SİBİRYA’DAKİ TÜRK TOPLULUKLARI
Sibirya Türk Toplulukları Tarihi / Leysen Şahin [p.734-742]
Leysen ŞAHİN
Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü /Türkiye
Tarihî kaynaklarda XIII. yüzyıldan itibaren karşılaşılan Sibir sözü, bir görüşe göre Moğolcada “bataklık yerde sık çalılık, balta girmemiş sık orman” anlamındaki kelimeden gelmektedir. Diğer bir görüşe göre bu kelime Sabir (Sıvır, Savar, Suvar) Türklerinin hatırasını taşımaktadır. Avarların baskısı altında M.S. 463 yılında Batı Sibirya’daki Tobol ve İşim nehirlerinin çevresinde yerleşen Sabirler, burada yarım asır kalarak bölgede kendilerinden daha iptidaî seviyede bulunan kavimler üzerinde derin etki bırakmışlardır. Rus kaynaklarında Sibir adına ancak 1483’ten itibaren raslanmaktadır. Sibir adıyla önceleri yalnız Obi nehrinin orta ve aşağı kısımları kastedilmişken, Rus hâkimiyeti genişleyip İrtiş boyuna ve Baykal gölüne doğru yayılınca, bu ad oralara da verilmiş, en sonunda Kamçatka’ya kadar uzanan bütün Kuzey Asya sahaları Sibir (Sibirya) adını almıştır.
Sibirya’daki bütün Türk topluluklarının oluşma tarihinde bazı genel özellikler bulunmaktadır. Bunlardan biri, buradaki Türklerin tarihine Sibirya’nın yerli Ugor, Samoyed ve Ket kavimlerinin katkıda bulunmuş olmasıdır. Türklerin bölgeye Türk Kağanlıkları zamanında gelmeye başlayıp, Uygur ve Kırgız Kağanlıkları zamanında gelmeye devam etmiş oldukları tahmin edilir. Ondan sonraki etnik sürece Moğol kavimleri de katılmıştır. Bunların dışında Orta Asyalı Kazak, Nogay, Özbek ve Uygurlar da Sibirya Türklerinin oluşmasına belirli bir katkıda bulunmuşlardır.
Çeşitli Türk unsurlarının kendi aralarında etkileşmesi neticesinde Sibirya’da dil bakımından Oğuz, Kıpçak ve Karluk-Uygur dil özelliklerini birleştiren karışık bir yapı ortaya çıkmıştır. Kavim ilişkilerinin sabit olması, etnik toplulukların geç zamanlarda oluşması, İslâm etkisinin zayıf olması, diğer Türk halklarıyla ilişkilerin az olması ve başka etkenler Sibirya Türklerinin dillerinde arkaik özelliklerin korunmasına yol açtığı gibi, eski Şamanist geleneklerini korumaları için de uygun şartlar yaratmıştır.
Yakut Türkleri
Kendilerini “Saka” veya “Saha” diye adlandıran Yakutların çoğu, Rusya Federasyonu içinde yer alan Saha (Yakutistan) Cumhuriyeti’nde yaşamaktadır. Eski efsanelerde adları “Uraanhay Saha” şeklinde geçmektedir. Buna bakarak Sahaların eskiden Urenhaylar olarak adlandırılan Tuvalarla ve Telengitlerle ilişkileri olduğu düşünülebilirse de, bunun yer isminden kaynaklandığı, ayrıca Moğolların her üç kavmi aynı adla isimlendirmesinin de etkisi olduğu söylenebilir. “Saha” adının komşuları Tunguzlarda “Yako” olarak ve Buryatlarda -t çokluk eki ilâvesiyle “Yakut” şeklinde kullanıldığı bilinmektedir. Ruslar, Sahaların komşularından duydukları Yakut kavim adını kullanarak yaygınlaştırmışlardır. Dilciler gerçekte Türkçe olan ve “kenar, kıyı” anlamına gelen “yaka” kelimesinin y~s, k~h ses değişiklikleri sonucunda “saha” şekline geçtiğini düşünmektedirler.
Yakutların menşei meselesi, XVIII. yüzyılın başlarından beri araştırmacıları meşgul etmiştir. Yakutçanın diğer Türk lehçelerinden farklı olmasından ve kelime hazinesinin yarısını eski Türkçe kelimelerin teşkil etmesinden dolayı bazı bilim adamları Yakutların Türk kütlesinden tarihten önceki bir devirde ayrıldığını iddia etmişlerdir. W. Radloff ise, Yakutların Çin tarihlerinde adı geçen Gulıgan kabilesinin Tunguzlarla karışmasından meydana geldikleri tahmininde bulunmuştur. Orhon Yazıtlarının keşfinden sonra bu Gulıganların Göktürk Hakanlığı’na tâbi Kurıkan boyu olduğu anlaşılmıştır.
Daha sonra Baykal gölü ve Lena havzasında yapılan kazılarda elde edilen buluntularda ve kayalar üzerinde bulunan Orhon harfli yazılar da Radloff’un tahminini teyit etmiştir. Elde edilen bulgular, VI-X. Yüz
yılda Baykal çevresinde ve Angara ile Lena ırmaklarının yukarı bölgelerinde yaşadığı tespit edilen Kurıkan boyuna nispet edilmiştir. Günümüzde ağırlık kazanan görüşe göre, Yakutların ataları kuzeye Baykal gölü civarından göçmüşler ve Lena ırmağı boyunca yerleşerek yerli kuzey uluslarını da Türkleştirmişlerdir. Türklerin güneyden Yakut ülkesine göçü yüzyıllarca devam etmiştir.
Ruslar Yakut ülkesine XVII. yüzyılın başlarında girmeye başlamışlardır. Yakutların bundan önceki tarihleri hakkında yazılı kaynak bulunmamaktadır. Rus hükûmeti Sahaların varlığını ilk defa 1619 yılında esir düşen Tunguzlardan öğrenmiştir. 1620-1630 yıllarında Ruslardan ilk gruplar bölgeye gelmeye başlamışlardır. 1630 yılında Rusların Lena kıyısında bir koruma evi inşa etmişler, fakat Yakutlar bu evi ortadan kaldırmışlardır. Bunun üzerine 1633 yılında gönderilen İvan Galkin komutasındaki Rus kuvvetleri, Yakutlarla çarpıştıysa da bir başarı elde edememiştir. Bundan sonra daha büyük bir kuvvetle beş yıl boyunca Yakutlarla savaşan Ruslar, 1638’de Yakut Askerî İdaresi’ni kurmuşlar ve Yakutistan’ı Rusya’nın bir eyaleti olarak ilân etmişlerdir.
Yakutlar bu devirde Kangalas, Megin, Borogon, Betun, Baturus boylarının teşkil ettiği bir toyonluk sistemi içinde yaşıyorlardı. Hakanları Kangalas boyunun beği Tığın Toyon idi. Her boyun bayrağı, damgası, askerî parolası vardı. Yakutlar, Sibirya’nın sert iklim şartlarına bakmaksızın, eski yurtlarından getirdikleri ehli hayvanları (at, sığır) beslemeye devam etmişler; diğer Sibiryalı kavimlerden farklı bir ekonomik hayat kurmuşlardı. Balık ve kıymetli kürklü hayvanlar avlamada da ustalaşmış olan Yakutların birçoğu çok zengindi.
Yakutlar Ruslarla mücadelelerini uzun yıllar sürdürdüler, fakat teknik bakımdan ve sayı olarak yetersiz kaldıkları için sonunda Ruslar Yakut ülkesini tamamen ele geçirdiler. Bölgede Rus egemenliği tam olarak yerleştikten sonra başlangıçta idarî taksimat eski kabile teşkilâtı göz önünde tutularak kuruldu; buna göre eski toyonlar yeni idarenin alt basamağında vazife aldılar. Daha sonra toyon idare ve hukuku yasaklandı. 1670’ten itibaren yürütülen yoğun Hıristiyanlık propagandası sonucunda Yakutlarda çift inançlılık meydana geldi. Halkın çoğu, Hıristiyanlığın tören ve bayramlarını benimsemenin yanı sıra eski Şaman inançlarını da korumuştu.
Komşu halklar arasında itibarları yüksek olan Yakutların dili, bütün Doğu ve Kuzey Sibirya ulusları arasında anlaşma dili olmuş, hatta Rus sömürge idaresi memurları tarafından konuşulmuştur. Dönemin Rus yazarları Yakutça hakkında “Sibirya’nın Fransızcası” demişlerdir.
Sibirya’nın diğer bölgeleri gibi Yakutistan da çarlık devrinde siyasî suçluların sürüldüğü ülke oldu. Sürgün edilen kişiler, yerli halkın kültürünün öğrenilmesine büyük katkılarda bulunmalarının yanı sıra, buradaki insanlara Batı medeniyetinin değerlerini aşıladılar ve ulus olarak bilinçlenmelerinde büyük rol oynadılar. XIX. yüzyılın ikinci yarısında ideologları Potanin ve Orhon Yazıtlarının kâşifi Yadrintsev olan bir grup, Sibirya’nın Rusya’dan bağımsız bir ülke olması fikrini yaymaya çalıştılar.
1905 İhtilâli’nin Yakutlara biraz hürriyet ve millî kültür alanında çalışma imkânı vermesi neticesinde 9 Ocak 1900 tarihinde “Yakut Millî Birliği” kuruldu. Yakut milliyetçilerinin 31 Aralık 1905’te yaptıkları toplantıda aldıkları kararlar, Rusya’daki en liberal partilerin talep ettikleri siyasî ve ekonomik haklardan farksızdı. Ocak 1906’da Rus idaresinden ayrı yerli idare kuruldu ve 5 Şubat’ta Yakutistan Vilâyeti Kongresi toplandı. Rus hükûmeti Yakutların bu faaliyetlerinden ürkerek, Yakutistan’da sıkı yönetim ilân etti. 27 Nisan 1906’da Yakutlar ayaklandılar, fakat bu ayaklanma bastırılarak çok sayıda Yakut tutuklandı.
1917 Bolşevik Devrimi’nden sonra Yakut Millî Komitesi Sovyet yönetimini tanımadı. Yakut milliyetçileri önce “Saha Omuh” (Saha Milleti) ve “Saha Aymah” (Saha Kavmi) adlı teşkilâtlarını kurdular ve Şubat 1918’de Yakutistan’ın bağımsızlığını ilân ettiler. Bunun üzerine Kızılordu birlikleri 30 Mart 1919’dan itibaren Yakutlara karşı saldırıya geçti ve 1921 yılında ülkeyi tamamen işgal etti. 27 Nisan 1922’de Yakut Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu.
Sovyet döneminde Yakutlar, bir taraftan çarlık devrinde mahrum oldukları birçok siyasî ve kültürel hakkı kazanarak bir yandan ana dillerinde eğitimleri ve genel olarak kültür bakımından gelişmeleri ilerlerken, diğer taraftan Ruslaştırma siyasetine maruz kalmışlar, maden ocaklarında çalışmak üzere gelen göçmenlerin topraklarına akın etmesi sonucu da cumhuriyetlerindeki oranları gittikçe düşmüştür. 1989’da Yakutların %95.5’i kendi cumhuriyetlerinde yaşadığı hâlde, bölgede ancak %38.4’lük bir oranı teşkil etmekteydiler. Yakutlar buna rağmen dillerini ve geleneklerini korumayı başarmışlardır.
Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin ardından 27 Nisan 1992’de Yakutistan Cumhuriyeti (Saha Yeri) kuruldu. Bugün Rusya Federasyonu’nda yer alan 21 cumhuriyetten birini teşkil eden ve en son 13 Mayıs 2000 tarihli hükûmet kararı gereğince yapılan yeni idarî düzenleme ile Uzak Doğu Federal Okruğu’na dahil edilen Yaku
tistan, çok büyük yer altı zenginlikleri (bunların başında elmas yatakları gelmektedir) sebebiyle dünya ülkelerinin dikkatini çeken ve bu potansiyeli kullanmaya yönelerek uluslararası düzeyde yer edinmeye başlayan bir ülkedir.
Dolgan Türkleri
Dolganlar, Yakutistan’ın Anabar bölgesinde ve Yakut ülkesinin uzak kuzeyindeki Taymır yarımadasında bulunan küçük bir Yakut boyudur. Kendilerini “Saha” olarak adlandıran Dolganlar Yakutçanın Evenkçenin etkisi altında kalan bir lehçesini konuşurlar. Bir Yakut boyunun adı olan Dolgan kelimesi ancak 1935’ten itibaren etnik ad olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Taymır yarımadası, Krasnoyarsk Krayına bağlı Dolgan-Nenets Millî Okruğu içinde yer almaktadır. Nenetslar, Kuzey Buz Denizi’nin Avrupa-Asya sahillerinde geniş sahaya yayılmış olan Fin kavmi Samoyedlerin bir bölüğüdür. Bazı Türkologların ve antropologların iddialarına göre, Dolganlar da Samoyedlerden olup Yakutlar tarafından Türkleştirilmişlerdir. Çünkü XIX. yüzyılın ortalarına kadar Sibirya’nın bütün yerlileri, hatta kolonist Ruslar, Yakutçayı ortak anlaşma dili olarak kullanmışlardır.
Sert tabiat şartları yüzünden oldukça ıssız bir bölge olan 820.000 km2’lik Taymır yarımadasında, 1989 yılında ancak 55.000 civarında insan yaşamaktaydı. Dolganların sayısı yaklaşık 5.000 kadardı. 1989 yılında Dolganların %84.1’i ana dili olarak Dolgancayı, %15.2’si Rusçayı belirtmişlerdir. Ayrıca Dolganların çoğu Rusçayı ikinci dil olarak iyi derecede konuşmaktadır.
Hakas Türkleri
Hakaslar, Yenisey-Abakan havzasında yaşayan ve Sagay, Kaç, Koybal, Kızıl, Kamasin, Kırgız, Beltir boylarına ayrılan Kırgız kökenli Türk boyudur. Eskiden Rus etnografya edebiyatında bu Türkler Abakan veya Minusin Tatarları olarak adlandırılmıştır. Hakas halkının bundan etkilenerek kendi kendini Tatar olarak adlandırmaya başlamasına karşın, aydın kesim XX. yüzyılın başında ulusal ad olarak Kırgızlar için ilk kez M.Ö. II. yüzyılda Çinliler tarafından kullanılmış olan Hakas adını benimsemiştir.
Çin kayıtlarında “Heges” adıyla anılan Kırgızlar, M.Ö. II. yüzyılda Hunlara bağlanmışlar, M.S. IV. yüzyıla değin Çinlilerle yakın ilişki içinde olmuşlardır. VI. yüzyılda ise Göktürklerle uzun süren savaşlara girişmişlerdir. VIII. yüzyılda Yenisey ırmağı boylarından Sibirya’ya uzanan bozkırlarda Göktürklerden yarı bağımsız bir konum elde eden Kırgızlar, 758’de Uygurlara bağlanmışlar, 840’ta Uygur Kağanlığı’nı yıkarak hâkimiyet sahalarını güneyde Gobi çölüne, batıda İrtiş ırmağına kadar genişletmişlerdir. Daha sonraki yüzyıllarda bu sahaları bırakarak kuzeye çekilen Kırgızlar, XIII. yüzyılın başında Moğolların hâkimiyeti altına girmişlerdir.
XVII-XVIII. yüzyıllara ait yazılı belgelerde Hakasların yaşadığı bölge “Hongor” veya “Hongoroy” olarak adlandırılmaktadır. Bu ad Hakasların ve Hakas ülkesinin eski adı olarak onların folklor eserlerinde de geçmektedir. Rusların “Kırgız Yeri” olarak adlandırdığı bu ülke, siyasî bakımdan dört beyliğe (Altısar, İsar, Altır ve Tuba) bölünmüş olup, devlet meselelerinin tartışılması ve devlet başkanın seçimleri “çıın”larda (kurultaylarda) gerçekleşmiştir. Ruslar tarafından gayretli ve usta savaşçılar olarak tarif edilen Kırgızlar, Sayan-Altay ormanlık bölgesinde yaşayan “Kıştım” adını verdikleri yerli kabileleri egemenlik altında tutarak bunlardan haraç toplamışlardır. Kırgız Yeri, Moğolistan, Çin ve Orta Asya ile ticaret yapmıştır.
XVI. yüzyılda dağılma sürecine girmiş olan Kırgız boyları, XVII. yüzyılın ilk yarısında Moğol Hanlarından Altın Hanlar sülâlesinin, 1667 yılında da Kalmuk-Oyratların (Cungar devleti) idaresine girmiştir. 1703 yılında Kalmuklar, geçici bir süre için asker ve işçi olarak kullanmak amacıyla o sıralarda sayıları 15 bin olduğu tahmin edilen Kırgızların neredeyse tamamını topraklarından kopararak Cungarya’ya geçirmişlerdir. Bu zorlu topyekûn göçün neticesinde Hongoroy Devleti ortadan kalkmış ve toprakları boşalmış, az sayıda Kırgız, dağlara ve ormanlara sığınmıştır. 1733 yılında serbest bırakılan Kırgızların çoğu ülkelerine geri dönmekle birlikte, bir kısmı geri dönüşte Kazak, Altay, Teleüt ve diğer boylarla karışmış, bir kısmı Kalmuklar ülkesinde kalmıştır. Bugünkü Hakas halkının, Yenisey Kırgızlarının yerli kabilelerle karışmasından meydana geldiği tahmin edilmektedir.
Hakasya topraklarının boşalması, XVII. yüzyıldan beri Yenisey-Abakan topraklarına nüfuz etmeye çalışan Rusların buraya yerleşmeleri için iyi bir fırsat olmuştur. 1727 yılında Hakasya resmî olarak Rus Çarlığı’nın Sibirya’daki sömürgelerine katılmış, verimli toprakları ise topraksız Rus köylülerine dağıtılmıştır. Rus yönetimi, “Tatar” olarak adlandırmaya başladığı yerli halkı Hıristiyanlaştırmak için yoğun çabalar sarf etmiştir. Hakas folklorunda Rus yönetiminin gaddarlığına karşı Hanza Bek önderliğindeki başkaldırı rivayet edilmektedir.
XVIII. yüzyılın ikinci yarısında 5.000-6.000 olan Hakas nüfusu, 1890’da 30.000’e ulaşmıştır. Fakat Sovyet döneminde bölgenin sanayileşmesi ve dışarıdan büyük miktarda işçinin gelmesinden dolayı Hakasların kendi topraklarındaki oranları gittikçe azalmıştır.
1917 Bolşevik İhtilâli’nden sonra Abakan Tatarları, eskiden Çinlilerin Kırgızlar için kullandıkları “Hakas”
adını benimseyerek M.Ö. II. yüzyıldan beri ayrı bir ulus oldukları savını ortaya atmışlar; Yenisey bölgesini de Hakasya olarak adlandırmışlardır. Ama Sovyet hükûmeti bir Hakas özerk yönetiminin kurulması önerisini geri çevirmiş, Hakasya özerkliğini ancak 1930’da kazanabilmiştir. 1930’da Rusya Federasyonu içindeki Krasnoyarsk Krayı’na bağlı Hakas Özerk Oblastı kurulmuştur.
