Ezunivetinden sonra, orta öğrenimini yapmış olduğu Siirt Lisesi'ne öğretmen olarak atandı



Yüklə 258,96 Kb.
səhifə1/5
tarix26.10.2017
ölçüsü258,96 Kb.
#14421
  1   2   3   4   5

il, Süreyya Sırma, 10. 07. 1944 yılında, Sürt'in Pervari ilçesinde doğdu. İlk imini Pervari'de yaptıktan sonra; Orta ve lise öğrenimini Siirt'te yaptı. 1962

l da eirdigi Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni, 1966 yılında bitirdi. H versite öğrenimi sırasında, bir müddet Batman'da, Türk Petrollerinde işçi, l müddet de Diyanet İşleri Başkanlığında memur olarak çalıştı. Üniversite

ezunivetinden sonra, orta öğrenimini yapmış olduğu Siirt Lisesi'ne öğretmen olarak atandı.

1067 harı.ıiında, devlet doktora burs sınavını kazanarak, İslâm Tarihi dalında H \i«ora yapmak üzere Fransa'ya gitti. Aslında, ingilizce'den sınavı kazandığı irin ingiltere'de doktora yapması gerekirken, yetkililer, bilinmez bir sebepten dolavı O'nu Fransa'ya gönderdiler. Bundan dolayı bir senesini Fransızca öğre­nimine harcadı. Paris'te, Coliege de Fmnce'da. Prof. Dr. Jacques Ber^ııe'le başladı­ğı doktora öğreniminin yan çalışmaları içerisinde, Arapça öğrenimi için 1969-70 ders yıhnda Tunus'ta bulundu.

1973 mayısında, "Islâmî ilimler" dalında doktor olarak Türkiye'ye döndü. 1973-74 ders yılında Erzurum Yüksek İslam Enstitüsünde İslam Tarihi hocalığı yaptı. 1974 yılında Atatürk Üniversitesi îslâmî İlimler Fakültesinde İslam Tarihi Doktoru olarak göreve başladı. 1980 yılında Doçent, 1989 yılında Profesör ol­du. İslam Tarihi dalında 30 kitabı, ve 200'ü aşkın ilmî makalesi yayınlandı. Ulu­sal, ve uluslar arası bir çok konferansa katılarak tebliğler sundu; Zaman, Yeni Devir, Milli Gazete, Yeni Şafak gibi gazete ve İslâm Mecmuası, Yeni Dünya, Bil­gi ve Hikmet, Tarih Dergisi, Tarih Enstitüsü Dergisi, Tarih ve Toplum gibi deği­şik dergilerde, tarihle ilgili makaleler yazdı. 1993 yılında naklen Sakarya Üniver­sitesine geçti; 1995 yılma kadar bu Üniversitenin İlahiyat Fakültesinde islam Ta­rihi öğretim üyeliği yaptı; aynı yıl zorla bu üniversiteden emekli edildi.

1995-1997 yılları arasında istanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Danışman­lığı görevinde bulundu. Kanal 7'de dört seneyi aşkın bir süreyle "Seyahatname" adı altında tarih programlan yaptı. Kendi alanındaki araştırmalarını takip edip sürdürecek derecede Fransızca, ingilizce, Arapça, ve Farsça bilmektedir. Evli olup, üç çocuk babasıdır.

Bugüne kadar yayınlanan eserleri:

Osmanlı Devletı'nm Yıkılışında Yemen İsyanları, Birkaç Sahife Tarih, Tunus Hatıraları, Peygamber Ordusu'nun Tarihi (tere), İslâm Müesseselerine Giriş (tere), İlk İslâm Devleti -Makaleler- (tere), islam Öncesi Mekke Dönemi ve Hz. Muhammed, Îslâmî Tebliğin Mekke Dönemi ve işkence, İslamî Tebliğin Medine Dönemi ve Cihad, Îslâmî Tebliğin Örnek Halifeler Dönemi, Emeviler önemi, Abbasiler Dönemi, Sömürü Ajanı ingiliz Misyonerleri, Hz. Peygam-oer Devrinde Yahudi Meselesi, II. Abdülhamid'in İslâm Birliği Siyaseti, Tanzi-atm Götürdükleri, islamiyet ve Hıristiyanlık (tere), İslâm ve Tarih, Neler lı°T v ' ?akİa MekmPlan> Bir GariP Tarih, Nasıl Sömürüldük, Nehirlerin Di-> lurkıyeye Yanlış Din Anlayışı, Alaturka Demokrasi ve Alaturka Laiklik, Me­me Vesikası Işığında Yahudi Meselesi, Belgelerle II. Abdülhamid Dönemi, Ya-■ uunyayı Adımlarken, İşte Önderimiz Flz. Muhammed, Tarih S.uuru.

