FİLİPİNLER'DE RİSALE-İ NUR'A OLAN İHTİYAÇ
|
|
|
Allah’ın emirleri karsısında boyun eğmek ve teslim olmak, onun iyiliklerine, bize olan şefkatine ve rahmetine karsı fıtri bir mukabeledir. Said Nursi'nin Sözler isimli kitabından bir kaç bolum okuduktan sonra anladım ki; bu, su ana kadar benim ulaştığım nihai neticedir. Müsaade ederseniz, size İslam’a giriş hikayemden bahsetmek istiyorum.
Ben, Katolik bir toplumda doğdum ve buluğ cağına kadar tamamen bu ortamda yetiştim. çocukluktan çıktığımda, kilisenin vermiş olduğu mesajlardaki tutarsızlıkları anlamaya başladım ve de kilise liderlerinin iki yüzlülüğü, bana bunların gerçek Hıristiyanlığı temsil etmedikleri kanaatini verdi. Bu hayal kırıklığı, beni Katolik kiliseden ve dolayısıyla zamanla da Allah'tan uzaklaştırdı. üniversiteye gelene kadar, artık ben Allah’ın (haşa) olmadığına (olsa bile bize ehemmiyet vermediğine) iyice inanmaya başladım. Yıllarca Dini merasimlerden ve içinde Dini mana içeren her şeyden kaçtım. Kendimi her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten bir Zat’ın olmadığı noktasında ikna ettim. Hesap verecek birinin olmadığı bir hayat, bana daha kolay göründü. Hayatıma bir açıklık getirmek ve bir mana vermek için, hayatimin mutlak prensipleri olarak cihanşümul adaleti, sulhu ve uyumluluğu kendime rehber edindim, ama "Halk edici bir Zatin mevcudiyeti" fikrini asla.
Bir gece yarısı, benim bu gururumun boş olduğunu bana gösterdi. Eve doğru yürürken, muhteşem gökyüzüne baktım, akıp giden bulutların ay ışığında raks ettiklerini gördüm. Onun muhteşem güzelliği beni kavradı. O gece, bir anda, bu fıtri, orijinal, mükemmel gecenin renginin tesadüfen olamayacağı fikri, (ki daha önceleri böyle olduğuna kendimi zorlamıştım) beynimde simsek gibi çaktı. Bunun arkasında, mutlaka bir sanatkar olmalı idi ve bu boyama, bu renkler onu tanımamız içindi. Kendi kendime "Evet Allah’ım! Sana inanıyorum." dediğimi işittim ve Allah'a bu hidayeti bana nasip ettiği için şükrettim.
Allah'a olan imanımı tekrar yenilemem gerektiğine karar verdim ve tekrar araştırmaya, eskiden bıraktığım Hıristiyanlığa ve onun mezheplerine geri dönerek başladım. Her birisi, kendilerinin doğru Hıristiyanlık olduğunu iddia ediyordu. Hepsi de beni iyi karşıladılar ve hangisine gitsem, bana doğru yere geldiğimi söylüyorlardı. Bununla beraber dogmaların çok kısıtlayıcı olduğunu hissettim. Ayrıca İncil'in değişik yorumları da birbirine ters düşüyordu. Bu sefer, öncekinden daha fazla gözümü açmış olarak onları terk ettim.
Mistik, doğu dinlerini araştırdım. Bir müddet, beni o Yüceye bağlayan meditasyonu denedim. Bir müddet sonra, kalbim tekrar yorgun düştü. Allah’ı bilmeyi ve ona kulluk etmeyi şiddetle arzuluyordum ama bugüne kadar karsılaştığım düşünce sistemleri ve dinler, bundan yoksundu. Haliyle, suna kanaat getirdim ki, mükemmel bir Din yoktur. Bütün Dinler, insan yapımıdır. Ya kültürel değerlerden etkilenmiştir, ya da kurucusunun şahsiyeti üzerine bina edilmiştir.