Sovyetler Birliği’nin çözülme döneminde Hakas Özerk Bölgesi, Hakas Cumhuriyeti’ne dönüşmüştür (1990). Günümüzde Rusya Federasyonu’nda yer alan yirmi bir cumhuriyetten birini teşkil eden ve en son idarî düzenlemeye göre (13 Mayıs 2000) Sibirya Federal Okruğu’na dahil edilen Hakasya, tamamen bir Rus yerleşim merkezi görünümündedir. Hakasların çoğu kendi cumhuriyetlerinde yaşadığı hâlde, 1989 yılında bölge nüfusundaki oranları ancak %11’di.
Hakas kültürünün kökleri milâttan önceye kadar uzanmaktadır. Yenisey kazıları, Hakasların eski yaşam biçimi ve komşularıyla mücadeleleri konusunda ipuçları sağlamış, geleneklerinin önemli değişikliğe uğramadığı anlaşılmıştır. Hakasların zengin halk edebiyatı ve folkloru, ünlü Türkologlardan Radloff, Castren, Hakasların Sagay boyundan gelen Katanov ile Maynagaşov tarafından toplanmıştır.
Şor Türkleri
Şorlar, Altay Dağlarının kuzey yamaçlarında ve Tomi ırmağı boylarında yaşayan ve Hakasça ile Altayca arasında yer alan bir Türkçeyi konuşan küçük bir Türk topluluğudur. Bulundukları toprakların tamamı Rusya Federasyonu’na bağlı Kemerovo bölgesinin içinde yer almaktadır.
Etnografya biliminde Kuznetsk Tatarları, Mrass ve Kondom Tatarları, Abalarlar, Şorlar vb. gibi değişik adlarla bilinen bu topluluk için Şor etnik adını ilk defa XIX. yüzyılın sonunda Radloff kullanmıştır. Şor adının kullanımının yaygınlaşması Sovyet dönemine (1930’lu yıllar) rastlar.
Son olarak Sibir Hanlığı’nın yönetiminde bulunan Şor bölgesi, XVI. yüzyılın sonuna doğru Rusya’nın hâkimiyeti altına girmiştir. Şamanizm inancında olan Şorlar, Rus misyonerlerinin XIX. yüzyıldaki faaliyetleri sonucunda Hıristiyanlığı kabul etmişlerse de, Sovyet döneminde yapılan ateizm propagandası etkisinde bu dinle zaten zayıf olan ilişkilerini kesmişlerdir. Günümüzde Şorlar arasında Şamanist inançlar yaşamaya devam etmektedir.
1926’da Şorların %70’ini içine alan Dağlık Şor Millî Bölgesi kurulmuştur. Fakat 1939’da bu bölge lâğvedilmiş ve toprakları Rusya Federasyonu’nun Kemerovo Oblastı’na bağlanmıştır.
Bundan sonraki dönemde Şorlar ana dilinde eğitimden ve millî kültürün gelişmesini sağlayacak diğer olanaklardan yoksun bırakıldıkları için millî geleneklerinden uzaklaşmışlar ve birçoğu ana dilini yitirmiştir. 1989’da Şorların ancak %6’sı, yani sadece 998 kişi ana dilini iyi derecede konuşmakta olup, %42’si sadece Rusça konuşmakta, kalan kısmı Şorcayı ana dili olarak kabul etmekle birlikte Rusça konuşmayı tercih etmekteydi.
Rusya’da 1990’lı yıllarda yaşanan değişimin etkisi altında ulus olarak bilinçlenmeye başlayan Şorlar, günümüzde ana dilinde eğitime eskiye nazaran daha çok önem vermektedirler. Novokuznetsk Pedogoji Entitüsü’nde Şor Dili ve Edebiyatı Bölümü açıldığı gibi, birkaç okulda da eğitim programına Şorca dilbilgisi dersleri koyulmuş, bazılarında da Şorca kursları açılmıştır, fakat bu faaliyetler şimdilik istenen sonucu vermemektedir. Son yıllarda kurulan Şor millî kurumlarının hedefleri arasında Şorcanın kullanım alanını genişletme, millî özerklik elde etme, geleneksel ekonomi yöntemlerini canlandırma gibi hedefler yer almaktadır.
Altay Türkleri
Altaylılar etnik terimi, Türkiye’de ve Rusya’da çeşitli dönemlerde farklı içerikler arz etmiştir. Önceleri Türkiye’de Altaylılar derken Sibirya’nın Altay-Sayan dağlık bölgesinde ve Ob, Abakan ve Yenisey ırmaklarının kaynak ve havzalarında yaşayan çeşitli Türk boylarının hepsi kastedilmekteydi. Eski Rus etnografya edebiyatında ise Altaylılar terimi, ancak Altay-Sayan bölgesindeki Altay Kiji, Teleüt, Telengit, Tölös gibi boylar için kullanılarak, Abakan ve Yenisey havzasında yaşayan Türk boylarına Abakan ya da Minüsin Tatarları denilmekteydi.
M. Fuat Köprülü, Altaylıları geniş manada Şor, Teleüt, Altay-Kiji, Tuba, Kumandın, Kuğu ve Telengitleri, dar manada ise Altay-Kijileri kapsayan bir Türk boyu olarak tanımlamıştır. Günümüz Rus etnografyasında Altaylılar adı altında kuzey (Tuba, Kumandın, Çalkan) ve güney (Altay, Teleüt, Telengit) lehçelerini konuşan Altay Kijiler (Oyrotlar) anlaşılmaktadır. Prof. Dr. Nadir Devlet, Altaylılar (Oyrotlar) adı altında kuzey [Tuba, Yiş Kiji (Karaorman Tatarı), Kumandi, Çelkan] ve güney (Altay Kiji, Teleüt, Tölös, Mayman) olarak ayrılan boyları birleştirmektedir.
Altaylılar, çoğunlukla Rusya Federasyonu’na bağlı olan Altay Cumhuriyeti’nde ve bu cumhuriyete komşu olan bölgelerde yaşamaktadırlar.
Orhon Yazıtlarında adı geçen Tölös boylarının kalıntısı olduğu tahmin edilen Altaylıların eski tarihi, bütün Türk ulusunun eski tarihinin aynıdır. XV. yüzyılda Batı Moğollarından olan Kalmuk-Oyrot (Cungar) boy
larının kurdukları göçebe devlete tâbi olan Altaylılar, Kalmuklara kürk ve demirle vergi vermişlerdir. Altaylılar kendilerine Oyrot demektedir. Komşuları ve eskiden Ruslar tarafından Dağ Kalmukları olarak adlandırılmışlardır.
1756 yılında Kalmuk Devleti, Çin tarafından ortadan kaldırıldıktan sonra Altay’da Çin egemenliği başlamıştır. Çinlilerin baskılarından kaçan Altay beyleri, Rusların himayesine sığınmışlardır. Böylece XVIII. yüzyıldan başlayarak, bölge Rusların egemenlik alanına katılmıştır. 1834 yılında Altay Dinî Misyonu kurulmuştur. Özellikle 1855 yılında Rus göçmenlerin istedikleri yerlere yerleşmelerine izin verilmesinin ardından bölgeye yoğun Rus göçü başlamıştır.
Topraklarını ellerinden alan ve kendilerine Hıristiyanlaşmaları için baskı yapan Ruslara karşı Altaylılar, Rus etnografyasında “Burhanizm” adıyla bilinen “Ak Yang” hareketiyle cevap vermişlerdir. Kalmuk-Oyrot egemenliği devri, Rus idaresine nazaran, ideal bir devir sayılmaya başlamış ve halkı Rus mezaliminden kurtarmaya “Oyrot Han”ın geleceği inancı hasıl olmuştur. “Ak Yang”a göre, “Kara Din” (Şamanizm) tanrıları Ruslara karşı birşey yapamıyor, öyleyse kurtarıcı Oyrot Han’ın “Ak Din”ine bağlanmak gerekiyordu. “Ak Din”, Şamanist inançlarla Budizm’in karışımı görünümünde olup, bu dine göre kanlı kurbanlar, Ruslarla yemek yemek, Ruslarla dost olmak, Rus paralarını kullanmak yasaktı.
1904 yılında binlerce Altaylının ayin yaparken basılmasıyla, “Ak Yang” hareketi Rus hükûmeti tarafından açığa çıkarılmış ve harekete katılanlar tutuklanmıştır. 1905 İhtilâli’nden sonra kurulan I. Devlet Duması’nın müdahalesi Ak Yangçıları ölüm cezasından kurtarmıştır. Sovyet döneminde Burhanizm hareketinin sebebi olarak Çin ve Rus ticaret sermayesinin rekabeti gösterilerek hareket önderlerinin Çin ajanları olduğu iddia edilmiş; böylece Altaylılar hareketinin millî özelliği gizlenmiştir.
1922-1948 yılları arasında Oyrot Özerk Bölgesi olarak adlandırılan bölgenin adı bundan sonra Dağlık Altay Özerk Bölgesi olarak değiştirildi. Bu bölge Rusya Federasyonu’na bağlı Altay Krayı’nın içinde yer alıyordu. 3 Temmuz 1991 yılında bölge Dağlık Altay Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne, 7 Mayıs 1992’de de Altay Cumhuriyeti’ne dönüştü. Günümüzde Altay Cumhuriyeti Rusya Federasyonu’nda yer alan yirmi bir cumhuriyetten birini teşkil etmektedir ve en son idarî düzenlemeye göre (13 Mayıs 2000) Sibirya Federal Okruğu’na dahil edilmiştir.
1991 ilkbaharında Altaylıların millî dini olarak görülen Burhanizm’i canlandırmayı amaçlayan “Ak-Burkan” adlı bir dinî dernek kurulmuştur. Günümüzde tabiat ile insan arasında uyum sağlama, kültürel değerleri canlandırma, Altaylıların tarihî mirasını koruma amaçlarını güden “Dağlık Altay Ekolojik-Ekonomik Alanı” adındaki kurum tarafından millî kültürü kalkındırmaya yönelik çeşitli programlar uygulamaya konulmaktadır.
Tuva Türkleri
Tuvalar, Soyonlar ya da Uranhaylar olarak da bilinen, büyük bölümü Rusya’ya bağlı Tuva Cumhuriyeti’nde, küçük bir bölümü ise Moğolistan’da yaşayan ve Moğolcadan etkilenmiş bir Türk lehçesi konuşan halktır. Geleneksel dinleri Şamanizm’le Tibet Budacılığı’nın bazı özelliklerinin karışmasından oluşmuştur. Tuvaların bir kolu olan Tofalar da (eski adları Karagaslar) bugün tamamen Tuvalar içinde kaydedilmektedir.
Tuva (Tuba) adına Çin’in Su sülâlesinin (581-618) kayıtlarında rastlanmaktadır. Bu kayıtlara göre Tubalar Kırgızların doğusunda “Küçük Deniz”in (muhtemelen Baykal Gölü’nün) güneyinde ve Uygurların kuzeyinde bulunmaktaydılar. Eski Türk boylarının batıya ve güneye göç ettikleri zaman yerlerini bırakmayan ve adları ile dillerini koruyarak çağımıza kadar gelen Türk boylarından biri olan Tuvalar, bugün de aynı topraklar üzerinde yaşamaktadırlar.
M.Ö. III. yüzyıl-M.S. II. yüzyılda Tuva ülkesi Hunlara tâbi olmuş, sonra Siyen-Pilerin ve bir müddet Cücenlerin idaresi altına girmiştir. V-VIII. yüzyılda Göktürkler ile Uygurların egemenliği altında olmuştur. IX. yüzyılda Kırgızlar, Uygurlardan egemenliği almışlardır. XIII. yüzyılın başlarından itibaren Tuva ülkesi Moğol İmparatorluğu’nun bir eyaletine dönüşmüş, 1280’den 1368 yılına kadar Moğol sülâlesine, sonra Çin-Mançu sülâlesine tâbi olmuştur. Çinliler ve Moğollar Tuvaları “Uranhay” olarak adlandırmışlardır.
Tuva bölgesi, 1757’den 1912’e değin Çin İmparatorluğu’nun bir parçası olmuştur. Çin-Mançu sülâlesi idaresindeki bu dönemde Moğolistan’da tatbik edilen yönetim sistemi buraya da uygulanmıştır. Tuvalar, Moğolistan’ın resmî dini olan Lamaizm’in tesirinde kalmışlar, yazılarında Tibet ve Moğol alfabesini kullanmışlardır.
XVII. yüzyıldan sonra Tuvalar giderek Rus kültürünün etki alanına girmeye başlamışlar; 1860 Çin-Rus Antlaşması’ndan sonra Moğolistan’da ve Tuva’da tam hareket serbestliğini elde eden Rus hükûmeti, bölgeye Rus iskânını başlatmış, Tuvaları Çin’e karşı kışkırtmış ve ayaklanmaları desteklemiştir. 1883’teki Tuva ayaklanmasını Çin hükûmeti şiddetle bastırmış, birçok Tuva Abakan ve Altay’daki kardeş Türk boylarına sığınmıştır. Ruslar bu mültecileri Tuva’da Rus hesabına propaganda yapmak için kullanmışlar, diğer taraftan Tuva’da Rus
dayanak noktaları hizmetini gören Rus köylerini kurmaya devam etmişlerdir.
1911’de bölgede Rus yönetiminin kışkırtmasıyla ayrılıkçı bir hareket başlamıştır. Bundan sonra 3 yıl fiilen bağımsız olan Tuva ülkesi, 1914’te Rus Çarlığı’nın himayesi altına girmiştir. Rusya’daki 1918-1921 yılları arasındaki iç savaş döneminde ülke tekrar bağımsızlığına kavuştuysa da 1921’de Sovyet hâkimiyetine girerek Tannu Tuva Halk Cumhuriyeti adını almıştır. 1926 yılında Sovyetlerin hâkimiyeti altında yarı bağımsız bir konum elde eden bölge, 1944’te SSCB’ye bağlanarak Rusya Federasyonu’na bağlı özerk oblast yapılmış; 1961’de ise özerk cumhuriyet statüsünü kazanmıştır. Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden sonra 1991’de Tuva Cumhuriyeti ilân edilmiştir.
Günümüzde Rusya Federasyonu’nda yer alan 21 cumhuriyetten biri olan ve en son idarî düzenlemeye göre (13 Mayıs 2000) Sibirya Federal Okruğu’na dahil edilen Tuva Cumhuriyeti’nde nüfusun yaklaşık beşte üçü Tuvalardan, geri kalanların çoğu da Ruslardan oluşmaktadır. Tuvaların %99’u Tuva dilini ana dili olarak kabul etmektedir; bu oran Türk boyları arasında en yüksek oranı teşkil eder. Diğer bir deyişle Tuvalar, Türk boyları arasında ana dilin korunmuşluğu açısından en üst sırada yer almaktadırlar. Millî kültürlerini iyi korumuş olan Tuvalar, şu anda sayıları az olmakla birlikte Ruslar arasında erime tehlikesinden uzak gibi gözükmektedirler.
Sibirya Tatar Türkleri
Batı Sibirya’da esas olarak Obi ve İrtiş nehirleri boylarında yoğunlaşan ve Tümen, Omsk, Novosibirsk, Tomsk ve Kemerovo oblastları içinde yer alan Sibirya Tatarlarının etnogenezinde Kıpçakların önemli rol oynadığı, ayrıca yerli Ugor kavimlerinin, Moğolların, Sayan-Altay Türklerinin, Orta Asyalı göçmenlerin (Özbek, Kazak, Karakalpak, Uygur, Tacik), Başkurtların ve Kazan Tatarlarının da etkili olduğu kabul edilmektedir. Sibirya Tatarları kendi içlerinde Tobol, Tümen, Tomsk, Baraba, Tara gibi yoğun olarak bulundukları bölgelerin adlarıyla anılan gruplara bölünmektedirler.
IX-X. yüzyılda Yenisey Kırgızlarının doğusunda Kimek birliği bulunmuştur. Bu birliği oluşturan boylardan biri de, Orta İrtiş, İşim ve Tobol nehirlerinin havzalarında yerleşmiş olan Kıpçak boyu idi. Kimeklerle mücadele eden Kıpçaklar daha sonra batı yönünde yayılmışlar ve XI. yüzyılda İdil Bulgarlarının güneyindeki topraklara, Yayık ile İdil nehirleri arasındaki sahaya gelmişlerdir. XIII. yüzyılda Batı Sibirya’dan İdil’e kadar uzanan sahadaki göçebe Türk-Kıpçak boyları Moğolların hâkimiyeti altına girmiştir. Altınordu’nun XV. yüzyılda dağılmasından sonra İdil’de Kazan Hanlığı, İdil ile Yayık arasındaki sahada ve Ural’ın doğusundaki bozkırlarda Nogay ordusu meydana gelirken, Batı Sibirya’da Orta İrtiş üzerinde Sibirya Hanlığı kurulmuştur.
XV. yüzyılda Batı Sibirya’nın güneyinde hâkimiyet kurmak için Cengiz nesline ait olmayan Taybuğalarla Cengizoğulları olan Şeybanîler ve Nogay mirzaları mücadele etmekteydi. XV. yüzyılın 20’li yıllarında Şeybanîlerden İbak Han, merkezi Tura ve Tobol ırmaklarının birleştiği yerdeki Çimki-Tura kasabası olan Tümen Hanlığı’nın başına geçti. Orta İrtiş ve Aşağı Tobol boylarında hüküm süren Taybuğalarla yakınlaşmak için kız kardeşini Taybuğalardan Mar Han’la evlendiren İbak Han, daha sonra Mar Han’ı öldürerek, ülkesini ele geçirdi. Mar Han’ın akrabalarından Muhammet, 1495 yılı civarında İbak Han’ı öldürerek, Tobol ve Orta İrtiş’teki Türk boylarını birleştirdi ve hanlığın merkezini İrtiş üzerindeki (bugünkü Tobolsk’un 17 km yukarısında) “İsker” (veya Sibir) adındaki kaleye geçirdi.
XVI. yüzyılın başında Tümen Hanlığı’nın topraklarını tamamıyla ele geçiren bu hanlık, merkezinin adından ötürü Sibir Hanlığı olarak anılmaya başladı. XVI. yüzyılın ortasında Sibir Hanlığı, batıda Tura havzasından doğuda Baraba’ya kadar uzanan sahaları, ayrıca Ural’ın doğu yamaçlarındaki bazı Başkurt kabilelerinin topraklarını kapsamaktaydı.
İbak’ın torunu Küçüm (1556-1598) Sibir Hanı Yadigar’a karşı savaşarak, sonunda onu öldürdü ve 1563’te Sibir Hanlığı’nı ele geçirdi. Küçüm Han’ın, Orta Asya’dan ve İdil boyundan din adamlarını davet ederek Sibirya’da İslâmiyet’i yaymak için büyük bir gayret göstermesi sayesinde İsker şehri ve civarındaki ahali Müslümanlaştı, fakat hanlığın kenar bölgelerindeki kavimler Şamanist inançlarını korudular. Kazan Hanlığı’nın yıkılmasından sonra Sibir Hanı Yadigar, Rus Çarı’na bağımlılığını bildirmişti. Küçüm Han, saltanatının ilk yıllarında bu bağımlılığı teyit etmediyse de, 1572’de Rus Çarı’na gönderdiği yarlıkta Rusya’ya yıllık vergi ödemeyi kabul etti.
Fakat hemen ertesi yıl Küçüm’ün yeğeni Mehmet Kul’un Ostyaklara karşı düzenlediği sefer esnasında Sibir’e gönderilen Rus elçisinin öldürülmesiyle Rusya ile Sibir Hanlığı arasındaki ilişkiler kesildi. Aradaki mesafenin fazlalığı dolayısıyla, Ruslar buna karşı hiçbir şey yapamadılar. Böylelikle Sibir Hanlığı, kısa bir süre için tamamen bağımsız olarak huzur içinde varlığını sürdürdü.
Sibir’de Rus hâkimiyetinin yerleşmesinde Stroganovlar adlı bir tüccar-kolonizatör ailenin faaliyeti çok mühim rol oynamıştır. 1558’de Grigoriy Stroganov’un ricası üzerine Rus Çarı IV. İvan, Kama nehri boyundaki Solikamsk’tan Çusovaya nehrine kadar olan geniş sahaları eskiden beri Moskova knezlerine destek olan bu zengin aileye bağışladı. Daha sonra topraklarını Ural dağlarına kadar genişleten Stroganovlar, buralarda bir taraftan tuz ocaklarını işletmekte ve kürk ticareti yapmakta, diğer taraftan yerli kavimlerin, özellikle güneyden Nogayların hücumundan korunmak için kaleler inşa ederek Rus hâkimiyeti için birer dayanak yerleri meydana getirmekteydiler. 1573’te Mehmet Kul’un Kama boyuna kadar akın yapması üzerine, Stroganovlar daha güçlü korunma sistemi oluşturmaya yönelerek, Sibirya’nın içlerine doğru kaleler inşa etmeye giriştiler ve yerli kavimlerden kıtalar kurmaya başladılar.
Moskova hükûmetinin Don boyundaki yağmacı Kozaklara karşı başlattığı tenkil hareketinden kaçan birkaç binlik Kozak grubu, başkanları Yermak Timofeyeviç’in önderliğinde 1577’de Kama boylarına geldi. Strogonovlar, Rus Çarı’nın “hırsız ve kaçak kimseleri kabul etmeme” emrine rağmen, bunları yanlarında alıkoyarak, silâhla donattılar ve Sibirya’ya gönderdiler. Yermak’ın adamları 1578-1580 yıllarında Uralları aşarak, Sibirya’ya ulaşan nehirleri takiben Batı Sibirya’ya ulaştılar ve buraları yağma etmeye başladılar. 1581 yılının Temmuzu’nda Tavda ırmağı boyundaki Baba Hasan köyü yakınında Küçüm Han’ın kuvvetlerini yenilgiye uğratan Kozaklar, seferlerine devam ederek Eylül ortalarında Tobol nehrinden İrtiş ırmağına geçmeye muvaffak oldular. Bu sırada sayıları ancak 545 kadar kalmıştı. Fakat ateşli silahları sayesinde Küçüm Han’ın Türk-Moğol savaşçılarını ve Ostyak ile Vogul yerlilerinden ibaret ordusunu devamlı yenmekteydiler. 1581’in 25 Ekimi’nde Yermak, Sibir Hanlığı’nın başkenti İsker’i de ele geçirdi.
Destek olmadan uzun zaman tutunamayacağını anlayan Yermak, İsker’e yerleştikten sonra Moskova’ya elçi gönderip, ele geçirdiği bu geniş ülkenin idaresini Rus Çarı’na verme teklifinde bulundu ve bunun karşılığında önceden işlediği suçların affını diledi. O zamana kadar Sibirya’da olup bitenlerden habersiz olan Moskova’da Sibirya’nın zaptı haberinin gelmesi üzerine büyük sevinç yaşandı; Moskova kiliselerinin bütün çanları çalınarak, Rusya’ya “yeni bir padişahlığın” katılmış olduğu ilân edildi. Yermak ve arkadaşlarının suçları affedilerek, onlara kıymetli hediyeler gönderildi. Moskova hükûmeti tarafından tayin edilen genel vali ile birlikte 1583 Kasımı’nda 500 kadar Rus askerî İsker’e geldi.
Aynı zamanda Küçüm Han’ın yeğeni Mehmet Kul’un kumandasındaki kuvvetler başarılı pusu savaşını devam ettirmekteydi. Fakat şahsî menfaatleri peşinde koşan Tatar beylerinin birbirlerine düşmanlığı, direniş hareketine büyük zarar veriyordu. Bir hainin ihbarıyla Mehmet Kul’un Kozaklara esir düşmesinden ve birçok Tatar büyüğünün Küçüm Han’ı terk etmesinden sonra Sibir yurdunda durum büsbütün karıştı. Bu şartlarda Kozak ve Rusların sayıca azlığı, Küçüm Han’ın lehine oldu. İsker şehrinde kuşatılan Kozak ve Ruslar arasında müthiş bir açlık ve hastalık başgösterdi. Yermak, yiyecek tedarik etmek ve ahaliyi itaat altına almak için İrtiş nehrinin yukarısına doğru sefere çıkınca kendini izleyen Küçüm Han’ın kuvvetleri tarafından bir adada kıstırıldı. 1584 yılının 5 Ağustosu’nda meydana gelen çarpışmada Kozaklar yenildi ve atamanları Yermak da öldürüldü. Sayıları 150’ye inmiş olan Kozak-Rus askerleri, bu durum karşısında İsker’i terk ederek Rusya’ya kaçmak zorunda kaldılar.
Rus Devleti bundan sonra Sibir’in istilâsına kuzey tarafından girişerek, hanlığı yeni baştan adım adım fethetmeye koyuldu; ilerledikçe Tümen (1586), Tobolsk (1587), Tomsk (1604) askerî kolonilerini kurdu. Obi ırmağı üzerinde son çarpışmada yenik düşen Küçüm Han’ın (20 Ağustos 1598) Nogayların yanına sığındığı ve orada öldürüldüğü (1600) bilinmektedir. XVII. yüzyılın başlarında Rus nüfuz sahası, İrtiş ve Yenisey başlarına göç eden Kırgız-Kazak sahasına varıp dayanmıştı. Çarlık devrinde en iyi toprakları ellerinden alınan ve ağır vergilerle beraber çeşitli hizmet yükümlüklerine bağlanan Sibirya kavimleri, ekonomik sıkıntıların yanı sıra zorla Hıristiyanlaştırma ve Ruslaştırma politikalarına da maruz kaldılar.
1822 yılına kadar Sibirya’daki Tatar kabileleri Rus idaresine tâbi olan kendi beylerinin yönetiminde kaldılar. 1822’de Batı Sibirya’da Rus devlet adamı Speranski’nin hazırladığı “Gayri Rusların İdaresi Hakkındaki Yasa” uygulamaya konuldu. Bu yasaya göre, Sibirya Tatarlarına devlet köylüleri statüsü verildi ve Tatar vilâyetleri oluşturuldu.
Rus yönetimi daha sonra bu Tatar vilâyetlerini lâğvederek, Rus vilâyetleri arasında bölüştürmeye yöneldi, fakat halkın tepki göstermesi üzerine bundan vazgeçti. XIX. yüzyılın ikinci yarısında Sibirya Tatarlarının çoğu, Tobolsk Guberniyası’nın Tobolsk, Tara ve Tümen bölgeleri içinde bulunmaktaydı. 1897 yılı nüfus sayımı verilerine göre, Sibirya Tatarlarının toplam sayısı 44 bin civarında olup, bölgede bunların dışında 14.4 bin “diğer bölgelerden gelen Tatarlar”, 11,6 bin de “Buharalık” (Orta Asya kökenliler) bulunmaktaydı.
XIX. yüzyılın sonunda Rusya Türkleri arasında yenileşme ve millî mücadele hareketini başlatanlar arasında Sibiryalı aydın Abdürreşid İbrahim önemli bir yere
sahiptir. Son yıllarını ülkesinden uzakta, Japonya’da geçirmek zorunda kalan bu zat, ömrü boyu bulunduğu her yerde siyasî girişimler ve yayın faaliyetleriyle Rus şovenizmine karşı ve Türklerin millî bağımsızlığı için durmadan mücadele vermiştir.
XX. yüzyılın başında Rusya’nın çeşitli yerlerindeki Türk boyları, memleketin siyasal hayatında yaşanan çalkantılardan yararlanarak millî haklarını elde etmek için mücadeleye giriştiler. Bu mücadelede gerek yoğun yayın faaliyetleri, gerekse siyasî girişimler bakımından başı çeken Kazan Tatarları oldu. Kazan Tatarlarının Sibirya’daki Tatarlar üzerinde eskiden beri büyük etkisi vardı. İki halk arasındaki etkileşim Kazan Hanlığı döneminde başlamış olup, Kazan Hanlığı’nın yıkılışından sonra İdil ve Ural boylarından Sibirya’ya çok sayıda Kazan Tatarı göç ederek buradaki Türk topluluğuna karışmıştı. Kazan Tatarlarının çeşitli nedenlerle Sibirya’ya göçü sonraki yüzyıllarda da sürdüğü gibi, onların eğitim ve yayın faaliyetleri de, Sibirya’daki kültürel hayata önemli etkilerde bulunmuştu. Bunun neticesinde edebî Kazan Tatarcası bile Sibirya Tatarları arasında yayılmıştı. Bu nedenlerden dolayı Kazan Tatarları, Sibirya Tatarlarını kendilerine yakın görerek, onları kendilerin bir kolu saymakta idi.
Millî hareketin başlangıç etabında Kazan Tatar liderlerinin çoğu dinî kimliği etnik kimlikten üstün tutarak Rusya Müslümanları birliği fikrine yönelmiş ve Müslümanların Rusya içinde dağınık yaşadığını göz önünde bulundurarak onlar için toprak esasına dayanmayan millî medenî muhtariyet kurulmasının yerinde olacağını savunmuşlardı. Fakat “I. Bütün Rusya Müslümanları Kurultayı”nda (Moskova, 1-11 Mayıs 1917) bu konuda çeşitli Türk boyları arasında fikir birliği sağlanamadı ve Rusya’daki çeşitli Türk boyları için ayrı ayrı topraklı muhtariyetler kurulması yönünde bir karar alındı. Çeşitli Türk topluluklarının bundan sonra sorunlarını tek başlarına çözme eğilimi içine girmesi, onların kültürel ve diğer yönlerden birbirinden farklı ve ortak tarih şuurundan yoksun oluşu ile anlatılabilir. Bu şartlar altında Kazan Tatar liderleri, ümmet birliği fikrinden vazgeçerek, İdil-Ural ve Sibirya bölgelerinde yaşayan Türkleri dönemin yaygın tabiri olan Türk-Tatar adıyla bir çatı altında toplama gayreti içine girdiler.
Kazan’da aynı tarihlerde toplanmış bulunan üç kurultayın (II. Bütün Rusya Müslümanları Kurultayı, Müslüman Askerler ve Din Adamları Kurultayları) 22 Temmuz 1917’de gerçekleşen ortak oturumunda “İç Rusya ve Sibirya Müslüman Türk-Tatarları İçin Millî Medenî Muhtariyet” ilân edildi. 20 Kasım 1917’de de büyük törenle “İç Rusya ve Sibirya Müslüman Türk-Tatarlarının Millet Meclisi” açıldı. Bundan sonra yoğun faaliyete girişen ve Rusya’nın diğer bölgelerindeki Türk soydaşların millî kuruluşları ile daima haberleşme içinde olan Türk-Tatar parlamentosu, Sovyet hükûmeti tarafından 11 Ocak 1918’de resmen dağıtılana kadar Rusya’nın en karmaşık ihtilâl şartlarında disiplin içinde çalışarak, din, eğitim, kültür konularından malî işlere varana kadar çok değişik alanlarda önemli kararlar aldı. Fakat Sovyetlerin müdahalesiyle bu girişimler yarıda kalmış oldu.
Sovyet döneminde Sibirya Tatarlarının millî vilâyetleri lâğvedildi, kendilerine, Kazan Tatarlarının bir kolu sayıldıkları için, özerklik tanınmazken, Kazan Tatarcası, Sovyet döneminde Sibirya Tatarlarının resmî dili olarak kabul edildi.
Kazan Tatarları bugün de Sibirya Tatarlarını kendilerinin bir kolu saymaya devam ederken, Aralık 1990’da birinci kongrelerini düzenleyerek bir birlik kuran Sibirya Tatarları artık kendilerinin Kazan Tatarlarından farklı özelliklere sahip ayrı bir Türk boyu olduklarını savunmakta ve Rusya içinde özerklik elde etmek istemektedirler. Şimdilik bu yöndeki çabalarından bir sonuç çıkmamıştır. Rusya’da 13 Mayıs 2000’de yapılan yeni idarî düzenlemeye göre, bulundukları bölgeler Ural ve Sibirya Federal Okrugları arasında paylaştırılmıştır.
Alekseyev, M. Y., “Şorskiy Yazık”,
Dostları ilə paylaş: |