Der-beyân ı rivâyet i uhrâ-yı müfessirîn: Niçe kütüb i mu‘teberelerde tahrîr olunmuşdur. Bi-emrillahi Ta‘âlâ yer yüzünde Hazret i Muhammedü'l-Mustafâ'nın du‘âsı berekâtıyla cümle kurd ve koyun ve deve ve sığır ve kelb cümle ecinneye hasımdır. Hattâ Hazret i Mûsâ aleyhi's-selâm çoban iken Rummâ'sında olan Şu‘ayb Nebî koyunlarıyla kelimât edüp ganemler eyle derlermiş kim "Yâ Mûsâ! Eğer dağlarda sâkin olan kurdlardan havf etmesek cümle dağları çobansız gezüp ecinneden bir cân komayup cümlesin alef gibi yer idik. Zîrâ ömründe bir kerre ecinne yeyen koyunun boynuzları dörd beş çatal olur (ve) [396a] ve beş altı çatal boynuzlu koyunu evinde saklayanın hânesine ecinne girmez ve her giz masrû‘ âdem çatal boynuzlu kurbân eti yese ol âdemi dutarık dutmaya." deyü koyunlar Hazret i Mûsâ'ya havâss ı kebs i sâhib-i kurbânânı bildirirlerdi. Hattâ,
{Hikâyet i garîbe vü acîbe i ahvâl-i ganem}: Bu hakîr pederinin Sücâh Balı nâmında Ebü'l-feth Sultân Mehemmed'e erişmiş bir pîr i fânî çoban ı Germiyânî var idi. Bir gün bu hakîr esnâ-yı kelâmda eyitdim: "Cânım Sücâh Balı! Bu sinn i sâl-i müddet i medîd ömr içinde ibret-nümâ ne gördün?" dedim. Herîf-i çoban ı zarîf eyitdi: "Bir gün Kütahiyye'de Sultânbağı dağında babanın koyunların otladırken hemân koyun köpeklerinden Çomaran ve Karaman ve Toraman ve Alabaş ve Palu nâm kelb i mu‘allimler bir kerre hav hav deyüp dağlar içine girince hemân cümle koyunlar târımâr olup ormanlar içinde otlamağı bırağup serserî gezüp seğirde seğirde temâm olup ben de koyunların ardına düşdüm. Anı gördüm ki ba‘zı koyunun ağzında bir siyâh keçe pâresi ve ba‘zısının ağzında hurma yaprakları çiğner. Hurma yaprağı ise Arabistân'da olur, Kütahiyye'de olmaz. Ve ba‘zı koyun ağzında deri pâreleri çiğneyüp koyunların ağzı köpürür. Ve bir iki koyunun ağızlarında hasır pâreleri var. Koyunlar hasırları çiğnedikçe koyunun ağzından "Bre meded gitdim, bre kaf kaf, bije bije vay!" deyü feryâdlar gelir. Hemân seğirdüp koyunun birisinin ağzından bir alaca dokunmuş hasır pâresin alup bir cânibe atdım, anı gördüm hasır pâresi çayırlık içine girüp "Semif semif senindir!" deyüp gâ’ib oldu ammâ elim âteş gibi yanar. Elime bakdım işte doksan yedi yıldır ol hasıra yapışalı işte elim böyle kudretden yeşil boyalıdır {ve elim dâ’imâ misk gibi kokar}. Andan babanın ve benim koyunum ne kadardığının hisâbın bilmeyüp sonra Celâlî Cennetoğlu ve Kalenderoğlu ve Karayazıcı nâm Celâlîler babanın ve benim yüz yetmiş yedi bin koyunlarımızı alup ol zamândan berü çobanlığı ferâğat edüp ihtiyâr oldum." deyü Sücâh Balı koyunların ecinne kavmin yediğin böyle takrîr [ü] tenkîl eyledi.
Hâssa i diğer: Ve kurd olduğu yerde ecinne olmadığı meşhûr u mücerrebdir. Zîrâ sar‘a dutan âdeme kurd yüreği yedirseler bi-emrillah dutarıkdan şifâ bulup ten-dürüs olur.
Hâssa i diğer: Ecinne kavminin sevmediği kuşlar bunlardır: Evvelâ ekit ve beyâz çatal ibikli ibiksiz horos ve ayağı çakşırlı kırmızı kut güvercin, İmâm Hüseyin beslemişdir ve ayağı çakşırlı demkeş kebûter, bu güvercini İmâm Hasan beslemişdir. Bu murgân olan yerlere aslâ ecinne girmez.
Rivâyet i uhrâ-yı acîbe: Yine cümle müfessirîn ü müverrihân ı selefin kavl i sahîhleri üzre ibtidâ yer yüzünde sâkin olan ümem i gûnâ-gûnun esmâları budur kim bu mahalle münâsib olmağile tahrîr olundu.
Evvelâ kavm i Tam ve kavm i Rûm ve kavm i Dekum ve kavm i Bün ve kavm i Huk ve kavm i Bes {bunlar cümle cân kavmindendir} ve kavm i Sâfın, bir gûne atlar idi ve kavm i ciyâd yine atların bir nev‘idir ve kavm i subû‘ ya‘nî arslanlar ve kavm i firâhâ ya‘nî horoslar ve kavm i te‘ab ya‘nî tilki kavmi {bunlar cân kavminin bir nev‘idir}.