Abbasiler Dönemi, Beyan Yayınları'nın İ65. kitabı olarak yayına hazırlandı; dizgi ve sayfa düzeni Hasan Demir, kapak Bey, baskı ve cilt işlemleri Umut Matbaacılık (637 09 34) tarafından gerçekleştirildi ve Ekim 2002"de İstan­bul'da yayımlandı. ISBN 975-473-053-9

7. BASKI

ÜTÜN ESERLER! 12

Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma

Abbasiler Dönemi

BEYAN YAYINLARI Ankara Cad. 49 • 34410 Cagaloğlu-tstanbul Tel: 0212. 512 76 97-526 50 10

İÇİNDEKİLER

Giriş, 7

Abdullah İbııi Abbas Dönemi, 11

Halife Mansur Dönemi, 17

1. Mansur Hilafetinin Yerleşmesi, 17

2. Alimler Dövülüyor, 20

3. Gerçek Alimler Boyun Eğmiyor, 23

4. Kıyafetlere Müdâhale, 24

5. Menfi Basma Büyük Tavizler, 25

6- Yabancı dillerden Arapça'ya Tercümeler, 27

7- İktidarlar Sultanlarındır, 29

8- Bağdad Kuruluyor, 30 9. Dalkavuklar Revaçta, 31 El-Mehdi Dönemi, 33

Mesuliyetini müdrik olan zarar gelmez!, 33

Alimin Şahsiyeti, 34

Dinsizlik Cereyanına Karşı Mücadele, 35

Saltanat Kanunu Değişmiyor, 36

El-Hadi Dönemi, 37

Harun Reşid Dönemi, 39

Saltanat Rejimi Devam Ediyor, 42

Hz. Ali Torunları Ayaklanıyor, 43

İlme Karşı Tevazu, 44

Gerçek Alim Sultandan da Üstündür, 44

İmam Şafii Yargılanıyor, 47

Ermenilerin Müslüman Katliamı, 48
Fudayl b. lyâd, 48

Harun Reşid'in Kafirlere Karşı Olan Tutumu, 49

Bermekiler Yok Ediliyor, 51

Süveyş Kanalını Açma Teşebbüsü, 52

Harun Reşid'in Ölümü, 52

Değerlendirme, 53

El-Emin'in Saltanat Dönemi, 57

Şairler Devleti Sömürüyor, 61

El-Me'mun Dönemi, 63

Me'mun'un Şiiliği, 63

Fetih Hareketleri Devam Ediyor, 65

Mihne Dönemi Başlıyor, 66

Kısa Değerlendirme, 68

Halife Mu'tasım Billah Dönemi, 69

Mihne Devam Ediyor, 70

Mu'tasım Devlet Merkezini Değiştiriyor, 70

Fütuhat Devam Ediyor, 71

Aynı Anda iki İslâm Devleti, 71

Mu'tasım'ın Ölümü ve Kısa Değerlendirme, 72

El-Vâsık Bİllah Dönemi, 73

Mihne Bitmek Bilmiyor, 73

Saltanat Halife'yi Tağutlaştırır, 76

el-Vâsık Döneminin Değerlendirilmesi, 76

El-Mutevekkil Ala'Hah Dönemi, 79

Saraylar Yapılıyor, 81

Veliahdlık Kurumu Ölüm Getirir, 82

El-Muntasır Bi'Hah Saltanatı, 83

El-Müsteln Bi'llah Saltanatı, 85

Sultan el-Mu'tez Billah Dönemi, 87

Sonuç, 91


GİRİŞ

"Onlar bağlardan, pınarlardan, ekinlerden, (süslü mahfeler­den), güzel honahlardan(makatnlardan), içinde nâz ve nimet ile yaşadıkları ihtimamlardan neler, (nice şeyler) terkedip gittiler, iş­te (emir) böyledir. Biz bütün bunları başka başka kav m der) c mı-râs verdik" (Kur'an-ı Kerim,ed-Duhân sûresi, 25-28),

Abbasiler, İslâm Tarihi içerisinde uzun bir dönemi kapsa­dığı gibi, cereyan eden hadiseler açısından da oldukça büyük bir önemi haizdir. Ne var ki bu önemine rağmen, biz bu çalışma­mızda bütün Abbasi devirleri üzerinde duramayacak, ilk dönem dediğimiz, ve bir müddet Şia, daha sonraları da özellikle Mu'te-zile mezhebinin Devlet politikasına egemen olduğu dönem üze­rinde duracağız.

