Mutezilenin Ehl-i Sünnetten Ayrılması:
Bu münakaşanın aslı şudur: Mutezilenin reisi Vasıl b. Atâ, Hasan-i Basrî'nin talebelerinden olup onun meclisine devam ediyordu. Bir müddet sonra meclisinden ayrıldı. Ayrılmasının sebebi şu vak'adır: Vasıl b. Atâ, büyük günah işleyenin ne mümin ne de kâfir olmadığını kabul ediyor, dolayısıyla iki mertebe arasında bir derece ispat ediyordu. Bu düşüncesi dolayısıyla hocası Hasan-i Basri:
“Vasıl bizden ayrıldı.” dedi. İşte bu sebeple Vasıl b. Atâ'nın düşüncesini takip edenlere Mutezile adı verilmiştir. Yâni Ehl-i Sünnetten ayrılanlar demektir. Mutezile ise kendilerine adalet sahibi ve Tevhîd ehli adını takmışlardır. Çünkü onlar, Allah'a itaat edene sevap vermek, isyan edene azab etmek Allah Teâlâ üzerine vaciptir, dediklerinden ve Allah Teâlâ'nın sıfatlarını nefy ettiklerinden kendilerine adalet sahibi, Tevhid ehli adını takmışlardır. Sonradan onlar, kelâm ilminde ileri giderek inanca ait birçok meselelerde Felsefecilerin eteklerine yapışırlar. Dolayısıyla mezhepleri insanlar arasında da yayılmaya başladı. Bu durum Ehl-i Sünnette İtikad Mezhebi İmamlarından Ebul Hasan el'Eş'âri, hocası Ebû Alî elCübbâî'ye şu soruyu soruncaya kadar devam etmiştir:
“Üç kardeş hakkında ne dersin? Biri Allah’” itaat ederek öldü, diğeri isyan ederek öldü. Üçüncüsü de küçükken öldü.” Eş'âri'nin bu sorusuna karşılık Ebû el-Cübbâî şöyle cevap vermiştir;
“Birincisi Cennetle mükâfatlandırılır. İkincisi Cehennem ateşi ile azab edilir. Üçüncüsü sevap da almaz, azab da.” Bu cevap üzerine Eş'ârî yine sorusunu sormaya devam etti:
“Eğer üçüncüsü, yani küçükken ölen Allah Teâlâ'ya, karşı: Yâ rabbî! Beni neden küçükken öldürdün de büyütmedin. Büyüseydim, sana iman edip itaat ederdim, ben de Cennet'e girerdim?” derse Allah Teâlâ nasıl cevap verecek?”
Cübbâî şöyle dedi:
“Allah ona şöyle cevap verir: Ey kulum Ben biliyordum ki sen büyüseydin bana isyan edecektin, dolayısıyla Cehennem'e girecektin. Senin için faydalı olan küçükken ölmendi.”
Eş'ari yine sordu: .
“İkincisi eğer derse ki: “Yâ rabbî! Niçin beni de küçükken öldürmedin ki, sana âsi olmasaydım, dolayısıyla Cehennem'e girmeseydim?* Allah Teâlâ ne cevap verir:
Bu soru karşısında Cübbâî mars oldu, bir cevap veremedi. Bundan sonra İmam Eb'ul-Hasan el-Eş'arî hocası Cübbâi'nin mezhebini terk ederek kendisi ve ona uyanlarla birlikte Mûtezile'nin görüşlerini iptal etmek, Sünnet'in geldiği şekli ispat ve Müslüman topluluğun devam ve sebat ettiği inancı yerleştirmek için gayret sarf etti. Bu gayreti gösterenler, bundan sonradır ki Ehl-i Sünnet adını aldılar.
Sonra Felsefe arapçaya tercüme edilerek İslâm âlimleri de bu ilim dalında Şeriatla çatışan noktalarda felsefecileri ve tabiatçı filozofları reddetmekle meşgul oldular, dolayısıyla felsefeyi red ve iptal edip maksatlarına ulaşma imkânını bulmak için, kelâm ilmine felsefeden çok şey karıştırdılar. Nihayet o duruma geldi ki, Kelâm ilmine Tabiatla ilgili, ilahiyatla ilgili, müspet ilimlerle ilgili meselelerin büyük bir kısmını soktular. Öyle ki Kelâm ilminde naklî deliller bulunmasa felsefeden ayrılmaz duruma gelirdi. İşte bu sebeple kelâm ilmi, akli ve naklî yönden dinî meselelerde kitap ve Sünnetle yetinen ilim adamları yanında kötülenir oldu.
Sonra bil ki, Konevî şöyle diyor: “
“Büyük günah işleyenin işi Allah'ın meşîet ve iradesine kalmıştır, diyerek durumunu tehir ettiği için, tehir edici mânasında olmak üzere İmam Âzam'a Mürcie adını verenler olmuştur. İmam Âzam bu konuda şöyle derdi;
“Ben büyük ve küçük günah işleyenler için Allah'tan mağfiret umarım, fakat azab edilmelerinden de korkarım. Küçük günah işleyen için yine mağfiret umarım, büyük günah işleyen için de Allah'tan azab gelmesinden korkarım.” Şeyh Âbdulkadir-i Geylânî “El-Ganiyye” adlı kitabında kurtuluşa ermeyen fırkalardan bahsederken:
“Kaderiye taifesi bunlardandır.” dedikten sonra onlardan bazılarını zikrediyor.
“Hanefiler, İmam Âzam Ebü Hanife'nin mezhebine mensub olanlardır.” Hanefîler şöyle inanırlar; İman, Allah ve Resulün Allah tarafından getirdiği hükümleri topluca bilmek ve ikrar etmekten ibarettir” 237
Berhûninin “Kitab’uş-Şecere”'de zikrettiğine göre, bu inanç, bozuk bir itikat olup, İmam Âzam'ın “Fıkh-î Ekber”deki itikadına muhaliftir. Ebû Hanîfe'nin talebelerinin naklettiği:
“İmanın; ikrar değil, yalnız tasdikten ibaret olduğunu söylediği.” yolandaki rivayete aykırıdır. Zira İmam Âzam'a göre ikrar şeri hükümlerin icrası için şarttır. İmam Âzam'ın bu düşüncesi, Ehl-i Sünnet ile Mutezile ve Bidat ehli arasındaki ihtilâflar için yazılmış akaid kitaplarını da nakz itmektedir. Mutezile ile Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Bîd'at arasındaki ihtilaf şuradan doğmaktadır; Ehl-i Sünnet'e göre iman bilmek ve ikrar itmektir. Bu görüş Ehli Sünnetçe tercih edilen görüştür Bu söz, belki. “îman ikrar ve tasdikten ibarettir” demekten daha iyidir. Zira taklidden doğan tasdikin kabul edilmesinde ihtilâf vardır. İkrarla birlikte delilden doğan bilgi böyle değildir. Muhakkak delile dayanan bilgi ittifakla imandır. Sadece bilgi ile yetinip ikrar etmemek yahut ikrar ile yetinip bilmemekse ihtilâf konusudur. Sonra kötülenen bidat, ehli Mürcie taifesi Kaderiye Mezhebine mensup değildir. Belki onlar ayn bir taifedirler. Küfürle birlikte itaat, fayda vermediği gibi, imanla beraber günah da zarar vermez, derler. Onlara göre, müslümanlardan hiçbiri işlediği büyük günahtan ötürü azab edilmez. Bunların inancı nerede, İmam Azamın inancı nerede.
Sonra İmam Âzam'ın sözü Kur'âr’n nasına uygundur. Bu nas da şu âyeti kerîmedir;
“Muhakkak Allah Teâlâ, kendisine eşkoşulmasını affetmez. Kendisine eş koşmaktan başka dilediği kimseleri mağfiret eder.” 238
Mürcie taifesi böyle değildir. Onlar küfürden başka günahların Allanın dilemesine bırakmadan affedileceğini, bunlardan dolayı bir müminin azab edilmeyeceğini söylüyorlar. Mutezile de İmam Azama muhalif düşünüyor. Onlar büyük günahtan dolayı Allah'ın azab etmesini adalet icabı diyerek Allah'a vacib kılıyorlar, Allah'ın dilemesine yer bırakmıyorlar. Hariciler de ayrı düşünüyorlar; büyük, yahut küçük günah işleyenleri imandan çıkarıyorlar.
Sonra bil ki; Mürcie'nin mezhebi şudur: Cehennem ehli Cehennem ateşine girdikleri zaman, balık suda yaşadığı gibi, bunlar da ateş içinde o şekilde bulunacaklar, ateşten azâb duymayacaklar; ateş onlar için bir hayat haline gelecektir. Ancak kâfir ile mümin arasında şu fark bulunacaktır. Mümin Cennet nimetlerinden faydalanacak yiyip içecek; Cehennem ehli ise bu nimetlerden istifade edemeyecektir. Bu inanç, Kitap, Sünnet ve İcmâ-i Ümmetle, hatta Ehl i Sünnet ve Ehl-i Bid'at âlimlerinin ittifakı ile batıl bir görüştür. Nitekim aşağıdaki âyet-i kerime de buna delâlet etmektedir;
O kâfirlere şöyle denilir
“Şimdi tadın. Artık size, azap artırmaktan başka bir şey yapmayacağız.”
Bunlardan başka konu ile ilgili âyet ve hadisler de vardır. Mürcie Taifesi ise,
“Öyle bir gün gelecek ki: Cehennemin kapılarını rüzgâr kapayacak ve içinde kimse kalmayacak.” hadisinden maksat Cehennemin tabakalarından bir tabaka var ki burada müminlerin âsileri bulunacak ve bir gün cezalarını doldurduktan sonra orada kimse kalmayacak, mânasına tevil edilmekle beraber esasta naslara da aykırı değildir. Mürcie bu hadise dayanarak Cehennemin bir gün kapanacağını söylemektedirler ki bunlar halis muhlis Mürcie taifesidir.
Dostları ilə paylaş: |