Ber-hevâ olan mahlûkâtdan evvelâ Sîmurg ı Kâf ı kanâ‘at edîm i arz halk olaldan berü ber-hayâtdır. Zirâ tecellî i cemâl müyesser olduğundan hâlâ zindedir derler.
Hazret i Süleymân ile takdîr mübâhasesinde hikâyeti mastûrdur kim cemî‘i murgânın pâdişâhı idi.
Ve kavm i murg ı hümâ hâlâ vilâyet i Çîn ve vilâyet i Semenkân üzre ve cebel i Kâf verâsı üzre çokdur. Aslâ yere konmaz, ber-hevâ bulutlar içre âşiyânları vardır. Beyzasın hevâdan zemîne bırağup beş yüz yıllık yoldan beyzası zemîne inince yavrusu zemîne inmedin âsumâna urûc eder. Aslâ vücûdu hayâtda iken kimse görmemişdir. Ammâ lâşesin bu hakîr Evliyâ-yı pür-taksîr diyâr ı Acem'de Gencikulu Hân hazînesinde görmişim. Gûyâ ebâbîl kıt‘asında münakkaş bir murg ı zeyrekdir. Kanatları kırlangıç cenâhları gibi sivridir ammâ kanatları ucunda birer karış kadar bükülmüş teller ucunda birer çengel-misâl tırnakları vardır ve ayaklarında dahi çengelli tırnakları var ve minkârı yırtıcı kuş burnu gibi değil bir küçük kuşdur. Evc i âsumânda gıdâsı elma kabuğu duhânıdır ve suyu çiğ ve kırağıdır derler.
Ve yine ber-hevâ mahlûk ı Hudâ kavm i ukâb dahi kavm i kadîmdir. Hâlâ kûh ı Elburz dağında ukâb kuşları var kim Heyhât sahrâsına şikâra nüzûl edüp tırnaklarına birer yaban atları yahûd yaban develerin alup bir sığın dahi minkârına alup yine kûh ı Elburz'da âşiyânına gidüp piçelerine {ya‘nî yavrularına} şikâr götürür. Ekseriyyâ Heyhât sahrâsında sâkin olan Kalmak kavmi bu ukâblardan korkarlar. Hakîr Moskov diyârında Dağıstân Pâdişâhı Şamhal Şâh'a gelirken birkaç ukâb görüp zehrelerimiz çâk olup ba‘zı yerde bıldırdan kalmış otları yaka yaka ubûr ederdik.
Ve ber-hevâ halk olunan mahlûk ı Hudâ hâlâ hayâtda olan miskî kartal kuşlarıdır kim yine kûh ı Elburz'da fil cüssesi kadar kartal kuşları vardır, benî Âdeme aslâ zararları yokdur. İki bin üç bin yıl mu‘ammer olur derler.
Ve yine murgândan kavm i kadîm kerkes kuşudur. [396b] Rûy ı zemînde benî Âdemden evvel halk olup kem-âzar olduğundan iki bin sene mu‘ammer olup ba‘de'l-haşri ve'n-neşr yine hayâtda olup rûy ı zemîn anlar ile memlû ola demişler. Lâ-ya‘lemü'l-gaybe illallah.1
Beyt i münâsib:
Yaşar kerkes kem-âzâr olduğunca
Doğan durmaz ziyânkâr olduğunca
Bu zikr olunan akvâm ı hûş ı tuyûrdan sonra Cenâb ı Allah yer yüzünde halk etdiği mahlûk ı Hudâ bunlardır kim zikr olunur:
Evvelâ kavm i sekal, ya‘nî kavm i ecinnedir ammâ bâlâda tahrîr olunan on bir aded kavm i {ecinne} kavm i cândır ammâ bu tahrîr olunacak esnâf ı kavm i ecinnelerin kimi ervâh ı tayyibedir kim Hazret i Âdem'den evvel gelen peygamberlerine ve Hazret i Âdem'den sonra gelen benî Âdem peygamberlerine ve bizzât Hazret i Risâlet-penâha îmân getirenlere ervâh ı tayyibe derler. Bunların içinde yetmiş kavmi tâ‘ûn askeridir ammâ emr i Hak ile urdukları hışt ile mecrûh olup halâs olur. Ammâ yetmiş aded kavmi de ervâh ı habîselerdir kim kable'l-Âdem ve ba‘de'l-Âdem kendi peygamberlerine ve benî Âdem peygamberlerine îmân getirmeyüp bunlar ervâh ı habîsedirler. Bunların hışt ile urdukları âdem müslim ise şehîd olur. Bir gûne kara sıfatlı ve siyâh esvâblı âdem kıyâfetli kavm i ecinnedir.
Sergüzeşt i Armağanî Mehemmed Efendi
İznikmit kurbünde Kocaeli sâkinlerinden bir müteverri‘-hâl sâhibi sulehâ-yı ümmetden mazanne i kerâme büdelâ-meşreb bir âdem idi. Kocaeli'nden akrabâları buna misket ve Fireng elması gönderdiklerinde bu dahi İslâmbol a‘yânlarına ve bizzât Sultân Ahmed ve Sultân Mustafâ ve Sultân Osmân ve Gâzî Murâd Hân'a varınca "Güzel âdem, güzel elma, armağan alma." deyü cümleye elma armağan verdiğinden Armağanî Mehemmed Efendi derlerdi.
Sene 1032 târîhinde Murâd Hân ı Râbi‘in henüz tahta cülûs etdiği sene Murâd Hân'dan ve müftî i zamân Hüseyin Efendi'den ve Üsküdarî Mahmûd Efendi ve Doğanî Efendi ve Kapânî Geysûdâr Mehemmed Efendi ve hakîrin pederi Dervîş Mehemmed Zıllî'den me’zûn olup sıla i rahm etmeğe Üsküdar'a geçüp taban kakup Bostâncıbaşı nâm cisre varup tecdîd i vudû edüp vakt i zuhur ezânın tilâvet edüp görse kim cisrin yemîn ü yesârında asker i deryâ-misâl, asker hayme vü hargâhlarıyla meks etmişler. Ammâ bir beğ ve paşa askerine ve benî Âdeme benzemez asker, Üsküdar tarafında beyâz çadırlı ve beyâz hil‘atli âdemler ammâ karşu tarafda siyâh haymeli ve siyâh çerde ve siyâh geysûlu ve eli hıştlı âdemlerdir. Bu Mehemmed Efendi {bunları görüp} "Sübhânallah ayâ bu ne asker ola." deyü ta‘accüb-künân olup vakt i zuhuru edâ idem derken başına niçe âdem üşüp "Tiz bize imâmet eyle, bu kerre bu namâzı benî Âdem imâmetiyle kılmış olavuz." dediklerinde edâ-yı salâta mübâşeret mahallinde "Biz ehl i seferiz, iki rek‘at kıl." derler. Mehemmed Efendi ben dahi ehl i seferim deyü bunlar salât ı zuhuru kılıverüp ba‘de's-salât ta‘âmları meydâna getirüp tenâvül mahallinde Armağanî görse kim aslâ bu dünyâ ta‘âmından değil, cümle hubûbât ve nebâtât kökleri. Mehemmed Efendi bi'z-zarûrî yerken görse kim lezzetde dahi dünyâ ta‘âmı lezzeti yok, ta‘accüb edüp ba‘de't-ta‘âm bunların serçeşmesi Melik Şiyam eydür: "Âdem sen eyi âdemsin, bizler tâ‘ûn askerinin ervâh ı tayyibesiyiz. Bizim urduğumuz bi-emrillah halâs olur ammâ karşu kara çadırlılar ervâh ı habîselerdir, anların urduğu şehîd olur." dedikde Mehemmed Efendi eydür: "Sultânım, şimdi İslâmbol'da uracak âdemler var mıdır?" dedikde, "Çok vardır, istersen uracağımız âdemleri defter eyle." dedikde Armağanî'nin cân başına sıçrayup derdest devât ve kalem alınca melik eydür "Tiz habîse meliğin dahi çağırın. Şehîd olacakları da yazasın." dedikde habîse meliği dahi gelüp kâmil ahşama dek tayyibe vü habîseden vurulacaklardan üç bin kırk yedi âdem tahrîr eder. Ol gice anda bunlar ile mihmân olup çîl aded âdem dahi tarafeynden yazup vakt i sabâh olunca Armağanî bunlardan me’zûn olup defteriyle dosdoğru Murâd Hân'a gelüp "Beğim sana müjde olsun. İslâmbol içine yarın tâ‘ûn askeri girüp kıyâmet kopar ammâ senin hâsodanda Hazret i Risâlet hırka i şerîfi ve dendân ı şerîfi vardır ve anda aslâ cimâ‘ olmadığından tâ‘ûn hâsodaya girmese gerek, ammâ yarınki gün bu şehr i tayyıbeyene kıyâmet kopar!" deyü tâ‘ûn defterin Murâd Hân'ın eline verüp kaziyye i sergüzeştin bir bir Murâd Hân'a nakl eder.
Murâd Hân defteri okuyup "Bir meczûb kaydıdır" deyü deftere i‘timâd etmeyüp Armağanî Vücü bostâncıbaşıya verüp göz hapsine ısmarlayup bu ahvâli Murâd Hân niçe kimesnelere deyüp defteri gösterüp kimi i‘timâd etdi kimi inkâr etdi. Âhir sabâh ki oldu el-azametullah İslâmbol içre bir kıyâmet kopup bir feza‘ u çeza‘ kopup kırk günde üç kerre yüz bin âdem cenâzesi taşındı {kim Mehemmed Efendi'nin tahrîr etdüği esâmîler üzre kimi halâs ve kimi merhûm olup defteri sahîhe çıkdı}.
Andan cümle İslâmbol halkı Armağanî Mehemmed Efendi'ye muhabbet edüp i‘timâd etdiler ammâ Mehemmed Efendi artık İslâmbol'da karâr-dâde olamayup yine Kocaeli'ne koca varınca gidüp anda merhûm oldu. Kuddise sırruh.
İşte bu hakîr ervâh ı tayyibe [397a] ve ervâh ı habîse evsâfların anlardan istimâ‘ edüp bu mahalle münâsebetiyle tahrîr oldu.
Ezîn-cânib yine sadede rücû‘ idelim. Çünkim Cenâb ı Allah yer ile gök arasında kavm i tuyûru halk edüp anlardan sonra kavm i sekali ya‘nî kavm i ecinnenin envâ‘ın halk etdi kim bâlâda tahrîr olunduğu üzre yetmiş kavmi müslim ervâh ı tayyibedir ve yetmiş kavmi habîse keferelerdir denmişdi. Bunlardan sonra kavm i Câbülkâ hisâbın Allah bilür. Mi‘râc-ı berrîn gicesi Hazret i Risâlet'e bunlar îmân getirmişlerdir. Bunlar dahi Âdem Nebî'den evvel halk olmuşlardır.