Daha başından itibaren görülecektir ki, Abbasoğullarının, islâm Devlet Başkanlığını Emevilerden almaları, fazla bir şey de­ğiştirmedi. Saltanat kanunları olduğu gibi uygulandı, ve genel­likle Saltanat iktidarının bekası, ön planda tutuldu.

Oysa ki bir Devlet'e karşı çıkılıp, iktidara talip olundu­ğunda, ilke olarak, mevcut iktidarın iyi olmadığı, yerine gelecek olan iktidarın ise, gereği gibi hareket ederek, Devlet'in kaybol­muş olan itibarım iade edeceği esasına dayanması iktiza eder. Ne ki, Abbasilerin gelmesiyle bunların hiç birisi olmadığı gibi, Saltanat hegemonyası sürüp gitti.

7

Hiç bir şekilde tasvip etmediğimiz saltanatın bütün desi­selerine rağmen; Saray'da, yâni Devlet Merkezinde ulu'l-emr'ler genelde ilkeler değil, kişiler ön plâna çıkarılarak iktidara getiril­melerine rağmen, Devlet İslâm Devletiydi, ve müsîümanlar ara­sında İslâm Hukuku tatbik ediliyordu.



Bir başka çalışmamızda1 İslâm Devlet Başkanlığının ay­rıntıları üzerinde durduğumuzdan, burada ayrıca o konuya gir­miyoruz.

Dicle üzerinde kurulacak olan Devlet Merkezi Bağdad'da, zaman zaman görülen Devlet terörüne rağmen, taşrada Şeriat ka­nunları geçerli olmuş ve de uygulanmıştır, islâm Hukukunun si­vil kanun oluşu bu tatbikatı kolaylaştırmış, iktidarları için tehli­ke arzetmediği müddetçe de Devlet, Şeriat'm uygulanmasına ka­rışmamıştır. Nitekim İslâm Hukukunun yıldızlan olan Ebu Ha-nife, Şafi'i, Malik ve Ahmed b. Hanbel gibi müctehidler Devlet'in memurları olmayıp, sivil alimlerdir, ve bu dönemde yetişmişler­dir. İşte bu büyük hukukçular, ortaya koydukları büyük ictihad-lannı, müslümanlara amelde önder olmalarını, bir bakıma bu si­vil oluşa borçludurlar. Büyük hukukçu Ebu Yusuf gibi Devlet memuru oldukları halde hukuk açısından çok değerli ictihadlar-da bulunan zevat varsa da, bunlar parmakla sayılacak derecede azdır; ve İslâm Hukukunun temellerini atan hukukçular, genel­de sivil alimler'dır.

Bizim çalışma alanımız siyasi İslâm Tarihi olduğundan, ele aldığımız dönemdeki bütün zenginliğine rağmen, maalesef İs­lâm'ın hukuk ve diğer kültür hareketlerinin ayrıntılarına giremiye-cek, meselelerin ancak siyasi boyutları üzerinde durmaya çalışaca­ğız. Nitekim, ele almayacağımız konularda, diğer meslektaşlarımı­zın, çeşitli dillerde kaleme aldıkları yüzlerce eser mevcuttur.

