Allah'a İman:
Hişâm, Muhammed b. Hasan eş-Şeybani'den rivayet etmiştir: Ebû Hanîfe'nin şöyle dediğini duydum: “Allah'ın en büyük ismi “Allah” Lâfza-i Celâlidir.” Tâhâvî ile Ariflerin ekserisi de bu görüştedir. Öyle ki onlara göre, Allah lâfzı ile zikir yapan kimsenin bulunduğu makamdan daha yüksek bir makam yoktur. Allah'a iman, kendisinden alınmış olan esaslara bakılmaksızın müstakil bir ilimdir. Ebû Hanîfe, Muhammed b. Hasan eş-Şeybani, İmam Şâfii, İmam Halîl, İmam Zeccâc, İbn-i Keysân, Halimi, Îmam'ul-Haremeyn, İmam Gazali, İmam Hattâbî ve diğer âlimlerden meydana gelen çoğunluk da bu görüştedirler.
Tevhidin Esasları:
Bu bahis, gerçek Tevhîd inancını en doğru bir şekilde öğrenme bahsidir. İmam Âzam Ebû Hanîfe rahimehullah'tan rivayet edildiğine göre, kelâmcılardan bir topluluk Allah'ın birliğini ispat hususunda kendisi ile konuşarak bahse girmek istediler. İmam Âzam onlara şöyle dedi:
“Konuşmaya başlamadan önce bu konuda vuku bulmuş bir olay hakkında bana cevap verini Dicle'de bir gemi kendi kendine limana gidiyor, kendi kendine doluyor, yiyecek giyecek ve benzeri eşya yükleniyor, kendi kendine dönüyor, demir atıyor; kendi kendine boşalıyor ve tekrar geri dönüyor, böylece çalışmasına kaptansız, tayfasız olarak devam ediyor. Bu olaya ne dersiniz? dedi. Onlar dediler ki; bu mümkün değildir, asla olamaz. Buna karşılık İmam Âzam da şöyle dedi: Bu geminin böylece kendi kendine idaresi mümkün olamazsa ya bu âlem nasıl kendi kendine idare edilir?”
Bu manada Ârif-i Billah İbrahim el-Havas ne güzel söylemiştir:
“Sana giden hak yol'açıktır.Seni bulmak isteyen delil istemez.”
Bir başkası da bu manada şöyle demiştir:
“Sen apaçıksın, kimseye gizli değilsin, Kör olan kimse ancak ayı göremez.”
“Eb'ul-Atâhiye” de aşağıdaki şiirinde ne güzel söylemiştir:
“Vay! Allah'a nasıl isyan edilir?
Yahut Allah nasıl inkâr edilir?
Her harekette ve her duruşta,
Ebediyyen Allah'a şahit vardır.
Her şeyde Allah'ın birliğine delâlet eden,
Bir işaret vardır.”
Ben derim ki; Yüce Allah'ın Fatiha sûresinde sözüne “El-Hamdü lillâhi rabbil-âlemîn” ile başlaması uluhiyetin tevhidine lâzım olan rububiyetin tevhidinin takdir edildiğine işaret ediyor. Yâni Allah Teâlâ, bütün âlemlerin terbiyeci ve idarecisi olan Allah'tır. Allah'ın birliği, onun idare ve terbiyesinde de bir olmasını, eşsizliğini gerektirir. “El-Hamdü lillâhhi rabbil-âlemîn” cümlesinde bu mana gizlidir. Halkın ulûhiyeti birlemesi, kulluğun gerçekleşmesini icab ettirir. Bu da Allah'ı tanımak için ilk önce kul üzerine lâzım olan şeydir.
Tevhidin Çeşitleri:
Hulâsa, ubudiyetin tevhidinden, rububiyetin tevhidi lâzım gelir. Rububiyetin tevhidinden uluhiyetin tevhidi lâzım gelmez. Çünkü Cenabı Allah Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyuruyor:
“Onlara: gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorarsan, elbette Allah yarattı, derler.” 21
“Biz o putlara, yalnız bizi Allah'a yaklaştırmaları için ibadet ediyoruz.” 22
Belki Kur'an-ı Kerîm'in surelerinin ekserisi tevhidin bu iki çeşidini şamildir, belki Kur'an başından sonuna kadar bu iki tevhid çeşidinin açıklaması hakkındadır. Kur'an-ı Kerîm ya Allah'ın zatından, isimlerinden, sıfatlarından ve işlerinden haber verir ki buna Tevhid-i İlmi-i haberi denir. Ya şeriki olmayan yalnız Allah'a ibadet, etmeye ve O'ndan başka ibadet edilen putları terketmeye çağırır ki buna Tevhd-i İradî-i Talebi denilir. Ya emir ve yasaklardan, Allah'a itaatin lüzumundan bahs eder ki, bunlar da Tevhid ile ilgili olup onun tamamlayıcısıdırlar. Ya Tevhid ehline ikramdan, dünyada bunlara yapılanlardan, âhiretteki ikramlardan haber verir ki , bu da Allah'ı birlemenin mükâfatıdır. Ya da Allah'a eş koşanların durumlarından, dünyada kendilerine yapılan azaptan, felâketlerden, âhirette kendilerine inecek olan azaptan, zincir ve bukağılardan haber verir ki bu da Tevhidin hükmünden dışarı çıkanların cezasıdır.
