Allah'ın Sıfatları Kullar Gibi Vasıtalı Değildir:
Allah'ın bütün sıfatları ezelde vardır. Yaratıkların sıfatları böyle değildir. Allah bilir, fakat bizim bilgimiz gibi değil. Allah'ın gücü yeter, fakat bizim gücümüz gibi değil. Allah görür, fakat bizim gördüğümüz gibi değil. Allah, konuşur, fakat bizim konuşmamız gibi değil. Bizler âletler, uzuvlar ve harfler yardımı ile konuşuruz. Allah Teâlâ ise aletsiz ve harfsiz olarak konuşur. Harfler yaratılmıştır. Allah Kelâmı ise yaratılmış değildir.
Allah Teâlâ'nın bilgisi bizim bilgimiz gibi değildir. Bizler eşyayı aletler yardımıyla ve anladığımız kadarıyla zihinlerimizde meydana gelen şekilleri tasavvur etmek suretiyle biliriz. Allah Teâlâ ise, eşyanın hakikatlerini bütünü ile, parçası ile, açığı ve gizlisi ile, zatî olan samedî ve ebedî olan ilmi ile bilir. Allah Teâlâ'nın kudreti bizim gücümüz gibi değildir. Çünkü Allah'ın kudreti kadîmdir. Alet yardımı ve bir şeyin ortaklığı ile değildir. O, her şeye gücü yetendir. Bizler ise ancak bazı eşya üzerine muayyen bir ölçüde güç yetirebiliriz. Bu da yine aletler ve yardımcılar aracılığı ile oluyor. Amma Allah Teâlâ, fâil-i muhtardır (dilediğini yapandır.) Kadirdir, hakimdir, kudret ve ihtiyarı ile her şeyi yerli yerinde idare edendir.
Allah'ın görmesi bizim, görmemiz gibi değildir. İşitmesi de bizim işitmemiz gibi değildir. Zira bizler, muhtelif şekilleri ve renkleri, değişik kelimeleri, kendi fiilimiz olmaksızın, Allah'ın göstermesine uygun biçimde teşekkül ettirilmiş bulunan azalarda yaratılmış âletler aracılığı ile görürüz. O'nun göstermesi ile görürüz, işittirmesi ile işitiriz. Nitekim bir duada da şöyle deniliyor: “Allahım! Bizi yaşattığın müddet, gözlerimizden ve kulaklarımızdan faydalandır.” Cenabı Allah, şekil ve renkleri, muhtelif heyetleri kendi sıfatı olan görme kuvveti ile iktidar sıfatı füzerine görür; sesleri, gerek tek, gerekse mürekkeb kelimeleri kendi sıfatı olan işitmesi ile görür. Allah’ın görmesi herhangi bir âlet yardımı ile, yahut kâinattan başka bir varlığın ortaklığı ile değildir. Her ne kadar görülenler ve işitilenler yaratılmış ise de, Allah Teâlâ'nın görülecekleri görmesi, işitilecekleri duyması bizzat kadimdir. Yukarıda da geçtiği üzere, sonradan yaratılan mütâallakın (yani sıfatın tâalluk ettiği varlığın) sonradan meydana gelmesi kadîm olan mûtâallikin (sıfatın) önceden var olmasına aykırı değildir. Görmüyor musun ki; sen rüyanda dimağının kuvve-i bâtınesi ile çeşitli şekiller ve renkler görürsün, çeşitli sesler işitirsin! Halbuki esasta ne renk vardır, ne de şekil. Sonradan uyanık halde iken aradan zaman geçer. O renkleri ve şekilleri görürsün, işittiğin o sesleri işitirsin.
Sonra uykuda gördüğün ve işittiğin o ses ve renkleri aynen uyanıklık halinde de eksiksiz olarak, gelecekte görürsün. Bununla beraber, kemal sıfatları ile vasıflanmış, melik-i müteâl olan Allah Teâlâ'nın eşyayı yaratmadan, renk ve şekillerini nasıl gördüğü, seslerini nasıl işittiğini acayib karşılıyorsun; kelime ve sesleri nasıl işitir? diyorsun. Halbuki Allah uyku halinde iken sana o şekil ve renkleri gösteren, vukuundan önce o kelime ve sesleri işittiren yüce Allah'tır. Allah Teâlâ'nın konuşması, boğaz, dil, dudak ve dişler yardımı ile değildir. Kelimeler ve sesler, harflerin mahreçlerine muhtaç değil.
Harfler ve sesler yaratılmıştır. Allah Teâlâ'nın kelâmı ise yaratılmış değildir, belki bizzat kadîmdir.
İmam Tahavî diyor ki: “Kim Allah kelâmını işitir de onun beşer sözü olduğuna inanırsa kâfir olur. Allah Teâlâ böylelerini Cehennem ateşi ile korkutmuştur. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Ben muhakkak onu Cehennem'e sokacağım.” 90
Cenabı Allah, “Bu Kur'an, ancak bir beşer sözüdür.”91 diyeni cehennem ateşi ile korkutunca, kesinlikle bildik ki Kur'an, beşerin yaratıcısının sözüdür. Dolayısıyla beşer sözüne benzemez.”
Kelâm Meselesindeki Görüşler:
Tahâvî'nin şârihi şöyle diyor: “İnsanlar bu meselede (kelâm meselesinde) dokuz guruba ayrıldılar. Bunlardan biri şudur: Şüphesiz Allah kelâmı insanlar üzerine mânaları akıtan sözdür. Bazılarına göre bu sözler ya faal olan akıldandır, yahut başkasındandır. Bu görüş Sâbiîlerle (Yıldıza tapanlarla) felsefecilerin sözüdür.
İkincisi: Kur'an yaratılmıştır, onu Allah Teâlâ yaratmıştır, fakat kendisinden ayrı olarak yaratmıştır, derler. Bu söz de Mûtezile'nin sözüdür.
Üçüncüsü: Allah kelâmı tek bir mânadır, Allah Teâlâ'nın zatı ile kaimdir, O da emir, yasak, haber ve haber alma tarzındadır. Eğer bu emir ve yasakları, haber ve istihbarları ibranî dili ile ifade buyurursa Tevrat, Arapça ile ifade buyurursa Kur'an olur, derler. Bu söz de İbn Küllâb ve Eş'ari gibi ona uyan zatların görüşüdür.
Dördüncüsü: Allah kelâmı ezelde toplanmış ezelî sesler ve harflerden ibarettir, derler. Bu görüş de Kelâmcı ve Hadisçilerden bir taifenin görüşüdür.
Beşincisi; Allah kelâmı sesler ve harflerden ibarettir. Allah Tealâ sonradan bunlarla konuşmuştur, derler. Bu görüş de Kerrâmiye taifesi ile diğer âlimlerin görüşüdür.
Altıncısı: Allah kelâmı, zatı ile kaim olan ilmi ve iradesi ile yarattığı varlıklara döner, derler. Bu görüşü Muteber adlı kitabın sahibi kabul etmiştir. “El-Metâlib'ul-Âliye” adlı kitabında Fahreddin er-Râzi de bu görüşe meyi eder.
Yedincisi: Allah'ın kelâmı, kendi zatı ile kaim bir mânayı tazammun eder, Allah o mânayı başkasında yaratmamıştır, derler. Bu görüş de Ebû Mansûr el-Mâtüridî'nin görüşüdür.
Sekizincisi: Allah kelâmı, kendi zatı ile kaim olan kadim mâna ile başkalarında yarattığı sesler arasında müşterektir. Bu söz, Eb'ul-Meâli ve ona uyanların sözüdür. Ben de derim ki; birinci mâna hakikat, ikinci mâna ise mecazdır.
Dokuzuncusu: Cenabı Allah geçmişte ve gelecekte dilediği zaman, dilediği şekilde konuşmakta devam eder. Allah Teâlâ işitilen bir ses ile konuşur. Kelâmın nevi ise kadîmdir. Ses her ne kadar kadim değilse de, konuşmanın nevi kadîmdir. Bu söz, daha evvel söylediğimiz Hadîs ve Sünnet ashabından tercih edilen sözü takviye ediyor. Bu meselenin, İmam Âzam hazretlerinin telifinde tekrar edilmesinin sebebi, maksad bakımından öneminin büyüklüğünü göstermektedir.