1 Hilâfetten Saltanata, Emeviler Dönemi.

Hadiselerin seyrini takip edebilmek için, kronolojik me­todu esas kabul ederek, tahlil ve teshillerimizi ona göre yapma­ya çalıştık. Bu küçük araştırmamızı sürdürürken, her zaman yaptığımız gibi, burada da hadiseleri günümüze taşıyarak, bazı mukayese denemeleri yaptık. Tâ ki geçmiş olaylara bakarak, gü­nümüzü anlayabiîelim! Yazdıklarımızın bize hiç bir faydası ol­mayacaksa, salt bir kültür hamulesi olarak neden geçmişin olay­larıyla beyinleri işgal edelim ki? Ne var ki bu pek kolay olmayan, zaman zaman insanı yanıltabilen riskli bir tarih metodudur. Çünkü tarihçi, naklettiği hadisenin içinde cereyan ettiği ortamı iyi bilmez, geçmişin hadiselerini bugün oluyormuş gibi telakki ederse içinden çıkılması hayli zor olan girdaplara düşer de, on­dan kurtulabilmek için de ikinci bir ömür gerekir. O bakımdan, bu 'geçmişimizi günümüze taşıma olgusu' fevkalade faydalı bir yöntem olması yanında, aynı derecede yanıltıcı olabilir. Onun içindir ki, bütün ihtimamlarımıza rağmen yanılgılarımız, tesbit ve tahlillerimizde eksiklikler olabilir. Mamafih bütün bu olum­suzluklarına rağmen, biz bu yöntemi, kuru nakilciliğe tercih edi­yoruz.

Başka fırsatlarda da belirtmeye çalıştığımız gibi, iyi de ol­sa, kötü de olsa, Emevisiyle, Abbasisiyle, Osmanhsıyla ve günü­müz tarihiyle, bu tarih bizim tarihimizdir. İşte her yönüyle bize ait olan bu tarihi çok iyi bilmemiz, ona sahip çıkmamız; ve on­dan yararlanmak için de onu sağlıklı bir şekilde yorumlayarak günümüze taşımamız gerekir. Bunu yaparken, ne irtikap edilmiş olan suçlan görmezlikten gelerek, Ecdad deyip zoraki bir akla­maya gidelim; ne de o Ecdad'm Allah için yapmış oldukları mü­cadeleleri inkâr ederek, nankör olalım! Bir defa şunu çok iyi bi­lelim ki; mensubu olmakla şeref duyduğumuz İslâm'ı onlar bize getirdi.

Bazıları diyeceklerdir ki: Ne münâsebet, biz İslâm'ı Kur'an ve Sünnetten öğrendik. Bu kardeşlerimize diyoruz ki, "doğrusu­nuz İslâm'ı, Kur'an ve Sünnet'ten öğreniyoruz; yalnız şu da in­kârı mümkün olmayan tarihi bir gerçektir ki, Kur'an ve Sünnet'i de bizden öncekiler, canlan pahasına savundular, korudular, on­ları öz benliklerine tercih ettiler de, biz onlara ilk günlerindeki tazeliğiyle sahip olabildik!" Onun için, herkesin hakkını gerek­tiği gibi teslim edelim. Teslim edelim ki, bizden sonrakiler de bizlerin hakkını inkâr etmesinler.

Fıkhı bir kanunumuza uyarak diyoruz ki: el-'abduyucteb-bir, v'Allahu yukaddir (kul teşebbüs, Allah ise takdir eder).

Bu düşünceyle diyoruz ki, biz gücümüze göre bir şeyler yapmaya çalıştık. Tesirini halkedecek olan Cenâb-ı Allah'tır.

Allah bizî, Kendi rızası doğrultusunda çalışan gerçek mü'minlerden eylesin; âmin...


10

ABDULLAH İBNİ ABBAS DÖNEMİ

(Hicri 132-136)
Emevilerie ilgili kitabımızda ayrıntılarını anlattığımız gi­bi2 son Emevi sultanı olan Mervan'a karşı huruç eden Abdullah Şeftali, onu ordusuyla Şam'a kadar takip etmiş; Mervan orada da tutunamamıştı.

Tarihçimiz Mes'udi'de geçen bir rivayete göre3 Abdullah es-Seffah'tan kaçan Mervan, Bizans Devleu'ne bile sığınmak iste­miştir.

Abdullah el-Kuşeyri, Mervan'ın kendisini çağırarak. Bi­zans Devleti'ne iltica etmek istediğini, kendisinden önce de Iran krallarının böyle hareketler yaptıklarını, bunun ayıp da sayıla-mıyacağmı belirttikten sonra, şöyle demiştir: Bizanslı yetkililer­den emân isterim. Onlar da bana güvence verdikten sonra, bana tabi olanlarla, gösterilen yere yerleşirim. Taraftarlarımdan kaçıp bana iltihak edenlerle tekrar güçlenir, düşmanımın üzerine gide­rim! Mervan'ın bu sözlerine karşı el-Kuşeyri şöyle dedi: Allah'a sığın yâ Emire'l-mu'minin, kanlarını, kızlarını nasıl ehl-i küfür içerisine götürürsün? Kumlarda hiç vefa olur mu? Sen Fırat'ı ge­çerek, Mısır'a ulaşmaya bak! Orada sığınabileceğin koskoca Af­rika var!