Tevhid'den Bahseden Âyetler
Kur'an'ın bütünü Tevhid'den, tevhid ehlinin haklarından, onların medhinden, Allah'a eş koşmayı kötülemekten, Allah'a eş koşanların isyanından ve müstahak bulundukları cezalardan bahseder.
“El-HamdüliIIahi Rabbil-âlemîn” tevhiddir.
“Errahmanirrahîm” Tevhiddir.
“Mâliki yevmiddin” tevhiddir.
“îyyâke na'budü ve iyya'ke nesteîn” tevhiddir.
“İhdinessırâtel-müstakîm” tevhiddir; tevhid ehlinin yoluna hidayet olmayı istemektir; cehalet inad ve ifsad için tevhid yolundan ayrılan sapıkların ve kendilerine gadap olunanların yoluna değil, Allah'ın nimet verdiği mutlu kimselerin yoluna iletilmeyi istemeye şamildir.
Kur'an gibi Sünnet de Kur'an'ın delâlet ettiği hususları açıklayıcı olarak gelir. Rabbimiz olan Allah Teâlâ, tevhid konusunda bizi falancanın görüşüne ve filancanın zevkine muhtaç kılmamıştır. Bu sebeple tevhid konusunda Kitap ve Sünnet'e muhalefet edenlerin ihtilâfa düştüklerini, birbirleri ile çarpıştıklarını görüyoruz. Halbuki Cenabı Hak Kur'an-ı Kerîmde:
“Bugün size dininizi tamamladım ve İslâm'ı sizin için din olarak seçtim.” 23
Buyuruyor. Bu sebeple dinin tamamlanmasında Kitap ve Sünnet'in dışında bir şeye ihtiyacımız yoktur. Nitekim Cenabı Allah başka bir âyette şöyle buyuruyor:
“Bu Kur'an-ı Kerîm insanlar için yeterlidir.” 24
“Onlara yetmiyor mu ki, biz sana, kendilerine okunan bir kitap indirdik.” 25
“Hz. Peygamber size neyi getirmişse onu alın, sizi nerden yasaklamışsa ondan sakının.” 26
Tahâvî de ilk akidesinde şu sözü ile bu manaya işaret etmiştir;
“Bu konuya (Tevhid konusuna) kendi kendimize tasavvur ederek ve reylerimizle te'vil ederek giremeyiz. Zira dinin esası hakkında Allah'ın kurtardığından başkası selâmet bulmaz.”
İmam Âzam, söze başlarken işe Allah'ın varlığı bahsi ile girmedi. Çünkü Allah'ın varlığı gözle görünür gibi apaçıktır. Kur'an-ı Kerim'de Cenabı Hak şöyle buyuruyor;
“Peygamberleri kendilerine gökleri ve yeri yaratan Allah'ın varlığında şüphe mi vardır?” dedi. 27
“Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorarsan: Muhakkak Allah yarattı, derler.” 28
Allah'ın yarlığı halkın yaratılışında sabittir. Nitekim Cenabı Hak bu noktaya şu Âyet-i Kerime ile işaret buyuruyor:
“O halde gerçek bir müslüman olarak kendini dine yönelt.. Allah'ın dinine ki, insanları o din üzerinde yaratmıştır.” 29 Hz. Peygamber'in:
“Her doğan çocuk, İslâm fıtratı üzerine doğar.” 30 hadis-i şerifi de buna işaret eder.
Bütün peygamberler tevhid inancını açıklamak için gönderilmişlerdir. Bu sebepten “Lâ ilahe illellah”
kelimesi üzerinde sözleri birleşmektedir.
Peygamberler, kendi ümmetlerine, Allah'ın var olduğunu söylemekle emredilmemişler, belki, ümmetlerinin hayal ve vehmettiğini reddetmek için Allah'tan başkasına ibadet edilemiyeceğini açıklamayı kasdetmişlerdir. Onların ümmetleri vehme ve hayale kapılarak sapık bir inançla şöyle diyorlardı:
“Bu putlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdırlar. Biz onlara yalnız bizi Allah'a yaklaştırmaları için tapıyoruz.” Tevhid inancı ise, te'kitli olarak Allah'ın varlığını ifade eder.
Sonra inançlar, aklın serbest olduğu hususlardan olsa da aslolan bunların şeriattan alınması gerekir. Yoksa, Allah'ın varlığını, ilmini, kudretini isbat etmek haddi zatında Kitap ve Sünnete tevakkuf etmez. Ancak kendilerine itibar etme yönünden Kitap ve Sünnete tevakkuf eder. Zira bu bahislerin Kitap ve Sünnete uygun olup olmadıklarına itibar edilmezse, felsefecilerin bahsettikleri ilahiyat ilmi gibi olur ki, o takdirde buna itibar edilmez. Şu âyetler aklî olarak Allah'ın varlığına delâlet eden âyetlerdendir.
“Şüphesiz yer ile göklerin yaratılmasında, gece ile gündüzün değişmesinde, denizde insanlara faydalı olacak şekilde yüzen gemide, Allah'ın gökten su indirip onunla ölmüş toprakları diritlmesinde ve yeryüzünde her türlü canlıyı yaymasında, rüzgârları estirmesinde, yer ile gök arasında Allah'ın emrine amade bulutlarda, düşünen akıl sahibi kimseler için Allah'ın varlığına ve birliğine delâlet eden birçok alâmetler vardır.”
Her kim bu zikredilen varlıkların acaib durumuna, yer ve göğün yaratılışına, hayvanların, bitkilerin ve âyetlerde bahsedilen diğer yaratıkların acaib yaratılışlarına dikkatlice bakarsa bu bakış onu yokluktan vareden, belli kanunlar üzerine tertib ederek çeşitli hikmetleri içine koyan bir hikmet sahibinden müstağni olmayacağına hükmetmeye sevkeder. Nitekim Cenabı Allah bu konuda şöyle buyuruyor:
“Biz insanı muhakkak çamurun özünden yarattık. Sonra insanın neslini sağlam bir yerde (rahimde) bir nutfe (bir damla su) yaptık. Sonra o suyu bir kan pıhtısı haline getirdik. Ondan sonra kan pıhtısını bir et parçası yaptık, o et parçasını da kemik haline çevirdik, kemiklere et giydirdik, sonra ona başka bir şekil vererek ruh verdik. Şekil verenlerin en yücesi olan Allah'ın şanının ne kadar büyük olduğuna bak!” 31
Mekke halkına ileride biz, hem kendi nefislerinde, hem yeryüzü etrafındaki âyetlerimizi (kudretimizin alâmetlerini) göstereceğiz ki, sonunda Peygamber'in söylediğinin hak olduğu kendilerine apaçık görünecektir. Rabbinin her şeye şahid olması yetmez mi?” 32
Her şeyde Allah'ın birliğine ve eşsizliğine delâlet eden delil vardır.
Bütün akıllı kimseler bu yoldan yürüyerek Allah'ın varlığı ve birliğini bulmuşlardır. Ancak Dehriye taifesi gibi kendini büyük gören bazı sefihler bu yoldan yürümediler. Onların bir kısmı Allah'a eş koşmak suretiyle küfre vardılar. Öyle ki puta tapanlar gibi Allah ile birlikte ilâhlara da taptılar. Bazıları da olayların bir kısmını Allah'tan başkasına nisbet ederler. Mecûsiler gibi. Mecûsiler kötülükleri İhremen'in (Şeytan'ın) karanlığına, ki İhremen şeytandır hayrı da Rahman'm nuruna nisbet ederler. Puta tapanlardan bazıları da bazı eserleri putlara nisbet ederler. Bunlardan Cenabı Allah şöyle haber veriyor:
“Onlar dediler ki: ey Hûd! Sen bize açık bir mucize getirmedin. Biz senin sözünle tanrılarımızı terketmeyiz. Ve biz sana inanmayız.”
“Ancak şunu söyleriz ki; ilâhlarımıza sövdüğün için, muhakkak onların bazısı seni bir fenalıkla (cinnetle) çarpmıştır. Hûd îşte ben Allah'ı şahid tutuyorum, ve siz de şahit olun ki, ben Allah'tan başka ona koştuğunuz ortaklardan hiçbirine inanmıyorum, onlardan beriyim, dedi.” 33
Sâbiîler ve bâzı müneccimler de kendilerine ışık tuttuğu için bâzı olayları yıldızlara nisbet ederler. Allah Teâlâ'yı eş koştukları şeylerden beri kılarım. Onlardan bazıları öldükten sonra dirilmek ve âhirette ölülerin dirilmesi gibi Allah'ın, inkârını küfür saydığı hususları inkâr etmek suretiyle sapmışlardır. Akıl sahipleri için bu kadarı yeterlidir. Görüşlerini müdafaa etmek için munazaracının tertip ettiği aklî mukaddimelere başvurmadık. O mukaddimelerin hulâsası şudur: Âlem hadistir, yâni yoktan var edilmiştir. Onun kıdem sıfatı ile vasıflanan bir yaratıcıya ihtiyacı vardır. O yaratıcı da Cenabı Allah'tır. Cenabı Allah'ın şu âyeti de bu noktaya işaret ediyor:
“Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, her şey üzerine vekildir.” 34
“Şüphesiz sizin rabbiniz, altı günde yer ile gökleri yaratan Allah'tır.” 35
Herkim bu âlemin kadîm (yaratılmamış) olduğuna hükmederse o kâfirdir. Sonra, bütün varlıkların varlığı kendinden olan bir varlıkta son bulduğu sabit olunca, bu varlığın ezelî ve ebedî olması lâzım gelir. Varlığı kendinden olan üzerine yokluk geçmesi ise mümkün değildir. Zira varlığı kendinden olduğu sabit olanın yok olması mümkün değildir. Öyle ise Cenabı Allah kadîmdir, yani varlığının evveli yoktur. Bakîdir, varlığının sonu yoktur. Bu sebeple kıdem ve baka manaları Allah Teâlâ hakkında Selbî sıfatlara döner. Bazıları bu iki sıfatı subûtî sıfatlardan saymaktadır. Zira Allah hakkında bakanın manası, ebed'den sonra gelen yokluğu nefyetmektir. Kadim de ezelden evvel geçen yokluğu nefyetmek olduğu gibi. O halde bu iki kelimenin manası yokluğu nefyetmeye yönelir. Bu sebeple Tûrbiştî kendi inancında şöyle demiştir: “Mevcud ve kadim”» sıfatları Allah'ın zat sıfatlarındandır.
Yukarıda geçmiş imanın şartlarından olan “Allah'a inandım sözünün, imanın yarısı olduğu hususunda ihtilaf bulunmakla beraber, imanda söz ile ikrar etmeye itibar edildiğine işaret vardır. Ancak ikrar bazı zamanlarda düşer, yahut ikrar imanın hükümlerini icra etmek için şarttır. Bu görüş İmam Âzam'dan rivayet edilmiştir. İmam Mâtürîdi de bu görüşe meyletmiştir. Eş'arî'ye göre en doğru görüş de budur. Şu âyet-i kerîme bu görüşü kuvvetlendiriyor:
“Allah'a ve âhiret gününe iman eden hiçbir kavmi, Allah'a ve Peygamber'e karşı gelenlerle sevişir halde bulamazsın; velev ki o o karşı gelenler, babaları, oğulları, yahut kardeşleri, yahut kendi kabilelerinden olsun. İşte Allah böyle (zalim) kimseleri sevmiyen bir kavmin kalblerinde imanı tesbit buyurmuş ve kendilerini yüce katından bir rahmet ile kuvvetlendirmiştir.” 36
Şeyh'ul-İslâm Pezdevî bu konuda şöyle diyor:
“Bir kimse kalbten inanıp özürsüz olarak bu imanını açıklamayı terk ederse, mümin olamaz.” Bu görüş müçtehidlerden Muhakkik olanların görüşüdür. Pezdevî'nin bu sözünde, imanda “Eşhedü” sözünün şart koşulmadığına işaret vardır. Çünkü kişinin, “Allah'a inandım” şeklinde şehadet getirmesi gerekir, dememiştir. Şafiî âlimlerinden bazıları imanda “Kelime-i Şehadet”i şart koşuyorlar ve bunun için de Hz. Peygamber'in şu Hadîsini delil getiriyorlar:
“Allah'tan başka bir ilâh bulunmadığına şehadet getirinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum.” 37
Başka bir rivayette ise “(Lâ ilahe illellah deyinceye kadar” ifadesi vardır. Bu kelimenin manası: Allah Teâlâ'nın varlığını, zatında ve sıfatında birliğini itiraf ederek tasdik ettim, demektir.
Dostları ilə paylaş: |