İlginçtir ki; Filipinlerde yaklaşık dört milyon Müslüman olmasına rağmen, bunlardan bir tanesi ile de tanışmadım. Ne İslam'la ilgili bir yazı, ne de bir kitaba rastladım. Sadece bildiğim, haberlerde çıkan, Ebu Sayyaf'in yağmalama haberleri ve de isyancı Moro İslami Hürriyetçi Güçler ile hükümet arasındaki barış görüşmelerinin devamlı olarak bozulmasıydı. simdi, Allah'a bana Türkiye’den iki talebe gönderdiği ve yanlarında Risale-i Nur'u getirdikleri için şükrediyorum. Şöyle bir söz vardır: "Talebe hazır olduğunda muallim ortaya çıkar." Ve Risale-i Nur, ben doğru bilgiyi bulmak için gösterdiğim sonuç vermeyen, ümitsizcesine araştırmalarımdan dolayı tükendiğim bir zamanda bana göründü.
Ama, basta Risaleye inanmak kolay değildi. Korkularım, şüphelerim, gururum, önyargılarım ve de kafamdaki karışıklıklar onu daha çabuk anlamama mani oldu. Bu menfi tesirlere karsı, Risaleler, nazik bir şekilde, bunları izale etti. İçinde yazılı olan her şey, bizim bilmemiz gerekenler. O; bugüne kadar bildiğim, o derin, manevi yazıların hepsinden daha ustun. İzahatlar açıkça, sade ve mantıki olarak veriliyor, bütün şüpheler, korkular, önyargılar ve de muğlak meseleler izale ediliyor.
Risaleler, saadetli ve manidar bir hayata çeken bir mıknatıs gibidir. Ben, okudukça ona daha çok aç olduğumu hissettim. Daha diplere daldıkça, daha fazla mücevherler buldum. İçindeki hakikatleri daha çok araştırdıkça daha fazla zihnen, ruhen ve de hissen ikna oldum. Daha çok okudukça, daha çok Allah’ın emirlerine teslim olma arzusu bende arttı. simdi Risaleler, Filipinlerde. inşallah, İslam’ın burada yanlış anlaşılmasını düzeltecek ve de onları Said Nursi'nin emelini taşıdığı İslami bir millet haline gelmesine vesile olacak.
Eğer sokakta herhangi bir Filipinliye Müslümanlar hakkında ne düşündüğünü soracak olursanız, cevap olarak şunları duyacaksınız: "Cihad, affetmemek, işkence, gericilik, cehalet, Hıristiyan düşmanı, Yahudi düşmanı, Amerikan düşmanı, ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören kadınlar vs.
Bu insafsız hücumlar; maalesef, Ebu Sayyaf'in terörist faaliyetleri, Milliyetçi İslami hareketlerin ayrı bir Mindanao İslam Cumhuriyeti kurma çabaları, vs.. medyada devamlı olarak propagandası yapılan Bati düşünce hegemonyasının urunudur.
Ne yazık ki, İslam Filipinlerde gayr-i Müslimler tarafından yanlış anlaşılıyor. özellikle de kendi terörist faaliyetlerini hakli çıkarmak için, ifratlar İslami grubular, zarar verircesine, diğer Müslümanları 'Resulullah'a (A.S.M.) layık değiller' diye itham etmektedirler. İste Risale-i Nur, bu nevi cehalet karanlıklarında olanlara da Nur getirecek inşallah.
Her yerde ve de her gün sadece İslam’ın değil, hayatin kutsiyetine de hücum ediliyor. Zihnen karışıklık, çarpışma, tahkir, kayıtsızlık, manen yorgunluk ve de anlamsızlık bugünkü gençliğin durumunu ifade ediyor. Onların, bu milletin ümidi olarak, hakiki ve doğru rollerine ulaşmak için, daima yanan ve parlayan hikmet nuruna ihtiyaçları var.
Özellikle Katolik Filipinliler içinde.. ki burada, Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki tansiyon daima yüksektir; onların barış içinde bir arada olmaları çok zordur; zira, hassas ve kırılabilir. Said Nursi'nin Müslüman-Hıristiyan ittifakı noktasındaki fikirleri, bu tansiyonu düşürecektir. şüphe duvarlarını yıkacaktır ve de Hıristiyanlığı tekrar asil ruhuna döndürecek ve İslam’ı yüceltecektir.
Kardesiniz S.T. Manila-Filipinler
|
AMERİKA'DAN İHTİDA HABERİ
|
|
|
Selam un Aleykum
Ortaokul sonda iken öğretmen dünya dinleri üzerine bir presentation hazırlamalarını istemiş. Seçilmeyen tek din İslam kalınca onu da ben alayım bari demiş. Presentation'ini hazırlamak için İslam hakkında kitaplar okumaya başlamış, konusunu hazırlamış ve de sunmuş. Fakat okuduğu kitapları çok ilginç bulunca ders dışı araştırmasını daha da ilerletmiş. Okudukça sevmiş ve sonunda benim aradığım din bu diyip kendi kendine Müslüman olmuş 15 yaşında.
Aradığım din bu diyor çünkü ailesi çocuklarına herhangi bir din eğitimi vermemişler ve tercihi kendilerine bırakmışlar. Her halde ailenin bu manadaki esnekliği Jamie'nin de kendi dinini seçmesinde biraz daha kolaylık sağlamış. Ama anne-baba bunun İslam olacağını nereden bilebilirdi ki?
Jamie ilk bir bucuk yılını kendi kendine okuyarak öğrenerek geçirmiş. Sonra desenli bezler alıp etraflarını dikerek kendine başörtüleri yapmış. Bizlerle tanıştıktan sonra tabi birden yüzlerce Müslüman ın içinde buldu kendisini. Bizim üniversiteye gelip iftar yemeklerine katildi, nasıl Müslüman olduğunu anlattı ve çok sevke medar oldu. Yaşça çok küçük ve başörtüsü ile de çok sevimli olduğu için herkes çok sevdi ve bağrına bastı. Bu da haliyle onun için bir sevk kaynağı oldu, elhamdülillah.
Simdi haftada iki defa ev derslerine geliyor, Risale-i Nur'u okuyor. Sohbetler çok hoşuna gidiyor. Notlar alıyor ve gidip de bunları birilerine anlatmak için sabırsızlanıyorum diyor.
Haşir Risalesini okula götürmüş yanında. Sınıftaki bütün çocuklar basıma üşüştü ve kitap elden ele dolaştı diyor. Herkes çok ilginç bulmuş ve okumak istediklerini söylemişler. Elhamdülillah, bir yere nurdan bir huzme düştümü öyle aydınlanıyor ki alem. İste bu vesile ile de İslam’ı tanıyan diğer bir sınıf arkadaşı bir ay kadar önce Müslüman oldu. Adı da Ashley. Ashley hanim ilk kez yarin gelecek bizim eve inşallah.
Jamie'nin bir de kendinden küçük bir kız kardeşi var. O da simdi 15-16'sinda. Bir Ctesi dersine geldiğinde onu da getirmişti. Bayanları görmüş, tanışmış çok sevmiş ve bir ders de bizim evde olsun onları çağıralım diye ablasına söylemiş. Bir de demiş ki eğer bir gün bir dinim olacaksa öyle sanıyorum ki bu senin dinin olacak. Elhamdülillah, bir insan Müslüman olmaya dursun bu memlekette. Anne - baba, bacı - kardeş, hısım - akraba, dost - düşman, arkadaş - ahbap hepsi ya musibet ya menfi yaklaşıyor ama sonunca en azından İslam’ın kendi bildikleri gibi 'sort of polytheism of the simple mind to worship the idol called Allah'olmadığını görüyorlar. Öyle hızlı yayılıyor ki elhamdülillah.
Bu vesile ile bir tevafuk: Gecen sene Sudan asıllı Müslüman bir kız talebem vardı. Bununla iyi arkadaş olduk. Kendisine okusun diye bir iki kitap verdim. Hemen gitmiş okumuş, annesine babasına okutmuş. Akşam kız kardeşi eve çok üzgün gelmiş. Ne oldu diye sorunca, lisede bayan bir öğretmen derste peygamberimiz aleyhinde çok kötü laflar etmiş ve bu da nasıl savunacağını bilmediğinden bir şey söyleyememiş ve susmuş, üzülmüş. Sonra ablası hemen o kitabi vermiş buna ve götür okut demiş. O da öğretmene vermiş ve ertesi gün öğretmen gelip özür dilediği yetmiyormuş gibi ben Muhammed'in peygamber olduğunu da kabul ediyorum demiş. Sonra da hemen tanıdığın biri varsa gelip sınıfta bize İslam’ı anlatabilir mi diye de sormuş. Bize sordular, olur dedik. Simdi öğretmenden davet bekliyoruz.
Elhamdülillah, Cenabı Hakkı öyle acıyor ki yolları. Hiç ihtiyarimiz karışmadan nasıl yönlendiriyor. Bir damla düşse anında bir gol oluveriyor. Artık damlaya damla ya gol oluyor değil, simdi her bir damla bir gol oluyor. Elhamdülillah. Kardeşiniz İ.T
|
NASIL MÜSLÜMAN OLDULAR
|
|
|
“İnsanların nefesleri sayısınca, Allah’a giden yollar vardır” diye bir söz vardır. Uzun yıllar Amerika’da yaşayan İsmail Turgut’un ihtida gözlemleri, bu sözü doğruluyor. Aşağıdaki yazıda, öyle ihtida sebepleri var ki, insanın kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi diyesi geliyor.“
BİR GERÇEK VAR Kİ, BİZİM KUR’ÂN’DA GÖREMEDİKLERİMİZİ, BAŞKALARI GÖRÜYOR; YA DA, BAŞKALARININ GÖRDÜKLERİNİ BİZ GÖREMİYORUZ. HER AKLA AYRI HİTAP, HER RUHA FARKLI ETKİ EDİYOR KUR’ÂN.
Kendisinden on yıl önce teyzesi, sonra da en yakın üç arkadaşının sıra ile Müslüman olmasının ve başörtülü hanımın sohbetinin İslâm’a giden yolda Tapiwa’ya katkısı olduğu şüphesiz. Fakat dikkat çekici olan şu ki, Tapiwa Kur’ân ile başbaşa kalınca Müslüman oluyor.
Bakara sûresinin hemen başında Tapiwa’yı ağlatarak hidayetine vesile olacak unsur nedir, doğrusu ben anlamış değilim. Bir gerçek var ki, bizim Kur’ân’da göremediklerimizi, başkaları görüyor; ya da, başkalarının gördüklerini biz göremiyoruz. Her akla ayrı hitap, her ruha farklı
etki ediyor Kur’ân.
TEBBET’TEKİ SIR
Bir papaz tüm Kur’ân’ı okuyor ve ancak Leheb sûresine ulaştıktan sonra Kur’ân’ın bir mucize olduğuna inanıyor ve şehadet getiriyor.
“Ebu Leheb’in elleri kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona bir fayda vermedi. Alevli bir ateşe girecek. Odun yüklenmiş karısı da, boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde.”
Papaz diyor ki:
“—Ebu Leheb, cehenneme gireceğini haber veren bu sûrenin inişinden sekiz sene sonra öldü. Bu süre içinde, yalancıktan bile olsa tek bir defa ‘Müslüman oldum’ demesi, Kur’ân’ı yalancı çıkarmasına pekâlâ yeterdi. Ne oldu, ne de ‘oldum’ dedi. Cehennemin dibine gitti. Kur’ân mu’cizeliğini gösterdi.”Bu sûreye böyle bakmak hangimizin aklına gelirdi?
“MUHAMMED (sav) DENİZCİ MİYDİ?”
Gayrimüslim bir denizci, okuması için kendisine Kur’ân veren Müslüman arkadaşına, Kur’ân’ı okuduktan sonra soruyor.
“—Muhammed denizci miydi?”
“—Denizci mi? Muhammed aleyhissalâtu vesselam çölde doğdu, çölde yaşadı, çölde öldü!”
Bu cevap denizcinin oracıkta Müslüman olmasına yetiyor. Şaşkın ve açıklama bekleyen gözlerle bakan Müslüman arkadaşına denizci, Nur sûresinin 40. âyetini göstererek:
“—Dinle” diyor: “…Engin ve derin bir denizdeki zifirî karanlıklar gibi ki; bir dalganın üzerini başka bir dalga kaplar ve o dalganın üzerini de bir bulut! Birbiri üstünde karanlıklar!
İnsan elini çıkarıp uzatsa neredeyse onu da göremeyecek.”
Denizci diyor ki:
“—Ben sayısız deniz fırtınaları içinde bulundum. Bizzat yaşamadıkça, ömrü çölde geçmiş birinin bu fırtınaları tarif etmesi mümkün değil. Kur’ân, olsa olsa o fırtınaları koparan Yaratıcının kelâmıdır.” Bu ilişkiyi hangimiz kurabilirdik? Üstelik, kâfirlerin içine düştüğü manevî karanlıkları tanımlayan bir bahis içinde!
MİRASTAKİ PAYDAN HİDAYETE
Bir başkası, Kur’ân’da ‘erkeğe iki, kadına bir pay’ veren miras âyetini (bkz. Nisâ sûresi, 4:176) okuyunca Müslüman oluyor. Seküler dünyanın en çok tenkid ettiği bir âyetle bir Batılının İslâm’a girmesini hele, hiç aklıma sığıştıramamıştım.
Bediüzzaman Hazretlerinin halen hayattaki talebelerinden Mehmet Fırıncı Bey, Risale-i Nur’u İngilizce’ye tercüme eden İngiliz asıllı eşi Şükran Vahide Hanım’la Amerika’yı ziyaretlerinde bu garip vak’ayı kendisine naklettiğimde, dedi ki:
“—Kardeşim, gülme. Ben Şükran Hanım’dan duydum. İngiliz soylu ailelerinde anne-baba öldü mü, malvarlığı bölünmesin diye tüm miras evin en büyük erkek çocuğunda kalır. Diğerleri birşey alamazlar. Gelenekte kendisine hiç hak tanınmayan biri için, kız olsun-erkek olsun, tam olsun-yarım olsun bir hisse düştüğünü bilmek ne kadar ferahlatıcı!”
Miras taksiminde Kur’ân’ın böyle bir tedbire müracaat etmesinin hikmetini merak edenler ise, aradıkları cevabı Risale-i Nur’da, “Onbirinci Mektub”da bulabilirler.
ATLARIN DİLİYLE
Tanıştıklarım içinde, Jerald Dirks’in İslâm’a girme vesilesi belki de en ilginç olanı. Bu zât meşhur Harvard Üniversitesi’nden İlahiyat master’ına sahip. Kilise hiyerarşisinde de dekanlık makamına kadar yükselmiş. Arap atlarına olan hayranlığından dolayı, evinin boy boy at posterleri ve atlarla ilgili cilt cilt kitaplarla dolu olduğunu söylemişti. Hatta küheylanlar hakkında yüzelliyi aşkın makale yazmış. Arap atları onu kitaplarda önce Arap kültürüne,Arap kültüründen de Arap dinine koşturmuşlar. Jerald da, en nihayeti on küsur yıl önce soluğu İslâm’da almış.
Jerald Dirks, şimdi Kansas eyaletinin beş bin nüfuslu bir kasabasında yaşayan iki Müslümandan biri. Diğeri de, eşi Debra. Geçimini İslâm hakkında yazdığı kitaplarla sağlıyor. İslâm ve Hıristiyanlığı karşılaştırdığı The Cross and the Crescent, Yahudi- Hıristiyan geleneğinden gelenlere hitaben İslâm’ı tanıttığı Understanding Islam ve Hz. İbrahim’i anlattığı Abraham, the Friend of God, İslâm’la ilgilenenlere benim de en çok dağıttığım kitaplar arasında. Cenab-ı Hakk diledi mi atın diliyle de hidayet ediyor.
DALGA GEÇEYİM DERKEN
“Dar sokakta gezinirken, tam tepemde patlak veren bir insan sesiyle irkildim. Baktım, yüksekçe bir yerde, biri kulakları sağır edercesine bağırıyor. Bu bağırtıya ezan diyorlarmış. Müslümanları namaza davet için okunurmuş(!)…”Bir Batılının seyahat hatıralarını anlattığı kitabındaki bu alaycı mısraları okuyan Michael, ezanın ve namazın nasıl birşey olduğuna merak salarak başladığı araştırmasının sonunda, Abdülmâlik oluyor. Abdülmâlik, yazının en başında ihtida öyküsünü kendi dilinden aktardığım Tapiwa’nın, ondan beş yıl önce Müslüman olan arkadaşı. Şimdi bu Batılı yazar bilseydi ki İslâm’ı hafife aldığı cümleleri, maksadının tam aksine, bir gün, bir yerde birinin hidayetine vesile olacak, hiç bu kitabı yazar mıydı?
Ismail Turgut - Karakalem Dergisi Sayi 6
|
Müslüman Olanlar Anlatıyor:
Süleyman (Fransa):
İsmim müslüman olmadan önce Patrik C. idi. Müslüman olduktan sonra Süleyman ismini aldım.
Fransa’da papazlık eğitimi veren bir okulda teoloji (din) eğitimi aldım, bütün dinleri tedkik ettim ve dinlerin içinde hak din olarak İslâm’ı gördüm ve iman ettim. Fransızca’nın yanında Almanca ve İngilizce bilirim.
İslâm dinini yaşamak ve yaşayanı bulmak için Türkiye’ye, Suûdî Arabistan’a, Pakistan’a ve daha birçok İslâm ülkelerine gidip araştırdım. İslâm dinini öğrendiğim için; bir ilâhî hükümlere bakıyor, bir de müslümanım diyenlere bakıyordum ve “Hayır! Benim bildiğim İslâm bu değil.” diyordum.
Zira Allah-u Teâlâ dininin hükümlerini koymuş, emir ve yasaklarını beyan etmiş, hudutlarını çizmişti.
“Allah’a tevbe edenler, ibadet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rüku ve secde edenler, iyiliği teşvik edip kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah’ın hududunu koruyanlar... İşte bu müminleri müjdele!” (Tevbe: 112)
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” buyuruluyor. (Hud: 112)
Bu hükümlere bakıyor, gerçek İslâm’ı yaşayanları aramaya devam ediyordum.
Zaman sonra bir vesile ile Almanya’da bir kardeşimizle tanıştım, inceden inceye yaşayışını takip ediyor ve: “Galiba aradığımı buldum!” diyordum. Bu defa o kardeşin arkadaş çevresini araştırdım. Hepsinin de İslâm dinini yaşadıklarını görünce huzur buldum ve: “Senelerdir aradığımı buldum, elhamdülillâh.” diye şükrettim. Daha sonra onlara bu edebi, bu terbiyeyi, bu İslâm icaplarını nereden tahsil ettiklerini sordum. Onlar da yirmi adet büyük kitaptan meydana gelen külliyatı gösteriyorlar ve bu kitaplardan aldıklarını söylüyorlardı. “Bu kitapların hepsini bir kişi mi yazdı?” diye sordum, onlar da “Evet!” dediler. Türkçe bilmediğim için sadece İngilizce ve Almanca’ya çevrilen kitapları tetkik ettim ve “Tamam! Beni bu kitapların yazarına lütfen götürün!” dedim.
Böylece Adapazarı’na gittik ve Muhterem Ömer Öngüt’le tanışma bahtiyarlığına kavuştum. O günü unutamıyorum. Gözlerim boşaldı, içim imanla doldu. Aradığımı bulmuştum.
‘Ben de bu hizmetle müşerref olayım.’ ümidiyle Almancasını okuduğum kitabı Fransızca’ya tercüme ettim. Bu hizmeti nasip ettiği için Hazret-i Allah’a sonsuz şükürlerimi arzederim.
•
Abdülhakim (Fransa):
Bismillahirrahmanirrahim
Derin ve yanlış yolda olduğumu hissediyordum. Bir gün, ormanda gezerken, ne rüya ne gerçek olduğu belli olmayan bir hayal mi desem, bir gerçek mi desem belli değil, Allah-u Teâlâ bana bir melek gösterdi, burada açıklamama imkân olmayan bazı kelimeler söyledi. Benimle konuştu ve bana bazı işaretler gösterdi: 3 gün oruç tutmamı ve insanlarla selamlaşmayı (merhabalaşmayı) fakat insanlarla konuşmayacağımı söyledi. Allah Gören’dir, İşitendir, Yaratan ve en büyük Kudret sahibi O’dur.
O günden sonra, bana düşen görev, hakikati aramak oldu. Hakikati bulmam için bana gösterilen isaretler şunlardı:
Bir kitap var ve bu hiçbir yönden değişikliğe uğramayan hak kitab’mış. İnananlarını alınlarındaki işaretlerden tanıyabilecekmişim. İsa Aleyhisselâm’dan sonra başka bir peygamber varmış ve o gün hakikati bulduğumda, kalbimde büyük bir huzur hissedecekmişim.
Bana o zaman, en yakın din hıristiyan diniydi. O yüzden, bunu hıristiyan dininde aramaya başladım ve aradığımı bulamadım, bu din hakikat dini değildi.
Musevilik dinine gelince, açıkçası benim için hakikat dini değildi. Çünkü onlar İsa Aleyhisselâm’ın yolunu kabul etmiyorlardı.
Hayatımda geçirdiğim bütün aşamalarda, bütün imtihanlarımda, Allah’ın bana gösterdiği meleğin söylediklerine dayanıyordum.
Sonuçta, işçilerin kaldığı bir hotelde, Müslüman bir kişiyle tanıştım, Vietnamlı bir Müslüman idi, ismi Abdül Aziz Habib. Ona hakikati aradığımı söyledim. Bana tek bir ilah olan Allah’tan, peygamber Muhammed’ten -sallallahu aleyhi ve sellem-, İslâm’dan, Meryem anamız’dan ve İsa Aleyhisselâm’dan bahsetti. Ona sorduğum bütün sorulara hiç tereddüt etmeden cevap veriyordu ve gönlümü memnun ediyordu. O anda Kelime-i şehadet getirdim; “Şehadet ettim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- O’nun Resûlü’dür.” Kalbim’de büyük bir huzur hissetim, aradığım o huzuru ve o hakikati, hıristiyan ve diğer dinlerde bulamamıştım. Benim için büyük bir gün idi, çünkü aradığımı bulmuştum.
Elhamdülillah, Müslüman oldum ve «Abdulhakim» ismini aldım: «Hakim’in kulu».
Allah Cömert’tir ve en iyisini bilendir.
•
Yasin (Almanya)
Eski ismim Stefan Grillo. Müslüman olduktan sonra Yasin ismini aldım. Müslüman olmadan önce hıristiyandım. Tek tanrıya inanıyordum ama bundan pek emin değildim. 15 yaşında mesleğe başladım ve orada Nesim Yıldız isminde bir müslümanla karşılaştım. Ve ona müslümanların neye inandığını sordum. Bana Peygamberleri; İsa Aleyhisselâm ve Muhammed Aleyhisselâm’ı anlattı. Daha sonra Ashâb-ı kiram’ın, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’e muhabbetini, mucizelerini, hangi zorluklar altında yaşadıklarını, nasıl doğru yolda yürümek istediklerini anlattı. Fazla düşünmeden müslüman olmaya karar verdim.
Zaten nereden geldiğimizi, dünyada ne yaptığımızı ve her şeyden önce niçin geldiğimizi düşünüyordum. Cevapları İslâm’dan aldım. Meselâ insanın, dünyanın ve tüm kainatın yaratılışı Kur’an-ı kerim’de geçiyor. Beni en çok etkileyen İslâm’daki ve İslâm’ı yaşayanlardaki dürüstlük ve güzellik idi.
Diğer dinlerle değişik veya bir kaç tanrıya inanılması beni şaşırtıyordu. Ama sadece İslâm bir tek ilah olduğunu öğretiyor ve bunu öğreten tek dindir. Yahudi ve hıristiyanların kitapları bozulmuş, yalnızca Kur’an-ı kerim bozulmamıştır. Kıyamete kadar korunacağını Hazret-i Allah Kur’an-ı kerim’de buyuruyor.
•
Abdurrahman (Almanya)
Abim (Yasin) müslüman olunca bu nasıl bir rezillik diye düşündüm. Daha önce de Hazret-i Allah’a inandığım için abim ile din ve Hazret-i Allah hakkında konuşuyorduk. Kardeşim bana Kur’an-ı kerim’de delillenen ileri mucizelerden ve peygamberin gelecekle ilgili haberlerden bahsetti. Ne kadar karşı gelmek istedim ise de kendi kendimi kandırdığımı anladım. Ben küçüklüğümden beri tek Allah’a inanıyordum ve Hazret-i İsa’nın hıristiyanlara göre Allah’ın oğlu olduğu beni rahatsız ediyordu.
Bundan sonra çok düşündüm ve sadece bir tek yol olacağına kanaat getirdim. Bu yol tanrının bölünmesi değil bir tek tanrıya götüren yol olması gerekti.
Adem Aleyhisselâm’dan, Muhammed Aleyhisselâm’a kadar gelmiş ve kıyamete kadar kalacak bir yol. Bu kararımdan Hazret-i Allah’a ve Peygamberi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-e iman ettim. Müslüman olduktan sonraki iç duygularımı kelimelerle ifade etmek mümkün değildir.
Abimle beraber bize bu hidayeti bahşeden Rabb’imize şükretmekten başka bir şey düşünemiyoruz. Anne ve babamız önceleri karşı çıkmışlarsa da sonraları seslerini çıkarmadılar. Hatta abim Hacc’dan döndüğünde havaalanına karşılamaya gittiler. Annem abimin düğünü için Türkiye’ye gidip geldi.
•
Dostları ilə paylaş: |