Andan kavm i Câbülsâ, bunların hadd [ü] hasrın Hâlık ı Bîçûn bilir mahlûk ı kadîmdir. Andan kavm i gûl ı beyâbân haşerât ı kadîmdir. Ekseriyyâ vâdî i Tîh'de ve Deşt i Kıpçak'da ve kûh ı Elburz'da ve Kamerü'l-kum'da ve vâdî i Tîh'de olur. Kûh ı Elburz'da gördüğümüzü inşâallah mahallinde tahrîr ederiz.
Andan kavm i Ye’cûc, bunun dahi hadd [ü] hasrın Sannâ‘ ı Lem-yezel bilir kim zulumâtdan verâ-yı Kâf'a dek mâl-â-mâldir. Andan kavm i Me’cûc bunun dahi sağışın Üstâd ı Ezel bilir. Bu Ye’cûc u Me’cûc hakkında sûre i ( ) İskender i Zülkarneyn'e hitâben âyet i şerîfe var.
1
nassı vardır. Bu fermân ı Yezdân'dan sonra İskender sedd i Ye’cûc'u yedi yılda binâ etdi ammâ "Fütühatâ"2 lafzı târîhinde Sultân Bâyezîd i Velî Karadeniz sâhilinde nehr i Turla kenârında Eflâk u Boğdan kralları elinde Salsâl tahtı olan Akkirmân kal‘asın döğerken iki seyyâh papas gelüp "Yenidünyâ nâm bir dünyâ bulduk" deyü müjde etdiler. Devr i dünyâdan berü ve hubût ı Âdem'den sonra ne işidilmiş ve ne görülmüş, hâlâ üç bu dünyâ kadar yeri bulundu, ammâ ne zamân halk oldu, {benî Âdem} halkıyla memlû bir dünyâdır kim hâlâ hâlini Hallâk ı âlem bilir, nâ-ma‘lûm-ı ahvâl bir dünyâ-yı cedîddir" deyü {haber verdiler}.
Andan kable'l-Âdem halk olan cân kavmidir kim bunun dahi hadd [ü] nihâyetin Perverdigâr ı Zü'l-celâl bilir. Cümle hasîb ü nesîb ve asl [u] fer‘i tahrîr olunan şeytân Hâris bu cân kavminin bir gulâmı idi. Ba‘dehû bunlar cümle helâk olup rûy ı zemîne Hazret i Âdem kadem basdığının hakkına sûretü'r-Rahmân'da 3 nassı nâzil olmuşdur.
Andan Hazret i Âdem ( ) sene cennetde zevk u safâlar edüp civâr ı Hak'da sâkin iken Cenâb ı Allah sûre i Bakara'da buyurur:
4
emrini sıyup iğvâ-yı Havvâ'ya ve vesvese i İblîs'e uyup Cenâb ı Kibriyâ'nın hikmet i ezelîsi üzre nisyâna uğrayup buğday danesinden yeyüp bir dane içün başından tâc ve eyninden hulle gidüp emr i Hak ile Hazret i Âdem yine vatan ı aslîsi olan zemîne inüp diyâr ı Hindistân'da cezîre i Serendil'de ibtidâ mesken [ü] me’vâ edüp hâk i Hindistân'a du‘â etdi. Anınçün Hindistân ma‘mûr [u] âbâdân velvele i âdemiyândır.
Andan Hazret i Havvâ Cidde'ye indi ve yalnızlıkdan cihân başına dar oldu.
Andan kavm i İblîs hâk i ( ) ( ) sürüldü. Andan kavm i tâvûs ( ) nüzûl etdi ve kavm i yılan bu dahi bir ulu melek iken ayakları kesilüp yüzü üzre sürünerek yer yüzünde ( ) şehrine süründü.
Andan Cenâb ı Allah rûy ı arzı nev‘ i benî Âdem ile ve envâ‘ ı mahlûkât ile sahîfe i dünyâyı müzeyyen etdi. Ammâ bâlâda tahrîr olunup kable'l-Âdem halk olunan mahlûkâtların peygamberleri ve pâdişâhları olup yine birbirleriyle ceng [ü] cidâl ve harb [ü] kıtâl dahi ederlerdi. Zîrâ Hallâk ı Ezel bu âlem i kârhânesin böyle halk etmişdir.
