[1] Sin, Tayy boyunun lehçesinde insan anlamına geldiği için İbn-i Abbas'a göre Yâ Sin, ey insan demektir ve Hz. Muhammed (s.a.a)'e hitaptır. Sin, Hz. Muhammed (s.a.a)'in adlarındandır, yahut ulu anlamına gelen Seyyid demektir diyenler de olmuştur.
2- Andolsun, beyanında hikmet, hükmünde metanet olan Kur'ân'a.
3- Şüphe yok ki sen, gönderilenlerdensin.
4- Doğru bir yoldasın.
5- Üstün ve rahîm tarafından indirilmiştir.
6- Korkutman için, ataları korkutulmamış topluluğu; onlardır gafil olanlar.
7- Andolsun ki onların çoğu hakkında şu söz gerçekleşmiştir: Onlardır inanmayanlar.
8- Şüphe yok ki biz, boyunlarına lâleler vurduk, elleri, âdeta çenelerine kenetlendi lâlelerle, bu yüzden onlar, başlarını dimdik tutarlar.
9- Ve önlerine bir set çektik, arkalarına bir set ve gözlerini bağladık da bu yüzden onlar, görmezler.
10- Ve birdir onlara korkutsan da, korkutmasan da; onlar, inanmazlar.
11- Sen, ancak Kur'ân'a uyan ve rahmandan, halk görmese de korkan kişiyi korkutabilirsin; müjdele onu yarlı-ganmayla ve güzelim bir mükâfatla.
12- Şüphe yok ki biz, ölüyü diriltiriz ve yazarız önceden, dünyâda yaptıklarını ve sonradan bıraktıkları izleri ve her şeyi apaçık bir kitapta sayıp yazdık, takdîr ettik.
13- Örnek getir onlara o şehir halkını; hani oraya peygamberler gelmişti. 259[2]
[2] Antakya'ya giden ve Hıristiyanlığı yaymaya başlayan Havarilerden Şem'un, Yuhanna ve Yunus (Mecma, 2, 325).
14- Hani onlara iki kişi göndermiştik de onları yalanlamışlardı, derken bir üçüncü kişiyle kuvvetlendirmiştik onları da şüphe yok ki demişlerdi, biz, size gönderilmiş peygamberleriz.
15- Onlar, siz demişlerdi, ancak bizim gibi insansınız ve rahman da hiçbir şey indirmemiştir, siz, ancak yalan söylemektesiniz.
16- Rabbimiz bilir ki demişlerdi, şüphe yok, biz size gönderildik elbet.
17- Ve bize düşen vazife, ancak apaçık tebliğden ibâret.
18- Demişlerdi ki: Gerçekten de sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğramadayız, andolsun ki bu işten vazgeçmezseniz elbette taşlarız sizi ve elbette bizden, elemli bir azâba uğrarsınız.
19- Onlar da, uğursuzluğunuz demişlerdi, kendinizden; öğüt verilirse de mi yapacaksınız bunu? Hayır, siz, haddi aşmış bir topluluksunuz.
20- Ve şehrin tâ öte ucundan birisi, koşarak gelmişti de ey kavmim demişti, uyun peygamberlere. 260[3]
[3] İsa Peygambere inandığı için öldürülen Habbi-i Neccâr'dır.
21- Uyun sizden hiçbir ücret istemeyenlere ve onlardır doğru yolu bulanlar.
22- Ve ne olmuş bana da beni yaratana kulluk etmeyecekmişim ve siz de, sonunda dönüp onun tapısına gideceksiniz.
23- Onu bırakıp da başka mâbutlar mı kabul edeyim? Rahman, bana bir zarar vermeyi isterse onların şefâatleri, bana hiçbir fayda veremeyeceği gibi onlar, beni kurtaramazlar da.
24- O vakit şüphe yok ki apaçık bir sapıklık içinde kalırım elbet.
25- Şüphe yok ki ben, Rabbinize inandım, duyun sözümü.
26- Denildi ki: Gir cennete. Ne olurdu dedi, kavmim de bilseydi.
27- Ne yüzden Rabbimin beni yarlıgadığını ve yüce derecelere ermişler arasına kattığını.
28- Ve ondan sonra kavmine, gökten asker indirmedik ve helâk ettiklerimize bu çeşit asker de indirmemiştik zâten.
29- Azâbımız, ancak bir bağrıştan ibaretti, o anda hepsi de sönüp gitti.
30- Yazıklar olsun kullara, onlara hiçbir peygamber gelmedi ki onunla alay etmesinler.
31- Görmediler mi onlardan önce nice ümmetleri helâk ettik ki gerçekten de bir daha dünyâya dönmedi onlar.
32- Ve şüphesiz hepsi de tapımıza getirilmiştir onların.
33- Ve bir delildir onlara, ölü yeryüzünü dirilttik ve oradan taneler çıkardık da onları yerler.
34- Ve orada hurmalıklardan, üzüm bağlarından bahçeler halkettik ve orada kaynaklar çıkarıp akıttık.
35- Yesinler diye kendi elleriyle meydana getirmedikleri o meyveleri, hâlâ mı şükretmezler?
36- Şânı yücedir, münezzehtir yerden bitirdiği şeyleri ve kendilerinden meydana gelen çocukları ve daha da bilmedikleri şeyleri çifter-çifter halk edenin.
37- Ve bir delildir onlara gece; gündüzü ve güneşin ziyâsını çekip sıyırırız ondan da o anda karanlığa dalarlar.
38- Ve güneş de karâr edeceği yere kadar akıp gider bu, üstün, hüküm ve hikmet sâhibi mâbûdun takdîridir.
39- Ve ay için de muayyen zamanlarda konaklar takdîr ettik, her devrin sonunda, eski, kuru ve eğri hurma salkımının çöpüne döner.
40- Ne güneş, aya yetişebilir ve ne gece, gündüzü geçebilir; hepsi de bir gökte yüzüp durur.
41- Ve onlara bir delil de, soylarını, dopdolu gemide taşımamızdır.
42- Ve daha da buna benzer nice binecekleri şeyler yarattık onlara.
43- Dilersek sulara boğarız onları da ne bir imdatlarına yeten olur, ne de kurtarılır onlar.
44- Ancak bizden bir rahmet olur ve bir zamanadek yaşayıp geçinmeleri takdîr edilmiş bulunursa o başka.
45- Ve onlara, önünüzde bulunanla ardınızda olan azaptan çekinin de rahmete erin dendi mi.
46- Ve onlara, Rablerinin delillerinden bir delil geldi mi ancak yüz çevirirler ondan.
47- Ve onlara, Allah'ın, sizi rızıklandırdığı şeylerin bir kısmını hayır yoluna harcayın dendi mi kâfir olanlar, inananlara derler ki: Dileseydi Allah doyururdu onu, biz mi doyuralım? Siz, ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz.
48- Ve derler ki: Bu vait, ne vakit yerine gelecek doğru söylüyorsanız?
49- Bir tek bağrıştan başka bir şey beklemiyor onlar, ansızın helâk ediverir onları birbirleriyle düşmanlık edip dururlarken.
50- Derken bir vasiyette bile bulunmaya imkân bulamazlar ve âilelerine bile dönemezler.
51- Ve Sûr üfürülmüştür de o anda kabirlerinden çıkıp Rablerinin tapısına koşuyorlar.
52- Ve demişlerdir ki: Yazıklar olsun bize, kim kaldırdı bizi uyuduğumuz yerden; bu, rahmânın bize vaadettiği şey ve peygamberler gerçek söylemişler.
53- Bu, ancak bir bağrıştan ibâret, derken onların hepsi, tapımızda hazır bulunmadalar.
54- Gerçekten de bugün, hiç kimseye, hiçbir sûretle zulmedilmez ve size de, ancak yaptığınız şeylerin karşılığı verilir.
55- Şüphe yok ki cennet ehli bugün, nîmetler içinde sevinç ve ferah içindedir.
56- Onlar da, eşleri de, gölgeliklerde, tahtlara oturup dayanmışlardır.
57- Onlarındır orada yemişler ve onlarındır diledikleri her şey.
58- Onlara, rahîm Rabden söylenen söz de esenlik size sözüdür.
59- Ayrılın bugün ey suçlular.
60- Ey Âdem oğulları, sakın Şeytan'a kulluk etmeyin, şüphe yok ki o, apaçık bir düşmandır size diye emredip söz almadı mı sizden?
61- Ve bana kulluk edin ancak, budur doğru yol.
62- Ve andolsun ki sizden birçok halk yığınını doğru yoldan saptırdı o, aklınız mı yoktu da akıl edemediniz?
63- Budur o cehennem ki size vaadedilmişti.
64- Girin mutlaka oraya kâfir olduğunuza karşılık.
65- O gün, ağızlarını mühürleriz ve ne kazandılarsa elleri, söyler bize ve tanıklık eder ayakları.
66- Ve dileseydik onları kör ederdik de doğru yolu ararlar, bulamazlardı, nasıl görebilirlerdi ki?
67- Ve dileseydik onları çarpıp, durdukları yerde bir başka şekle sokardık da kalakalırlardı, ne ileriye gitmeye güçleri yeterdi, ne geriye dönmeye.
68- Ve kimin ömrünü uzatırsak yaratılışta âdeta geriye döndürürüz onu, çocuklaşır; hâlâ mı akıl etmezler?
69- Ve biz, ona şiir belletmedik ve bu, ona yakışmaz da; bu, ancak bir öğüttür ve her şeyi açıklayan Kur'ân.
70- Diri olanı korkutması ve kâfirler hakkındaki sözün gerçeğe çıkması için.
71- Görmediler mi ki kudretimizle yapıp meydana getirdiklerimizden davarlar halkettik onlara ve onlar da bu davarlara sâhib oldular.
72- Ve bu davarları onlara münkad ettik de binecekleri hayvanlar da onlardan ve onların bâzısını da yerler.
73- Ve daha da nice menfaatleri var onlarda ve içecekleri de onlardan meydana gelmede; hâlâ mı şükretmezler?
74- Ve bir yardıma ermek için Allah'ı bırakırlar da başka mâbutlar kabûl ederler.
75- Onların, güçleri yetmez yardım etmeye onlara ve asıl onlardır o uydurma mâbutların hizmetine hazırlanmış askerler.
76- Mahzûn etmesin seni onların sözleri; şüphe yok ki biz, gizlediklerini de biliriz, açığa vurduklarını da.
77- İnsan, kendisini, hiç şüphesiz bir katre sudan yarattığımızı görmedi mi de şimdi o, apaçık bir düşman olmaya kalkışmada.
78- Ve bize bir örnek getirmede ve yaratılışını da unutmada, çürüyüp dağılmış kemikleri kim diriltir demede.
79- De ki: Onu ilk defa yapıp meydana getiren diriltir ve o, her çeşit yaratmayı bilir.
80- Öyle bir mâbuttur ki size, yemyeşil ağaçtan ateş halketmiştir de ateşlerinizi onunla yakarsınız.
81- Gökleri ve yeryüzünü yaratanın, onların benzerini yaratmaya gücü yetmez mi? Evet ve o, her şeyi yaratan mâbuttur, her şeyi bilir.
82- Emri, bir şeyin yaratılmasına taalluk eder, birşeyi yaratmayı dilerse ona ol der, hemen oluverir.
83- Yücedir, münezzehtir o mâbut ki her şeyin tasarrufu ve tedbîri, onun elindedir ve hepiniz de dönüp onun tapısına varacaksınız.