Sonra bil ki; buzağıya tapanlar, Allah'a karşı küfür içinde olmalarına rağmen, Mutezileden daha çok söz anlamaktadırlar. Zira Musa aleyhisselâm onlara:
“Görmüyorlar mı ki; o (buzağı) onlarla konuşmuyor ve kendilerine yol göstermiyor.”92
Buzağıya tapanlar, Musa aleyhisselâm'a bu ifade karşısında, senin rabbin de konuşmuyor, tarzında bir cevap vermediler, itirazda bulunmadılar. Bu âyet-i kerimeden anlaşıldığına göre, konuşmayı nefy etmek bir noksanlıktır, bu noksanlık, buzağının ilâh olamıyacağına delil kabul ediliyor. Mutezilenin şüphesi son haddine vararak şöyle derler: Allah'ın konuşmasından dolayı, yaratıklara benzemesi ve cisim olması gerekir. Onlara şöyle cevap verilir: Allah Teâlâ, kendine yakışır şekilde konuşur, dediğimiz zaman şüpheleri yok olur. Mûtezile'den biri, yedi Kıraat İmamından biri olan Ebû Amr b. Alâ'ya; Cenabı Hak'kın ;
“Musa, kendisi ile konuşacağımızı va’dettiğimiz vakitte gelince, Rabbi ona kelâmını söyledi.93 âyetindeki “Allah Musa ile konuştu sözüne ne diyeceksin?” deyince Mûtezîlî olan bu şahıs bir cevap veremedi.
Sonra Cennet nimetlerinin en üstünü, Allah Tealâ'nın cemalini görmek, O'nun kelâmım işitmektir. Bunu inkâr etmek, Cennet'in ruhunu inkâr etmektir. Çünkü Cennet, Cennete girecekler için, ancak bu iki şey ile hoştur. Nitekim kâfirler için Cehennem azabının en şiddetlisi, Allah'ın cemalinin onlara perdelenmesi, gösterilmemesi ve onların Allah kelâmını işitmemeleridir. Allah Teâlâ bu hususu şöyle haber veriyor:
“Kıyamet gününde Başka bir âyette de: Allah Teâlâ, onlarla konuşmayacaktır.” 94
“Orada ses çıkarmayın, bana bir şey söylemeyin.” 95
“Hayır onlar, Kıyamet günü, rablerinin rahmetinden menedilmişlerdir.” 96
Mutezile,
“Güneşi, ayı, yıldızları Allah, kendi emrine bağlı olarak yarattı. Dikkat edin, hem yaratmak, hem de emr etmek O'na aittir.” 97
Bu âyette Allah Teâlâ, yaratmakla, emr etmeyi birbirinden ayırmıştır. Dolayısıyla mutezilenin, Allah'ın sıfatları, ilim, kudret ve benzer bütün sıfatlarının yaratılmış olduğu yolundaki batıl inançlarını reddetmiştir. Bu, apaçık küfürdür. Zira Allah'ın ilmi bir şeydir, kudreti bir şeydir, hayatı bir şeydir: Bu sebeple bu şeyler “Her şeyi yarattı” âyetinin şümulü içine girer. Dolayısıyla Allah'ın sıfatlarının yaratılmış olması lâzım gelir Cenabı Allah, bu taifenin söylediklerinden münezzehtir. Cenabı Allah, başkası ile kaim olan bir kelâm ile nasıl konuşabilir? Bu doğru olacak olsa, Allah'ın cansızlarda ve hayvanlarda meydana getirdiği seslerin de Allah kelâmı olması gerekirdi. “Konuştu” sözü ile, “Allah konuşturdu” sözü arasında bir fark olmazdı. Kıyamette kâfirlerin derileri konuşturulacaktır. Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor:
“O kâfirler, derilerine niçin aleyhimizde şahitlik yaptınız? derler. Onlar (deriler), her şeyi konuşturan Allah bizi konuşturdu, derler.” 98
Bu âyette “bizi Allah konuşturdu” ifadesi vardır. “Allah konuştu” buyurulmuyor. Belki, Allah Teâlâ, başkalarında yarattığı her söz ile konuşmuş olması gerekir, ister doğru, ister yalan olsun, ister küfür olsun, ister hezeyan olsun. Cenabı Allah bunlardan münezzehtir.
Konevi'nin naklettiğine göre, Allah'ın zatı ile sıfatını birleştiren bu “İttihadiye” taifesini red için İbn-i Arabi şöyle diyor;
“Varlık alemindeki bütün sözler, Allah'ın kelâmıdır, Bizim için nazmı da, nesri de birdir.”
Bunun gibi Abdülaziz el-Mekki Halife Me'mun'un huzurunda Bişr el-Merisi'yi ilzam etmiştir. Önce, Kur'an nassı dışına çıkmamayı şart koşmuş, sonra Halifenin huzurunda aralarında şöyle bir karşılıklı konuşma olmuştur: Söze önce Bişr el-Merîysî başlayarak şöyle demiştir:
“Ey Mü'minlerin halifesi! Benim muarızım, Kur'an naslarını bıraksın da Kur'an nasları dışında benimle münazara etsin, o zaman eğer sözünden ve görüşünden dönmez ve Kur'an'ın yaratılmış olduğuna hükmetmezse benim kanım helâldir. Bunun üzerine Abdülaziz:
“Ben mi soru sorayım, yoksa sen mi soru soracaksın?” diyerek söze başladı. Bişr; sen sor, dedi. Ben de ona şöyle bir soru sordum:
“Üç görüşten birini mutlaka kabul etmeniz gerekir. Yâ Allah Teâlâ Kur'an'ı kendi zatında yaratmıştır, yahut onu kendi zatı ile kaim olarak yaratmıştır, yahut onu başkalarında yaratmıştır, demen gerekir.” Bişr:
“Allah Teâlâ, eşyayı yarattığı gibi Kur'an'ı da yaratmıştır,” diyerek cevap vermekten kaçındı. Bunun üzerine halife Me'mun Abdülaziz'e:
“Bişr'i bırak da bu meseleyi sen açıkla,”dedi, Abdülaziz de şöyle dedi:
Eğer Bişr derse ki, Allah kelâmını kendi zatında yaratmıştır, bu mümkün değildir. Zira Allah Teâlâ, yaratıklara mahal olamaz. Allah'ın zatından bir şey yaratılmış olamaz. Eğer, başkasında kelâmını yarattı, derse, akla ve kıyasa göre, Allah'ın başkasında yarattığı her kelâmın, kendi kelâmı olması gerekir. Eğer, kendi zatı ile kaim olarak Allah kelâmını yaratmıştır, derse, bu da mümkün değildir. Zira, irade, ancak murad edenden, ilim de âlimden sudur ettiği gibi, kelâm da ancak konuşandan sudur eder. Allah'ın zatı ile kaim olup zatı ile konuştuğu bir kelâm tasavvur edilemez. Bu yönlerden Allah kelâmının yaratılmış olması mümkün olmayınca, Kelâm sıfatının Allah Teâlâ'mn sıfatı olduğu bilinmektedir. Bu sözler, İmam Abdülaziz'in “el-Ceyyide” adlı kitaptan kısaltılmış olan sözleridir. Konevi, Mutezilenin, düşüncelerine delil olarak aşağıdaki âyeti ileri sürmelerini acayip karşılayarak, “ne bozuk bir delil getirme” diye vasıflandırıyor. Mutezilenin, ileri sürdüğü delil şu âyet-i kerîmedir:
“Nihayet oraya varınca, bereketli yerdeki vadinin sağ kıyısından, ağaç tarafından şöyle nida edildi: Ey Musa! Gerçekten ben âlemlerin rabbi olan Allah'ım.” 99
Burada âyetten anlaşıldığına göre, Allah Teâlâ, Musa ile olan kelamını ağaçta yaratmıştır. Musa aleyhisselâm da Allah kelâmını bu ağaçtan işitmiştir.Bu âyetteki nîdâ edildi sözü, bundan sonraki sözdür. Musa aleyhisselâm vadinin kıyısından nidayı işitmiştir. Bereketli yerdeki ağaçtan, ifadesinden de anlaşılacağı üzere, nida, ağaçtan olmuştur. Nitekim “Zeyd'in konuşmasını evden duydum” dediğin zaman ev, konuşmanın başladığı sınırı belirtir. Evin, konuştuğunu ifade etmez. Eğer Allah kelâmı ağaçta yaratılmış olsaydı, ağacın konuşması ve
“Yâ Musa şüphesiz ben Allah'ım” 100sözünü ağacın söylemesi gerekirdi. Eğer bu söz, Allah'tan başkasın sudur etseydi, Fir'avn'ın :
“Muhakkak ben sizin rabbinizim”101 sözünün de doğru olması gerekirdi. Zira Mutezileye göre, her iki söz de yaratılmıştır, ve bu sözleri Allah'tan başkası söylemiştir. Oysa onlar, bozuk olan inanç temellerine göre beşer kelâmı ile Allah kelâmı arasında fark gözetiyorlar, Musa âleyhisselâm'a nida edilen kelâmın, Allah'ın ağaçta yarattığı söz olduğunu kabul ediyorlar. Halbuki Firavn'ın sözü kendisinin yarattığı sözdür. Bu şekilde Mutezile, tahrif ve tebdil yapmak suretiyle Allah’tan başka bir yaratıcıya inanmış oluyorlar. Halbuki Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Allah'tan başka bir yaratıcı varmıdır?” 102
Şöyle bir soru ortaya atılabilir: Cenabı Allah bir âyette ;
“Kur'an, şüphesiz kerem sahibi bir peygamberin sözüdür.” 103
buyuruyor. Bu âyet-i kerime, Kur'an'ı, bir elçinin, ya Cebrail aleyhisselâm'ın, yahut Muhammed aleyhisselâm'ın icadettiğine delalet eder. Buna şöyle cevap verilir:
Bu âyette Resul kelimesinin mârife olarak zikredilmesi, Kur'an, gönderildiği elçi tarafından tebliğ edildiği içindir. Zira Cenabı Allah: Bu Kur'an bir meleğin yahut bir peygamberin sözüdür, buyurmuyor. Dolayısıyla, Allah Teâlâ'nın Kur'an'ı, gönderdiği kişi vasıtasıyla tebliğ ettiği biliniyor, anlaşılıyor. Bu sözden, o elçinin bu sözü kendisi ihdas ettiği manası anlaşılmaz. Âyetlerden birinde elçi Cebrail aleyhisselâm, diğerinde ise Muhammed aleyhisselâm'dır. Kur'an'ın her ikisine de nisbet edilmesi, bu izafetin tebliği için olduğunu ortaya koyar. Zira Kur'an'ı ikisinden birinin yarattığı kabul edilirse, diğerinin yaratması mümkün olmaz. Yine Allah Teâlâ, başka bir âyette de Kur'an'a beşer sözü diyenlerin kâfir olduğunu beyan buyuruyor. Dolayısıyla Kur'an'ın, Hz. Muhammed'in sözü olduğunu, onu kendisinin icadettiğini söyleyen kişi kâfirdir. Kur'an beşer sözü yahut melek sözüdür, demek arasında bir fark yoktur. Zira söz söyleyene aittir. Onu tebliğ edene ait değildir.
“Durun, sevgiliyi ve sevgilinin yaşadığı yeri hatırlayıp ağlayalım.”
şiirini başkasından işitsek de bu şiiri söyleyen şairin İmreil-Kays olduğuna hükmederiz. Çünkü bu sözü ilk söyleyen odur. Bir kimsenin “Ameller niyetlere göredir.” hadisini söylediğini işitirsek, bu söz Peygamberin sözüdür, deriz. Eğer “Elhamdü Iillâhi rabbil, âlemin” dediğini duyarsak, yahut: “Kul huvellahu ehad” sûresini okuduğunu işitirsek bu sözün Allah kelâmı olduğunu söyleriz.
Hulâsa, dört mezhebe bağlı Ehl-i Sünnet, selef ve halef âlimleri Kur'an'ın yaratılmış olmadığında ittifak halindedirler. Ancak, sonradan gelen âlimler Kur'an, Allah'ın zatı ile kaim olan bir mana mı, sonradan konuştuğu ses ve harfler mi, yahut dilediği zaman dilediği şekilde konuştuğu bir kelâm mı olduğu hususunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Fakat, şüphe yok ki Allah'ın kelâmı kadîmdir. İmam Tahavi’nin tercih ettiği görüş de budur. Kıble ehli arasındaki münakaşa ise, Allah'ın yarattığı bir yaratık mı, yoksa Allah'ın konuştuğu ve kendi zatı ile kaim olan kelâmı mı olduğudur.
Dostları ilə paylaş: |