün pâdişâh tarafından bir ser-encâm çekersin. Her ne gûne maksûd [u] merâmına göre yoluna bin cân ile yüz bin baş ve İpşir oğlunun başı yoluna fedâdır’ deyü mektûbları geldi. Bu mahallerde İpşir'in hâtûnun pâdişâha nâ-şer‘î vermediğim pâdişâhın mesmû‘ ı hümâyûnları olıcak Sivas'dan bizi ma‘zûl edüp iki def‘a katlimize hatt ı şerîfler gelüp avret hatıriyçün avret sözüne uyan avretden kötüdür, deyü hamd ı Hudâ başımız vermeyüp Sivas'dan ma‘zûlen yedi bin asker ile hâlâ Turhal sahrâsında basîret üzre olup meks edüp günden güne tevâbî‘lerimiz gelüp cem‘ olmadadır. Ve İpşir Paşa oğlum Karaman eyâletiyle gelüp ve niçe ma‘zûl mîr i mîrânlar ve sâ’ir ümerâlar gelüp cem‘iyyet i kübrâ ile Üsküdar'a varup şer‘ ile da‘vâmız görüp yetmiş kimesnenin katlin isteriz. Bir vezîr oğlu vezîrsin, mührü sana, Mısr'ı bana, İpşir oğluma Şâm'ı, Süleymân Paşa oğluma Bağdâd'ı, Çavuşzâde oğluma Haleb'i, Melek Ahmed Paşa oğluma Erzurûm'u isteriz. İmdi benim efendim oğlu efendim, bu mektûb ı muhabbet-üslûbumuz varup vüsûl buldukda bir ân ve bir sâ‘at durmayup kat‘ ı menâzil ve tayy ı merâhil ederek biri birimizle haberleşerek deryâ-misâl asker ile gelüp Bursa altında cem‘ olavuz ve yedi vezîr ve on mîr i mîrân ve bî-hisâb mîr i livâlar ile yek-dil [ü] yek-cihet olup adl-i adâlet edüp bir beyza i mürğu bir akçeye alarak Âsitâne i sa‘adet tarafına varup murâfa‘a i şer‘ olavuz", deyü eblehâne mektûblar tahrîr eylemiş. Paşa mektûbları kırâ’at edüp hakîre eydür: "Ne ahmak herifdir. Mektûbunda cemî‘î hamâkatin ve bî-tedbîrliğin ifşâ etmek içün hâl i dilin i‘lâm eylemiş.
{Sebeb i sûret i mektûb ı Defterdârzâde Mehemmed Paşa}
"Tiz devât ve kalem" deyü kilk i cevâhirin yed i tûlâsına alup derûn ı dilinde olan gencîne i ma‘ânî kuflini küşâde kılup dürr i cevâhir nisâr edüp "El-ma‘nâ fî batnı's-şâ‘ir"i1 zebân ı hâle getirüp niçe elfâz ı tumturak ile bir nasîhatnâme ve niçe ta‘n-âmîz san‘at ı şi‘riyyeli rumûz ı künûzlu esrâra müte‘allık pendler tahrîr eyledi. Zîrâ kendileri ilm i inşâda Ünsî i sânî ve Tâcizâde Ca‘fer Çelebi ve Aliy-yi Ma‘nî idi ve elvân ı kalem ile hüsn ı hatta mâlik bir seri‘u'l-kalem ve beyne'l-akrân mümtâz ı ilm olmuşdu. Ve gâyetü'l-gâye tîz-dest idi. Hattâ peder i azîzleri merhûm ve mağfûrunleh Mustafâ Paşa, Murâd Hân ı Râbi'de defterdâr iken kendüler mülâzim ve müderris olmağıla tekmîl i fünûn edüp ilm i lügatde Kâmûs ı Ahterî ve Arûz ı Me’âlî olmuşdu. Hattâ Arab u Acem'den ve Hind u Belh [u] Buhârâ'dan Tataristân'a ve Hân'a bir nâme iktizâ etse Mecd Efendi ve Durak Efendi ve Sıdkî Efendi nâmeleri müsevvede edüp bu efendimiz Defterdârzâdeye verüp tashîh ederek kendü hattıyla nâmeler tahrîr edüp her mülûk huzûruna vardıkda makbûl ı şehriyârî olup elden ele gezerdi. Ve menâsıb ı âlîlerde iken aslâ re’îslerine muhtac olmayup cemî‘î evâmir ü arzları ve Şehzâde Mehemmed Hân'ın mevlûdü müjdesin ve sâ’ir kılâ’ın fütûhatnâmeleri ve mekâtiblerin ve sâ’ir mürâselâtı cümle kendi hattıyla tahrîr etdüğünden Varvar Alî Paşa'ya dahi kendiler dest i hatlarıyla muhabbetnâme yazdılar. Zîrâ Varvar Alî Paşa'nın re’îsi Niksârî Halîl Efendi dahi bir münşî i mustalah, fasîhu'l-lisân ve bedî‘u'l-beyân ve rumûz ı künûz, miftâh ı ma‘ânî ve bir bahr i ma‘ârif kânı kimesne idi. Ana binâ’en Alî Paşa'ya nâme i muhabbeti kendiler yazdı. Netîce i kelâmı oldur kim "Benim peder i azîzim! Mektûb ı [361a] dürer-bârınızda tahrîr etmişsiz kim bir baş Üsküdar'a dek İpşir oğlum ile ve sâ’ir vüzerâ ve mîr i mîrânlar ile gidüp şer‘ ile da‘vâm görürüm, buyurmuşsuz. Da‘vâcın kadı, yarıcun Allah ola, deyü elsine i nâsda darb ı meseli ma‘lûm ı sa‘âdet-mendiniz değil midir. Cenâbınızın hod hasmı pâdişâhdır, pâdişâh âdil gerek kim şer‘ ile da‘vâm var diyesiz. Nâ-şer‘î bir âdemin ehlin almak murâd edinen imâmın mezâhib i erba‘a fetâvâlarında imâmeti sahîh olmaduğu hod azherü mine'ş-şemsdir. Böyle olan imâma niçe iktidâ edüp niçe mu‘âvemet edüp niçe şer‘ ile da‘vâm vardır dersiz ve umûma muhâlefet kuvvet i hatâdan idüğü ma‘lûmunuzdur. Atalar sözün tutmayan hatalar demiş, el mi yaman beğ mi yaman demişler ve Sultân Murâd tâbe serâh hazretleri merhûmun zamânından berü harem i hâsda perveriş bulup bu sinn i sâliniz içre bu kadar menâsıb ı âlîler zabt edüp bu kadar celâlî ve cemâlî ve zorbalar kim ulü'l-emr üzre ısyan [u] tuğyân edenlerin kankısı iflâh [u] ber-hurdâr olup müsmir olmuşdur. Ve karîbü'l-ahd olan Erzurûm'da Celâlî Abaza Paşa bu kadar sene ısyân edüp Sultân Osmân Efendi'min kanı deyü kırk bin yeniçeri kırup şer‘ ile da‘vâm vardır der idi. Şer‘î ve nâ-şer‘î da‘vâsın kim istimâ‘ edüp âhir hâli neye müncer oldu. Ve dahi karîbü'l-ahd kim vak‘ası mürûr ideli yedi sene olmuşdur, Nasıf Paşazâde Hüseyin Paşa bir yumurtayı bir akçeye alup adl-i adâlet ederim deyü sizin gibi yigirmi bin asker cem edüp Kör Hazînedâr İbrâhîm Paşa ile Kaysariyye altında ceng edüp Nusaf Paşazâde, Hazînedâr İbrâhîm Paşa'yı şehîd edüp niçe bin askerin dendân ı tîğdan geçirüp bu kadar mâl ı ganâ’im alıp Hüseyin Paşa mansûr u muzaffer oldum deyü Anadolu gibi arz ı vâsi‘a sevâd ı mu‘azzam diyârları bırağup şer‘ile da‘vâm vardır deyü sûret i hakdan görünüp Üsküdar gibi bir teng dar yire varup şer‘ ile gezerken şerrile askeri târumâr olup arz ı mukaddes gibi bir vâsi‘atü'l-aktâr diyârı koyup boğa[z]dan Rûmeli gibi edna'l-arz olan dar yire geçüp Varna kurbuna varup anda girîbânın ele verüp Kara Mustafâ Paşa vezîrin huzûruna dip diri getirüp doğram doğram edüp Hüseyin Paşa'yı şehîd edüp başın Bâb ı Hümâyûn önüne bırakdılar. İmdi benim peder i azîzim. Bu mektûb ı muhabbet-üslûbdan me’âl i kelâm oldur kim Kara Mustafâ Paşa, mezkûr Nasıf Paşazâde Hüseyin Paşa'yı böyle münhedim edüp katl etdüğü günlerde hâlâ sadrıa‘zam olan Bişin karınlı Semiz Ahmed Paşa anın tezkirecisi idi. Hüseyin Paşa'nın katli cümle bunun re’y [ü] tedbîriyle idi. Hâlâ sadrıa‘zam olup senin hasm ı kavîn ve adüvv i cânındır. Elbette Nasıf Paşazâde katli san‘atların sana ve bana edicilerdir. Zîrâ Âsitâne'den âdemlerim geldi. Bâb ı Hümâyûn önünde Gazze makrameleri üzre altı vezîr ve beş mîr i mîrân kellesi yatarmış. Sakının, el-hazer el-hazer, şer‘ile Üsküdar'a gelmen. Zîrâ Devlet i Âl i Osmân'a nizâm [u] intizâm veren Hazret i Hacı Bektâş ı Velî'dir. Anların halîfelerinden Kemikli Alî Baba nâm bir er-i server, ârif i billah-ı hünerverdir, Hacı Bektâş ı Velî, anlara "Var Alî Baba, Üsküdar ile Gekbiziyye mâbeyninde bir püştecik vardır, bu âteş ile bu penbeyi bu hokka ile götür. Tâ ki ol püşte üzre vardıkda âteş penbeyi yakdığı yer senin dâr ı bâkî makâmındır, anda sâkin ol" deyü Hacı Bektâş Alî Dede'ye bu nasîhatları edüp Alî Baba'nın üzerine ism i a‘zam tilâvet edüp üfürür. Var Alî Baba makâmında ecel i müsemmâna dek sâkin ol. Âl i Osmân üzre ısyân ile seni geçenlerin kemikleri, üzerinde yığılup Kemikli Baba nâmıyla cihân-ârâ olasın, deyü eyle Sultân Velî nefes etmiş ve Hacı Bektâş'dan feyz alup gûyâ ol merkezde kutb ı ricâl gibi bir mutalsam ulu sultândır. Anı, ısyân ile ubûr edenlerin kankısı iflâh [u] ber-hurdâr olmuşdur? Ve buyurmuşsuz kim İpşir oğlum benimle biledir. Bir kılıma bin kelle verir demiş, sizi eyle inandırmış. Sakının, vallahi i‘timâd ve i‘tikâd etmen. Baş değil bir taş ve lâş ve lâşî vermez. Zirâ Abaza aşîreti mâbeyninde bir babak soydur. Ve gâyet hasîs ve denî ve le’îm ve korkak kavmdendir. Kendinin dahi cemî‘î zamânda bahâdırlığı zâhir ü bâhir olmamışdır. Ve gerçi tütün ve kahve içmeyüp süd içer ammâ eyle bir zâlimdir kim unsuz evün hâmûrun ve ineksiz evün südün bulup içer ve bir kana on bin guruş alır, etdiği zulmü Haccâc ı Zâlim Yûsuf etmez. Benim peder i azîzim, anın ipiyle kuyuya inen câh ı gayyâda kalır. Hilekârdır, cengâver, dilâver [ve] server değildir. Hattâ ma‘lûmunuz değil midir kim merhûm ve mağfûrun leh Murâd Hân ı Râbi‘in İpşir {Revân kal‘ası cenginde} emîr i ahûr ı kebîri değil mi idi. Üç yüz aded âdem ile yetmiş kızılbaş ı bed-ma‘âş bunlara râst gelüp dahi kızılbaş ile elleşmeden ve zahmdâr olmadan der-ceng i evvel üç yüz âdemlerinden hicâb etmeden firâr etdi. Ve üç yüz âdemi ceng [ü] savaş ı perhâş edüp esîr oldular. Ve İpşir'in akîbince kızılbaşlar düşüp atı kalmadan belinden tîrkeş ve kılıcın [361b] bırağup piyâde nehr i Zengî sâhilinde ahşama dek bir bostân içinde pinhân olup ba‘de'l-mağrib Ken‘an Paşa ordusuna uryânen gelüp Ken‘an Paşa bir kat esbâb ve bir kat silâh ve bir at ihsân edüp ceng ide ide halâs oldum, deyü kizb eden kezzâb u mûhenât İpşir değil midir? {Kim ol gün bir kızılbaş kendüye bir hançer uyluğuna urup ol zamândan berü topal olmuşdur. Bir kizbi dahi "atdan tekerlenüp leng oldum" der} Benim pederim, sakın böyle bed-nâm ü güm-i nâ-kem-nâm ile hem-ınân ü hem-dem ü hem-zebân olma ve kimseye i‘timâd edüp mahrem i esrâr edinme. Sana sûret i hakdan görünüp Âsitâne tarafıyla mansıb ı âlî içün yek-dil [ü] yek-cihet olup vakt i hengâmda seni meydânda korlar. Bu gûne pend [u] nasîhatları pederime yazmak küstâhânedir ammâ dâğ ı derûnumdan cür’et edüp tahrîr etdim.
Dostları ilə paylaş: |