Der-beyân ı sırr ı İlâhî acîbe ve garîbe
Ba‘dehû Cenâb ı Hudâ bu rûy ı arzı hubût ı Âdem'den sonra ins [ü] cinn ile ol kadar ma‘mûr u âbâdân u müzeyyen etdi kim benî Âdem ekin ekecek yer ve bir gice hâb ı râhat idecek birer cây ı vatan bulamayup Ûc bin Unk gibi deryâ cezîrelerinde yatup ve deryâlar içre gezüp balıkları sayd edüp âfitâb ı âlemtâbda pişirüp yerlerdi. Tâ bu mertebe rûy ı arz âdem ile pür olup zirâ‘at yeri kalmayup derd i ser ile geçinirlerdi. Tâ ki hubût ı Âdem'den iki bin iki yüz kırk sene geçüp Hazret i Nûh aleyhi's-selâm vücûda gelüp rûy ı dünyâda mâl-â-mâl olan benî Âdemi dîne da‘vet eyleyüp aslâ birisi îmân kabûl etmediklerinden Cenâb ı Kahhâr ı Kibriyâ anlara tûfân ı Nûh verüp ancak keştî i Nûh'da yetmiş iki benî Âdem ve yetmiş iki çift hayvânât ile İblîs i aleyhi'l-la‘ne bir hımârın kuyruğuna yapışup keştî i Nûh'a İblîs bile girüp cümle yüz kırk beş mahlûk keştî i Nûh ile tûfândan halâs olduklarıyçün Hazret i Nûh'a Âdem i sânî dediler. Zîrâ gemiden çıkan yetmiş iki aded benî Âdem yetmiş iki millet olup rûy ı zemîne yayılup tenâsül bulduklarıyçün Hazret i Nûh Necî'ye Eb i sânî dediler. Ammâ ol Tûfân ı Nûh'dan beri bâlâda zikr olunan ne cân kavmi ve ne cin kavmi ve ne sâ’ir kavimlerin cümlesi gark ı [397b] Tûfân olup helâk oldular. Hamd i Hudâ ba‘de't-Tûfân yine Rabbü'l-İzzet bu edîm i arzı benî Âdem ve sekalân ve hûş u tuyûr ile müzeyyen edüp âsûde etdi ammâ emr i Hak ile benî Âdem'den ne kavm i ecinne ve ne kavm i şeyâtîn ayrılmadılar. Ammâ Nasîbîn şehrine ecinne kavmi Hazret i Risâlet-penâhın mu‘cizesi du‘âsı berekâtıyla ecinne ol şehre giremez ammâ İblîs girüp benî Âdeme vesveseden hâlî değildir. İblîs i telbîs Nasîbîn şehrine girmek değil vücûd ı benî Âdemin cümle damarlarına bile girüp kan ile beden i insânda gezer deyü Müslim [ü] Buhârî'de hadîs i sahîh vardır. Kâle Resûlullahi sallallahu aleyhi ve sellem ( ) ( ) ( ) ( ) ( ) ( ) ( ) ( ) ( ) ( ) ( ) ( ) ( ) buyurmuşlardır.
Hulâsa i kelâm "el-kelâmu yecürrü'l-kelâm"1 mazmûnunca söz sözü açup mahalle münâsib niçe tatvîl i kelâmlar oldu ammâ mısra‘
Ser-rişte i aşk eldedir el-minnetü lillah
mısra‘ı üzre yine sadede gelelim. Ol zamân ki Hazret i Risâlet'e kırk yaşında nübüvvet geldiği gün ecinne pâdişâhı Sırfeyâîl'in ervâh ı habîse ve kavm i şeyâtîn ile da‘vâların fasl edüp şehr i Nasîbîn'den ecinne kavmin sürüp kavm i ecinne bir dahi şehr i Nasîbîn'e girmemeğe ta‘ahhüd edüp gitdilerdi. Hikmet i Hudâ ol zamândan berü bir sar‘a dutan âdem her kankı diyârdan gelüp şehr i Nasîbîn'e girse bi-emrillahi Ta‘âlâ dutarıkdan halâs olur. Ammâ hâlâ şehr i Nasîbîn'in hevâsı eyle beddir kim ısıtması, âdemi dutarıkdan eşedd dutar. Husûsan rub‘ ısıtması diyâr ı Irâk'da ve diyâr ı İrân u Turan'da Nasîbîn'in ve Rûm'da İznik Dili Hersek'inin ısıtması serçe kuşun bile dutduğu meşhûr ı âfâkdır ve's-selâm, temme'l-kelâm.
Netîce i merâm harâbâbâd-ı Nasîbîn'in alâ kadri'l-imkân bu mertebe ahvâllerine vâkıf ı esrâr olup ba‘zı ahbâb ile vedâlaşup cânib i cenûba 6 sâ‘atde çölistân içre şiddet i hâr çekerek gidüp,
Menzil i Aznavurdepesi: Nasîbîn hâkinde bir çölistân içre bir püşte i a‘lâdır. Sene 244 târîhinde Hârûnu'r-Reşîd'in vüzerâlarından Aznavur nâm bir hümâm niçe yüz bin âdem cem‘ edüp bu depeyi yığdığından galat ı meşhûr evlâ olup Aznavur Depesi derler. Zamân ı kadîmde bu püşte üzre evc i âsumâne ser çekmiş bir kulle i nüh-tâk var imiş kim cânib i garbında tâ Şâm çöllerinde olan Ane ve Seleme kal‘aları nümâyân imiş ve cânib i şimâlinde tâ Mardin kal‘ası ve Sencâr Şâh kal‘ası zâhir ü bâhir imiş ve cânib i cenûbunda tâ Eski Musul âşikâre olur bir depe i âlî imiş. Ve her ne tarafdan bir kârbân veyâhûd bir asker i bed-gümân nümâyân olsa bu depe olan kasr üzre âteşler yakup çerâğân ile şehr-i Dârâ-zemîne haber ederlermiş.
Ba‘dehû sene 815 târîhinde Timur Hân ı Gürkân, Bağdâd üzre gelirken bu mezkûr kasr ı bülendi münhedim edüp hâlâ esâsı ma‘lûmdur. Ammâ el-hâletü hâzihî bu Arnavud Depesi nâm mahalden bir çay cereyân eder ammâ ismi ma‘lûmum değildir. Bu mahallin ( ) ( ) içinden berü cereyân edüp nehr i Habur ı Karkaya'ya mahlût olur. ( ) ( ) ( ) ( )
....................(1 satır boş)....................
Andan cânib i cenûba çöl ile 6 sâ‘atde giderken şâhrâh ı müstakîm iki çatal yol olup cânib i cenûba giden Bağdâd'a gider ve cânib i garba meyilli giden kal‘a i Urfa'ya ve kal‘a i Bilecik'e ve vilâyet i Haleb'e giden yollardır kim mukaddemâ sene 1059 târîhinde ubûr etdiğimiz konaklardır kim mahalli olmağile tahrîr olundu. Evvelâ bu çatal yol dediğimiz Haleb yolunda,
Göllü Köy: Hâk i Mardin'in Ermenî köylerinden bin hâneli ve âb ı hayât kuyulu ve bâğ u bâğçeli ma‘mûr ze‘âmet ( ) köydür. Mardin bu mahalden dörd sâ‘at nümâyândır. Andan,
Koçhisâr: Bu dahi Mardin nevâhîlerinden kasaba-misâl câmi‘li ve bir kaç dükkânlı ma‘mûr kasabacıkdır ve câmi‘inde Mardin gılâli leb-ber-lebdir. Gerçi Koçhisâr derler ammâ hisârı ma‘mûr değildir. Dizdârı ve a‘yânı yokdur. Andan,
Menzil i Gümişbend: İsmi nâ-ma‘lûm bir çay kenârında ( ) ( ) ( ) ve bir püşte üzre Hazret i Eyyûb Nebî makâmı vardır. Andan yine cânib i garba,
Menzil i Vîrânkal‘a: İçinde Keys Urbânı sâkindir. Mardin hâkinde olmağile suları sarnıçdır. Andan yine garba meyyâl,
Menzil i Karadepe: Bu Diyârbekir'in Siverek sancağı hâkinde bir harâb köydür ammâ suyu çokdur. Andan,
Menzil i Gözlükuyu: Bu dahi Siverek hâkinde bir çölde harâb köydür ammâ bir çay vardır cereyân edüp nehr i Furât'a mahlût olur ammâ ismi hâtırda kalmamış. Andan yine cânib i garba,
Kasaba i Cüllâb: Bâlâda mevsûfdur. Andan yine garba şehr i Ruha ya‘nî taht ı Nemrûd Urfa, andan kasaba i Çârmelik, andan kal‘a i serâmed Birecik, andan kasaba i Nizib, andan Kızılhisâr, andan Balis ve Azez ve Kilis ve Bâb ve Bomboç ve Haleb'e varınca yol üzerinde olan mezkûr kasabalar kerrât ile bâlâda tahrîr olunmuşdur ammâ bu Kızılhisâr'dan çıkan [398a] suyun nısfı Ayntâb şehri suyuna karışup Ayntâb'dan Haleb şehri bâğçelerine uğrayup andan ( ) ( ) mahlût olur. Ammâ bu bâlâda tahrîr olunan Göllü köyünden beri tahrîr olunan on bir aded kasabâtlara şimdi uğramayup "Çatal yol" dediğimiz Göllü köyünden sonra cânib i cenûba çöl ile 6 sâ‘atde,
Menzil i karye i Monlâ Alî: Bu mahalde bâlâda tahrîr olunan Urfa ve Birecik ve Haleb yolları cânib i garbda kalup bizler diyâr ı Musul yoluna azîmet etdik ammâ bu mezkûr karye i Monlâ Alî, ( ) hâkinde bir çölistânda Mavâl Urbânı atlarının ayağı altında pâymâl i rimâl olmuş bir büleyde i mu‘azzam imiş. Mürûr ı eyyâm ile harâb olup hâlâ Murtezâ Paşa imâr edüp
....................(1.5 satır boş)....................
Bir âb ı hayât nehr i sağîre kenârında birkaç aded su değirmânları var, etrâf kurâlardan dahi sâ’ir ehl i beled gendümleri getirüp tahhânlar herkesin gılâlın öğüdüp öşrün alur meşhûr değirmân ı mahsûldârlardır. Andan yine çöl ile cânib i cenûba 4 sâ‘at şiddet i hârda gidüp,
Menzil i ( ) Kamçıyân: ( ) hâkinde cezîre i Dicle ve Furât'da nehr i Şatt'dan dörd sâ‘at mikdârı ba‘îd bir püşte i azîm üzre,
....................(3 satır boş)....................
Önünden nehr i Kamçıyân çayı cereyân edüp vâdî i Kamçıyân'ı saky eder. Bu ayn ı zülâlin ibtidâ i tulû‘ı cebel i Hirem'den hurûc edüp niçe yüz aded kasabât u kend i âbâdânları reyy edüp cereyân ederek nehr i Habur ı Karkaya'ya rîzân olur. Ol dahi nehr i Furât'a munsabb olur denilmişdi. Ammâ bu mahalden çölistân ile bir günde cânib i şimâle susuz şiddet i hârda derd i belâ çekerek 15 sâ‘atde,
Evsâf ı kal‘a i Yeni Ruhbe: Evlâd ı Arab mâbeyninde Ruhbe i Cedîd derler, kavm i Ekrâd-ı Sincâr, Künişşet Ruhbân derler ya‘nî Ruhbân Kilisesi derler. Moğol kavmi Pül Muğân derler. Bu kal‘a eyâlet i Ruha hükmünde kal‘a i Sincâr ile müşâdır. Sincâr'ın dahi cânib i şarkîsi hâk i Nasîbîn ile müşâdır ammâ bu Yeni Ruhbe kal‘asını ibtidâ binâ eden Mısır pâdişâhlarından Sultân Berkuk sene 777 târîhinde binâ etmişdir. Zîrâ bu diyârda anların Acem ile Haleb ve Urfa içün çok ceng [ü] cidâl bâzgeştleri olup anınçün bu Ruhbe kal‘asın müceddeden bir til-i türâb püşte i âlî üzre bir seng i mutarraş kal‘a i ra‘nâ inşâ etdirmişdir ammâ gâyet sa‘b hisâr ı üstüvârdır lâkin küçükdür. Bu dahi cezîre i Dücle ve nehr i Furât kenârında vâki‘dir. Ve cümle ahâlî i Ruhbe nehr i Furât'dan nûş ederler. Derûn ı kal‘ada elli mikdârı hâne i sağîrleri ve medfa-i şâhî darbzenleri ve dizdârı ve kal‘a neferâtları ve Urfa paşası tarafından hâkimi vardır. Ve nehr i Furât sâhilinde bostân u bâğlı u bâğçeli ve Câmi‘ i Berkuk Şâh'lı ma‘mûr kasabacıkdır. Ammâ Urbân eşirrâsından mahsûllerin halâs idemezler. Ve,
Ruhbe i Atîk: Bu Ruhbe i Cedîd'e bir menzil karîbdir ve Ruhbe i Atîk dahi Urfa eyâletindedir ammâ bu Ruhbe i Cedîd Şâm'dan ve Haleb'den gelen âyende vü revende tüccârânın memerr i nâsıdır kim Ane kal‘ası ve Seleme kal‘ası üzre gidüp kâh sâhil i Furât ile kâh çölistân u berr ü beyâbân ile Bağdâd'a ve kal‘a i Tikrit'e ve kal‘a i Musul'a ve eğer isterlerse şehr i Nasîbîn'e gelir şâhrâh üzre bu kal‘a i Yeni Ruhbe binâ olunmuşdur. Andan iki günde bu Yeni Ruhbe'yi temâşâ edüp yine iki günde şehr i Nasîbîn'e gelindi. Andan yine râh ı Bağdâd'a azîmet edüp 7 sâ‘atde çölistân içre şiddet i hâr çekerek arslan u zi’b havflerin çekerek ve erneb ü gazâl ve hımâr ı beyâbânî sayd ederek,
Menzil i Tahtigân i mülûkân: Bâlâdaki tahrîr olunan Ruhbe i Cedîd Bağdâd yolundan hılâfdır ammâ dahi bâlâdaki ( ) Kamçıyân'dan ve bu Tahtigân Bağdâd'ın doğru yoludur. ( ) hâkinde nehr i Şatt'ın taraf ı garbîsi çölünde Şatt'dan on sâ‘at ba‘îd bir sahrâda bir hân ı azîmi var.
....................(1 satır boş)....................
Ve bu mahalde Buhtî Kürdleri hayme i siyâhlarıyla meks ederler ve bu Tahtıgân'ın cânib i şarkîsinde on sâ‘atde Şatt kenârında kal‘a i Kefirzamân'dır ammâ zamânımız olmamağile inşâallâh avdetde temâşâ idelim deyü ubûr olundu ammâ bu Tahtgâh-ı sarây ı kârbân ( ) ( ) ( ) ( ) ( ) ( ) ( ) ( ) [398b]
Andan yine taraf ı cenûba çölistân içre on bir sâ‘at gidüp,
....................(35 satır boş)....................[399a]
Evsâf ı menzil i şehr i azîm ve belde i kadîm-i harâbâbâd Eski Musul
Eyâlet i Musul ı cedîde sâhil i Şatt'ın garbında cezîre i Dicle vü Furât'da vâki‘ olmuş bir harâb mesken i bûm [u] gurâb olmuş bir şehr i harâbdır kim Şatt kenârınca kâmil bir günde devr olunur harâbistânı vardır. Evvelâ be-kavl i müverrihân ı Mıkdısî i Yarmenî, eğer millet i Mesîhiyye'den ise de, bu diyâr ı Irâk'ı ve Âzerbaycân'ı ve Şirvân u Şâmakı'yı tâ Mâverâü'n-nehir'e varınca arz ı Mukaddes'i eyle tahrîr etmişdir kim, bir müverrih i âlem anın tahrîrine göre terkîm edüp mâhiyyet i dünyâyı Atlas ve Minor ve Coğrafiyye kitâbları gibi hakîkat üzre yazamamışlardır. Ammâ merkûm Mıkdısî i Yarmenî bu arz ı Irâk'da şehr i Musul'u kûh ı bâlâsı ve bânîsi ve arz ı beledi ve mutalsamât ı ibret-nümâlarıyla ve imârât ı külbesiyle tahrîr etmişdir kim Arab u Acem ve Kıbtî ü Yunaniyân müverrihleri ta‘bîr ü tavsîf etmede Mıkdısî yanında cümle müverrihler lâl olmuşlardır.
Evvelâ bu Eski Musul içün be-kavl i Mıkdısî ibtidâ bânîsi ba‘de't-Tûfân ( ) ( ) imâr edüp ol asrın müverrihleri bu şehre lisân ı Süryânî üzre Bendâv Acînât ya‘nî Peygamber Cenneti demekdir. Tâ bu mertebe bu Eski Musul İremezâtü'l-imâd misilli bir hadîka i ravza i Rıdvân-ı bâğ ı cinân imiş. Yârân ı bâ-vefâya ne gûne imâreti müzeyyen olduğu andan ma‘lûm ola kim bu şehrin yemîn [ü] yesârında olan bâğ ı cinânları ve gaytân ı gülistânları ve müşebbek bostânları sabâh ve ahşâm nehr i Şatt ile saky etdikleri mahalde Şattu'l-Arab gibi deryâ-misâl nehr i azîm cereyân itmeyüp Şatt'dan aşağı ehl i Medâyin feryâd edüp "Bre, nehr i Şatt Musul kavminin isti‘mâl etdiğinden gelmez oldu." deyü feryâd ederlermiş ve vakt i gurûb olup ahâlî i Musul atlarına su vermek içün nehr i Şatt'ın yemîn ü yesârından altı kerre yüz bin altun ve gümüş satıllar ile atlarına su verdikleri zamân yine Şattu'l-Arab bir sâ‘at cereyân etmez olurmuş.
Yine şehr i Medâyinli "Musul harâb ola!" deyü du‘â ederlermiş. Ve Şatt nehrinin yemîn [ü] yesârında imâristân [u] bostânları saky etmeğiçün yetmiş bin aded âsiyâb ı mâları var imiş kim her biri Hamâ dollâbı gibi üç fersah yerden sadâları istimâ‘ olunurmuş ve nehr i Şatt üzre haşeb i tavîlden ve levha i arîzden kâmil üç bin aded cüsûrlar var imiş. Kırk aded yerde dahi kârgîr binâ ile mebnî kantara i azîmeler var imiş. Hâlâ Şatt'ın tulum kelek gemileri mezkûr püllerün Şatt içre pâyelerinden havf ederler.
Hulâsa i kelâm sâ’ir imâristânları "Hâkezâ kıyâs remev!" dedikleri gibi gayrı âbâdânları ana göre kıyâs oluna.
Sebeb i harâbîsi içün bir müverrih eyle tahrîr etmiş kim bu Musul pâdişâhı Âzerbaycân'da Ahlat pâdişâhıyla mâbeynlerine bürûdet hâsıl olup Musul pâdişâhı nâmesinde Ahlat pâdişâhına eyle tahrîr eder kim "Musul şehrimin imârı hakkiyçün sana bir iş ederim ki Buhtunnasr kal‘a i Sıfet'e ve şehr i Taberistân ve şehr i Askalân'a ve Arz ı Hasan'a etmemiş ola." deyü nâmesin Ahlat pâdişâhına gönderir. Ahlat pâdişâhı da bir alây-ı Dârü'l-Büleh ya‘nî Oğuz kavim kimesneler bir yire gelüp Musul içün bed-du‘â ederler. Bi-emri Hudâ ol gice bir zelzele i azîm olup şehr i Musul cümle ahâlîsiyle helâk olup şehri harâb olur. Bir kavilde Hazret i Risâlet-penâh rahm i mâderden müştakk olduğu leyle i mübârekde Tâk i Kisrâ münhedim olduğu gice "Bu şehr i Musul da harâb oldu." derler.
Bir kavilde Hulâgû Hân Âl i Abbâsiyân üzre Bağdâd'a gelirken Moğol kavmine harâb etdirüp Bağdâd üzre geldi, deyü tastîr etmiş. Hatta Musul'un harâb olmasiyçün lisân ı Süryân'da böyle şi‘ir demişler. Güfte i Midâc, makâm ı sabâ, usûleş sofyâne:
Lev şilî ballem bî lânıkî.
Tercüme i mısra‘: Bu dünyâda sebât yokdur.
Şum bize bir nâlûmı berkî.
Tercümesi: Nahsdır gam i şâdî geçer
Ahbû tırminânî çarkî.
Tercümesi: Ne denlü meyl edersen kaçar.
Kitülle buhtarsem hırkî.
Tercümesi: Ehlî isen aldanma bakar.
Bu ebyâtları Mıkdısî yahşı tahrîr etmişdir ammâ hakîr bu kadar ancak işâret edebildik ve hâlâ bu harâbe niçe bin Buhtî kavmi ba‘zı kıbâblarda ve zîr i zemînlerde ve hâne i harâblarda haymeleriyle sâkin olurlar.
....................(1.5 satır boş)....................
Ammâ bu Musul'un Şat mukâbelesi şarkîsinde Bağdâd hâkinde kasaba-misâl ( ) ( ) bir büleyde vardır, gâyet ma‘mûr [u] âbâdândır. [399b] Bu eski Musul'dan hareket edüp mezâristânın ubûr ederken alâyimât ı ibret-nümâlar var kim diller ile ta‘bîr olunmaz ve her mevtânın seng i mezârlarında niçe yüz yıllık gûnâ-gûn hatlar ile tahrîr olunmuş vâcibü's-seyr merâkıd ı tavîleler var kim niçesini tahrîr eylesek Deşt i Kıpçak'da kûh ı Elburz dâmeninde Irâk ı Dadyân şehrinin harâbistânının mezâristânın tahrîr etdiğimize döner. Gerçi kimyâb makûlesi eşyâların midhati zikrinde fâ’idesi ve beyânında âyidesi vardır ammâ harâbistân ve gûristân gibi gayrı meşhûrun zikrinde fâ’idesi ve beyânında âyidesi olmayup ol kadar "İ‘tibârı olmayan nesnelerin tavîl zikrinde melâlet vardır." deyü mezâristân ı Musul'dan güzer ederken bir Fâtiha i seb‘u'l-mesânîyi cemî‘i ehl i îmân rûhiyçün tilâvet edüp ubûr edüp anda yine cânib i cenûba sâhil i Şatt ile sayd [u] şikâr ı gazâl ederek 6 sâ‘at gidüp,
Dostları ilə paylaş: |