İSLAM TOPRAKLARINDA YAŞAYA MÜSLÜMANLARARAS KÜLTÜREL, EKONOMİK, SİYASİ İŞBİRLİĞİ ve BLOKLAR
Günümüzde batının doğuya karşı takındığı tavır, eskinin değişik bir bakışından başkası değildir. Batı tek devlet tasavvurunu; AET, Avrupa Parlamentosu ve NATO teşkilatlarıyla tamamlamıştır. Tek gaye; Hristiyan kültürüne dayalı ve haçlı ruhunun temelleri üzerinde, batının menfaatlerini savunucu bir eda ile dünyayı “Siyasi açıdan birleştirme gayreti”nin sonucu kuvvetlinin zayıfı bir nakavt darbesiyle yere yıkıp dünyanın siyasal birliğini (sağlayıcı bir yöntem kullanarak küfür hakimiyetini) kurmaktır. (Arnold Toynbee, Medeniyet Yargılanıyor: 129-130).
Batı’nın İslam’la karşılaşması, henüz çocuk çağda iken, Arap İslam toplumunun kahramanlık dönemine rastlar. Müslümanlar, bu dönemde dünyada İSLAM’N HAKİMİYET ÇAĞINI yaşadılar. İslami bir devletin kuruluşunu başardılar”. (A.g.e.:177).
19. yüzyılın başlarında batının başlattığı “sanayi devrimi ve asırlık İslam düşmanlığı” ilkesi hakimiyet sahnesine çıktı. Batı’nın İslam dünyası üzerine yoğun saldırıları, iki medeniyeti günümüzde yeniden karşı karşıya getirdi. Görülecektir ki bu, batı medeniyetinin bütün insanlığın büyük bir toplum halinde birleştirilmesini ve modern batı tekniği sayesinde kullanabildiği yerdeki, gökteki ve denizdeki her şeyin kontrolünü isteyen büyük hırsının bir parçasıdır.” (A.g.e.: 179).
Onun için İslam ile batının çağdaş karşılaşması, geçmişteki ilişkilerinden yalnızca daha canlı ve içten olmakla kalmamış, batılı adamın dünyayı “batılılaştırma” eylemini açığa çıkaran bir olay olmuştur ki, iki dünya savaşını görmüş bir neslin tarihinde bu, gerçekten en ilginç ve en önemli olaylardan sayılmalıdır. Bu yüzden İslam, bir kez daha batı ile karşılaşıyor. Ne var ki bu sefer kozlar, haçlı seferlerinin en kritik dönemlerinden daha çok aleyhine; çünkü çağdaş batı ona karşı yalnız silah yönünden değil, aynı zamanda silah sanayiinin son derece bağlı olduğu “ekonomik hayat anlayışı (=homoekonomiko=ekonomik hayvan) konusunda da ve hepsinin üstünde ruhsal kültürde-medeniyet denilen ve kendi kendine dışa dönük ürünleri yaratan ve besleyen o deruni güçte de üstün...” (A.g.e.: 180).
Batının sakladığı bu çirkin yüzünün bizzat bir batılının ağzından yapılan itiraflar, aslında saklanmadığı, tarihin vesikaları arasında göremememiz için bilmem ki herhangi bir ispata ihtiyaç var mıdır? Ama ne yazık ki kültürümüzün kimliğini taşıyan entellektüellerimiz bu ihanet planını idrakten yoksundurlar. Batıyı batıdan daha çok savunan bir gençlik oluşmasında, batı hesabına çalışan bu aydınlar bir gün hesap vereceklerdir. Zira bir buçuk asırdır, batının bu hain perde arkası çirkin yüzünü genç nesilden saklayarak, hep güzel gösterdiler. Bu, aslında batı adına yapılan bir kültür istilasında başka bir şey değildi. Şayet yabancı emperyalist bir güç silah zoruyla bu ümmetin toprağını işgal etseydi, bundan daha idealini yapmazdı.
Bu devrin ihanet planlarını en güzel şekilde uygulayıp bir devran süren, sonra da yabancı emellerin kurbanı olduğunu anlayınca da taripin en büyük ihanet planına kurban giden cennetmekan Abdülhamit Han’ın ruhaniyetinden istimdad dileyen filozof Dr. Rıza Tevfik şöyle diyecekti:
“Nerdesin şevketli Sultan Hamid HAN
Feryadım varır mı bârigâhına
Ölüm uykusundan bir lâhza uyan
Şu nankör milletin bak günahına
Tarihler ismini andığı zaman
Sana hak verecek hey koca SULTAN
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyasi padişahına
Milliyet dâvâsı fıska büründü
Rıdây-ı diyanet yerde süründü
Türkün ruhu zorla âsi göründü
Hem peygamberine hem ALLAH’ına”
Evet bu aydın kişi, istilacı güçlerin emellerine işte böyle hizmet ettiğini ifade ederek bir devrin ihanet planlarını böylece sergilemiş ve sonunda da itiraf-ı zünûb eylemişti. Oyun güzel sahnelenmişti batı tarafından. Çünkü bu, üç asırlık için yazılan senaryonun ürünü idi. Mevsim mevsim sahneleniyordu yapılmak istenen. Bıçak can damarını kesme hedefini iyice tespit etmiş ve koca bir ümmetin merkezi otoritesi çok hassas hesaplarla darmadağın edilmişti. Bir saat başsız kalması dahi fitnenin hakimiyeti diye nitelendirilen bu ümmet, yarım asrı aşkındır başsız ve biatsız bir toplum halinde yaşamaya mahkum edilmiştir. (Çeviren)
“Batının nihayet medreselerimizde yetişmiş Afgani’yi ve Abduh gibilerini de İngiliz efendileriyle birlikte aynı locaya kayıtlı yüksek dereceden bir mason olarak gösterdiği zaman da şaşırmıyoruz. Belgeler artık önümüze serilmiştir. Onların duyumsal entrikaları ortaya çıkarmıştır ki, sömürgecilik, hiç bir zaman siyasi ve hatta iktisadi çıkarlar için sahnelenmiş bir olay değildir. Sömürgecilik, İslam’ın temelindeki manevi ve sosyal gerçekliğe düşman bir kültür çatısının yükü olmuştur.” (Cihad-es?Sufi: 66).
“Kolayca ispat edilebilir ki, İslam dünyasındaki modernist hareket doktrini ve siyasetini, doğrudan doğruya sömürgeci kuvvetlerden almış ve onların siyasetlerini ikmal etmiştir. İşte bu sebepledir ki, onların mirasçıları müslüman ülkelerde kafirlerin kurdukları yönetimlerin yüksek basamaklarında bulunmaktadırlar.” (A.g.e.: 70).
Nihayet asrımızda toprak sömürü ve askeri işgal metodlarının emperyalistlere gayelerini gerçekleştirmekten daha çok zarar verdiği anlaşıldı. Bundan dolayı emperyalistlerin stratejisinde yeni değişmeler oldu. Toprak işgalini terk ederek bunun yerine kafa ve kalpleri sömürmeye yöneldiler. İşte kültür emperyalizmi adıyla bilinen şey budur.” (Kültür Emperyalizmi. Hedef ve Metodları: 15).
“20. asırda kültür savaşının –her asında geçerli olduğu gibi- insan ve silah gücüyle yapılan savaştan daha tehlikeli olduğu anlaşılmıştır.
“Batı dünyası İslam dünyasını askeri, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda yenilgiye uğrattıktan sonra bir süre siyasal hegemonyası altında tuttu. II. Dünya Savaşı’nda siyasal özgürlüğe sahip halkı müslüman ülke sayısı bir elin parmakları sayısına bile ulaşmıyordu.
Emperyalist batı, onları öyle parçalara ayırmıştı ki, bu devletlerin birbirleriyle bağlantı imkanı ortadan kalksın ve bu devletler sürekli bir biçimde kendilerine bağımlı kalsın. Batı böylece teknolojik üstünlüğün verdiği avantajları da kullanarak bu devletleri birer koloni gibi kullandı. Kendi hakimiyetini sağlayan bütün şeylerin hammaddelerini dahi bu devletlerden alıp, teknoloji artıklarını bu devletlere verdi. Bazen bu devletlerde oluşturduğu koloni merkezleriyle, bazen de bu devletlerdeki yerli işbirlikçi uşakları eliyle emperyalist programını sürdürdü. Onlara enjekte ettiği pragmatist hukuk sistemleri ve kokuşmuş ahlak yapısıyla ruhlarını köreltmeye ve uşak nesiller yetiştirmeye çalıştı.
Fakat sevindirici bir durumdur ki son yıllarda batının emperyalist amaçlarının farkına varıp görebilen ve buna karşı İslam dünyasında ortak bir işbirliği kurulmasını amaçlayan çalışmalar su yüzüne çıkmıştır.
Aslında batı kendi emperyalist politikasını sürdürmek için bu birliği çok önceleri oluşturmuştur. AET vb. kuruluşlar ancak bu amaca yönelik kuruluşlardır.
İslam dünyasındaki çabalar ise şimdilik pek öyle iç aydınlatıcı değildir. Bunun nedenleri bir çok temele dayanır. Bir kere bunu engelleyen etken ideolojiktir. “İslam dünyası” dediğimiz bütünün karmaşık bir yapısı vardır. Bu, asırların emperyalist güçlerinin müştereken uyguladıkları planın sonucudur. İşte bu sonuçla ortaya çıkan İslam dünyasının, yeniden İslamlaşma hareketiyle özbenliğine kavuşması şarttır. Sosyalist ve kapitalist dediğimiz sistemlerden birinin peyki halinde bulunan devletler olduğu gibi, kendi içinde bütünlük dediğimiz devletlerden bir ikisi dışında sağlam bir temele oturmamışlardır. Birbirleriyle rekabet, hatta çatışma içinde bulunan ya da bulundurulan devletlerin sayısı az değildir. Bütün bunlar, İslam dünyası dediğimiz topluluğun birleşmesini bir güç haline gelmesini engelleyen etkenlerden birkaçıdır.
Bizim için önemli olan; kapitalist ya da sosyalist bloklardan birini tercih etmiş devletlerin bir güç birliği oluşturması ve birbirleriyle ilişkilerini yoğunlaştırması değildir. Aksine bu devletlerin ortak miraslarını, dünya nizamlarını ve uygulamadan kaldırdıkları kendi sistemlerini uygulamaları ve her türlü emperyalizme karşı bir dayanışma oluşturmalarıdır. Batı’nın koyduğu sistemleri ve kurumları çalıştırarak uygulamaya koymak, birleşmeye çalışmak ve bundan fayda beklemek safdillik olur.” (İslam ülkeleri arasında ekonomik ve sosyal işbirliği- Abdurrahman Kureyşî) Çeviren.
|