Kader Hakkındaki Münakaşalar
Yukarıdaki âyetlerle adı geçen Hadîs-i Şerif ileri sürülerek yapılan itiraza şöyle cevap verilir: Kerramiye ve Mûtezile'nin, Allah'ın dilemesinin, kulun işini emrettiğine delil olduğuna inanmaları Allah'ın şeriatı ile, peygamberlerine gönderdiği emirlerinin, kaza ve kaderi ile kitaplarını gönderdiği peygamberlerinin birbirine karşı çıkması gerekirdi. Bu ise onları bu düşünceden yasaklamaktadır. Onlar Meşîet-i âmme sıfatını emr-i dâfia olarak yaptılar. Meîşeti tevhid yönü ile zikretme diler. Onu, Allah'ın emrine muhalif,
şeriatına karşı olarak zikrettiler. Onlar zındıklar ve cahil inkarcılarda olduğu gibi yaptılar. Zındıklar ve inkarcılar bir emir ile emredilip bir işten yasaklanınca kaderi delil olarak ileri sürüyorlar. Bir hırsız Hz. Ömer'e kaderi ileri sürerek mazeret beyan ettiği zaman Hz. Ömer kendisine:
“Ben de senin elini Allah'ın kaderi ile kesiyorum,” cevabını verdi. Şu âyet de buna delâlet etmektedir:
“Bunlardan öncekiler böylece tekzib etmişlerdi. Sonunda azabımızı taddılar. Onlara de ki: Sizde kitap ve hüccetten bir şey varsa onu bize çıkarın, getirin. Siz, yalnız kendi zannınıza uyarak yalan söylüyorsunuz.” 151
Hülâsa, Mûtezile'nin sözü, kendisi ile batıl kasd edilen hak bir sözdür, İblis'in “Yâ rabbi! Beni rahmetinden uzaklaştırman sebebiyle sözü, kaderi delil getirdiği için zemmedilmiştir. Böylece kaderi itiraf etmiş ve ispat etmiştir. Bu sebeple iblis, Mutelizi’lerden daha çok Allah’ı tanımıştır, denilmiştir. İblisin sözü, Cenabı Allah’ın şu sözüne mutabık düştüğü için kaderi kabul etmiş olduğu söylenmiştir. Cenabı Hak buyuruyor:
“Biz, her gönderdiğimiz peygamberi, ancak içinde bulunduğu kavminin dili ile gönderdik ki, onlara apaçık anlatsın. Artık, Allah dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğine de hidayet verir. O, her şeye galibtir, hükmünde hikmet sahibidir.”152
“Allah kimi hidayete ulaştırırsa, o, hak yola ulaşandır ve kimi de adaleti ile saptırırsa, işte bunlar ziyana uğrayanlardır.” 153
Âdem aleyhisselâm'ın, Musa aleyhisselâm'a:
“Beni yaratmadan kırk sene önce yapacağımı yazdığı bir işten dolayı beni kötülüyor musun?” sözü, isyanda bulunan kişinin tevbe ettikten sonra itiraz hakkı olmadığına mebnidir. Âsi, Allah Teâlâ'nın tâatına döndükten sonra Allah'ın kaza ve kaderine sarılmalıdır. Belki, isyanının yaratılışından önce mukadder bulunduğuna, tevbe etmeden evvel o işe başlayınca, hükmünde ve kazasında Allah'ın kaza ve kaderine sarılması gerekir. Zira böyle olmazsa, o zaman Allah'a karşı gelmiş gibi olur. Çünkü Cenabı Allah kendisine isyan edilmesini yasaklamış, emrine uyulmasını emretmiştir. Allah'ın kazasını kimse geri döndüremez Allah'ın hükmünü tâkib eden yoktur, işine galib olan da yoktur. Vehb b. Münebbih'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: Kadere baktım, hayretler içinde kaldım. Sonra tekrar baktım, yine hayretler içinde kaldım ve kaderi en iyi bilenlerin, ondan en çok sakınanlar olduğunu buldum. İnsanlar içinde kaderi en çok bilmeyenler, o hususta en çok konuşanlardır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in:
“Kader bahsi açıldığı zaman dilinizi tutun.” mealindeki hadisi de bu sözümüzü takviye eder. Yani kaderin hakikatini beyandan dilinizi tutun, kadere ve kaderin hakikatına imandan değil. Cenabı Hakk'ın:
Her nerede olursanız ölüm size erişir. Velev ki tahkim edilmiş yüksek kalelerde olun. Bununla beraber onlara bir iyilik gelse, bu Allah'tandır, derler. Bir musibet de gelince: bu, senin uğursuzluğundandır, derler. De ki, hepsi Allah'tandır.” 154
âyetinde doğrusu, haseneden kasd edilen nimet, seyyieden kasd edilen de belâdır. Burada lehimizde ve aleyhimizde bir delil yoktur. Bir kavle göre hasene, Allah'a itaattir, seyyie ise Allah'a isyandır. Bununla beraber kaderiye mezhebine mensup olanlar şu âyeti delil olarak ileri süremezler:
“Sana gelen her iyilik Allah'tandır ve sana gelen her kötülük de kendi nefsindendir.” 155
Çünkü kaderiyeye göre, ister iyilik olsun, ister kötülük olsun, kulun bütün işleri Allah'tandır. Kur'an ise iyilik ile kötülüğü birbirinden ayırd ettiği halde onlar bir ayırım yapmadan kulun bütün işlerini Allah Teâlâ'ya nisbet etmektedirler. Çünkü Cenabı Hak şöyle buyuruyor:
“De ki, hepsi Allah'tandır.” 156 Allah Teâlâ bu âyette kötülüklerin Allah'tan olduğunu açıkladığı gibi, iyiliklerin de Allah'tan olduğunu beyan buyurmuştur. Onlar ise bununla ameller hususunda hükmetmemektedirler. Ancak cezalar hakkında böyle düşünmektedirler. Fakat birinci mâna üzerine Cenab-ı Hak nimet olan hasenat ile, musibet ve belâlardan ibaret bulunan kötülükleri birbirinden ayırd etmiştir. Ve birinin Allah'tan, diğerinin de insanın kendinden olduğunu beyan buyurmuştur. Zira iyilik Allah'a nisbet edilir, çünkü Allah Teâlâ her yönden buna lâyıktır. Kötülükleri ise Allah Teâlâ, bir hikmet icabı yaratır. Bu kötülükler de hikmeti itibariyle kullarına bir ihsanıdır. Zira Allah Teâlâ, asla kötülük yapmaz. O'nun bütün işleri güzeldir ve hayırdır. Bu konuda rivayet edilen bir hadîs-i şerifte şöyle buyuruluyor:
“Hayrın hepsi senin elindedir. Şer ise sana ait değildir.” Yâni sen, halis bir kötülük yaratamazsın, belki bütün yarattıklarında bir hikmet vardır, bu hikmet itibarıyla yarattığın işler de hayır olur. Lâkin bu işler bazı insanlar için kötülük olur ki buna cüz'î izafî kötülük denilir. Yahut külli ve mutlak şer olur ki Cenabı Allah bundan münezzehtir.
Bu sebepten Allah Teâlâ'ya şer tek olarak asla nisbet edilemez Belki şer ve yaratıkların umumuna dahil olur.
“Allah her şeyin yaratıcısıdır.” mealindeki âyet-i kerime ile;
“De ki hepsi Allah'tandır.” mealindeki âyetlerde olduğu gibi. Yahut da
“Yarattıklarının şerrinden falakım rabbine sığınırım.”157 mealindeki âyette olduğu gibi şer sebebe nisbet edilir. Yahut:
“Doğrusu biz bilmeyiz; o yeryüzündeki kimselerle bir kötülük mü murad edilmiştir, yoksa rableri onlar için bir iyilik yapmak mı dilemiştir?” 158
“Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizin kazandığı yüzündendir. Allah ise günahların birçoğunu bağışlıyor.” 159
Bu, dayanılan ilk mânaya göredir. İkinci mânaya göre ise, tâat Allah Teâlâ'ya nisbet edilir. Zira Allah'a itaat, halis bir hayırdır. Terbiye icabı, kötülük Allah Teâlâ'ya nisbet edilmez. Çünkü kötülük, şer suretindedir. Yaratma yönündense hep Allah Teâlâ'dandır. Tâati yaratmak fazilettir, kötülüğü yaratmak adalettir. Allah Teâlâ, yaptığı işten dolayı sorguya çekilemez. Kullar ise yaptıklarından dolayı sorumludurlar.
Sonra Allah Teâlâ'nın
“Sana isabet eden kötülük nefsindendir.” mealindeki âyetinde birçok hikmetler vardır. Zira kul, kendi nefsinin, kazandığı kötülükten dolayı tatmin olmaz ve yaptığı kötülükten ötürü kalbi rahat olmaz. Çünkü orada şer vardır. Şer ancak nefisten gelir. Kul, insanların sözleri ile meşgul olmadığı gibi, kendine kötülük yaptıkları zaman insanları kötülemekle meşgul olmaz. Zira bu, kendisine isabet eden kötülüklerdendir. Kötülük ise kendine ancak günahı sebebiyle isabet etmiştir. Kul, bu sebeple Allah'a dönerek nefsinin şerrinden ve amelinin kötülüğünden ona sığınır. Ve Allah'tan kendisine itaat hususunda yardım ister, böylece kendisi için bütünü ile hayır meydana gelir, her türlü kötülük def olur. Bu sebepten duaların en faydalısı, Allah'tan hidayeti istemektir. Zira hidayet, kötülüğü terk edip Allah'a itaat etmek hususunda Allah'tan yardım istemektir.
Hülâsa, Allah'ın meşîet ve irâdesinin tâalluk ettiği şeye kudreti de tâalluk eder. İradesi tâalluk etmezse, kudreti de tâalluk etmez. Allah Teâlâ, muhal olan şeyleri yapmaya kadirdir, denilemez. Zira muhalin vaki olması mümkün değildir. Allah Teâlâ, muhale kadir değildir de denilemez.
Dostları ilə paylaş: |