2 Hilâfetten Saltanata, Emeviler Dönemi, s. 127 vd.

3 Bk. Murûcu'z-Zeheb, Mısır, 1964, 111,264.

1 1


Bu sözler üzerine Mervan, Mısır'a kaçtı. Fakat Mısır ve Af-rika da onu kurtaramadı. Kafası kesilerek, Abdullah Seffah'a gönderildi.

Mervan'm öldürülmesiyle, zaten son günlerini yaşamakta olan Emevi saltanatı filen ortadan kalkmış oldu.

Hicri 132. senede Emevi saltanatının yıkılması ve yerine Abbasi ailesinin İslâm Devlet yönetimini devralması, saltanat açısından bir değişiklik getirmedi: Bir saltanat yıkıldı, yerine başkası oturdu.

Yeni kurulan devletin Sultanı, Abbasoğullarmdan Abdul­lah b- Muhammed'di. islâm Devlet Başkanlığını Emevilerden zapteden bu ilk Abbasi Sultanı, kendilerinden önceki Emevile-rin, ve onları destekleyenlerin kanlarını akıtmakla işe başladı. Ne var ki o, bu işi o denli ileri götürdü ki, yaptıklarının İslâm hukuku açısından hiç bir açıklaması yoktur. Nitekim ona es-Scf-jah (kan dökücü) isminin takılmış olması çok manidardır.

Suçlu olanlar -hangi makamlarda bulunurlarsa bulun­sunlar- elbette cezalandırılmalıdırlar. Ancak, her suçun hukuki bir cezası olmak lâzım. Verilen ceza ve infaz, hukuku aştı mı, ve­rilen ceza da suç yerine geçer.

İşte İslâm devlet yönetimini devralan Abbasoğulları da böyle yaptılar: Suçlu olan devlet adamları yanında, Ümeyye oğullarından kimi yakaladılarsa, öldürdüler ve bu aileye, yâni Emevilere karşı bir soykırım hareketine giriştiler ki, soykırım hareketlerinin islâm! hiç bir dayanağı yoktur.

Ebu'l-Fidâ'nm tarihinde4 geçen şu rivayet ne kadar kor­kunç, ne kadar emperyalistçedir! Neredeyse çağdaş Amerika ve İngiliz vahşetini hatırlatıyor:

4 Bk. el-Muhtasar fi Ahbân'l-Reşer, Beyrut, tarihsiz, 1,212.

12

Abbasoğulları doksan kadar Emevi erkeğini sopalarla dövdükten sonra yere yatırıp, inleyen bu insanlar üzerine deri­den yapılmış yemek sofralarını serdiler. Can çekişen bu insanlar üzerinde yemek yerlerken, sofra altındaki insanlar teker teker can verdiler...



Suçlular yanında suçsuzlar da öldürülüyor; hem de işken­ce edile edile!

Emevi ailesinden, -bir yolunu bulup kaçabilenler hariç-ne bir erkek, ne de bir kadın bırakıldı. Çocuklarıyla beraber öl­dürdükleri bu insanları, aç köpeklere yem yaptılar.5 Ve bütün bunlar, İslâm adına yapıldı maalesef...

Muaviye b. Ebi Sufyan dahil, Emevi sultanlarının çoğu­nun kabirleri açılarak, vücutlarından kalanlar yakıldı; vücudu bozulmamış olan Hişâm b. Abdulmelik'in cesedi ise çarmıha ça­kıldı, daha sonra o da yakıldı.

Kendilerine bu muamele yapılan halife-sultanların, İslâm adına ne denli cürümler işleyerek müslümanları sömürdükleri­ni, Emeviler adlı kitabımızda zikrettik. Ne var ki, ölüleri ceza­landırmanın hiç bir mânâ ve yaran olmadığı gibi, böylesi hare­ketler de cahiliye dönemini hatırlatan vahşice eylemlerdir. Ve bu devlet terörünün bir tek gayesi vardı: Halkı korkutmak, onu sindirmek ve Emevi'yi unutturmak...

Bu kabil jenosid'lerden sonra, saltanat ve tahakküm bitse, ve sıradan insanların da sultanlar gibi hak-hukukları olan insan­lar oldukları kabul edilse, belki biraz sineye çekilebilir.

Ama görüyoruz ki, Emevi saltanat canavarı yıkılıyor, yeri­ne aynı siyaseti güden bir başka canavar gelip oturuyor. Ve bu saltanat kavgaları altında milyonlarca müslüman sömürülüyor, köleleştiriliyor ve gerekirse öldürülüyor...

5 Ay.es. 1,213.

13
Bizim bu tabirlerimizi şüphesiz ağır bulanlar olacaktır. Fa­kat ne yazık ki saltanatların, krallıkların kuralı budur: İktidarı ayakta tutabilmek için her şey meşru, her zulüm kanunidir.

Seffah'ın bu hareketlerinden, yâni kâfirlerle değil, müslü-manlarla uğraşmasından yararlanan Bizans Kralı Konstantin, da­ha önce müslümanlarca fethedilmiş olan Malatya'yı gen aldı.6

Tarih kitapları karıştırılacak olursa7 görülecektir ki, Ab-basüerin bu ilk döneminde, -belki istisnasız- bütün valiler Ab-basoğullarmdan atanmıştır Layık olsunlar, olmasınlar bu atama­lar yapılmış ve Abbasoğulları ailesinin -Endülüs hariç- bütün İslâm mülkü üzerindeki hakimiyeti sağlanmıştır.

Abdullah Seffah'ın, iktidarı. Kufe'de ele geçirip, müslü-manları kendisine biat ettirdikten sonra yapmış olduğu ilk ko­nuşma, konunun açıklığa kavuşması açısından çok önemlidir.

Kendisine Halife olarak biat edildikten sonra, Küfe cami­sinde müslümanlara cumayı kıldırdı ve hutbesinde şöyle dedi:

"İslâm'ı Kendisi için seçen, onu yücelten, onu şereflendi­ren ve onu büyüten Allah'a hamdolsun....... Resûlullah(s.a.s) ve­fat edince, sahabesi onun devletini idare ettiler. Fakat daha son­ra Ümeyye ailesi idareyi eline geçirdi. Bir müddet için Allah on­lara fırsat verdi. Onlarsa, İdareleriyle Allah'ı gazablandırdılar. Allah'da bizim ellerimizle onlardan intikam aldı; ve bizim vası­tamızla, yeryüzünde ezilenleri kurtarmak için, hakkımız oları idare­yi bize. geri verdi. Bizimle başladığı gibi. bizimle sonuçlandırdı. Biz Ehl-i Beyt'in Allah'tan başka yardımcısı yoktur. Ey Kuleliler, bizim sevgi kaynağımız ve dostluk yuvamız sizlersiniz. Duru­munuzu hiç değiştirmeyiniz. Bizim yanımızda, insanların en üs­tün olanları sizlersiniz. Bizim için en değerli olanlar da sizler-

6Ay.es. 1,213 7 Bk. Ay.yer.

14

siniz. Maaşlarınızı yüzde yüz artırdım. Ben, hoş gören Kan Dö-kücü(Seffâh), darmadağın eden bir öfkeyim!"®



Bu konuşmada mevzumuzu ilgilendiren üç önemli husus vardır:

1. Abdullah es-Selfah'm, İslâm Devlet idaresini, kendileri-rle ait olan mutlak bir hak olarak görmesi,

2.Kendisine ilk desteği veren Kufelilerin en üstün mûslü-manlar olarak görülmesi, veya gösterilmesi,

3. Ve nihayet üçüncü husus da, rejimini oturtabilmek için, kendisini Kan Dökücü ve Öfke olarak tanımlayarak halkı tehdid etmesi...

İşte sömürü düzenlerinin üç ana unsuru da budur: İktidar kayıtsız-şartsız birilerinin olacak; sadece böylesi rejimleri des­tekleyen insanlara değer verilecek; sadece iktidarı destekliyenler iyi insanlar olacak, "en üstün olanlar muttakilerdir" kanunu ye­rine, "en üstün olanlar iktidarı gaspetmiş olanları destekliyenler-dir" ilkesi getirilecek, ve nihayet, rejime karşı koyanın kafası ke­silecek!

Böylesi bir istibdadla dört sene İslâm Devletinin başında Halife-Sultanlık sürdüren Abdullah es-Seifâh binlerce müslüma-mn kanma girerek ismiyle müsemmâ oldu.

Görüldüğü gibi, bir zulüm rejimi yıkılıyor, yerine yenisi geliyor. Bunun tek sebebi de saltanat kanunlarının uygulamaya konulmasından ileri geliyor.

H. 134. senede islâm Devlet merkezi, Şam'dan el-Enbâr denen şehre taşındı. Çünkü Abbasoğulları kendilerini Şam'da güvence içerisinde görmüyorlardı.

Abdullah es-Seffah'ın buradaki saltanatı uzun sürmedi, ve 136. senede hastalanarak öldü.

8 Suyutî, Tarihu'l-Hulefâ, el-Kâhire, 1964, s. 257.


HALİFE MANSUR DONEMİ

(Hicri 136-158)

1. Mansur Hilafetinin Yerleşmesi

Abdullah Selfâh dört senelik bir hilâfetten sonra ölünce, yerine kardeşi Ebû Ca'fer Mansûr halife oldu(Hicıi 136.sene).

Abdullah Seffâh öldüğünde, Mansûr, Hacc için gittiği Mekke'de bulunuyordu. Kendisine veliahdhk evrakı bırakılmış olan İsa b. Musa, Mansur için halktan biat alarak durumu ken­disine bildirdi.

Ebu Müslim Horasani iie beraber Mekke'de bulunan Mansur hemen Kufe'ye hareket etti. Bu arada da Mansur'un am­cası Abdullah b. Ali halkı kendisine biat etmeye davet ederek, Nusaybin'de halifeliğini ilân etti.

Tabii ki devlet idaresi kayıtsız -şartsız bir ailenin hakkı olarak görülür, ve ıılu'l-emr'e itaat vacibdir ilkesi sömürülerek bu imtiyazlı aile iktidarına yüzde yüz itaat edilirse, o ailenin her ferdi kendisinde sultanlık hakkı gördüğünden, saltanatı kapmak ister! Neticede de güçlü olan iktidara geçer, ve müslünianlar da bu saltanat savaşlarında can verirler binlerce, yüzbinlerce...

Nitekim, amcasının bu harekelini duyan Mansur, Ebu Müslim Horasani'nin komutasında hazırladığı bir orduyu, Nu­saybin üzerine gönderdi. Uzun süren çarpışmalardan sonra, Mansur'un amcası yenildi ve Ebu Müslim galib geldi. Mansur ve amcasının keyiileri(saltanatları demiyoruz) İçin de binlerce

17
müslüman yok yere canından oldu, ya da müslüman kardeşinin katili oldu.9

Böylece; saltanatın başlamasından itibaren, büyük ölçüde müslüman askerinin yönü cihad'dan çevrilmiş, saltanat ihtiras­larının emrine verilmiştir.

Bu şekilde iktidarım yerleştiren Mansur, Mısır ve Şam va­liliklerini kabul etmeyen Ebu Müslim'i de güçlü bir rakip ve de tehlikeli gördüğünden, onu Medâin'e davet ederek, bir suikastla öldürttü.10

Muhtemelen, Mansur, Ebu Müslim'i öldürttükten sonra çıkabilecek bir ayaklanmayı düşündü ki, yapmış olduğu bir ko­nuşmada, onu öldürtmenin gerekçelerini açıkladı. Bu gerekçe­lerde, Ebu Müslim'in daha önce kendisine biat ettiğini, sonra da bu biatim terk ettiği için öldürüldüğünü ilân etti. Nitekim Ebu Müslim'in öldürülme haberi Horasan'a ulaşınca, onun taraftarla­rı olan Hıuremiye, Mansur'a karşı ayaklanarak harekete geçti. Daha sonra sapık bir fırka haline gelen el-Müslimiyye, Ebu Müs­lim'in ölmediğini, onun bir gün geri dönerek yeryüzünü adalet­le dolduracağım ileri sürdüler. Muslirniyye taifesi, bununla ye­tinmeyerek Mansur üzerine yürüdü. Eakat ordusu, Mansur'un ordusuna dayanamadı ve yenildi. Ve bu arada da yüz bine ya­kın müslüman yok yere canından oldu.11

Artık insanlara; islâm'a karşı takındıkları tavırlara göre değil, Sultanlara karşı olan tutumlarına göre değer veriliyor, ya da verilmiyor...

Oysa ki Ebu Müslim Horasanı, -tarihçilerin yazdıkları doğruysa-,1-2 Mansur'un saltanatının yerleşmesi için 600.000

9 Mes'udi, Murüc, 111,302.

10 Bk.Mes'üdi, Murüc, 111,303-304; el-Muhtasar fi ahbâvi'l-beşer, 1,214.

11 Ayrıntılar için bk. Mes'udi, Muruc, 111,305-306. 12Ay.es. 1,215.

18

insanı mahkum ederek öldürtmüştü. Tabii ki öldürülen bu za­vallı insanlar müslümandüar...



işte, yerli emperyalizm dediğimiz saltanatın meyvalan bunlar... Ama biz bunları söylerken, hâlâ bazı hocalar çıkıp, saltanatın banisi olan Yezid b. Muaviye'nin takvasını anlatıyorlar maslahat-ı klâmiyyt (!) adına...

Ve bu saltanatı sahiplenme geleneği, bugünün ürünü de­ğil, bazı selef ulemasından tevarüs ettiğimiz çok yaşlı bir hasta­lıktır maalesef...

Halife Mansur'un vasıflarım saymakla biüremiyen İmâm Suyutî bile, bakın neler söylüyor onun hakkında:

"Mansur, heybetinde, cesaretinde, azminde, isabetli gö­rüşlerinde ve gücünde Abbasoğullarınm en ileri geleniydi. Mal biriktirir, lehviyât ve oyunları terkederdi. Aklı mükemmel, ilim ve edebe işrirakta çok iyi ve fakihti. Saltanatını oturtmak için çok insan öldürdü..."13

Halife Mansur'un iyi hasletlerine bir şey demiyoruz. Fa­kat, "saltanatını oturtmak için" binlerce müslümanı öldürmesini nasıl izah edeceğiz? Tabii ki, ulemânın bazısı buna siyâseten kati, deyip içinden çıkacaklardır. Zaten bizleri bugünkü çarpık din anlayışlarına getiren âmil, selef ulemâsından bazılarının bu te'vilci görüşleri değil midir? Geçmişimizin bu tavizkâr hareket­lerini okudukça, bugünkü alimlerin(l) neden şuna-buna yaran­mak için İslâm! düşünceyi zir u zeber ettiklerim daha iyi anlıyor, daha sağlıklı tahlil edebiliyoruz.

Şöyle veya böyle, saltanatla beraber başlamış olan yerli emperyalizm, saltanatın devamı için sömürmüş durmuştur müs-lümanlan...

13 Tarihu'l-Hulefâ, el-Kâhire,1964, s.259.

19

2. Alimler Dövülüyor



Sultanların en çok tahammül edemedikleri insanlar, ger­çekleri bilip halka anlatan hocalardır. Çünkü böylesi hocalar, saltanat aleyhinde fiili bir aksiyona giremezlerse de, saltanatla­rı, Şeriat'a uygundur deyip onaylamazlar da! Çünkü bu hocalar, işgalci sultanların saltanatlarını meşru göstermek için te'villere kaçıp, fetvalar vermezler. Çünkü bunlar, her türlü dünyevi teh­likeyi göze alarak gerçek dini anlatmaya çalışırlar müslümanla-ra... Sömürü iktidarlarından payeler almak için, ketmetmezler Allah'ın dinini... Çünkü onlar, "Küçük bir menfaat karşılığında, Allah'ın Kur'an'la indirdiği ahkâmı gizliyenler(yâni makam ve mevkilerini, paralarını, dünyevi çıkarlarını düşünerek Allah'ın emrettiklerini söylemiyenler, susanlar) (var ya); onlar midele­rinde ateşten başka bir şey yemiş olmazlar. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz,(onların günahlarını affedip) temize de çıkar­maz. En elim azab da onlar içindir"14 şeklindeki ilâhî buyru­ğun ne anlama geldiğinin şuurunda olan kimselerdir.


Yüklə 258,96 Kb.

Dostları ilə paylaş:
  1   2   3   4   5




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin