Federe ve Muhtar Türk Cumhuriyetleri



Yüklə 14,45 Mb.
səhifə29/100
tarix17.11.2018
ölçüsü14,45 Mb.
#82905
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   100

Ekonomi: Doğu Türkistan petrol, uranyum, demir, kömür, altın, volfram, tuz, doğalgaz gibi stratejik yeraltı ve yerüstü zenginliklerine sahip bir ülkedir. Bütün Çin’de mevcut 148 çeşit madenin 118 çeşidi Doğu Türkistan’dan çıkarılmaktadır. Doğu Türkistan’da şimdiye kadar 5.000 yerde maden ocağı bulunmuş olup bu, Çin’deki toplam maden ocağının %85’ini teşkil eder.

Yaklaşık 500 bölgeden petrol, 30 bölgeden doğal gaz çıkarılmaktadır. Petrol rezervi 8 milyar ton olarak tespit edilmiş ve her yıl 10 milyon ton petrol Çin’e taşınmaktadır.

Çin’in kömür rezervinin yarısı Doğu Türkistan’dadır. Yıllık altın üretimi de 360 kg. civarındadır. Uranyum, volfram gibi stratejik madenler ile tuz ve renkli kristal taşları Doğu Türkistan’ın başlıca yeraltı ürünlerindendir.

150 bin km2 tarım arazisine ve bir o kadar ekilebilen toprağa ve 12 bin km2 genişliğinde ormanlık alana sahip Doğu Türkistan yaylalarında 60 milyona yakın küçük ve büyük baş hayvan beslenmektedir.

Bu doğal kaynakları bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden sayılması gereken Doğu Türkistan, maalesef şu anda “geri kalmış bir ülke” hüviyetinde olup, halkı kendi topraklarında yoksulluk içinde yaşamaktadır. Bunun başlıca sebebi, bu zenginliklerin talan edilircesine Çin’e taşınması ve ülkede kurulu bütün sanayi tesislerinden sağlanan gelirin Pekin’e aktarılmasıdır. Nitekim, Çin yöneticileri, Çin’in hammadde zenginliklerinin %85’inin Doğu Türkistan’dan elde edildiğini itiraf etmektedirler. Ülke sanayi kuruluşlarında çalışanların %90’ını ve petrol tesislerinde çalışanların %99’unu bölgeye yerleştirilen Çinliler oluş-

turmaktadır. Bu bakımdan Türkler arasında işsizlik oranı çok yüksektir.

Kısacası, Doğu Türkistan dünyanın en zengin ülkelerinden biri olmasına rağmen, belki en fakir olan ülkedir…

Eğitim: Doğu Türkistan bölgesinde 800 anaokulu, 7100 ilkokul, 1900 ortaöğretim okulu, 100 meslekî ortaöğretim okulu, sağır dilsiz ve görme özürlü çocuklar için 20 özel okul, 21 yükseköğretim enstitüsü ve çeşitli branşlarda 100 fakülte vardır. Teknik ve meslek içi eğitim kurslarıyla tatil dönemlerinde eğitim sunan programlar da oldukça yaygındır. Günümüzde 40 üniversite ve 90 lisansüstü uzmanlık okulu vardır. Endüstri, tarım, ormancılık, tıp ve halk sağlığı, finasman, hukuk ve siyasal bilimler, kültürfizik, sanat eğitimi, öğretmen okulları ve okul öncesi eğitim uzmanlığı gibi branşlarda yaygın eğitim verilmektedir. Günümüzde Doğu Türkistan eğitim kurumlarından yararlanan çocuk, ergen, yetişkin, sağır-dilsiz ve görme özürlü kişilerin toplamı dört milyon civarındadır ve sayılan eğitim kurumlarında 180.000 öğretmen çalışmaktadır.

Eğitim alanında da bu eşitsizlik sürmektedir. Uygur ve diğer Türk kökenli halkların çocuklarının üniversite kazanma oranı oldukça düşüktür. Yukarıda bahsettiğimiz okulların çoğunda Han milletinden öğrenciler eğitim görmektedir. Çin hükûmetinin eskiden beri Uygur Türklerini cahil bırak-yönet siyasetiyle, eğitim kalitesini yükseltmeye yönelik hiçbir girişimi yoktur. Kâğıt üzerinde eğitimde eşitlikten bahsedilmesine rağmen Uygurların eğitim hakkı her zaman engellenmiştir. Hanlılar bakımlı ve bilgisayarla donatılmış okullarda eğitim görürken, Uygur Türkleri ilkel okullarda eğitimini sürdürmektedirler.

Eskiden okullarda Çince ağırlıklı eğitim yapılırken, 1998 yılında alınan bir kararla üniversitelerde eğitim Çince ağırlıklı yapılmaya başlanmıştır. Yavaş yavaş bütün okullarda Çince eğitime geçilmesi plânlanmaktadır.

Basın-yayın: Doğu Türkistan’da basın-yayın hayatının durumu ile ilgili olarak F. Sema Barutcu Özönder’in “Doğu Türkistan’da Basın-Yayın Hayatı: Milletler Neşriyatı’nın Edebi Neşriyatı Örneğinde” adlı çalışması da bir fikir verebilir. Bu makalede Çin’in en büyük azınlıklar neşriyatı olan Milletler Neşriyatının Uygurca kitap kataloğunu incelemiş ve Kurum’un neşriyatı Merkezî hükûmetin azınlık topluma karşı yürüttüğü siyasetle birebir uygunluk gösterdiği tespit edilmiştir. Yayınevinin 1953-1980 yılları edebî yayın faaliyeti birkaç istisna dışında tamamen parti ideolojisine dönük propaganda eserleridir ve çok az Rusçadan tercümeyi saymazsak, hemen hepsi Çinceden tercümedir.12

Sağlık: Halk, devletin sağlık hizmetlerinden de mahrumdur. Doğu Türkistan’daki Çinli nüfusun %95’i devletin ücretsiz sağlık hizmetlerinden yararlanmasına karşılık, Türklerin yararlanma oranı ancak %12 civarındadır. Kalanı, %88’i ücrete tâbidir.

Uygur Türkçesi



Uygur Türkçesinin Genel Türk
Dili İçindeki Yeri

Uygur Türkçesi tarihte Türk milletinin kültürünün gelişmesinde önem rol oynamıştır. Çağdaş Uygur Türkçesi de Eski Uygurcanın devamıdır. Uygur Türkçesi Türk dilinin gelişmesinde bir dönüm noktasıdır. Çünkü Uygur Türkçesi -yani Uygur devrine ait Türkçe- Çuvaş ve Yakut lehçeleri müstesna olmak üzere bugünkü Türk lehçeleri için bir ana dil mahiyetindedir. Bugünkü lehçeler, Türk dilinin gelişme kanunları bakımından, Uygur Türkçesi devrinden ayrılmışlardır. Bugün ayrı ayrı lehçelerin özellikleri gibi görünen teferruat, Uygur Türkçesi devrinde bir dil içinde ve o dilin tam hukuklu unsurları halinde yaşamakta idiler. Bunun tespiti Uygur Türkçesinin, Türk dilinin gelişmesinin tarihi ve bu gelişmenin yol ve kanunlarını tayin için de ne kadar mühim bir yer tuttuğunu göstermeye kâfidir.

Türk dili Türk milleti kadar yaşlı bir teşekküldür. En eski Türk dilinin nasıl olduğunu şimdiden katiyetle söyleyememekle beraber, bugün elimizde bir müspet netice olarak şunu söyleyebiliriz. Türk dilinin tarihî devirlerine giden yol Uygur Türkçesi devri üzerinden gidecek ve onun araştırılması da bu devrin bize gösterebildiği yollardan istifade edecektir.13

Uygur Türkçesinin tasnifine gelince, XIX. yüzyılın başlarından son yıllara kadar yirmiden çok tasnif denemesi yapılmıştır. Bunların içinde en önemlileri Radloff’un, Ramstedt’in ve Samoyloviç’in tasnif denemeleridir.

Türk dil biliminin kurucusu Wilhelm Radloff’un “Kuzey Türk Dillerinin Ses Bilgisi” adlı eserinde yayımlanan ve “Türk Lehçelerinin ses Özelliklerine Göre Tasnifi” adını taşıyan denemesi, daha önceki tasnif denemelerine bakarak, çok daha bilimsel ve ayrıntılıdır. Radloff Türk lehçelerini dört gruba ayırmıştır:

I. Doğu Diyalektleri: 1. Asıl Altay diyalektleri (Altay, Teleüt), 2. Baraba diyalekti, 3. Kuzey Altay diyalektleri (Lebed, Şor), 4. Abakan diyalektleri [Sagay, Koybal, Kaç, Yüs ve Kızıl, Küerik (Çolım), Soyon, Karagas, Uygur];

II. Batı Diyalektleri: 1. Kırgız diyalektleri (Kara-Kırgız, Kazak-Kırgız, Kara-Kalpak), 2. İrtiş diyalektleri, 3. Başkurt diyalekti, 4. Volvo ya da Kuzey Rusya diyalektleri (Mişer, Kama, Simbir, Kazan, Belebey, Kasım);

III. Orta Asya Diyalektleri: 1. Tarançi, Kumul, Aksu, Kâşgar; Çağatay diyalektleri (Kuzey Sart, Hokant, Zerefşan, Buhara, Hive).

IV. Güney Diyalektleri: 1. Türkmen, 2. Azerbaycan, 3. Kafkasya diyalektleri, 4. Anadolu diyalektleri, 5. Kırım diyalekti, 6. Osmanlı diyalekti.

Radloff’un bu tasnifi, görüldüğü gibi, sadece dilleri değil, diyalektleri de içine alması bakımından çok ayrıntılı bir tasnif denemesidir.

Radloff’tan sonraki en önemli tasnif denemesi ünlü Mongolist ve Altayist Ramstedt yapmıştır. Ramstedt tek heceli sözlerin sonundaki -aE ses grubunun durumu, Eski Türkçedeki /d/ foneminin korunması ya da /z/ ve /y/ seslerine gelişmesi, söz başındaki /t/ sesinin durumu gibi ölçütlere göre Türk lehçelerini şöyle tasnif etmiştir:

I. Çuvaş dili (taE > tu “dağ”)

II. Yakut Dili (taE > tıa “orman”)

III. Kuzey Grubu:

1. d- alt grubu (taE > taE): Uranhay, Soyot; Karagas

2. z- alt grubu: Koybal, Şor; Çolım

3. y- alt grubu (taE > to: ya da tu:): Barada; Altay (Altay Kalmıkları, Teleüt, Lebed, Kumandı)

IV. Doğu Grubu (d > y, taE > taE): Sart (Buhara, Hive); Doğu Türkistan (Yarkent, Kaşgar, Turfan, Hami, Tarançi, Çağatay)

V. Batı Grubu (taE > taw, d > y): Kırgız, Kazak, Kara-Kalpak, Nogay, Kumuk, Karaçay, Balkar, Karaim, Volga diyalektleri (Tatar, Mişer), Başkurt.

VI. Güney Grubu (taE > daE, da:, d > y): Türkmen (Türkmenistan, Stavropol), Türk ya da Osmanlı.

Ramstedt’in tasnifi, kullandığı ölçütlerin az olmasına rağmen, görüldüğü gibi, oldukça ayrıntılı ve gerçeğe yakındır.

Yine önemli tasniflerden biri olan Samoyloviç’in tasnifidir. O Türk lehçelerini altı gruba ayırmıştır. Tasnifinde Yeni Uygur Türkçesini taEliq- grubuna (Çağatay, Güney-Doğu) dâhil etmiştir. Bu grubun özellikleri şunlardır: 1. Z (toquz), 2. d > y (adaq > ayaq), 3. bol-, 4. -aE > aw (taE > taw). 5. -ıE > -ıq (taElıE > taElıq), 6. -Ean (qalEan). Eski yazı dillerinden Çağataycayı da bu gruba dâhil etmiştir.

Modern Türk dil ve lehçelerinin bugüne kadar yapılmış tasnif denemelerinden yola çıkarak Türk lehçelerini 12 gruba ayırmıştır: Yeni Uygurca ile Özbekçeyi taEliq veya Çağatay grubuna dahil etmiştir.14

1 Mehmet Emin Buğra, a.g.e., s. 8-16.

2 Mehmet Emin Buğra, a.g.e., s. 23-27.

3 İklil Kurban, a.g.e., s. 9-15.

4 Mehmet Emin Buğra, Amaç Karahoca, Doğu Türkistan - Çin Müstemlekesi, İstanbul 1960, s. 55-61

5 Mehmet Emin Buğra, a.g.e., s. 61.

6 Mehmet Emin Buğra, a.g.e., s. 85.

7 Mehmet Emin Buğra, a.g.e., s. 348-350.

8 Şin Cangning Kiskiçe Tarihi, 1984, s. 325-326.

9 Şin Cangning Kiskiçe Tarihi, 1984, s. 328.

10 A. N. Korupatkin, Kâşgariye, (İngilizceden Uygurcaya çeviren: Hekime Erşidin) Ürümçi 1984.

11 Çin Halk Cumhuriyeti Türkiye Büyük Elçiliği, Sincian’ın Şimdiki Durumu, Ank. 1997.

12 F. Sema Barutcu Özönder, “Doğu Türkistan’da Basın-Yayın Hayatı: Milletler Neşriyatı’nın Edebi Neşriyatı Örneğinde”, Doğu Türkistan Çağdaş Uygur Edebiyatında Millî Mücadele, (Sempozyum) Ankara 1996, s. 65 vd.

13 R. R. Arat, “Uygur Türkçesi’nin Türk Dili Tarihindeki Yeri”, Makaleler, Ank. 1987, s. 400.

14 Erdem Dergisi, Ankara, cilt 5, Ocak 1989.

XX. Yüzyıl Doğu Türkistanı’nda Sûfî Silsileleri ve Evliya Sevgisi / Prof. Dr. Thierry Zarcone [p.282-289]

Prof. Dr. Thierry ZARCONE

Bilimsel Araştırmalar Millî Merkezi (CNRS) / Fransa

Kaşgar İslam Emirliği sırasında (1865-1877), Emir Yakup Bey, 17. yüzyıldan beri Doğu Türkistan’ı yöneten prestijli Nakşibendî ailesi mensubu Buzurk Hoca’yı iktidardan uzaklaştırmasına rağmen Doğu Türkistan’da Sufilik ve Evliya Sevgisi çok güçlüydü.1 Yakup Bey kendisi Nakşibendî ve Kadiri şeyhlerinin takipçisi, bu yolun büyüklerinin türbelerinin ve evliyalarının şevkli bir propagandacısıydı. Yakup Bey, kendisinden iki asır önce yaşamış olan Nakşibendî tarikatının kurucusu, ülkesinin başkenti Kaşgar’ın en önemli Evliyası ve dini rehberi olan Afak Hoca’nın hatırasına çok saygı duyardı. Yakup Bey aynı zamanda bir çok türbenin restorasyonu ve genişletilmesini emretti ki bunların arasında en ünlüleri Bibi Maryam, Ordam Padişah ve Sa’tuk Buğra Han türbeleriydi. Doğu Türkistan 1949’daki Çin Marksist Devrimi’ne kadar Hac yolları ağıyla Hindistan ve Osmanlı’ya bağlanıyordu ve bu yollar üzerinde birçok Sûfi dergahları bulunuyordu. Sûfi Kardeşliği bu yollar vasıtasıyla iktisadi, kültürel ve diplomatik ilişkilerde kayda değer rol oynamıştır. Mesala Türk Halveti ve Nakşibendî Sûfi kuruluşları Osmanlı’nın Kaşgar’a yaptığı askeri desteğin sağlanması konusunda yardımcı olmuştur.2 Yakup Bey’in öldürülmesi ve Çin’in Kaşgar’ı tekrar ele geçirmesini takip eden onlarca yılda birçok Sûfinin öldürüldüğü veya sınır dışı edildiği ve türbelerin yerle bir edildiğini öğrenmekteyiz. Bununla birlikte birçok Sûfi dergahının aktif olduğu ve evliya kültünün halkın hayatında az çok varlığını sürdürdüğü söylenebilir. 20. yüzyılın ilk kısmında Doğu Türkistan Müslümanlarının siyasi hedefi Çin egemenliğinden kurtulmak ve vahalarda şer’i hukuku yegane hukuk olarak yürürlüğe koymak olmuştur. Bir çok dini şahsiyet (ahund) hatta Sûfiler kısa ömürlü ve Şeriata dayanan bağımsız devletlerin kurulmasını sağlayan ayaklanmalara katıldılar. Bunun yanında 20. yüzyılın başlarında Basmacılar ayaklanmasının Sovyetlere yenik düşmesiyle Sovyetlerin dini zulümlerinden kurtulmak için Sovyet Fergana’dan Doğu Türkistan’a kaçan ve genellikle Nakşibendî olan Özbek şeyhlerle Elit Sûfilik yeniden canlanmıştır. Genellikle Nakşibendî olan Elit Sûfilik Komünizm öncesi Doğu Türkistan’da şeyhler tarafından birçok medrese vasıtasıyla iyi temsil edilmişti.

Elit Sûfilik

Sözlü kaynaklar bize, 20. yüzyılın başlarından itibaren Ferganalı Sûfîler ve haleflerinin Doğu Türkistan’daki Sûfiler arasında iyi konumda olduklarını açıkça göstermektedir.

Kesinlikle, Nakşibendîyenin iki ayrı koluna mensup olan Ferganalı şeyhlerin başta Doğu Türkistan’ın güneyi, sonra da bütün Doğu Türkistan’da dergah ve müritlik ağlarını kurmayı başardıkları söylenebilir. Bu ağlar hâlâ varlığını sürdürmektedir ki ben de bu ağların kurucularının tarihini Kaşgar, Yarkent, Hotan ve Urumçi’deki temsilcilerinden öğrendim.3

Belirlediğim ilk silsile Nakşibendiyye Hafiyye’ye bağlı “Medrese-temelli Nakşibendîye” idi. Sessiz zikr (zikr-i hâfi) yapıyorlardı.

İkinci silsile ise Nakşibendi Cehriyye’ye bağlı olan “Dergah-temelli Nakşibendîye” idi ve hem sesli (zikr-i celî) hem de sessiz zikr yapıyorlardı. Benim sunduğum isimlendirmeye göre, birinci silsile medrese-

ye dayanmakta ve şeyhleri genellikle hem Sûfiler hem de ulemadan oluşmaktaydı. İkinci silsile ise Sûfi tekkelerine (dergah) dayanmaktaydı.

Nakşibendiyye


Hafiyye / Nakşibendiyye
Tâkibiyye

“Medrese-temelli Nakşibendîye” silsilesinin kurucusu Basmacılar ayaklanmasının 1926’daki başarısızlığından sonra Fergana’dan kaçan Namanganlı Şeyh Kameruddin (ö.1938)’dir. Nakşibendîye’nin tanzimcisi ve Mucahidin-i Nakşibendî’nin kurucusu olan Hindistanlı Ahmet Serhendî’nin izindeki Şeyh Kameruddin, Nakşibendiyye-Hafiyye’nin Orta Asya’daki temsilcisiydi. Kameruddin’in Sûfilik silsilesinin ismi Nakşibendiyye-Tâ-kibiyye idi. Takibiyye, bilinmeyen bir tarihte Uş’ta ölen Kameruddin’in babası Salahattin-i Takib’in lakabından gelmektedir. Kameruddin 5 yıl Kargalık vahasında bulunduktan sonra öldüğü yer olan Yarkent çevresine daimî yerleşti. Bu Sûfi şahsiyet, ruhani bir önder veya reis ve aynı zamanda, sosyal ve siyasi danışman olarak çalışmakla Şeyhin siyasi boyutuna bir örnek teşkil ediyordu. Zira O, 1938’de Müslümanların Tungan/Hui’lere (Çinli Müslümanlar) karşı ayaklandığı dönemde Kargalık’a temsilci olarak atanmıştı. Daha sonra Kameruddin hapse atıldı ve öldüğü yer olan Çin’e sürüldü. Onun yerini takipçilerinden biri olan Şeyh Eyyüp Kâri (Ziyauddin el-Yarkendi) (ö.1952, Yarkent) devraldı ve Nakşibendiyye-Tâkibiyye’ye Cumhuriyet devrinin son döneminde başkanlık ederek ağını bütün Doğu Türkistan’da sağlamlaştırdı. Eyyüp Kârî, Cumhuriyet rejiminin sonuda ve Komünist Doğu Türkistan’ın ilk yıllarında Nakşibendi Sûfîleri üzerine en güçlü etkiyi bırakan şeyhtir. 1945’te Yarkent’te “Chong Medrese” (Büyük Medrese) adıyla özel bir medrese kurdu, ki bu medrese, Doğu Türkistan’da Nakşibendiyye-Hafiyye’nin kaynağı oldu.

“Dergah-temelli Nakşibendîye” veya Nakşibendiyye-Cehriyye gibi Doğu Türkistan’daki kollarından ayrılan Nakşibendîyyenin özelliklerine ilişkin olarak, Kalenderler ve Evliya muhabbeti gibi diğer hareketlerin üstünde olduğu, Nakşîbend-i Tâkibiyye şeyhlerinin genellikle medresede eğitim gördüğü ve daha da önemlisi, bu şeyhlerin medrese ve dergahlara sistematik bir şekilde katıldıklarının belirtilmesi gerekir. “Kurlık”, “avamî” Sûfilikten ayırmak için bir “elit Sûfilik”i temsil etmişlerdir ve bu daha sonra İşanizm olarak adlandırılmıştır.4 Özellikle bu kolun önde gelen şeyhleri Hindistan’daki Deoband’ın medreselerinde eğitim gördüler. Nakşibendiyye-Takibiyye’nin takipçileri geçmişte ve günümüzde evliya muhabbeti ve her türlü Sûfilik çalışmasına karşıdırlar. Onlar Deobandi Sûfileri gibi an’anevilîğine çok yakın, çok katı bir tasavvufun savunucularıdırlar, ancak Vehabiliğe şiddetle karşıdırlar. Chong Medresesi, 1972’de Çinliler tarafından kapatılıncaya kadar Sûfiler yetiştirmeyi sürdürdü, ancak Nakibendiyye-Takibiyye Gülçe, Urumçi ve Turfan olmak üzere bütün Doğu Türkistan’a yayılmıştır. Eyyüp Kârî 1941’de Nakşibendiyye-Takibiyye’nin çalışmalarının içeriği hakkında bilgi veren ve bu kolun ayrıntılı silsilesini gösteren bir el kitabı yayınladı.5

Kitap, Eyyüp Kârî’nin yerine gelen bu silsilenin büyükleri tarafından yeniden yazılmış, güncellenmiş silsile şemasıyla beraber iki veya üç defa basılmıştır. Doğu Türkistan’ın en büyük Sûfi şeyhi Eyyüp Kârî istisnai bir karizmaya sahipti ve tarihten öğrendiğimize göre Sûfî şeyhler Aksu gibi uzak vahalardan, Yarkent’e onu ziyaret etmek ve yanında bulunmak için gelmişlerdir. Eyyüp Kârî’nin çalışmalarını yakından takip eden Çin hükümeti, 1945’te O’nun bazı ziyaretçilerini tutukladı.6

Çin kaynaklarına göre, 1950’de Eyyüp Kârî ve izindekiler diğer şeyh ve İşanlarla birleşerek Doğu Türkistan’a giren orduya karşı koydular.7 Eyyüp Kârî bir yıl için ortadan kayboldu ve 1951 veya 1952’de esrarengiz bir biçimde öldü. Halefi olan Musa Han (ö.1960) da yeni Komünist rejime karşı başarısız bir savaş verdi. Çong Medresesi 1957’de kapatıldı ve 1960’da kısmen yok edildi. Günümüzde sadece camii varlığını sürdürmektedir.

Bunun üzerine Nakşîbendiyye-Tâkibiyye yer altında çalışmayı veya geleneklerini korumak için yeni rejimle uzlaşmayı benimsedi. Sûfî emirlerinin büyük çoğunluğunun uyduğu verasetin tersine Nakşîbendiyye-Tâkibiyye şeyhlerinin ölümünden sonra yerlerine, sistematik olarak onların çocukları geçmiyordu. Bu soyun son ünlü Şeyhi, 1987’de ölen Turfanlı Şahi Merdan idi. Bu yazı yazıldığı sırada, tarikat babası öldüğünde henüz bir çocuk olan Eyyüp Kâri’nin oğlu Musa Han (ö. 1960) tarafından yönetiliyordu. Bütün Doğu Türkistan’da ve hatta Kuzey Çin’de Tunganlar arasında Nakşîbendiyye-Tâkibiyye’nin bir çok müridi var. En önemli Tungan grubunun üyeleri, Doğu Türkistan’ın kuzeyinde yeni Çin şehri Şihezi’de bulunmaktadır.

Büyük Tungan şeyhi, 2001’de kaza sonucu ölen Yusuf Halife’ydi. Eyyüp Kârî’nin el kitabı müritler arasında dolaşmaktadır ve geçenlerde Çağataycadan Arapçaya ve Çinli müritlerin kullanabilmesi için Çinceye tercüme edilmiştir.8 Nakşîbendiyye-Tâkibiyye’nin Doğu Türkistan’daki diğer bütün Sûfî soylarının aksine Uygur ve Çinli Müslümanları bir araya getirme konusunda başarılı olması işaret edilmeye değer bir olgudur.

Nakşîbendiyye-Cehriyye


(veya Nakşîbendiyye-Kâdiriyye)

Doğu Türkistan’daki ikinci büyük Sûfî soyu Fergana’daki Nakşîbendiyye-Cehriyye’den doğmuştur. İlk başta Kaşgar ve Yarkent’te yerleşmiş üç dalı içerir. Zamanla iki dal, bu şehirden kuzeydeki Hotan ve Urumçi vahalarına yayılmıştır. Doğu Türkistan’ın Nakşîbendiyye-Cehriyye’sinin üç dalının kökenlerini dayandırdıkları, Semerkant’ta üslenen ve Nakşibendiyye Mücahidiyyenin Hüseyniyye dalının başı olan Halife Muhammed Hüseyin’in (ö. 1833-1834) öğrencisi ünlü Ferganalı Sufi Namanganlı Mecdub Namangani’dir (19. yüzyılın başlarında öldü).9 Bu üç dalın özellikleri şunlardır: Şeyhlerin haleflerinin tayininde verasete riayet, sesli zikr (cehrî) üzerine ve vecd içinde dans etmeye yapılan vurgu ve medreseden daha çok dergâh yolunun tercih edilmesi.10 Ayrıca bu soylardan bazıları kendilerini Kâdirî olarak takdim ederler. Kâdirilik, kurucusu Ahmet Sirhindi’nin zamanından beri, Nakşîbendiyye-Mücâhidiyye ile tarihsel olarak bütünleşmiş bir tarikattır.

Nakşîbendiyye-Cehriyye’nin ilk iki dalı, 19. yüzyılın başında, Kaşgar ve Yarkent’te, sonuncusu ise 20. yüzyılın ilk onyıllarında Yarkent’te kurulmuştu. Birinci çizgi Kaşgar’da, Namangan’dan göçen İgişi İşan (1812’de Kaşgar’da öldü) tarafından tanıtıldı. İgişi İşan, Mecdub Namangani’nin müridi idi. Fakat onun hakkında hiçbirşey bilmiyoruz. Onun oğlu Tahir Han Hoca (1947’de öldü) Kaşgar’da doğdu. On yıl Buhara’da bir medresede öğrenim gördü ve daha sonra Kaşgar’a geri döndü. Kaşgar’da Türkler, Tacikler, Tunganlar gibi çeşitli Müslüman etnik cemaatlerden çok sayıda üye alan bir dergâh kurdu. Müritlerinden biri 1937’de Urumçi’ye bir tarikat getirdi. Bu günlerde, Kâdiri bir grup olarak tasvir edilmektedirler. Tahir Han’dan sonra, günümüze kadar O’nun halefleri olarak oğlu ve torunu gelmişlerdir. 1952-1988 arası dergâh, otoritelerce kapatıldı ve bütün ayinler durduruldu. Bu dalın hatırası, Tahir Han Hoca’nın torunu Akhuncan İşan’ın Şubat 2000’de 56 yaşındayken ölümünden sonra, yok oldu. Çünkü Akhuncan İşan’ın kendi oğulları babalarının manevi mirasına karşı tamamen ilgisizlerdi.

Nakşibend-i Cehriyye’nin ikinci dalı, Yarkent’te Molla Niyaz İşan (ö. 1889, Yarkent) isimli bir Yarkentli tarafından başlatıldı. Molla Niyaz İşan, Mecdub Namanganî tarafından Nakşibendî tarikatına kabul edilmek için Nemengan’a gitti. Daha sonra, Emir Yakup Bey Yarkent’e döndü. Dahası, sözlü geleneğe göre, Molla Niyaz İşan’ın babası, Hoca Niyaz İşan, kökenini Nakşîbendilerce yönetilen Hoca Hanedanı’nın kurucusu Âfak Hoca’ya (16. yy.) bağlıyordu. 19-20. yüzyıllarda, bir Fergani Sufi silsilesiyle, geleneksel Doğu Türkistan’ın Sufi silsilesinin birbirlerine dolanması nadir bir durumdur. Molla Niyaz İşan’ın damadı Hasta (ölümü. 1907, Yarkent) Divan’ı olan ünlü bir şairdi.11 Bu dalın son şeyhi olan Tukşun İşan, 1997’de öldü ve oğlu onun halefi oldu. Bu silsilenin Yarkent’teki dergâhı Doğu Türkistan’da muhafaza edilmiş ender tarihi Sûfi binalarından biridir; vecd içinde dans etmek için geniş bir odası vardır.

Fergani Nakşîbendiyye-Cehriyye’nin üçüncü kolu, Yarkent’te, Basmacıların Sovyetler tarafından 1928’de yenilmesinden sonra Fergana’daki Andican’dan kaçan Abdullah [d. 1904. (Andican); ö. 1978 (Yarkent)] tarafından tebliğ edildi. Yerine geçen oğlu Ubaydullah (ö.1993) Cumhuriyet rejimi sırasında Nakşîbendiyye-Cehriyye’nin Doğu Türkistan’daki daha çok temsilci şeyhi konumundaydı. O, Nakşîbendiyye-Cehriyye, edep, ahlak, İslam hukukunun bazı konuları ve Uygur tıbbı üzerine birçok kitap yazdı.12 Bu kitapların hiçbiri yayınlanmadı. Ancak üyelere el altından dağıtıldı. Ubeydullah’ın Eyyüp Kârî’den sonra takipçilerine Sûfilik el kitabı dağıtan 20. yüzyıldaki ikinci Doğu Türkistan Sûfisi olduğu belirtilmesi gereken bir husustur.

Abdullah ve Ubeydullah tarafından kurulan dergah şebekesi özellikle Hotan’da olmak üzere bütün Doğu Türkistan’a yayıldı. Bu yazı yazıldığı sırada tarikat Ubeydullah’ın oğlu, Hidayetullah Han tarafından yönetilmekteydi.

Cumhuriyet ve sonra Komünist Çin zamanında önde gelen şeyhler olan çağdaş Uygur ve hatta Tungan Sûfi şeyhlerine sorduğumuzda, kaçınılmaz surette, Doğu Türkistan’a gelmelerinden 60 yıl geçmiş olmasına rağmen, Ferganalı şeyhler ve haleflerinin isimlerinden söz etmeleri gerçekten şaşırtıcıdır. Temeli bu şeyhlerden biri tarafından atılmış olan “Dergah-temelli Nakşibendîyye”, evliyayı, türbe kültünü ve diğer popüler gelenekleri reddeden “medrese-temelli Nakşîbendi”ye (Nakşîbendiyye-Tâkibiyye’ye) göre avamî İslam ve Doğu Türkistan’daki geleneksel Sûfiliğin pratiklerine daha yakındı.

Nakşîbendiyye-Tâkibiyye’nin sertliğinin nedeninin iki açıklaması vardır. Birincisi Nakşîbendiyye-Tâkibiyye, oldukça ortodoks olan Nakşibendi Mucahidiyye’nin Sûfi geleneğine bağlıydı ve Hindistan Nakşibendiyye’sinin başta temel kitabı olan, Serhendi’nin kitabı Mektubat’a çok saygılıydılar. İkincisi, Nakşîbendiyye-Tâkibiyye açıkça Deobandi reformizminin nüfuzu altındaydı. Bu nedenledir ki halis ve ortodoks bir Sûfilik temsil etmek için Nakşîbendiyye-Cehriyye’nin taraftarlarını hiçbir zaman tanımadılar ve onlarla bağlantı kurmaktan kaçındılar. Özellikle anlaşmazlık konularından biri de zikrin uygulama biçimi olmuştur. 13

Çiştiyye

Elimizde hakkında çok az bilgi bulunan bir başka silsile de Doğu Türkistan’da var olan Hindistan Çiştiyye’sidir. 19. yüzyılda Afganistan’dan veya Hindistan’dan gelerek Doğu Türkistan’da Abdurrahman isimli biri tarafından tebliğ edilen Çiştiyye, günümüzde büyük olasılıkla Doğu Türkistan’ın güneyinde özellikle Hotan ve Yarkent’te bazı Hintli ve Afganlı ticari cemiyetlerin varlığı nedeniyle Hotan vahalarındaki köylerde görülmektedir. Son Çişti şeyhi Cemalettin (ö.1996) Abdurrahman’ın dördüncü torunuydu. Hotan vahalarındaki Çiştilerin vurmalı ve üflemeli müzik aleti eşliğinde kendinden geçiren danslar yaptıkları bilinmektedir.14

Aşırı Marksist olan Sovyet Türkistan siyasetinde olduğu gibi Sûfi Kardeşliği Evliya sevgisi ve özellikle türbe ziyareti ile ilgili Çin siyaseti de aşağıda göreceğimiz üzere hiç yürümemiştir. Evliya türbeleri kesin olarak kapatılmamış ancak bunlara müsamaha gösterilmiştir. Ayrıca bazı Sûfîler eziyete tabi tutulurken bazıları için de tam tersi bir durum söz konusuydu. Çin, din ile ilgili Marksist ilkelerin uygulamasından ziyade ülkenin siyasi birliği ve Çin nüfusunun güvenliği konusunda endişe duymaktadır. Durum böyle olmasaydı türbe ziyareti ve Sûfi silsilelerinin durumu bugün karşılaştığımızdan daha kötü olurdu. Sûfilere yönelik Çin politikası siyasi duruma bağlı olup Müslümanların rejime isyan ettiği noktalarda daha çok sertleşmektedir. Bununla birlikte mollalar, Sûfiler, İşanlar ve bütün dini şahsiyetler hükümetin yakın gözetimi altındadır. Yukarıda açıkladığımız Sûfi silsileleriyle ilgili devlet politikası açıkça daha az güçlü olan Nakşîbendiyye-Cehriyye silsilesine oranla büyük olasılıkla Eyyüp Kârî’nin 1950’de Çin’e karşı gelmesi ve Türk ve Çinli Müslümanlar arasındaki şebekesinin güçlü olması nedeniyle Nakşîbendiyye-Tâkibiyye’ye yönelik olarak açık bir biçimde daha sert olmaktadır. 1976’dan sonra Sûfiliğe genel bir hoşgörü, Yarkent’teki bazı Nakşîbendiyye-Cehriyye gruplarına haftalık zikr ve dans törenleri için izin vermektedir. Gerçi izinsiz gruplar gizlice bir araya gelmeye devam etmişlerdir. Bunun yanında başka bazı vahalarda olduğu gibi Hotan’da iyi temsil edilen “Vehabiler” bütün Sûfîler tarafından cahil ve kendi dinini bozanlar olarak nitelendirilmekte ve bunlara şiddetle karşı çıkılmaktadır. Sûfilik ve özellikle Hoca Nakşibendi Hanedanı, Uygur münevverleri veya aydınları denilmeli ve hükümet çevrelerinden yükselen din karşıtı propagandaların ilgi odağı halindedirler. Eleştirilerin temeli sadece Marksist ilkelerinin uygulanmasıyla sınırlı olmayıp, Evliya sevgisini cemiyetçilik, Sûfîleri sapkın kabul eden Müslüman reformizminden de ilham almaktadır. Hoca Hanedanı asırlar boyu halka eziyet eden feodal bir devlet olarak görülmektedir. Hanedanın kurucusu olan Âfâk Hoca, Hocaların İslam kurallarına riayetkâr ispat etmek ve Sûfiliğin sapkınlık olduğunu göstermek için çabalayan Uygur münevverlerin veya aydınları denilmeli ele aldığı bir çok makale ve kitabın hedefiydi. Aynı zamanda Hocalar, uyuşturucu kullanıcısı ve propagandacıları olarak gösterilmektedir.

Son olarak, Kalender ve Hocalara yöneltilen; dünyadan vazgeçmek anlamına gelen ve İslam’a zıttır şeklinde değerlendirilen “terk-i dünya” doktrininin insanları dinsizleştirdiği eleştirisi ve tasavvufa yöneltilen eleştiriler belirtilmesi gereken konulardır. Propaganda sadece tarihi değil, Hocaların mirasçıları ve türbeye saygı gösterenlerin varisi bildikleri günümüz Sûfilerini (şeyh, işan, hoca, buvim) de ilgilendirmektedir.15

Popüler Sûfilik ve Evliya Sevgisi

Kalenderler/âşık, İşanlık ve


Onur-Grupları
(Hoca Kabileleri ve Şeyhler)

Tarih bize en azından 11. yüzyıldan beri bütün Orta Asya’da olduğu gibi Doğu Türkistan’da da dervişlerin (Kalender, abdal veya divâne) yaygın olduğunu göstermektedir. 20. yüzyılın ilk kısmında mahalli gazetelerde Kalenderler hırsız ve vurguncu olarak tanıtılmaktaydılar. Buna göre bekar yaşayan bu Kalenderler, gruplar halinde seyahat ediyorlar ve köylerde veya türbelerde dualar okuyarak dileniyorlardı. Örneğin Yarkent’te o kadar güçlüydüler ki “düzenli kurum” olarak nitelendirilmekteydiler. Kalenderler, sözlü zikr ve dans ederler. Ayrıca Ahmet Yesevi’nin şiir kitabının (Divan-ı Hikmet) da okuyucularıdır.16 Maoist devriminden sonra gittikçe azalmışlardır. Ancak günümüzde ve Yarkent’teki Çiltanlirim türbelerinde, evlenmeyen ve Kalenderlere has uzun saçları olan bazı gezgin dilenciler dolanmakta ve ziyaretçiler için dua okumaktadırlar. Bunlar ya yeni sosyal ve politik duruma kendini adapte etmiş Kalenderiyye’nin bir devamı ya da Kalender inanç ve tutumlarından etkilenen Uygur dilencilerinin yeni bir eğilimi olmalıdır. Bu dilenciler/dervişler kendilerine Kalender değil de aslında Uygur dilinde “hayatını türbelerin çevresinde geçiren, dünyayı terk eden ve uzun saçları olan gezer derviş” anlamındaki aşık (seven) ismini vermektedirler. 19. yüzyıldaki Rus Türkistanı’ndaki Kalenderler gibi bu aşıklardan bazıları Bahaüddin-i Nakşîbend’i ruhani önder olarak tanımaktadırlar.17 Bu aşıklar aynı zamanda müzik çalıp dans ettikleri toplantılarında haşhaş içmeleri ve İslamî kurallara karşı dikkatsizlikleriyle ünlüdürler. Günümüzde Kalenderiyye, 19. yüzyılın başlarındaki yerel dergilerin yazdığı eleştirileri yansıtan Sûfi karşıtı propagandası tarafından açıkça suçlanmakta-

dır.18 Sûfi tasavvufu Kalenderiyye tarafından itiraf edilen meşhur “dünyadan vazgeçme” (terk-i dünya) kuralından ortaya çıkmış olarak sunulmaktadır ve Uygur ve Çin Komünistleri “dünyadan vazgeçme”nin anti-sosyal bir davranış olduğunu düşünmektedirler.19

İşanlar -bu kelime aynı zamanda elit Sûfîzme bağlı olan Şeyhler tarafından da unvan olarak kullanılır- okuma yazması olmayan, genellikle Nakşîbendi, Sûfi asıllı dini şahsiyetlerdirler. İşan kelimesi elit Sûfiliğe mensup olan şeyhlerin bir unvanı olarak da kullanılmaktadır. Doğu Türkistan’da 1949’a kadar çok güçlü olan İşanlar bu tarihten itibaren her dini eğilim gibi gerilemişlerdir. Güçleri karizmatik kökenden gelmektedir veya sosyolojik bir dille, politik patron-müşteri ağlarına denk tutulabilir. Bu nedenle İşanlar bir siyasi lider ve bazı durumlarda savaş ağası oldular. Kargalık’ta yüzlerce takipçisiyle bir dergahı yöneten İşhan Atahullah, siyasetçi gibi davranan yerel temelli İşan aristokratlarının en çarpıcı örneğidir. Tanınmış bir kimse ve İslam temsilcisi olarak Müslümanların Kargalık ayaklanmasına katılmış ve diğer tanınmış kimselerle beraber sonradan Hotan Emirliği’ne ilhak edilen kısa ömürlü yerel, İslamî bir devlet kurmuştur.20 Din karşıtı propagandalarda İşanlar, Hocalara ve şimdiki nesillerine denk tutulmaktadırlar. Yukarıda da açıklık getirildiği gibi mürit toplamayı bırakıp siyasetten uzak durdukları için, devlet tarafından işkenceye tabi tutulmayan İşanlar da vardır. Fergana’dan gelen zengin (103 yıl yaşamış) bir İşan aile temsilcisi Mirza Sadrettin Bey’in durumu böyledir. Mirza Sadrettin Bey 20. yüzyılın başlarında Sovyetlerden kaçarak Yengisar’ın yakınına yerleşmiştir. Sûfilik hakkında çok az bilgiye sahip olan Mirza Sadrettin Bey’in 1949’daki kadar olmasa bile hâlâ müritleri vardır. Bugünlerde Sûfi merasimlerini sadece dini bayramlar olduğu vakit düzenlenmektedir. O, gücü yerel bölge ile sınırlı kalmayan ve geniş bir mürid ağına sahip olan ilginç bir İşan örneğidir. Babasının Yengisar’daki çiftliğinin yakınındaki aile mezarlığında bulunan türbesi hâlâ ziyaret edilmektedir.

Son olarak Nakşibendî-Cehri geleneğinden ilham almış olması gereken Mirza Sadrettin Bey’in silsilesine Tarika-i İslamiyye adı verilmektedir. Bu ismin sufi yolu için benzersiz ve duyulmamış olması İşanların ruhani esaslarının hatırasını kaybettiklerini göstermektedir.21 Tarika-i İslamiyye’nin Hotan’da bile üyeleri vardır ve günümüz Doğu Türkistan’ın dört geleneksel Sûfî fırkasından biri olarak -diğerleri Nakşibendiyye-Hafiyye, Nakşîbendiyye -Cehriyye (veya Kâdiriyye-Nakşîbendiyye) ve Çiştiyye olmak üzere- çeşitli vahalarda Sûfîler tarafından listelenir.

Diğer Orta Asya bölgelerinde olduğu gibi Doğu Türkistan’da da kutsal türbeler veya Onur-Grupları bulunmaktadır. Bu türbeler arasında en çok temsil edilenleri Hoca ve Şeyh türbeleridir. Birinci grup Türkmenistan’dan Kazakistan’a kadar yayılan ortak bir Sûfi temelini paylaşan Hoca ailelerinin bir koluna mensupturlar. Hoca unvanı Arapçadaki Şerif veya Seyyid’e karşılık gelmektedir. Doğu Türkistan’daki bir Hoca cemaati olan ve Karakaş-Hotan mevkiindeki bir köyden adını alan (aynı zamanda Şahlık Hocası olarak da adlandırılır) İkizerik Hocaları, kökenini Sûfî ataya dayandırır ve çarpıtılmış da olsa bazı tasavvufi tatbikatı sürdürür.22 Onlar Belh’ten Doğu Türkistan’a gelmiş olan Yusuf Hoca Mevlana Halfam’ın Kubrevi ataları olduğuna inanmaktadırlar. Yusuf Hoca Mevlana Halfam’ın anıt kabri Aksaray köyünde bulunmaktadır. İkizeriğin Hocası, grubun liderleri kabul edilen Yusuf Hoca’nın torunlarının isimlerini gösteren soy haritasına (Şecere) sahiptir ve bunlar günümüze kadar iyi bilinmektedir. Aslında Sûfilik hatırası bu grupta muhafaza edilmiştir. Bunun sebebi, Sûfilik törenlerinin (zikr, sohbet, tasavvufi şarkılar ve müzik) düzenlemesi hakkı kendilerine miras kalan Yusuf Hoca’nın erkek torunlarının grup liderleri olarak Hoca ve İşan unvanı taşıyan tek bir kolunun bulunmasıdır.

Zikredilmesi gereken ikinci grup da Yengisar bölgesindeki (Doğu Türkistan’ın güneyi) bir köyde bulunan Şeyhler adındaki Abdal kabilesidir. Onların kabilevi atası, tapınağı kültürel devrim sırasında yıkılan, Seyyit Ebül Fathali Gazi İranlıydı ve yüz yıl önce Budistlerle savaşmış olmalıdır.23

Evliya Muhabbeti ve


İslamlaşmış Şamanizm

Evliya muhabbeti, Doğu Türkistan’da İslam’ın önemli bir boyutudur ve türbeler popüler dindarlığı sürekli kontrol etmek için çabalayanların politikasının ilgi odağı olmuştur.24 Evliyaların büyük çoğunluğu Sûfilerdir. Bir kısmının ise Peygamber ailesinin üyesi veya Şii imamları olduğu iddia edilmektedir.

Müslümanların on asır önce Budistlerle savaştıkları yerlerde, örneğin Kaşgar, Hotan gibi bölgelerde kayda değer türbe merkezleri bulunmaktadır. 20. asırda en çok saygı gösterilen anıt mezarlar Kaşgar’daki Afak Hoca, Yengisar yakınındaki Ordam Padişah, Turfan’daki Tûyûg Hâcem, Hotan yakınındaki Câfer-i Sâdık, Artuştaki (Kaşgar)25 Satuk Buğra Han ve Kuça’daki Mevlana Reşidddin Türbeleridir.26

Yakup Bey’in İslam emirliği sırasında evliya saygısı neredeyse devlet dini haline gelmişti. Türbeler muhafaza ediliyor ve genellikle İşan olan türbedarlara saygı gösteriliyordu. Dahası Yakup Bey gidilen şehirlerdeki türbeleri ziyaret etmek ve evliyalara dua etmeyi bir kaide haline getirmişti.

Emirliğin Çin tarafından yeniden fethinden sonra bazı türbeler tahrip edilmiş ziyaretlerden sorumlu İşanlar da sürülmüşlerdir. Bazı türbeler kutsallığını ve meşruluğunu sağlayan sembollerden yoksun bırakılmışlardır. Bunların arasında en merkezi olanı kutsal “sancak”tır (tuğ, âlem, şadda). Tam olarak bir sırığa takılan renkli bir bez parçasıdır ve Doğu Türkistan’da, Müslüman dünyasının geri kalan kısmında, hatta Batı Türkistan’da bile benzeri olmayan bir rol oynamaktadır. 1938’de Yarkent de bütün kutsal sancaklar din karşıtları tarafından hurafelere karşı başlatılan bir kampanya sırasında toplatıldı.

Bu durum ancak 1949’dan sonra giderildi. Bu son vakada muhtemelen bu türbenin Hoca hanedanının türbesi olarak sahip olduğu önemden dolayı Afak Hoca’nın anıt mezarı gibi bazı anıt mezarların kutsallıkları giderilirken, diğer türbeler korunmuş ve ziyaretçilerin ziyaretine açık bırakılmıştı.27 Özellikle Yengisar yakınında bulunan Ordam Padişah’taki türbe merkezleri kayda değerdirler. Bunun birinci sebebi günümüz Doğu Türkistan’da binlerce kişi tarafından ziyaret edilen en popüler kutsal yer olması28 ve ikinci sebebi ise Çin yetkililerinin yıllık bayramı ve ziyareti katı bir şekilde yasak etmemiş olmalarıdır.

Bununla birlikte bazen siyasi nedenlerle 1990-1993 yılları arası ve 1997’den günümüze kadar olduğu gibi, bunların ziyaretini geçici olarak durdurmaktadırlar.29 Genel itibariyle türbe kültü, günümüz Doğu Türkistanı’nda yasaklanmış değildir. Ziyaretçilerin türbeleri ziyaret (tavaf) etmelerine, sancak (tuğ) dikmelerine ve kurban kesmelerine engel olunmamaktadır. Ordam’da, ziyaretçiler kutsal kazanlarda pişirilmiş kutsal yemekleri paylaşırlar. Türbe bekçileri dualar okumakla meşguldürler. Bazen de ziyaretçilerin sancaklarını sırık demetlerine bağlamalarına yardımcı olurlar. Ordam’daki türbelerde yıllık bayramları sırasında çeşitli görevleri yerine getirmek üzere hizmetçiler (şeyh, şah, sûfî, âşık, bakşî) bulunur. Birçok türbenin yerle bir edildiği kültür devrimi istisna, türbeler genellikle korunmuşlardır. 1980’den beri restore edilerek tarihi eser olarak idari koruma altına alınmıştır.

Resmi din karşıtı propaganda, sıkı bir şekilde batıl inanç (hurafat) olarak sınıflandırılan ve Sûfilikle yakın ilişkisinden dolayı evliya sevgisi eleştirilmektir. Bazı türbeler Uygurların ziyareti yanında Çinli Müslümanların (Tungan, Hui) ziyaretine de uğramaktadır. Bu türbelere en iyi örnek Gansu eyaletinde ve Niksia Hui özerk bölgesinde ünlü olan Afak Hoca’nın anıt mezarıdır.30

Evliya muhabbeti Fetvaların gereğine riayet eden, sûfi evliyalara saygı duyan lonca üyeleri arasında da vardı.31 Fetvalar Doğu Türkistan’da İslamlaşma zamanından beri önemli bir eğilimdi. 1949’dan sonra, loncalar tamamıyla ortadan kaybolmadılar ve bugünlerde hâlâ etkinliklerinin işaretleri var. Uygur bir ırk bilimciye (etnolojist) göre duvarcı, kasap, nalbant, aşçı, marangoz, çoban, terzi locaları var.32 20. yüzyılda kullanılan bir “Çiftçiler için El kitabı”nda (Risaleyi Dahkani) Ahmet Yesevi’nin ismi, çiftçilerin patronları silsilesi içinde görünüyor.33 Maalesef bu konuda kullanabileceğimiz belgelerin sayısı çok az. Bu alan içinde bu konunun araştırılması ve keşfedilmesi gereklidir.

Çağdaş Doğu Türkistan’da Batı Türkistan’da olduğu gibi Sûfizmin popüler bir parçası olarak İslamlaştırılmış Şamanizm mevcuttur. Yüzyılımızın başlangıcında bu konuda Rus etnoğrafları tarafından hazırlanmış kullanabileceğimiz çok sayıda rapor var. Günümüzde Şamanlar, hastalıkları iyileştirici olarak Kuzeydoğu Türkistan’da Kazaklar arasında genelde “emşi”, güneyde Uygurlar arasında ise “bakşi” olarak adlandırılıyorlar.34 Bu eğilimde Sûfizm ve Sûfi evliyalara pek çok atıf var. Örneğin ünlü Karahanlı Hükümdarı Satuk Buğra Han’ın ruhu Uygurlarca bir Sûfi evliyası olarak kabul edilmişti-yüzyılın başında İli vadisinin bakşisi tarafından yapılan bir iyileştirme töreni sırasında çağırılmıştı.35 Aynı zamanda şaman adetinde çok gerekli olan tuğ tören odasının merkezine yerleştirilmişti. Burada axis mundi ile özdeşleştiriliyordu. Şamanlar da İşanlar gibi falda uzmandırlar. Diğer taraftan şamanlar yalnızca iyileştirici olarak çalışmazlar örneğin günümüzde bazı bakşi aileleri Ordam Padişah’taki türbelere ziyaretin düzenlemesinde dikkate değer bir rol oynuyorlar. Bu bakşiler yüzyıllardır ziyaretçilerin -çok prestijli bir görev olduğu kabul edilen- tuğlarını sırıklara sabitlemelerinde yardımcı olmakla görevliler. Dahası ziyaretçilerin tören geçidi sırasında tuğlarını getirirler ve bu arada hastaları da iyileştirecek müzik çalarlar.36 İslamlaşmış Şamanizm Doğu Türkistan’da resmi olarak yasaklanmıştır. Uygur entelektüellerince yazılmış din karşıtı makalelerde bu, tehlikeli bir batıl inanç olarak betimlenmiştir.37

Elit Sûfizm’e hem Nakşibend-i Cehri’de hem de Nakşibend-i Takibiyye’de geçmişte olduğu gibi bugün de kadınlar kabul edilmiyorlar. Bununla birlikte kadınlar bazen Otin denen Şeyhin karısının yönetimi altında toplanırlar. Otin Kur’an açıklamaları yapar ve ibadetleri düzenler.38 Bunun tersine avamî Sûfizm’de ve İslamlaşmış Şamanizm’de ve kesinlikle Evliya sevgisinde de kadınlar önemli bir yer işgal ederler. Kutsal yerlere ziyaret yapma imkanları ve burada icra edilen ritüeller hakkında eksiksiz bilgi sahibi olma imkanları vardır. Hatta bazen türbe bekçisi kadındır. Diğer taraftan, kadınlar Yesevi öğretisinin şiiri “Divan-ı Hikmet”in okuma yoluyla yayılmasında ve zikir yapmada yardımcıdırlar. Özellikle Batı ve Doğu Türkistan’da Hikmet’in okunması için düzenlenen ve kadınlar tarafından yönetilen özel toplantılar vardır.39

1 Bu Sûfî hanedanı hakkında, bkz. İsenbike Togan, “İslam as a State Power in Changing Society: The Khojas of Eastern Turkestan” Jo-Ann Gross içinde: yz.,


Yüklə 14,45 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   100




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin