Kur'an-ı Kerîm Allah Kelamıdır, Yaratılmış Değildir;
Kur'an-ı Kerîm, mushaflarda yazılıdır, kalblerde mahfuzdur, lisanlarda okunan kelâmdır.
Burada Kur'an'dan maksat, Allah Teâlâ'nın kelâm-ı nefsîsidir. Mushaflarda yazılan, kalblerde mahfuz bulunan ve lisanlarda okunan kelâm bu nefsi kelâma delâlet eder. Kelâmullah hakkında şöyle bir soru akla gelebilir: Eğer Allah kelâmı, kadim olan mana için hakikat, teşekkül eden nazım ve lafızlarda mecaz olursa, sûre ve âyetlerden meydana gelen yaratılmış kelâm-ı lâfzı arasında müşterek bir isimdir. Bu kelâmın Allah'a nisbet edilmesi, Allah'ın sıfatı olmasıdır. Nisbetin gerçek manası, yani bu lâfzı kelâm, Allah'ın yaratıklarından olup yaratıkların telinlerinden değildir, demektir. Bu takdirde kelâmı lâfzî'yi Allah'tan nefyetmek sahih olmaz. Oysa münazara ve münakaşalar, yalnız Allah'ın kelâmına karşı yapılmaktadır. Bu icazı taşıyan da kelâm-ı lâfzidir. İşte bu sebeple abdestsiz ve cünüb kimselerle hayız haldeki kadınların kelâm-ı lâfzı olan Kur'an-ı Kerim'e dokunmaları yasaktır.
Kur'an-ı Kerim, Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem üzerine indirilmiştir.
Kur'an-ı Kerîm, Hz. Peygamber'e muhtelif durumlarda muhtelif şekillerde tek ve mürekkeb harfler vasıtasıyla indirilmiştir. Buna işareten Cenabı Hak şöyle buyuruyor:
“Rablerinden kendilerine gelen ihtarı, hep eğlenerek dinliyor.” 76
Burada muhdes kelimesinden maksat, Kur'an âyetlerinin indirilmesidir. Allah'ın nefsi kelâmı intikalden münezzehtir.
Bizim Kur'an'ı telâffuz edişimiz yaratılmıştır. Kur'an'ı yazmamız ve onu okumamız da yaratılmıştır.
Allah'ın Kelâmı Nefsisi olan Kur'an Allah kelâmıdır, yaratılmış değildir.
Zira emretmek, yasaklamak, bir şeyden haber vermek isteyen kişi önce içinden buna dair bir mana bulur, sonra bu manaya ibare ile yazı yahut işaret ile delâlet eder.
Sonra bil ki Eş'arî'nin mezhebi şudur: Allah’ın nefsi kelamının harikulade olarak işitilmesi caizdir. Nitekim Bâkıllânî de bu noktaya tenbih etmiştir, fakat bu görüşü Ebû İshak el-İsfirayinî reddetmiştir. Şeyh Ebû Mansur el-Mâtürîdi'nin tercih ettiği görüş budur. Cenab-ı Allah'ın:
“Eğer (taarruza uğrayan) müşriklerden biri aman dilerse, ona aman ver, tâ ki Allah'ın kelâmını dinlesin.” 77
Burada Allah kelâmını dinlesin sözünden maksat, Allah'ın nefsi kelâmına delâlet eden sözler demektir. Musa âleyhisselam, Allah'ın nefsi kelâmına delâlet eden ses işitmiştir. Fakat bir melek aracılığı olmaksızın ve yazılı bir vasıta bulunmaksızın harikulade bir şekilde meydana geldiği için, Musa aleyhisselâm “Kelîmullah Allah ile konuşan”adına tahsis edilmiştir. Nitekim Cenab-ı Hakk'ın şu kavli de buna delâlet etmektedir.
“Nihayet oraya varınca, bereketli yerdeki vadinin sağ kıyısından, ağaç tarafından şöyle nida edildi: Ey Musa! Gerçekten ben âlemlerîn rabbi olan Allah'ım.” 78
İmam Âzam'in kelâmında bu konuda geniş bilgi verilecektir. İmam Âzam “El-Vasıyye” adlı kitabında şöyle diyor: “Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın kelâmı, sıfatı, vahyi ve O'nun indirmesi olduğunu, zatının ne aynı ne de gayrı olduğunu ikrar ederiz. Belki Kur'an-ı Kerîm gerçekten mushaflarda yazılan, lisanlarda okunan, kalblerde mahfuz bulunan, fakat buralara hulul etmeyen bir sıfatıdır. Harfler, harekeler, kâğıt, yazı bunların hepsi yaratılmıştır. Çünkü bunlar, kulların işleridir. Allah'ın kelâmı ise yaratılmış değildir. Çünkü yazı, harfler, kelimeler ve âyetlerin hepsi kulların ihtiyacına binaen Kur'an okumaya birer alettir. Allah'ın kelâmı ise kendi zatı ile kâimdir. Ancak Allah'ın kelâmının manası ise bu ayetler vasıtasıyla anlaşılır. “Allah'ın kelâmı yaratılmıştır” diyen kimse kâfir-i billâh'tır. Allah Teâlâ, mâbuddur. Yâni kendisine ibadet edilendir, Allah'ın kelâmı ise okunur, yazılır, Allah'ın zatından ayrılmadan ezberlenir.
Fahr'ul İslâm demiştir ki; İmam Ebû Yusuf'un şöyle dediği sahih rivayetle sabittir: Kur'ân'ın yaratılması meselesinde İmam Âzam Ebu Hanife ile münazara ettim, sonunda ikimizin görüşü şu noktada birleşti: “Kur'an'ın yaratılmış olduğuna hükmeden kâfirdir.” Bu söz, İmam Muhammed'den de sahih bir rivayet olarak sabit olmuştur. İlim adamları kelâmullah konusunda ancak şöyle söylenebileceğini zikretmişlerdir: “Kur'an, Allah'ın kelâmıdır, yaratılmış değildir.” Bu şekilde söylenebilir, fakat sadece Kur'an yaratılmış değildir, denilemez. O takdirde ses ve harflerden teşekkül eden kitabın kadim olduğu düşüncesi akla gelir. Nitekim Hanbelîlerin bazı cahilleri de bu görüşe meyletmişlerdir. “Şerh'ul Akâid” adlı kitapta zikredildiği üzre: Hz. Peygamber buyurmuştur ki;
“Kur'an Allah'ın kelâmıdır, yaratılmış değildir, kim yaratılmıştır, derse kâfir-i billâh'tır.” mealindeki hadis'in aslı yoktur. Şerh'ul-Akâid'in hadislerini tahric ederken bu hususu da beyan etmiştim.
Bizimle Mutezile arasındaki ihtilâf, Allah'ın kelâm-i nefsisinin nefyi veya isbatı konusuna dönüyor. Yoksa biz, Kelâmullah'ın sözlerinin ve harflerinin kadîm olmasına hükmetmiyoruz. Onlar da Nefsi kelâmın yaratılmış olduğuna hükmetmiyorlar. Bizim delilimiz daha önce geçtiği üzere; “Peygamberlerden tevatür yolu ile ve icma ile Allah'ın kelâm sahibi olduğu sabit olmuştur. Bunun mânası; Allah Teâlâ'nın kelâm sıfatı ile vasıflanmasından başka bir şey değildir. Yaratılmış olan Kelimullah'a ait sözlerin Allah'ın zatı ile kâim olması mümkün değildir. Öyle ise Allah'ın, kadîm olan nefsi kelâmı sabit olmuştur.
Mûtezîle'nin, Kur'an, Yaratılmışların sıfatı ile vasıflanmıştır; diyerek telifi, tanzimi, inmesi, indirilmesi, arapça olması, işitilmesi, fasih ve mûciz olması gibi yaratılmış varlıkların sıfatları ile vasıflanmış olmasını ileri sürmeleri yukarıda belirtilen Hanbeliler aleyhine delil olur; bizi hiç ilgilendirmez. Çünkü biz Kur'ân'ın nazmının hadis (yaratılmış) olduğu ile hükmediyoruz. Esas söz, kadîm'in mânasındadır. Mutezile için Allah'ın konuşucu olduğunu inkâr etmek mümkün olmayınca, ses ve harfleri mahallinde kitabet şekillerini Levh-i Mahfuz'da yaratıcı mânasında konuşur olduğuna meyletmişlerdir. Halbuki sen, hareketi yaratanın değil de hareket kendisi ile kaim olan kişinin müteharrik (hareket eden) olduğunu bilirsin.
Ancak bir âyette iki çeşit kıraat bulunsa, her bir okunuşun diğerinden farklı mânası varsa, Allah Teâlâ, iki mânanın her ikisi ile de konuşandır. O iki kıraat, iki âyet yerine geçer. Eğer iki karaatın mânaları,bir ise, o takdirde Cenabı Allah bu iki mânadan biri ile konuşmuştur, fakat iki türlü okunmasını caiz görmüştür. Bu görüşü fakîh Eb'ul-Leys es-Semerkandî de zikretmiştir.
Bil ki, şüphesiz Sahabe ve Tâbiûn ve diğer müctehitler (Allah onlardan razı olsun), Allah'ın sıfatlarından her birinin, zatının ne aynı ne de gayrı olduğunda ittifak etmişlerdir. Şârih de bunu bu şekilde zikretmiştir. Bunun mânası şudur: Allah'ın sıfatları, zihindeki mefhum itibariyle Allah'ın aynı değildir; haricî varlık itibariyle de Allah'ın zatının gayrı değildir. Zira sıfatın mânası zatın mânasının başkası değildir. Ancak, sıfatlar, kâinattaki tezahürleri itibariyle Allah'ın zatına mugayir değildir.
Hülâsa, Allah'ın kelâmı, O'nun sıfatlarındandır. Allah da zatı ve sıfatları ile kadîmdir. Kadîm oluş, bakî kalmayı gerektirir. Zira kadîm olduğu sabit olanın yok olması muhal olur. Nitekim bu mâna Allah Teâlâ'nın şu kavlinden de istifade edilmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“O, evveldir, âhirdir, zahirdir, batındır. O, her şeyi bilendir.” 79
“Ay için seyir menzilleri tâyin ettik. Öyle ki, kurumuş eski hurma dalında olduğu gibi yay şeklîni almıştır.” 80
Bu âyette “Urcûn el-Kadîm” yani eski hurma dalı şeklinden maksat, ikinci yay biçimindeki şeklini alınca evvelki eski oluyor, demektir. Yenisi bulununca eskisine kadîm deniliyor. Yine Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
“Bir de kâfirler, iman edenler hakkında şöyle dediler: Eğer o peygamber hayırlı olsaydı, bizden evvel (fakir ve bîçâreler) ona koşmazlardı demekle maksatlarına erişemeyince de şöyle diyecekler: Bu Kur'an eski bir yalandır.” 81
Yâni zaman bakımından evveldir. Sonra şüphe yoktur ki, kadîm, önce gelen mânasında kullanıldığı zaman, yaratılmışlardan önce olan her şeyin başkalarından önce olması gerekir. Lâkin Allah Teâlâ'nın isimleri, Allah'ı medheden hususî bir mânaya delale't eden Esmâ-i hüsnasıdır. Tekaddüm sözü lügat mânasında mutlaktır, bütün yaratılmışlardan önce gelmek mânasına tahsis, edilmiş değildir. O zaman Allah'ın Esmâ-i Hüsnasından olamaz. İşte bu sebeple Şeriat, Evvel, ismini zikretmiştir ki bu isim, kadîm isminden daha güzeldir. Çünkü evvel ismi, sonradan gelenlerin ona döndüğünü, tabi olduğunu bildirir. Kadîm sözü bunun aksidir. Ancak şu var ki. Cenabı Allah, evvel mânasını şamil olan kadim mânasında ekmel ve tek olunca, kelâm âlimleri kadim ismini Allah'a ad olarak vermişlerdir. Bu noktada düşün.
Sonra Kayyûm sıfatı ezelî ve ebedî mânasına delâlet eder. Kadim sözü ise bu mânaya delâlet etmez. Kayyûm sıfatı, yine Allah Teâlâ'nın kendi kendine var olduğuna da delâlet eder. İşte bu, Allah Teâlâ'nın Vacib'ul-vücûd olduğunun mânâsıdır. Bu ince mânaları taşıdığı için “Hayyül-Kayyûm” isminin îsm-i Âzam olduğu söyleniyor. Hz. Peygamber'den sahih olarak rivayet edilen şu hadîs-i şerif de bu mânayı takviye eder. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyuruyor:
“Cenab-ı Hakk'ın (Allahu Lâ ilahe illâ huvel-hayyül-kayyûm) sözü Kur'an'daki âyetlerin en büyüğüdür”
Bu iki ismin Esmâ-i hüsnâ'nın medarı oldukları da ism-i âzam olduklarını yine takviye eder. Bütün esmâ-i hüsnâ'nın mânaları bu iki kelimeye dayanır. Zira hayat sıfatı, bütün kemal sıfatlarının varlığını gerektiriridir. Esmâ-i hüsnâ'dan hiçbiri Kemal sıfatının dışında kalmaz. Kalacak olsa bu ancak hayat sıfatının zayıflığı sebebiyle olması gerekir. Allah Teâlâ'nın hayatı, hayatların en mükemmel ve tamamı olunca, onu ispat ederken bütün kemal sıfatlarını ispat etmek gerektir.
Kayyûm ismi, Allah Teâlâ'nın tam zengin olmasını, tam kudret sahibi bulunmasını ve gerek zatında, gerek sıfatında yaratma ve yardım etme bakımından bir isimdir. Şüphesiz Cenabı Allah, kendi zatı ile kâimdir, hiçbir suretle başkalarına benzemez. Başkalarını da ayakta tutan odur. Allah'ın kudreti olmadan hiçbir şey ayakta duramaz. İşte bu sebeple bu iki sıfat, en mükemmel bir tarzda kemal sıfatı olarak sayılmıştır. Bunların ikisinin İsm-i Âzam olmaları uzak ihtimal değildir. Allah Teâlâ en iyi bilendir.
Dostları ilə paylaş: |