Federe ve Muhtar Türk Cumhuriyetleri


AŞAĞI İDİL VE KIRIM BÖLGESİNDE TÜRK TOPLULUKLARI



Yüklə 14,45 Mb.
səhifə84/100
tarix17.11.2018
ölçüsü14,45 Mb.
#82905
1   ...   80   81   82   83   84   85   86   87   ...   100

AŞAĞI İDİL VE KIRIM BÖLGESİNDE TÜRK TOPLULUKLARI


Aşağı İdil Bölgesi Türkleri / Doç. Dr. Segei V. Golunov [p.772-780]

Doç. Dr. Sergeİ v. Golunov

Volgograd Devlet Üniversitesi Bölgesel ve Sınırötesi Çalışmaları Merkezi Başkanı / Rusya

Yabancı gözlemciler, Aşağı İdil bölgesine, Rusya’nın bir parçası olması nedeniyle, ne dikkate değer ekonomik potansiyele ne de etnik-kültürel açıdan belirgin özelliklere sahip olmayan (nüfusunun büyük bir çoğunluğu Ruslardan oluşur), diğer bir deyişle, kendine has, sıradan bir yer gözüyle bakarlar. Aksine bu bölge Orta Asya, Kafkaslar, Hazar Denizi ve Karadeniz bölgelerini Orta ve Batı Rusya’ya bağlayan çok önemli iletişim yollarının kavşağında kurulmuş sıra-dışı bir yerdir. Aşağı İdil’in idarî bölgeleri (bu makalede yazar Astrahan ve Volgagrad bölgelerinin kapladığı alan üzerinde yoğunlaşacaktır), Kazakistan’a bitişiktir ve bu sınır Avrupalı ve Asyalı, Hıristiyan ve Müslüman medeniyetler arasında “saydam” olma özelliğine sahip yegâne sınırdır. Bundan başka Aşağı İdil bölgesi Ortodoks Hıristiyan, Müslüman, Budist medeniyetleri ve değişik etnik gruplar, Ruslar (Don bölgesi Kazakları dahil), Tatarlar, Kalmuklar, Dağıstanlılar vb. arasında tek yoğun temas bölgesidir.

Aynı zamanda Aşağı İdil bölgesi çok önemli bir tarihî mirasa sahiptir. Bu önemin büyük bir kısmı, ünlü Altınordu ve Astrahan Hanlığı gibi merkezleri ile birlikte Dar’ül-İslâm’a ya da İslâm dünyasına ait oluşu ile alakalıdır. Rus yönetimi altında bölgenin etnik-kültürel yapısı çok büyük ölçüde değişmiştir ve İslâm hakim konumunu yitirmiştir. Bundan başka, Sovyet döneminde sorun İslâm’ın var oluşu ile ilgiliydi, fakat İslâm dinî varlığını sürdürdü ve şimdi yeniden canlanma süreci içerisindedir. Bu nedenle, İslâm tarihinin çoğunlukla Türk halkları (en başta Tatarlar ve Kazaklar) tarafından Müslüman olmayan bir ortamda korunması çok ilginçtir, fakat bu konu yeterince araştırılmış olmaktan uzaktır; yazar işte bu konuyu ele alacaktır.

M.S. VIII. yüzyıldan beri İslâm, Aşağı İdil bölgesinde önemli bir rol oynamaktadır. 737’de İslâm, X. yüzyılın ikinci yarısına kadar varlığını devam ettiren Hazar Hanlığı tarafından resmî din olarak kabul edildi. İslâm, Altınordu Devleti zamanında çok önemli bir sosyal-siyasal güç olarak bölgeye geri döndü. 1312 yılında, İslâm inancı -diğer bir deyişle Sünnî Hanefî mezhebi- Özbek Han tarafından Altınordu Devleti’nde hakim inanış olarak ilan edildi. Altınordu’nun XV. yüzyılda yıkılışından sonra Güney İdil bölgesinde diğer Müslüman devletler -göçebe Nogay Hanlığı ve Astrahan Hanlığı- kuruldu. Kazan Hanlığı gibi Astrahan Hanlığı da İdil bölgesinin başlıca ekonomik ve kültürel merkezlerinden ve tüm İslâm dünyasının önemli merkezlerinden biri idi.

Pek çok yönden Astrahan Hanlığı’nın ekonomik gücü, en azından Hazar Kağanlığı’ndan beri İdil nehrinden sulanan topraklarda yapılan gelişmiş bir tarıma (bahçıvanlık ve sebze yetiştiriciliği gibi belli alanlarda) dayanmıştı. Bölgede bu ekonomik faaliyetin tercih edilmesi, yüzlerce yıl devam etmiştir ve hâlâ da devam etmektedir. Öyle görünmektedir ki, yerel yerleşik geleneksel toplumların (etnik farklılıklarına rağmen) ekonomik temeli tarıma (bahçıvanlık ve sebze yetiştiriciliği dahil) dayanmıştı ve ekonomik gelenekçilik büyük ölçüde toplumların dünya görüşünde (Weltanschauung), din dahil, gelenekçiliğe sebep oldu. Diğer bir deyişle Aşağı İdil bölgesi Tatarlarının “dinî taassubu”-bu durumdan çok sayıda Rus ve Batılı gözlemci bahsetmiştir- ekonomik yönden, yüzyıllar boyu geleneksel temellerini koruyan tarım üzerine kurulmuştu.

XVI. yüzyılın ortalarından beri bu temeller ciddî sınavlara maruz kaldı. Ünlü Rus Çarı IV. İvan -Korkunç- zamanında İdil hanlıkları Rus orduları tarafından fethedildi. 1556’da Astrahan Hanlığı aynı akıbete uğradı ve son hanı Yemgurtçey kaçmak zorunda kaldı. 1569’da Osmanlı

İmparatorluğu ve Kırım Hanlığı, Rusya’yı Astrahan’dan çıkarma teşebbüsünde bulundu. Fakat, bu girişim ve Kırım Hanlığı’nın diğer askerî ve diplomatik çabaları başarısız oldu.

Diğer birçok Ortaçağ fatihleri gibi galip gelenler o zamanın ahlâk anlayışına uygun, acımasız metotlar kullandı. Ruslar, hakimiyetleri altına aldıkları yeni toprakları ellerinde tutmak için, Tatarların Astrahan ve Rus hakimiyeti altındaki topraklardaki diğer ileri karakollarda yerleşmeleri ve yaşamaları yasakladı.

Bölgedeki bu Rus varlığı, giderek hızlanan adımlarla aşamalı bir biçimde arttı. Tsaritsyn (bugünkü Volgagrad şehri) hakkındaki ilk yazılı kayıt 1589’a kadar uzanır. Daha sonraları, göçebe kabilelerin akınlarına karşı korunmak için sivillerin yaşadığı müstahkem yerler ve ileri karakollar sistemi kuruldu. Bu yerler önce Ruslar, daha sonra da Ukraynalılar tarafından kolonileştirildi. Bu, bölgedeki etnik-demografik dengeyi esaslı biçimde değiştirdi ve böylece Aşağı İdil bölgesi “Dar’ül-İslâm” olma niteliğini kaybetti. XVII. yüzyılın ilk yarısında Budist Kalmuklar bölgeye yerleşmeye başladı. Kalmuklar, Nogayları ve Tatarları uzun zamandır oturdukları yerleşim alanlarından zorla çıkardılar. Bu, Nogayların ve Tatarların sayılarında azalmaya ve onların büyük sayılarda bölge dışına göç etmelerine sebep oldu.

Bu dönemde, Müslüman Türk etnik grupların etnik çoğalma süreci devam etti. Bu süreç (Kazakların ve Türk göçebe kabilelerin rolü, asıl Tatarlar ve Nogaylar arasındaki bağlantı), ciddî tartışmalara yol açar ve bu nedenle ayrı bir araştırma yapılmasını gerektirir. Bu süreç sonucunda “Tatarlar” diye adlandırılan bazı etnik gruplar -yurtovskie (yerleşik) ve kundrovskie (göçebe ve yarı-göçebe) tatary (Tatarlar)- ortaya çıktı. Her iki grup birlikte Astrahan Tatarları olarak isimlendirildiler. XVII. yüzyılın sonundan XX. yüzyılın başına kadar olan dönemde Kazan Tatarları topluca bu bölgeye göç ettiler. Bu etnik grup, bölge nüfusunun çok önemli bir bölümünü oluşturur; örneğin, günümüz Volgagrad bölgesinde yaşayan Tatarların büyük çoğunluğu Orta İdil bölgesi kökenlidirler.

Bununla beraber, öyle anlaşılıyor ki, incelememiz bağlamında bu etnik veya alt-etnik ayrımlar, geleneksel yerleşik gruplar (yüzyıllarca Astrahan yakınlarında yaşamış ve yukarıda bahsedilen tarımsal etniklerle uğraşan, Orta İdil bölgesinden göçmenler dahil Tatarlar) ile yerleşiklikten sonra bile (Yurtovskie Nogaylar -ya da Tatarlar- da olduğu gibi) kültürlerinde göçebe köklerini güçlü bir şekilde koruyan gruplar (Kazaklar ve Nogaylar) arasındaki farklılık kadar önemli değildir. Aşağıda açıklanacağı gibi, tarıma dayalı geleneksel yerleşik toplumlar, (önceki) göçebe toplumlardan çok daha fazla yerleşmiş dinî kurumlar ve dinsel törenler sistemine sahiptiler.

XIX. yüzyılın ilk yıllarından itibaren Aşağı İdil bölgesinin Türk Müslüman dünyası yeni bir unsur tarafından yeniden dolduruldu. Rus yetkililerinin izniyle Yeni Kazak cüzünün (kabile birliği) bir parçası, Sultan Bukey’in1 önderliğinde 1801 yılında Aşağı İdil bölgesine yerleşti. Yeni oluşum, ilk liderinin ismiyle Bukey aşireti diye adlandırıldı. Kazaklar2 göçebe bir hayat tarzına sahipti, fakat yerleşik topluma geçişin bazı işaretleri kendini göstermeye başlamıştı. Özellikle bu oluşum, günümüz Kazakistan toprakları üzerinde kurulmuş Khanskaya Stavka (Hanın Karargâhı) isimli daimi bir merkeze sahipti.

Rus hakimiyetinin başlangıcından XVIII. yüzyılın sonlarına kadar olan dönem, İslâm dinî için zor bir dönemdi. Altınordu’nun3 mirasına karşı belli resmî hürmete rağmen, düzenli aralıklarla bazı sert İslâm karşıtı kampanyalar düzenlendi. Müslümanların Ortodoks Hıristiyan dinîne dönmelerini teşvik etmek için yerel Tatar nüfusu çok yüksek vergilendirmeye tâbi tutuldu. Sonuç olarak, Tatarlar için sosyal-ekonomik şartlar çok ağırlaştırıldı. Bu, onların Kırım gibi Müslüman topraklara ve hatta Tatarların (Kassimovskoye tsarstvo isimli kabile) uzun süredir oturduğu Orta Rusya’daki bölgelere (günümüz Ryazan bölgesi toprakları içerisindedir) geniş çaplı göçüne sebep oldu.

En şiddetli İslâm karşıtı kampanyalardan birine ilk Rus Çarı Büyük Petro tarafından girişildi. Onun İslâm’a karşı siyasete oldukça çelişkiliydi: Bir taraftan Rus olmayan Müslümanları (örneğin, Dağıstanlılar ve Azeriler) kendi tarafına kazanmaya çalışıyorken, diğer taraftan Rusya içinde İslâm hususunda sert bir tavır takınıyordu. 1713 ve 1715 tarihli emirleri, Müslüman Tatarların vaftiz olmalarını, aksi takdirde mülklerinin4 ellerinden alınacağını belirtmişti. İlâveten, Rus Ortodoks Hıristiyanlığı bu dinden dönenlere (hatta dinlerinden zorla döndürülseler bile) o dönemin diğer dinî sistemlerinden daha fazla toleranslı değildi; dinden dönenler ölüm cezasıyla cezalandırılırlardı.

Fakat bu önlemler oldukça tutarsız ve ara sıra uygulamaya konulmaktaydı. Ayrıca bu önlemler XVII. yüzyıldan beri Rusya’nın İslâm dünyasıyla ticaretinin ana merkezi, bir çeşit “Doğuya açılan penceresi” olan Astrahan’ın nispeten hoşgörülü atmosferinde uygulanıyordu.

Bu bağlamda ve buna ek olarak Rusya’nın Kafkaslar’da ve Orta Asya’da ilerleme sürecinde, Tatarlar çoğu zaman diğer Müslümanlarla iletişimde arabulucu gibi

görülürdü.5 XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Rus Çariçesi II. Katerina’nın İslâm’a karşı daha hoşgörülü bir politika benimsemesi bir tesadüf değildi. Bu politika camilerin ve dinî okulların (medrese) açılmasına izin veriyor ve Ortodoks din adamlarının, başka dinlerin dinî meselelerine karışmalarını yasaklıyordu. Yine de, büyük boyutlara ulaşan Tatarlar arasında Ortodoksluk propagandası (malî teşviklerle de destekleniyordu) sürdürüldü.

Genel bir değerlendirme ile, bu propaganda Astrahan Tatarları arasında pek başarılı olamadı; çok az sayıda Tatar, Ortodoksluğu kabul etti.6 Buna ilâveten, Astrahan Tatarlarına, Ruslar ve yabancı gözlemciler tarafından Tatarların içinde en mutaassıp Müslümanlar oldukları gözüyle bakıldı.7 Bu durum, Astrahan Tatarlarının Kazan Tatarlarından daha geleneksel bir toplumsal yapıya sahip olmaları ve dış etkilere daha az açık olmaları ile açıklanabilir. Tarım toplumlarının, geleneksel meslekler (çiftçilik, bahçıvanlık, sebze yetiştiriciliği, sığır yetiştiriciliği, vb.) üzerine kurulu hayat tarzlarının -yerel Rus pazarlarına yönelik üretim yapılmış olmasına rağmen-değişmediği bir gerçektir. Geleneksel olarak yerleşmiş Tatar topluluklara mensup olup kendi toplulukları dışında yaşayan ve önemsiz ya da alışılmışın dışında mesleklere sahip olan çok sayıda kişi (mavna ile taşımacılık yapanlar, nakliyeciler, mürebbiyeler, vb.), yakın akrabalık ve geleneksel hayat tarzı (Weltanschavung) çerçevesinde paylaştıkları diğer bağlarla kendi topluluklarına bağlı gibi görünmektedir.

Ekonomi ve din arasındaki ilişki hakkında bu değerlendirmeler, XX. yüzyılın başında Rus seyyahı S. Krukovskaya tarafından anlatılan zengin bir Tatar mollasının mal varlığı ile örneklendirilebilir. Bu mal varlığı meyve bahçesi, üzüm bağları ve sığır çiftliğini içeriyordu ve bunlardan elde edilen ürünler satılmaktaydı. Mollanın oğulları, kızları ve gelinleri işlerin yürütülmesinde yardımcı olmaktaydı. Hiç şüphesiz, büyük ailesinin üyeleri arasında mollanın otoritesi hem din alanında hem de hayatın bütün alanlarında tartışmasızdı.8

Elbette, Astrahan vilayetindeki Tatar mollalarının rolü (sayıları XIX. yüzyılda 227 iken 1888’e kadar bu sayı 383’e ulaştı)9 ailelerinin çok ötesine gitmektedir. Molla, dinî kuralları yorumlayan, insan hayatının en önemli dönüm noktalarını temsil eden âdetlerde (doğum, evlenme ve defnetme dahil) en önemli kişi, çok değişik konuları ilgilendiren olaylarda kendisine danışılan kişidir. Bir ilkokul öğretmeni olması nedeniyle, yeni neslin eğitiminde belirleyici bir öneme sahiptir. Astrahan Tatarlarının tamamına yakını tahsilli kişilerdi, fakat aldıkları eğitim tamamıyla sadece İslâm’ın temel prensipleri hakkında bir miktar bilgi, Kuran’ı okuma ve Arap harfleri ile yazma becerisini kapsıyordu.10 Çocuklar bu okullara (mektep) yedi yaşında başlar ve eğitim beş yıl sürerdi. Kız çocukları da ilk öğretim alırdı, fakat onlar mollanın eşinin rehberliğinde ayrı bir yerde öğretim görürlerdi.

Tek başına Astrahan’da 1913 yılında dinî eğitim sistemi kapsamında 10 mektep ve medrese vardı.11 Bu sayede Astrahan, İslâm dinî eğitiminin önemli bir merkezi haline geldi.12 Sistem gerçekte neredeyse tamamen Tatarlardan oluşmuştu. Aynı zamanda devrim öncesi Rus eğitim sistemi Astrahan’ın Müslüman çevresinden çok az ilgi gördü. Tatarlar, şehir nüfusunun 1/8’ini oluşturuyor olmasına rağmen, değişik türden Rus okullarında okuyan Tatar öğrenci sayısı toplamın sadece 1/40’ı idi.13 Bu nedenle eğitim, bir taraftan dindarlığı güçlendiren, diğer taraftan Tatar toplumunu birbirine yaklaştıran ve diğer topluluklardan ayıran önemli bir faktördü. Astrahan Tatarlarının dinî kurallara tam olarak ve hararetli bir biçimde uydukları kabul edilmiştir.

Bu hüküm, özellikle beş vakit namazın kılınması ve Ramazan orucunun tutulması -öyle ki, ağır bedeni işlerde çalışan işçilerin çok sıcak yaz mevsimlerinde bile oruç tuttukları gözlenmiştir- ile alâkalı olarak belirtilmiştir.14 Fakat, bu geleneksel dinî bakış tarzı, paganizmin özelliği olan bazı unsurları içermişti. Bu unsurlar, örneğin geleneksel olarak evlilik öncesinde molla tarafından yerine getirilen fala bakma15 ve mollanın kazanan tarafı günahsız ilan ettiği geleneksel güreş16 gibi olaylarda kendinî gösterdi.

Aynı zamanda yukarıda bahsedilen iç yakınlaşma ve diğerlerinden ayrılık özellikleri abartılmamalıdır. Bir kaç yüzyıldır Rusya’da çoğunlukla Rus çevreler ile yakın iletişim (idarî, iş, sosyal-kültürel ve diğer bağlar), dinle bağlantılı olanlar da dahil hayatın bir çok değişik alanını doğrudan ya da dolaylı olarak etkiledi. Bazı gözlemcilerin, sadece düğünlerde değil, aynı zamanda Ramazan (Uraza) Bayramı kutlamaları sonrasında sarhoşluk vakalarının oldukça normal bir durum olduğunu tespit etmeleri garipsenebilir.17 Genelde, kültürel temel değerlere -din dahil- ilişkin takınılan geleneksel tavır aynen kalsa da, Müslüman Tatar topluluklar (ekonomik ve sosyal-kültürel alanlarda) tedricen Avrupalılaşmakta idiler.

Fakat XX. yüzyılın başında bu dinî temel değerler, Rusya’da Müslümanların uzun süredir yaşadığı diğer bölgelerinde İslâm’ın maruz kaldığı yenileştirici eğilimler tarafından da test edildi. Bu eğilimler en belirgin olarak ‘ceditçilik’ şeklinde kendinî gösterdi. Ceditçilik, özünde eğitim sisteminin yenileştirilmesi (onlara göre mevcut eğitim sistemi çok fazla din adamlarının etkisi

altındaydı ve eski idi) ve İslâm’ın bir bütün olarak modernleştirilmesi hareketiydi.

Aşağı İdil bölgesinde bu hareketin lideri, Astrahan’ın yerlilerinden Abdurrahman Ömerov’du. Ömerov eğitimini Kazan’da, tanınmış Tatar düşünürü ve reformcusu Şihabeddin Mercanî’den aldı. Hocası gibi Ömerov da Astrahan’a döndükten sonra kendisine ait yeni bir dinî okullar sistemi kurdu. Bu okullarda onlarca genç molla (bunların zengin ailelerden geldikleri hatırlanmalıdır), dinî alanların yanında dinî olmayan alanlarda da eğitim gördü. Bu genç mollalar yeni düşüncelere hararetli bir biçimde kendilerini adamıştı, cami yönetimlerini devraldılar ve kısmen dinî ve kısmen dinî olmayan konularda eğitim veren okullar açtılar.18

Böyle bir umut verici entelektüel potansiyelin kendisini başka alanlarda göstermesi şaşırtıcı değildi. 1905’teki birinci Rus Devrimi sonrasında Ömerov’un liderliğinde siyasal hayata aktif bir şekilde katılan bu genç reformcular, bazı ılımlı-milliyetçi gönüllü kuruluşların başkanlığını üstlenmişlerdi. Ömerov’un kendisi “Cemiyet-i Hayriye” isimli bir hayır derneğinin başkanlığına getirildi. Liberal mollalar daha başka faaliyetlere de katıldılar. Tarımsal kredi veren bir şirket kurdular, (1908’den 1914’e kadar olan dönemde) “İdil” gazetesini, “Maarif” dergisini çıkardılar, dinî okullar için el kitapları ve takvimleri bastılar.19

Gelenekçi ve tutucu kesimlerin karşı tepkisi çok güçlüydü. Bir Sovyet bölgesel kuruluşunun -bu kuruluş 1920’lerde dinî işlerin yürütülmesinden sorumluydu- raporuna göre, 1917 Devrimi öncesinde Stalingrad (günümüzde Volgograd) vilayeti20 Tatarları “kendilerine özgü mutaassıp dindarlıkları ile tanınmışlardı”. Raporun yazarının belirttiği gibi, “yeni öğretim metotlarını ve coğrafya, matematik ve tarih konularını öğretmek için başka vilayetlerden gelen öğretmenlerin… sürgün edildikleri ya da dövüldükleri bazı olaylar yaşanmıştı.”21

Bu tür eğilimler Tsaritsyn’in uzak bölgeleri yanında, dinî alandaki eğitim ve diğer reformların Müslüman dinî idarenin tutucu kanadının şiddetli tepkisi ile karşılaştığı Astrahan’da da olmuştu. Bu kanat, Salih Alimbekov adında karizmatik bir lidere sahipti. Alimbekov, Türkiye’de (Bursa) yüksek eğitim görmüş ve daha sonra -iddia edildiğine göre- Sultan Abdülhamit’in yakın adamları arasında yer almıştı.22

Tutucu kanadın, bu kanadı temsil edenlerin daha sadık olduğunu düşünen ve ceditçilik hareketinin devrimci ve Türkçü potansiyelinden korkan Rus yetkililerin desteğinden yararlanması önemliydi. Bu müsait durumu kullanan Alimbekov’un destekçileri iftiralar ortaya attılar ve Müslüman topluluklardaki devrimci eğilimlerin açığa çıkmasına yardımcı oldular. Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde, devrimcilik suçlaması nedeniyle Abdurrahman Ömerov Kazan’a sürgün edildi.23 Bunun sonucunda Astrahan bölgesindeki “cedit” hareketi çok ağır yaralar aldı.

Yerleşik Tatar topluluklar arasında İslâm, dünyaya bakış tarzının en önemli parçası ve sosyal hayatın bütün alanlarının değişmez bir düzenleyicisi iken, göçebe (veya göçebe geleneklerinden kuvvetlice etkilenmiş) kültürlere mensup etnik grupların yaşadığı topraklarda dinî durum özünde farklıydı.

Yerleşmiş (fakat daha önce) göçebe olan Yurt Tatarları (ya da Nogaylar) bile dinî kurallara yerleşikler derecesinde uymaktan uzaktı ve bu nedenle, Astrahan’da kendilerine ait camiye sahip olan yerleşik Tatarlar tarafından “gerçek Müslümanlar” olarak tanınmadılar.24 Yarı göçebe (Kundurovskie) Tatarlar ise İslâmî geleneklere uymakta çok daha az titizdiler. Rus etnografyacı P. Nebolsin’in dikkatini çektiği gibi, onlar mollalara çok az saygı gösteriyorlardı.25 Kazak Bukey kabilesinde ise hiç bir molla ve (Tatarlara ait olanlar haricinde) hiç bir cami yoktu; onların İslâmî bağlılığı temelde evlilik ve cenaze merasimine ilişkin uygulamalarda kendinî belli etmişti.

İslâm, Aşağı İdil bölgesinde hakim konumunu yitirmesine rağmen, 1917 Bolşevik Devrimi öncesinde bölgenin sosyal hayatında oldukça önemli bir faktör olmaya devam etti. Astrahan vilayetinde ve Saratov vilayetinin Tsaritsyn yönetim biriminde, 280,000 fiili ya da potansiyel takipçisi (Müslüman etnik grupların mensupları)26 vardı. Bu gruplar toplam nüfusun üçte birini oluşturmuştu ve 20’den fazla büyük camiye, 50 mescide, 100 civarında din adamına sahiptiler. Bu her rejimin hesaba katması gereken çok ciddî bir güçtü.

Bolşevik rejim, saldırgan ateist karakterine rağmen bile, bir istisna değildi. Temelde Bolşeviklerin İslâm politikası hoşgörülüydü; bu tavır onların ulusların kendi geleceğini belirleme hakkı ve sosyal adalete ilişkin görüşleri ile birleşerek, bazı ılımlı Müslüman milliyetçilere ve hatta “cedit” hareketi taraftarı mollaları Bolşevikler taraflarına çekti. Bundan da öte Rusya’da özellikle de Astrahan’da bazı Bolşevik taraftarı Müslüman kurumlar (örneğin, Müslüman Askeri Komiserliği, Rus Komünist Partisi’nde-Bolşevikler -Tatar- Kırgız Doğu Komünistleri Bürosu, Vilayet Halk Eğitimi Müdürlüğü Halk Eğitimi Dairesi, vb.) oluşturuldu. O zaman, “İdil” gazetesi Astrahan’da yeniden çıkmaya başlamıştı.

Bazı mollalar bu kurumların çalışmalarına ve devrimci harekete faal olarak katıldı. Örneğin, Tsaritsyn’de Molla Abduraşitov Ekim Devrimi olaylarına faal olarak

katıldı, Molla Murtazin ise 1918’de görevini bırakarak Bolşevik partisine katıldı ve savaşta öldü.27 Astrahan Müslüman Komiserliği’nin ilk başkanı Kassım Tuybaktin’in (devrim öncesinde bir ilkokul öğretmeni idi) kaderi de benzerdi: 1918 yılında Astrahan’da öldürüldü.28

Devrim esnasında tutucu ve ılımlı dinî idarenin Bolşeviklere muhalefeti düzensizdi ve bu nedenle ciddî bir açık direniş gösteremediler. 1917 yılında Abdurrahman Ömerov (Astrahan’da seçilmiş bir cami imam-hatibi), İslâm birliği eğilimli “Ulusal Hükümet” adında siyasi bir teşkilat kurdu.29 Fakat bu hareket ciddî bir başarı kaydedemedi. Bu arada, tutucu din adamları bile destek sağlamak amacıyla modernist düşünceler üretmek zorunda kaldılar. Yukarıda adı geçen Salih Alimbekov, Komsomol’a (Komünist Gençlik Birliği) katılmalarını önlemek amacıyla, kadınlara erkeklerle birlikte camilere gelmeleri çağrısında bulundu.30

İç savaştan sonra Bolşeviklerin din karşıtı politikası daha saldırganlaştı ve radikal Müslüman modernistler bile ideolojik muhalif olarak görülmeye başlandı. Gerçekten, yeni dinî idare çok ciddî bir sosyal ve ideolojik güçtü. Temsilcilerinin yaşı ortalama 30 ila 50 civarındaydı ve tahsilleri yeterince yüksekti. Onların faaliyetleri sonucunda, 1917 Ekim Devrimi ve iç savaş döneminde bazı bölgelerde İslâm aslında konumunu güçlendirdi. Örneğin, Astrahan’da cami sayısı 1930’da bile 15’ti,31 halbuki bu sayı devrimden önce (bir adet Şiî camisi dahil) idi.32

Yeni Müslüman idarenin temsilcilerinin Sovyet rejimine yaklaşımı yeterince esnekti; onlardan bazıları devrimci olaylarda aktif rol aldı33 ya da İslâm ile ilgilenen Sovyet idarî teşkilatlarında çalışan akrabalara sahipti. O dönemde, bir çeşit “Sovyet dinî aileleri” ortaya çıkmış gibi görünmektedir. Örneğin, 1917 ile 1920’ler arası döneme ait Sovyet yönetimi belgelerinde adı geçen Almuhametov, İskenderov, Mulyakayev ve Kurmakayev gibi ailelere34 bundan sonraki dönemlere ait belgelerde de değinilmektedir ve bu aileler hâlâ Volgagrad bölgesinin Müslüman dinî çevrelerinde yer almaktadır.

Devrim sonrası dönemin İslâmî idaresi, İslâm’ı Sovyet rejiminin sosyal ve hatta ideolojik esaslarına uydurmaya çalıştı. Bu İslâmî idarenin mensuplarının girişimiyle köylerde tarımı desteklemek için hayır fonları, (malların düşük fiyatlardan satıldığı) mağazalar, köylüler için danışma büroları kuruldu. Bolşevik sosyal politikası gereğince fakir köylüler ve işçiler dinî idare kurullarına seçildiler. Bazı mollalar vaazlarında zenginlere karşı sınıf savaşı ve sosyal adalet çağrısında bulundu.35

Din karşıtı çalışmalardan sorumlu Sovyet görevlileri bile, hem kırsal alanda hem de şehirlerde yaşayan Tatar topluluklar üzerinde etkilerinin zayıf olduğunu itiraf ettiler. Onlardan birinin belirttiği gibi, bu durum bu tür işleri yapanların (bu ortamda iletişim kurma ve çalışma açısından) eğitimsiz olmaları ve dinî şahsiyetlerin herkesçe sevilmesinden kaynaklanıyordu. Bu görevliye göre, “parti taraftarları için bile din karşıtı görünmek tehlikeliydi.”36 Özellikle 30’lu yıllara kadar uygulanan eğitim süreci değişmişti. Genel ve özel amaçlı (cinsiyetlere göre), özel kadrolar yetiştirmek için açılan okullar ve halklara has millî okulların açılmasında maksat mollaların eğitim faaliyetlerinden uzak tutulması idi. Nitekim alfabe değişikliği de bunun sonucudur.

30’lu yıllarda aydın gençler ve toplulukların önde gelen liderleri değişik yollarla (sürgün, hapis, görevden alınma ya da ortadan kaldırılarak) etkisiz hale getirildiler. Camilerin neredeyse tamamı kapatıldı, çok az sayıda açık cami kaldı. Meselâ, Stalingrad’da açık cami kalmamıştı.

Volgagrad yönetimince, camilerin kapatılması, dinî ve millî liderlerin etkisizleştirilmesi dışında bazı özel uygulamalar da kademe kademe yapıldı. İslâmî inanışların gereği halkın yaptığı Kur’an okuma, namaz kılma, kurban kesme, oruç tutma gibi ibadetleri yapanlar takibata uğrayıp cezalandırıldılar. Bu uygulamalar 1980 yılına kadar tatbik edildi. 1980’den sonra bu tür politikalarda az da olsa rahatlama olmuştu. Bunun neticesinde Tatar ve Kazak aydınları ile halkın ileri gelenleri inançlarına karşı yapılan baskılara karşı gelmeye başlayıp millî ananelerini ve dinî inanışlarının uygulamalarını yeniden öğrenip tatbik etmeye başladılar. Rusya’nın 1930 yılına kadar uyguladığı halkların millîleştirilmesine yönelik okullaşmayı istediler.

Fakat 1917 Devrimi’nden sonra dinî faaliyetlerine devam eden nüfuz sahibi Müslüman din adamlarının çoğu gerçekten cedit hareketine katılmıştı. Bunlardan bir kısmı Bolşevikleri desteklediler ve hatta onların partisine üye oldular. Böyle bir tutum takınmaları çoğunlukla Sovyet rejiminin 1917 ile 1920’ler arasındaki dönemde, İslâm ile ilgili olarak dikkatli ve hatta müsamahalı bir politika gütmesi nedeniyle idi. İç savaş esnasında bazı mollalar, ideolojisi komünizm ile İslâmî modernizmi birleştiren yerel Müslüman Komiserliği’ne üye oldular. 1920’li yılların başlarında bu tür fikirlerin merkezdeki Bolşevik liderlik tarafından reddedilmesine rağmen, böyle bir ideolojik uzlaşma için bazı girişimlerin izleri daha önce olduğu gibi yerel Müslüman dinî idarenin pratik faaliyetlerinde belirlendi. Yerel Müslüman dinî idare, Sovyet rejimine bağlılığını açıkladı, sosyal adaleti ve kaynakların fakirler lehine yeniden dağıtılmasını savundu, hayır faaliyetleri düzenledi vb.37 Çoğu zaman bu ideolojik esneklik nedeniyle yerel İslâm (bu Bolşevik Partisi yetkilerince bile kabul edildi),

1920’li yıllarda din karşıtı propagandaya başarıyla karşı koyabildi.

Fakat, 1920’lerin sonlarına kadar bu nispeten hoşgörülü politika kesin olarak terk edildi ve yerine “dinî kalıntıları” yok etme yaklaşımı benimsendi. Yerel camilerin neredeyse tamamı kapatıldı ve bunun sonucunda II. Dünya Savaşı’ndan 1980’lerin (sonlarına kadar) Volgagrad bölgesinde resmen kayıtlı sadece bir cami vardı.38 Böyle bir katı ateist politikanın meyvelerini vermiş olması şaşırtıcı değildi; inananların -çoğunlukla yaşlılardan oluşmaktaydı- sayısı önemli ölçüde azaldı. Bahsedilen politikanın sonuçları, yerel düzeyde İslâm’ın saygınlığının azaltılması ile de kendinî gösterdi. Örneğin, Volgagrad bölgesinin Müslümanların oturduğu kesimlerinde kurban bayramında polisin tutukladığı sarhoş sayısı önemli ölçüde artmaktaydı ve bunlar arasında kendi isteği ile Tatar arkadaşları ile birlikte bayram kutlamalarına katılan pek çok Rus da vardı.39 Tescil edilmemiş dinî kuruluşların sayısı yeterince yüksek olmasına rağmen (Yerel Din İşleri Konseyi tarafından hazırlanan bir rapora göre 1980’lerin başlarında sadece Malye Çapurniki adlı Tatar köyünde tescil edilmemiş 10 tane dinî kuruluş mevcuttu),40 temel dinî eğitimin seviyesi çok düşüktü ve hatta gayriresmî din adamlarının çoğu Arapçayı bilmemeleri yanında Kur’an’ın içeriğini de bilmiyordu.

Volgagrad bölgesinde İslâmî diriliş süreci 1980’lerin son yıllarında meydana geldi. Bu süreç, etnik-kültürel diriliş süreci ile yakından alakalıydı. Bu ikinci süreç, İslâm’ın ve Arapçanın öğretildiği ulusal-kültürel merkezlerin ve ulusal (yani Tatar) okullarının kuruluşu ile kendinî gösterdi. Aynı zamanda, resmen tescil edilmiş camiler ve diğer Müslüman dinî kuruluşların sayısı 13’e yükseldi.

Buna rağmen, Volgagrad bölgesinde İslâmî diriliş sürecini engelleyen ciddî sorunlar mevcuttur. Bunlardan ilki, Sovyet döneminin (bu döneme ait dindışılık ve ateizmin) etkisidir. Bu nedenle, İslâm hakkında temel bilgi seviyesi çok düşüktür ve pek çok zaman İslâm’a yeni girmiş kişilerin dindarlığı oldukça yüzeysel görünmektedir. Onlar ilk önce Müslümandır, çünkü Tatarlardır, Kazaklardır, Çeçenlerdir vb., fakat aynı zamanda onlar Kur’an veya dinî hukuk (şeriat) hakkında çok az bilgiye sahiptirler, içki içmeyi ve hatta domuz eti yemeyi sürdürürler. Bu durum, bazen sosyal çevrenin geleneklerinin, dinî öğretiden daha kuvvetli olduğunu gösterir.41

Volgagrad bölgesinde dinî hareketleri olumsuz etkileyen diğer bir ciddî sorun, İslâmî idare içinde görülen ayrılıktır. Bu, şu anda Rus Müslümanları üzerinde manevî liderlik etme iddiasında bulunan en az üç kuruluşun bulunduğu Rusya’nın bütünündeki durumu yansıtır. 1940’lardan 1990’lara kadar, şimdiki Rusya Federasyonu topraklarında sadece iki tane resmen tescil edilmiş Müslüman kuruluş vardı: Avrupa Rusyası ve Sibirya Dinî İdaresi (SBERS) ve Kuzey Kafkaslar Dinî İdaresi. Şimdi ise Rusya’da 40’tan fazla Müslüman Dinî İdaresi vardır ve bunların 20’den fazlası tescil edilmiştir.42 Şu anda, Rusya Müslümanlarının liderliği iddiasında bulunan üç ana kuruluş şunlardır: Rusya’nın Avrupa Kısmı ve BDT’deki Müslümanlar Merkezi Dinî İdaresi (SBERS’nin resmi halefidir ve SBERS’nin eski başkanı Büyük Müftü Talgat Tacutdin başkanıdır); Rus Müslümanları Dinî İdareleri Üst Koordinasyon Merkezi (bu kuruluş SBERS’nin yetkisini kabul etmeyen yeni kurulmuş bölgesel Dinî İdarelerin katılımıyla 1992’de kurulmuştur ve Başkanı Müftü Nafigulla Aşirov’dur) ve Rusya Müftüler Konseyi (1996’da kurulmuştur ve başkanı Müftü Ravil Gaynutdin’dir). Şimdiye kadar bu üç kuruluş birbirleri ile oldukça gergin bir ilişki içerisinde olmuşlardır ve yerel düzeyde de durum aynıdır.

Adı geçen kurumlardan en azından ikisi Volgagrad Müslümanları üzerinde etki sahibi olmak için yarışırlar. Volgagrad müftülüğü -Raşid Almuhametov liderliğindedir- Rusya’nın Avrupa Kısmı ve BDT’deki Müslümanlar Merkezî Dinî İdaresi’ne bağlı iken, İslâmî Merkez (Başkanı Nail Kurmakaev’dir) ise Rusya Müftüler Konseyi’ne yakın bir kuruluştur. Bu iki kuruluşun Volgagrad şubeleri bölgesel yetkililere bağlılıklarını belirtirler ve birbirlerini sadakatsizlik ve gerçek İslâm’dan sapma ile suçlarlar. Geleneksel dinî idarenin bir mensubu olan Raşid Almukhametov, rakiplerini aşırı İslâmcılar ile ilişki kurmakla suçlar ve bazen ılımlı muhaliflerini bile Vahabilerle aynı düzeye koyar.43 Müftünün muhalifleri ise, hem onun meşrutiyetini hem de yeterliliğini sorgular. Bu karşı iddialar, Volgagrad’a merkez camii yapılması meselesinde kendinî gösterir. Her iki taraf da yerel yetkililerin bu amaçla tahsis ettiği bir arsa üzerine hak iddia eder. “İslâm Merkezi” bu konuda haklarını savunmada daha başarılı olduğu için, Volgagrad Müftülüğü merkez camii yapımı için diğer bir arsa istedi.44 Sonuçta, Volgagrad bölgesinde iki tane merkez camii olacaktı, ki bu elbette tamamen anlamsızdı.

Fakat, dinî alanda yerel düzeydeki gerginliklerin diğer bir boyutu daha vardır. Sorun, İslâmî idare içerisinde hakim mevkilerin çoğunlukla Tatarlar ve sınır bölgelerinde Kazaklar tarafından işgal edilmiş olmasıydı. Fakat, Sovyetler sonrası dönemde Kafkaslar’dan ve Orta

Asya’dan gelen göçmenlerin sayısı belirgin biçimde arttı. Bu, sayıları oldukça kalabalık Çeçenler, Azerbaycanlılar, Tacikler45 vb. gibi göçmen topluluklarının oluşmasına yol açtı. Bu yeni gruplar arasında dindarlık seviyesi çok yüksektir; diğer taraftan onların sosyal konumları çoğu zaman önemsizdir ve bu durum dinî alan için de geçerlidir.

Bu olgu açıkça gayrıresmî hareketler için -pek çok zaman “Vahabîler” diye adlandırılan aşırı İslâmcı gruplar dahil- uygun bir ortam oluşturur. Mevcut meselede “Vahabîlik” tam anlamıyla doğru bir tabir değildir; çünkü Sovyetler sonrası dönem Müslümanlarının çok büyük bir çoğunluğu Suudî geleneğine -Hanbelî mezhebi dahil- mensup değildir. Gerçekten bu tabir, İslâmcı aşırılıkla ya da köktencilikle ve hatta (daha önce belirtildiği gibi) gerçekte ılımlı olabilmelerine rağmen siyasal muhalifleri öcü olarak göstermekle eş anlamda kullanılır.

Volgagrad bölgesinde 1998’den beri Vahabî diye adlandırılanların önemli faaliyetlerde bulundukları gözlemlendi. Bu faaliyet kural olarak üç ana yöneliş içerir: 1. Okullar, dinî sohbetler yoluyla “gerçek İslâm’ın” yayılması; 2. Camilere el koymak ve resmen tanınmış imamların sürülmesi için girişimlerde bulunulması; 3. Çoğu zaman resmen tescil olmuş dövüş sporu vb. gruplar şeklinde faaliyet gösteren eğitim merkezlerinin oluşturulması. Mensuplarının gençlerden oluşması bu tür gruplara özgü bir durumdur, fakat uluslararası bir üyelik yapısına sahip olmaları -Çeçenler, Azerîler, Özbekler, Tatarlar ve hatta Ruslar- pek de alışılmış bir durum değildir. Elbette bu grupların faaliyeti gizli ve kanun dışıdır, fakat gayrıresmî tahminlere göre bunların üye sayısı hızla artmaktadır.

Fakat, Vahabîlerin faaliyetini, yerel Müslüman dinî idaresinde ve genelde resmî dinî hayatta yeterince teslim edilmeyen etnik gruplarla bir tutmak, meseleyi basitleştirme olacaktır. Bir taraftan aşırı dinci gruplar çok sayıda Tatar ve Kazak asıllı taraftara sahipken, diğer taraftan Çeçenlerin, Azerîlerin, Taciklerin ve diğerlerinin büyük bir çoğunluğunun Vahabîlerin faaliyetlerine katılmadıkları aşikar gibidir. Tam tersine, bazı aşırı görüşlülerin yerel camileri ele geçirme girişimi geleneksel İslâm taraftarı Çeçenlerce önlenmişti. Bu da gösterir ki, bu tür radikal hareketler için elverişli ortamı oluşturan, (etnik grubun kendisi değil fakat) her şeyden önce marjinal sosyal statü ve içinde yer alınan toplumun sosyal yapısına yeterince karışamamadır.

İslâmî faaliyetin yukarıda belirtilen aşırı şekilleri ile ilgili Müftü Raşid Almukhametov şöyle demişti: “Volgagrad bölgesinde faaliyet gösteren Vahabîler sadece keşif yapmaktadır. Onlar, Volgagrad’a güçlü bir grup oluşturacak ve Müslümanları savaşa kaldıracak ilk ajanlardır.”46 Bu fikir abartılı görünmesine rağmen, Çeçenistan’daki çatışma, İslâmî (ya da kendisini dinî sloganlar altında gizlemiş) aşırılığın Volgagrad bölgesinin bir realitesi olduğunu ispatlar. Vahabi diye adlandırılanların, Mayıs 2000’de Volgagrad’a meydana gelen ve 17 kişinin ölümü ile sonuçlanan bir terörist eylemi işlediklerinden şüphelenilmektedir. Bu olayda yaralananlardan birinin anlattığına göre, eylemi yapan terörist grubun başında, soyadından Slav asıllı olduğu anlaşılan Abdullah Rybakov47 bulunuyordu.

Yine de, böyle bir bilginin güvenilirliğinin her zaman tartışmaya açık olabileceğini göz önünde bulundurmalıyız. Örneğin, yerel basına göre, Kazakistan sınırında bu tür bir grup mevcuttur veya mevcut olabilir. Birkaç defa bölgenin merkez camiini ele geçirmeye çalışan bu grubun yaklaşık 20 genç Çeçeni ihtiva ettiği ve başkanının Kazak asıllı Haydar isminde birinin olduğundan şüphelenildi. Bu grubun üyelerinin, mezheplerinin Hanefîlik değil de Hanbelîlik olduğunu belirtmeleri garip görülebilir.48 Fakat, Pallasovka yönetim biriminin dinî işlerden sorumlu başkan yardımcısı R. Akişev’in (Ağustos 2000’de) yazara söylediği gibi, bu olayların özünde yerel Müslüman dinî idare (temsilcilerinden bir kısmı bu olaylara olumlu bir şekilde yaklaşılmasından hoşlanır) içinde gücü ve kurumun mal varlıklarını ele geçirme mücadelesi yer almaktadır. Haydar’a dönecek olursak, o, bahsedilen zamanda bir kanser hastasıydı ve 2000 yılında kanserden öldü. Bu örnek, “Vahabî” nitelemesinin bazen siyasal ve diğer muhalifleri zayıflatmak için kullanılan bir etiket olduğunu gösterir.

Ne olursa olsun, İslâmcı radikallerin faaliyetleri kural olarak İslâm’ın kendisine bağlanamaz. Müslüman olmayan çevrenin İslâm’a karşı tavrı genelde hoşgörülüdür. Buna ilaveten, yerel yetkililer Müslüman dinî idarenin Volgagrad bölgesinin sosyal hayatında oynadığı rolü itiraf ederler ve bazı dinî faaliyet çeşitlerini desteklerler. Rus milliyetçisi kuruluşlar (özellikle sınır bölgesinde faaliyet gösterenler) Hıristiyanlık ve İslâm’ın nüfuz bölgelerinin ayrılmasını öngören bir Hıristiyan-Müslüman işbirliği düşüncesini savunurlar.49 Elbette bazı aşırı görüşler de mevcuttur. Örneğin, geçen yıl “Kolokol” isimli radikal milliyetçilik yanlısı yerel gazete, yazarının şu iddiada bulunduğu bir makale yayınladı: Sınır bölgesindeki yeni İslâmî canlanma, bombalamak için bir bahaneye sahip olmak isteyen bölgeyi ikinci bir Kosova’ya çevirmeye çalışan NATO tarafından planlandı.50 Fakat, bir kaç gün sonra diğer bir Rus milliyetçisi kuruluş, adı geçen makalenin yazarını, dinî karşıtlıkları alevlendiren bir provokatör olarak niteleyen bir bildiri yayınladı.51 Bu örnek aşırı Müslüman karşıtı düşüncelerin Rus mil

liyetçileri arasında bile yaygın olmadığını gösterir.

Bu nedenle, Volgagrad bölgesindeki İslâmî Yeniden Canlanma sürecinin, Müslümanların yaşamadığı diğer Rus bölgeleri ile karşılaştırıldığında, hem ortak hem de kendine özgü niteliklere sahip olduğu görülür.

Bir taraftan yerel İslâm, laikleşme, (etnik-kültürel dirilişin bir parçası olarak) dinî diriliş, dinî kurum içinde ve farklı eğilimler arasında bölünme dahil bazı genel süreçleri yaşadı ve yaşamaktadır. Sonuçta, SSCB’nin dağılmasından önce kurulan yerel Müslüman topluluklar, sosyal ve kültürel çevreleri ile iyice bütünleşmişlerdir; onlar şimdi de etnik-kültürel diriliş ile karşı karşıyadır. Güç ve mal varlığı meselelerinin yerel İslâmî idare içinde bölünmeye (bu bölünme bazen ideolojik farklılıklar tarafından gizlenmiştir) neden olması da normaldir.

Diğer taraftan, Volgagrad vilayetindeki İslâm’dan bahsettiğimizde, bu bölgede var olan İslâm’ın normalde Müslüman olmayan bir Rus bölgesinde yaygın olmayan bazı özelliklere sahip olduğunu göz önüne almalıyız. Birincisi, bu farklılıklar Volgagrad bölgesinin özel stratejik konumu ve daha önce ‘Dar’ül-İslâm’a ait olması nedeniyledir. Bunun sonucunda bu bölge çoğu Kafkaslar ve Orta Asya’dan kaynaklanan dış eğilimlerin etkisine açılmıştır. Ne yazık ki bu eğilimler bazen aşırı uçtadır ve Vahabilik olarak nitelendirilen durumda olduğu gibi aşırı biçimlerde ortaya çıkabilir. İslâm’ın yukarıda değinilen eğilimleri arasındaki iletişim süreci, anlaşıldığı kadarıyla başlangıç aşamasında bir yerlerdedir ve bu sürecin sonuçları henüz her zaman tahmin edilebilecek bir nitelikte değildir.

1 1814’te Rus Çarlığının fermanıyla Han unvanı verildi.

2 Rus kaynaklarında, 1920’lere kadar Kazaklar, Kırgızlar diye anılır.

3 Rus yöneticiler kendilerinin Cengiz Han hanedanın soyundan geldikleri göründeydiler ve bu nedenle eski Altınordu toprakları üzerinde hak iddia ettiler. Bu bakış açısından İslâm, Altınordu’nun mirasının bir parçası olması nedeniyle, belli ölçüde saygı gördü ve Müslümanların oturduğu topraklar (Asrahan dahil), XVII. yüzyılın ikinci yarısına kadar resmen özerk topraklar olarak değerlendirildi. Örneğin, bkz. içinde, Landa, Robert. Islam v İstorii Rossii (Rus Tarihinde İslâm). Moscow: “Vostochnaya Literatura” Basımevi, 1995. Bölümler 3, 4.

4 Zabirov, Shamil. Ob İstoricheskoi’ Sud’be Tatar v Rossii (Rusya Tatarlarının Tarihi Kaderi Hakkında). St. Petersburg, 1999., s. 29.

5 Tatarların Astrahan şartlarında yerine getirdiği arabuluculuk işlevi, bir ölçüye kadar, XIX. yüzyıla kadar var olan karma Tatar gruplarının-Agryzhanskie Tatarları (Astrahanlı Tatar kadınların Hindistanlı tüccarlarla evlenmeleri sonucu oluştu) ve Gilyanskie Tatarları (yerel Tatar kadınların İranlı tüccarlarla evlenmeleri sonucu oluştu) ayrı topluluklar kurmaları ile açıklanabilir.

6 Zabirov, Shamil. Ob İstoricheskoi’ Sud’be Tatar v Rossii (Rusya Tatarlarının Tarihi Kaderi Hakkında). St. Petersburg, 1999. s. 30.

7 Bkz, örneğin, içinde Rossiya: Polnoye Opisaniye Nashego Otechestva. T. VI. Sredneye i Nizhnee Povolzhye i Zavolzhye (Rusya: Anavatanımızın Tam Bir Tasviri. C. IV. Orta ve Aşağı Volga Bölgeleri ve Transvolga Bölgesi). St. Petersburg, 1901. s. 169.

8 Astrakhanskii’ Krai’ (Astrahan yurdu) (derleyen Krukovskaya, S.). St. Petersburg, 1904. s. 69-87.

9 Voenno-Statisticheskoe Obozrenie Rossii’skoi’ İmperii (Rus İmparatorluğunun Askeri-İstatistiki Araştırması). C. V, Bölüm. 5. Astrakhanskaya guberniya (Astrahan Vilayeti). St. Petersburg, Genel Kumay Basımevi, 1852. S. 163; Entsiklopedicheskii’ slovar’ (Ansiklopedi). Brockgauz, F., Efron (ed.), I. St. Petersburg, 1903 (yeniden basım: Moscow: Terra, 1993). s. 361.

10 Voenno-Statisticheskoe… s. 165; Astrakhanskii’ krai’… s. 86-87.

11 Astrakhan’. Spravochnaya Kniga (Astrahan. El Kitabı). Stalingrad, 1937. s. 253.

12 Fakat, bu merkezin hem örgütsel ve hem de bilimsel anlamda bağımsız olmadığı belirtilmelidir. Örgütsel açıdan Astrahan dinî idareleri Orenburg şehrindeki Dinî İdare Kuruluna bağlıydı. İkincisi, varlıklı dindar aileler çocuklarını ileri derecede dinî eğitim için Buhara, Hive ve Kazan’daki medreselere göndermekteydi.

13 Astrakhan’. Spravochnaya… s. 254.

14 Astrakhanskii’ Krai’… s. 77.

15 A.g.e., s. 73.

16 Baryshov, F. Antireligioznaya Rabota Sredi Tatar (Tatarlara Yönelik Din-karşıtı Çalışmalar). Partii’nyi’ Sputnik. Stalingrad, 1927, _ 6, s. 50.

17 A.g.e., s. 75.

18 Informatsionnaya Zapiska upolnomochennogo Soveta po delam religioznykh kul’tov po Astrakhanskoi’ oblasti, napravlennaya upolnomochennomy Soveta po delam religioznykh kul’tov po Stalingradskoi’ oblasti M. A. Chudinovu, ob İslâmskikh organizatsiyakh Nizhnego Povolzhya v XIX-nachale XX v. (“XIX. Yüzyılda ve XX. Yüzyılın Başında Aşağı Volga Bölgesi Dinî Kurumları Hakkında”, Astrahan Bölgesinde Din İşleri Tam Yetkili Konseyi tarafından hazırlanan ve Stalingrad bölgesindeki aynı isimdeki kuruluşa gönderilen Bilgi Memorandumu). 27.02.1956. İçinde Relighioznye organizatsii Nizhnei’ Volgi i Dona v XX veke. Volgograd: Volgagrad Devlet Üniversitesi Basınevi, 1998. s. 39-44.

19 A.g.e., s. 41.

20 Bu vilayet 1920’li yıllarda kuruldu ve (idari yapıda kimi değişiklikler sonrasında) 1934’te yeniden kuruldu. Devrim öncesi var olan Saratov vilayeti (Trasitsin şehri -kensine bağlı yönetim birimi ile birlikte- bu vilayete bağlıydı), Astrahan vilayeti ve Kazak vilayetinin (Velikoe Voi’sko Donskoe) bazı topraklarını kapsıyordu.

21 Baryshov, F. op. cit. s., 49.

22 Informatsionnaya zapiska… s. 41-42.

23 Informatsionnaya zapiska… s. 42.

24 Victorin, V., Naftulin, A. Islam i Naselenie Astrakhanskoi’ Oblasti (İslâm ve Astrahan Bölgesi Halkı). -Politicheskaya agitatsitya. Astrakhan, 1987, 18. s. 15.

25 Nebolsin, Pavel. Ocherki Volzhskogo Ponizovya (Aşağı Volga Bölgesi Üzerine Çalışmalar). St. Petersburg, 1852. s. 106.

26 Entsiklopedicheskii’ Slovar’ (Ansiklopedi). Brockgauz, F., Efron (ed.), I. St. Petersburg, 1903 (yeniden basım: Moscow: Terra, 1993). s. 361, 804.

27 Baryshov, F. op. cit., s. 50.

28 Informatsionnaya Zapiska… s. 43.

29 Victorin, V., Naftulin, A., op. cit. s. 15.

30 Informatsionnaya Zapiska… s. 42.

31 Volgagrad Bölgesi Devlet Arşivi. Fond 313, opis’ 19, delo 1966, s. 138.

32 Entsiklopedicheskii’ Slovar’… s. 352.

33 Örneğin, Tsaritsyn’deki caminin İmamı olan Abdullah Yengalichev (1923’te 37 yayışındaydı), daha önce Bolşevik Partisinin üyesiydi ve hatta Sverdlovsk Komünist Üniversitesi mezunuydu. İçinde, Volgagrad Bölgesi Devlet Arşivi. Fond 122, opis’ 3, delo 28, s. 30; Baryshov, F. op. cit. s. 51.

34 Bkz, örneğin, içinde, Volgagrad Bölgesi Devlet Arşivi. Fond 313, opis 19, delo 1966, s. 68; A.g.e., Fond 122, opis’ 1, delo 85, s. 2, 8.

35 Baryshov, F. op.cit. s. 50-51.

36 A.g.e., s. 52.

37 Baryshov F. Antireligioznaya rabota sredi tatar. In:


Yüklə 14,45 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   80   81   82   83   84   85   86   87   ...   100




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin