FiLİPİnler'de risale-i nur'a olan iHTİYAÇ


ROMEN LUMINITA MÜSLÜMAN OLDU



Yüklə 484,57 Kb.
səhifə6/8
tarix29.08.2018
ölçüsü484,57 Kb.
#75823
1   2   3   4   5   6   7   8

ROMEN LUMINITA MÜSLÜMAN OLDU



33 YAŞINDAKİ ROMANYA VATANDAŞI IACOB LUMINITA MANAVGAT MÜFTÜSÜ HALİL TAŞ'IN HUZURUNDA KELİME-İ ŞAHADET GETİREREK MÜSLÜMAN OLDU VE ALEYNA İSMİNİ ALDI.
ALEYNA, ANNESİNİN HRİSTİYAN BABASININ MÜSLÜMAN OLDUĞUNU VE ANNESİNİN KENDİSİNİ HRİSTİYAN OLARAK YETİŞTİRDİĞİNİ BELİRTEREK "9 YIL ÖNCE MÜSLÜMAN OLMAYA KARAR VERDİM. KISMET BUGÜNEYMİŞ. BENDE KIZIMI MÜSLÜMAN OLARAK YETİŞTİRMEK İSTİYORUM" DEDİ.


Üniversite mezunu , Otuz üç yaşında , dul bir çocuk annesi , Romanya Uyruklu ; IACOB LUMINITA dokuz yıl önce verdiği Kararı Manavgat Müftülüğünde hayata geçirdi. Müslüman oldu ve "Esenlik ve güzelliklere sahip, esenlik içinde olan " anlamına gelen Aleyna ismini tercih etti. Manavgat Müftüsü Müftü Halil TAŞ Aleyna'ya Kelime-i Şahadet getirttikten sonra yapılan İhtida Merasimine müteakip kendisine " İhtida Belgesini " ve bir Mealli Kur'an-ı Kerim , Dinimi Öğreniyorum kitabı hediye etti . Müftü Halil TAŞ ; Aleyna'ya "Sen şu anda annesinden yeni doğmuş bir bebek kadar masum günahsız bir insan oldun. Ne mutlu sana . Bundan sonra üzerine büyü ir sorumluluk yüklendin. Artık her Müslüman'ın ı yapması gereken ibadetleri yapma yükümlülüğü altına girdin. İnşallah senin yaşantın diğer insanlara da örnek olur ve senin İslamiyet'i seçmene sebep olanlar gibi sende onların İslamiyet'i seçmesine sebep olursun" dedi. 9 yıllık özlemini gidermenin mutluluğu ve huzuru içerisinde olduğunu belirten Aleyna'da "Benim annem Hıristiyan babam Müslüman'dı . Annem beni bir Hıristiyan olarak yetiştirdi. Ama dokuz yıl önce İslamiyet'e geç meye karar verdim. Fakat bir türlü ne yapacağımım nasıl Müslüman olacağımım kimseye soramadım ve açılamadım. Ama dün bir komşumla bu konu açıldı ve tüm cesaretimi toplayıp ben Müslüman olacağım ne yapmam gerekir dedim ve komşularım hemen Müftülüğü aradılar. Onlara çok Teşekkür ederim. Şu anda çok mutluyum. Benimde bir kızım var onu inşallah Müslüman olarak büyütmek istiyorum" diye konuştu.




Yeni Dünya’nın İlk Muhacirleri
Dünyaca ünlü Harvard Üniversitesi eski profesörü ve ABD Bilim Sanat Akademisi üyesi Barry Fell'in çalışmaları, Hazreti Ali ve Hazreti Osman döneminde Müslümanların Amerika'ya ulaştığını ve burada denizcilik okulları açtığını gösteriyor. ABD'deki İslam izleri ile ilgili bir diğer çarpıcı bilgi, Boston'daki yol çalışmaları sırasında üzerinde "La ilahe illallah, Muhammedun Resulullah" yazan dokuzuncu yüzyıla ait Semerkand dirhemlerinin bulunması.






Salih Yücel'i, ABD'deki kayıp İslam izlerini araştırmaya iten süreç, onun tam 14 yıl önce Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni bitirdikten sonra Avustralya'nın Sidney kentindeki Redfern Camii’ne din görevlisi olarak atanmasıyla başlar. Sidney Üniversitesi'nde teoloji mastırı ve radyoda dinî programlar yapan, NSW eyaletinde Ayrımcılıkla Mücadele Derneği'nin yönetimine giren, Sidney'de bütün dinlerin temsilcilerinin bulunduğu Din İşleri Üst Komitesi'ne üye olan Yücel, bu şehirde dört yıl "cezaevi vaizi" olarak da görev yapar.

Boston Üniversitesi'nde "din ve ruh sağlığı" konusunda doktora yapmak üzere ABD'ye gelen Yücel, halen Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin iki hastanesinde vaizlik yapıyor ve bu hastanelerin din işleri planlama komitesinde. Ayrıca Boston Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinde ve cezaevinde vaizlik yapan, Boston Diyalog Vakfı'nın yönetiminde olan Yücel'in bir diğer özelliği ise Amerika kıtasındaki İslam izlerine ilişkin çalışmaları.

Yücel'in sözünü ettiği bulguların en önemlisi, Harvard Üniversitesi eski hocası ve ABD Bilim Sanat Akademisi üyesi Prof. Barry Fell'in araştırmalarıyla ortaya çıkan sonuçlar. Bu araştırmanın belki de en çarpıcı sonucu Müslümanların Hz. Ali ve Hz. Osman döneminde ABD'ye ulaşmış ve burada denizcilik okulları açmış olması. ABD'deki İslam izleri ile ilgili bir diğer çarpıcı bilgi ise şu: Rahip Thaddeus Mason Harris, 1787'de Massachussets eyaletindeki Boston'da, Malden'dan Cambridge'e doğru giderken bugün 16 numaralı yol olarak adlandırılan bölgede yol yapımı için çalışan işçilerin kazı yaparken bazı paralar bulduklarını görür. İşçiler o metalleri kıymetsiz zannedip ondan da bir avuç almasını ister. O da aldığı paraları Harvard College (bugünkü Harvard Üniversitesi) kütüphanesine incelenmek üzere gönderir. Resim 6'daki bu paraların 9. ve 10. yüzyıllara ait Semerkand dirhemleri olduğu inceleme sonucu ortaya çıkar. Dirhemlerin üzerinde "La ilahe illallah, Muhammedun Resulullah ve Bismillah" yazılıdır. İşte bu bulgular sebebiyle Salih Yücel, "Sahabi veya tabiinden (sahabelerden sonraki nesil) bazı kimselerin ABD'ye gelmesi söz konusu." diyor.

Prof. Fell, ABD'nin Nevada, Colorado, New Mexico ve Indiana eyaletlerinde 7. ve 8. yüzyıllarda açılmış Müslüman okulları olduğunu, arkeolojik kazılarda ortaya çıkan bulgulara dayandırıyor. Batı Amerika'nın el değmemiş bölgelerinde kayalar üzerinde bulunan yazılar, çizimler ve tablolar, o zamanlar uygulanan ilk ve orta düzeydeki Müslüman eğitim sisteminin kalıntıları. Bu belgeler, kuzey Afrika Arapçasının eski kûfî Arap harfleriyle yazımından oluşmakta, okuma-yazma, aritmetik, din, tarih, coğrafya, matematik, astronomi ve denizcilik konularını kapsamakta. Nevada'daki kazılarda bulunan bir kaya üzerindeki "Allah'ın adıyla" yazısı (yandaki resim) ve "Muhammed Nabiyallah" yani "Muhammed (sav) Allah'ın elçisidir" yazılı taş (resim 1) 7. yüzyılda kullanılan bir çeşit kûfî yazısı.

Fell'in tespitlerine göre, Nevada'da 7. ve 8. yüzyıllarda Araplar yaşıyordu. Kaliforniya Üniversitesi'nden Prof. Heizer ve Prof. Baumhoff'un Nevada'da WA 25 sit alanında yaptığı kazılardan ortaya çıkan sonuç, burada İslam ve bilimin özellikle denizciliğin okutulduğu bir okulun varlığı. Nevada'daki kazılarda, bu okulla ilgili Naski Arapça ve kûfî usulüne göre kayalara ve taşlara yazılmış yazılar bulunmuş (resim 2). Bu resimde, "Beş elmas bir elife eşit" matematiksel formülü uygulanmış.

Salih Yücel, Amerika ve Afrika'da değişik dönemlerde yapılan arkeolojik kazılar neticesi bulunan ve Peygamberimiz’in adının yazılı olduğu yazılar arasındaki benzerliğe dikkat çekiyor. Resim 3'teki A şekli El Ain Lahag, Fas’ta, B şekli East Walker nehrinde bulunmuş. C şekli Nevada'da, D, E şekilleri Churchill Caunty'de, F sekli El Haji Minoun, Fas'ta, G şekli seramik üzerine çizilmiş olup El Suk, Tripoli, Libya'da, H sekli Cottonwood Canyon'da ve I şekli Libya-Fas sınırında bulunmuş. Bu yazılar 8. ve 9. yüzyıllara ait olup, Kuzey Amerika ve Kuzey Afrika arasındaki benzerlikleri açıkça gösteriyor. ABD'de bulunanlar, şu anda Kaliforniya Üniversitesi'nde muhafaza ediliyor.

Nitekim bu dönemde ABD'de yaşayan bu Müslümanların nesilleri, bugünkü Iroquois, Algonquin, Anasazi, Hohokam ve Olmec yerli kabileleri olarak tanınmakta. 12. yüzyılda, Apachi ve Navajo yerlilerinin oluşturduğu Athapcan kabilesi tarafından Nevada'da Arap Müslümanların yaşadığı bölge istila edilir ve Araplar ya kaçmak zorunda kalır veya güneye sürülür. Ancak okuma yazma bilmeyen bu yerliler Arapların kurduğu okulda gördüklerine hayret eder ve kendileri de (belki onlardan aldıkları esirler sayesinde) aynı dersleri taklit etmeğe çalışır. Şekilleri efsanevi bir canavara dönüştürürler. Bu asırlarca devam eder. 1951'de Nevada sınırındaki Benton kasabasına yakın Beyaz Dağlar'da (White Mountains) bulunan kûfî yazıyı içeren resim 4'te "Sheitan maha mayan" yani "Şeytan bütün yalanların kaynağıdır." yazısı var. Bu da 7. yüzyıla ait kûfî bir yazı türü. Üzerinde kûfî yazı ile "H-M-I-D" (Hamid) yazılı resim 5'deki kaya da 7. yüzyıla ait ve yine Nevada'da Ateş Vadisi'ndeki (Fire Valley) Atlatl kayaları üzerinde bulunmuş.

Salvador'un La Gruta de Carinto bölgesinde bir mağarada bulunan ve 13. yüzyıla ait olduğu tespit edilen kaya parçasının üzerinde de "Malakah Haji mi Malaya" (resim 7) yazılı. Bu kaya parçası da, Müslümanların Endonezya tarafından Güney Amerika'ya geldiğine işaret olarak gösteriliyor. Nitekim Amerika'ya ulaşan Kristof Kolomb'a, ikinci yolculuğu sırasında Espanola'daki (Haiti) yerliler, kendisinden önce adaya gelen siyah insanlardan bahsederler. İddialarına kanıt olarak da Kolomb'a Afrikalı Müslümanların bıraktığı mızrakları gösterirler. Bu mızrakların uçlarında yerlilerin guanin (altın alaşımı) ismini verdikleri sarı bir metal var. Dikkat çekici bir nokta da guanin kelimesinin Arapça ghina (zenginlik) kelimesiyle bağlantılı olması. Kolomb bir miktar guanini İspanya'ya geri getirmiş ve yüzde 56,25 altın, yüzde 18,75 gümüş, yüzde 25 bakırdan oluştuğunu kaydetmiş. Bu oranlar Afrika Gine'sinde metal işleme standardı olarak biliniyordu.

1498'de yeni dünyaya üçüncü yolculuğunda Kolomb, Trinidad'a gider. Daha sonra da Güney Amerika'da tayfası karaya çıkar ve oradaki yerlilerin simetrik örülmüş pamuklu ve renkli mendillerini görür. Kolomb daha sonra "almayzar" olarak bahsettiği bu mendillerin aslında Gine'deki başörtüleri ve bel kuşaklarına renk, stil ve kullanım olarak çok benzediğini fark eder. "Almayzar" kelimesi Arapça "örtü", "bağ", "önlük" veya "etek" anlamlarına geliyor; Moors diye tanınan ve 8. yüzyılda İspanya'yı fetheden Arap ve Berberi kökenli Kuzey Afrika halkının yerel giysisi olarak biliniyor. Kolomb yerli evli bayanların pamuklu çamaşırlar giydiğini görür ve namus kavramını nereden öğrendiklerine şaşırdığını yazar. İspanyol fatihi Hernan Kortes, yerli bayanların elbiselerini uzun peçeler ve Moors'unkine benzer motiflerle boyanmış dökümlü etekler olarak kayıtlarına geçirir. Ferdinand Culombos da yerlilerin pamuklu elbiseleriyle Moors kadınlarının Granada'da giydikleri desenli uzun şalların çok benzer olduğunu yazar. Ayrıca yerlilerin çocuklarını yatırdıkları beşiklerin Kuzey Afrika'daki beşiklere benzerliği de dikkat çekicidir.

Salih Yücel, bu bulgularla ilgili şunları söylüyor: "Kolomb, Küba'nın kuzeydoğu kıyısındaki Cibara civarında yelken açarken güzel bir dağın üzerinde bir cami gördüğünü 21 Ekim 1492 tarihinde kayıtlarına geçirmiş. Küba, Meksika, Teksas ve Nevada'da minarelerinde Kur’an ayetleri bulunan cami kalıntıları bulunmuş. Harvard'lı ünlü tarihçi ve dilbilimci Leo Weiner, 'Afrika ve Amerika'nın Keşfi' isimli kitabında Kolomb'un yeni dünyada mandinkaların varlığından haberdar olduğunu belirtir. Aynı kaynak Batı Afrika Müslümanlarının Orta Amerika’da, Güney Amerika’da, Kanada dâhil Kuzey Amerika'da ve Karayiplerde yaşadıklarını; Iroque ve Algonquin yerli kabileleriyle evlilik ve ticaret bağları kurduklarını Kolomb'un bildiğini kaydeder."

Kolomb ve öncü İspanyol, Portekizli kâşiflerin Atlantik'in karşı kıyısına düzenledikleri seferlerin çoğu Müslümanların hazırladığı coğrafya ve deniz seyir bilgileri sayesinde gerçekleşmiş. Örneğin Mesudi'nin (871-957) kitabı "Murucuz Zahab" Afrika ve Asya'dan bu tip bilgilerin Müslüman tüccarlar tarafından toplanması sonucu yazılmış. Aslında Kolomb'un kıtalararası ilk yolculuğunda iki kaptanı Müslüman'dı. Martin Alonso Pinzon PINTA, kardeşi Vicente Yanez Pinzon da NINA isimli gemilerinin yönetimindeydi. Pinzon ailesinin kökeni Sultan Abu Zayan Muhammed III (1362-66) tarafından Fas Marinid kraliyet ailesine dayanıyor. Kolomb'a katılmadan önce zengin gemi donanımcıları olan kardeşler, Kolomb'un keşif gezisini organize etmesine yardım edip bayrak gemisi Santa Maria'yı masraflarını da karşılayarak hazırlamışlar. Kolomb, Atlantik Okyanusu'ndaki bazı adalarda yerli halkın burnuna altın taktığını ve mektuplarını Arapça yazdıklarını kaydeder. 16. yüzyılda Amerika'ya giden misyonerler Virginia, Tenesse ve Visconcion'daki bakır yataklarının yerli halk tarafından değil, Ortadoğu'dan gelenler tarafından işletildiğini, Kızılderililerin Ortadoğu halkına karşı büyük muhabbetleri olduğunu görürler.

Salih Yücel bu konudaki çarpıcı anlatımlarını şöyle sürdürüyor: "Amerika'da 484, Kanada'da 81 tane olmak üzere 565 köy, kasaba, şehir, dağ, göl, nehir gibi yerlerin isimleri, İslami ve Arapça köklerden geliyor. Bu yerler orijinal olarak Kolomb'un Amerika'ya gelmesinden önce yerliler tarafından isimlendirilmiş. Hatta bu isimlerden bazıları İslami yer isimleri: Mecca (nüfusu 720) Indiana eyaletinde; Medina (nüfusu 2100) Idaho'da; Medina (nüfusu 8500) New York'ta; Medina (nüfusu 1100) ve Hazen (nüfusu 5000) Kuzey Dakota'da; Medina (nüfusu 17000) ve Medina (nüfusu 120000) Ohio'da; Medina (nüfusu 1100) Tennessee'de; Medina (nüfusu 26000) Texas'ta; Medina (nüfusu 1200) ve Arva (nüfusu 700) Ontario'da; Mahomet (nüfusu 3200) Illinois'te; Mona (nüfusu 1000) Utah'ta ilk göze çarpan örnekler. Amerika'nın yerli kabile isimleri de incelendiğinde pek çoğunun Arapça ve İslami köklerden geldiği anlaşılıyor. Bunlar Anasazi, Apache, Arawak, Arikana, Chavin, Cherokee, Cree, Hohokam, Hupa, Hopi, Makkah, Mahigan, Mohawk, Nazca, Zulu, Zuni gibi isimler."

Kuzey Amerika ve Kuzey Afrika'da yapılan arkeolojik kazılarda 9. yüzyıla ait binalar arasında da büyük bir benzerlik bulunmuş. Örneğin Fas'taki Atlas dağlarında Berberilere ait ev yapısı (resim 9) ile New Mexico'daki bina şekli (resim 8) birbirinin aynı. Yine Arizona'daki kazılarda bulunan Montezume Kalesi ile Colorado'nun Mesa Verde bölgesinde bulunan, Berberilerin bina yapıları arasında bir benzerlik mevcut. Smithonian Enstitüsü'nden Prof. Cyrus Thomas'ın yaptığı araştırmalara göre, New York, Ellenville mevkiindeki taş yığınlarından yapılmış küçük kulübe ile Güney Arabistan'daki Akabe bölgesindeki taş yığınlarında yapılmış kulübe birbirinin hemen hemen aynısı. Bu yapıların 8. yüzyıla ait olduğu tahmin ediliyor.

İspanya'daki son Müslüman kalesi Granada, 1492'de İspanyol engizisyon mahkemeleri kurulmadan hemen önce düşer. Hıristiyan olmayanlar engizisyon zulmünden kurtulmak için ya Katolik olmak ya da ülkeyi terk etmek zorunda kalır. Bu nedenle göç eden Müslümanların 1550'den önce İspanyol Amerikası'nda varlıklarından bahseden dokümanlar bulunuyor. Ancak İspanya Kralı 5. Charles'in 1539'da Müslümanların batıdaki yerleşimlere göçmelerini men eden fermanı yürürlüğe girer ve bu ferman 1543'te deniz aşırı İspanyol kolonilerin Müslümanlardan temizlenmesi şeklinde genişletilir. Salih Yücel'in bu konudaki görüşü şöyle: "Demek ki Müslümanların deniz aşırı adalarda veya bölgelerde varlığı biliniyordu ki, İspanya Kralı böyle bir ferman yayınladı. Yine pek çok İslami kaynakta da Endülüs döneminde İspanya ve Kuzey Afrika'da yaşayan Müslümanların okyanus ötesine seferler yaptığı biliniyor. Bu konuyu bir başka araştırmamda ele alacağım."

Salih Yücel'e göre arkeolojik kazılar, dilbilimcilerin bölgede dil ve yer isimleri üzerine yaptığı incelemeler, antikacıların 8. ve 9. yüzyıla, Abbasiler dönemine ait buldukları paralar, ev eşyaları ve diğer eşyalar, Müslümanların 7. yüzyılın ortalarından itibaren Amerika kıtasına geldiğini, yerleşim birimleri, camiler, okullar kurduğunu ve yerli halk Kızılderililer üzerinde büyük etki bıraktığını gösteriyor: "Prof. Fell'in araştırmalarından sahabi veya tabiinden (sahabelerden sonraki nesil) bazı kimselerin buraya gelmiş oldukları anlaşılıyor. Kolomb Amerika'ya ulaşıncaya kadar ve Amerika'da İslam'ın ve Müslümanların varlığını görür. Ancak Batılı araştırmacılar çok defa bunu görmezden geliyor." Bu araştırmadaki amacının Müslümanların Amerika kıtasında 7. yüzyılda başlayan varlığını genç araştırmacıların dikkatine sunmak olduğunu belirten Yücel, "Bu konuda pek çok doktora tezi hazırlanabilir. Bu çalışmalar, hem Amerika hem de dünya Müslümanlarından gizli kalmış birçok belgeyi gün ışığına çıkaracak, belki de bugün olmasa bile gelecekte Amerika kıtasının tarihinin yeniden yazılmasına bir zemin hazırlayacaktır." diyor.

BARRY FELL 1917 - 1994

İngiltere'de doğan ve Harvard Üniversitesi’nin deniz biyolojisi alanında saygı duyulan profesörlerinden olan Barry Fell, Amerika'daki Müslüman varlığını gösteren “Saga America” (Efsane Amerika) kitabını üniversiteden emekli olduktan bir yıl sonra, 1980'de yazdı.

RÜYASINDA EFENDİMİZ’İ GÖREN BİR AVUSTRALYALI

1991'de Türkiye'nin Sidney Başkonsolosluğu Din Hizmetleri Müşavirliği'ne bir mektup gelir. O günkü Müşavir ve şu anda Ankara'da Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi olan Sadık Eraslan, mektubu okuması için Salih Yücel'e verir. Mektupta özetle şöyle deniyor: "Ben İslam güneşinin henüz ulaşmadığı Tasmanya'nın Hobart şehrinde dünyaya geldim. Beş yaşında iken babamı kaybettim. Tip olarak İngilizlerden çok Türklere benzediğim için kardeşlerim tarafından dışlanıyordum. Okulda din derslerinde bana teslis inancını anlatıyorlardı, ama kalbimde bir ses 'Allah birdir' diyordu. 49 yaşına kadar hep kilise cemaati olarak yaşadım. Hayatımda, İslam'ın günah saydığını sonradan öğrendiğim her türlü büyük günahtan uzak durdum. Bir gün arabada giderken radyoda tasavvuf müziği dinledim. İçinde ilahiler de vardı. Daha sonra bir gece rüyamda Hazreti Peygamber'i gördüm. Gri bir cübbesi vardı, başının sarıklı olduğunu hatırlıyorum. O kadar nurlu idi ki, yüzüne bakamadım. Ama onun bana, hatta kalbime baktığını hissettim. Sanki bütün enerjim gitmiş, içime yeni bir enerji dolmuştu. Bana, 'Kardeşim tekrar geleceğim' dedi ve bir perde arkasında kayboldu. Uyandığımda kalbimde bir ses, sen Müslümansın diyordu, ama hayatımda ne bir Müslüman görmüştüm ne de cami. Artık bu dalgınlık içinde günlerim geçiyordu. Bana geleceğim demişti, ben de onu hep bekliyordum. Nihayet bir gece rüyamda onu bir vadide gördüm. Vadinin yanında bir nehir kan dolusu akıyordu. Bu onun ümmetinin kanıdır dendi. Hazreti Peygamber Allah'a o kadar yalvarıyordu ki, gözlerinden çok büyük damlalar yere dökülüp etrafa saçılıyordu. Sonra yanına çağırdı, gittim arkasında iki rekât namaz kıldım. Derken o kan dolusu nehir berrak su şeklinde akmaya başladı ve etrafı çiçeklerle doldu. Sonra onunla geleceğe seyahat gibi bir şey yaptık. Daha sonra kendimi bir defa Sultanahmet'te gördüm. Mevlana, Yunus ve Emir Sultan'dan manevi dersler aldım. Uyanınca, sabah en yakın camiyi araştırıp oraya gittim ve Müslüman oldum. Bana bir Kur'an ve seccade hediye ettiler. Bu seccade rüyamda Peygamber’in arkasında namaz kıldığım seccade idi. Sonra bana hangi Müslüman ismi almak istersin diye sordular. Ben de Ahmet dedim. Onlar bir belge hazırladılar, baktım T harfi yerine D harfi yazmışlar. Onlara, hayır lütfen Ahmet yazın dedim. Böylece aynı zamanda Türk ismi almak istedim."

Salih Yücel, "Mektubu yazan şahıs, Avustralya'nın Brisbane şehrinde yaşıyordu. Bu şehir Sidney'e 1150 km. mesafedeydi. Ziyaretine gittim, üç-dört saat beraber kaldık. Sonradan beraber umreye gittiğimizde Arafat'a çıktık, rüyasında gördüğü vadinin Arafat olduğunu söyledi. Kendisi şu anda hasta. Çok çeşitli ve zor imtihanlardan geçti. Kendisine hep dua ediyorum." diyor.

Yücel'in bir diğer ilginç anısı Türkiye'ye gezmeye gelen bir Avustralyalı ile ilgili. Bu kişiye, "Türkiye'yi beğendin mi?" diye sorup "Evet" cevabı alınca, "Neyini beğendin?" demiş. Cevap ilginç: "Trende giderken tanımadığım birisi bana bir içecek verdi." Hapishane vaizliği görevi sırasında tanık olduğu olayları da anlatan Yücel, "1992'de bir hapishanede İrlanda kökenli bir mahkum rüyasında bir sahabe görerek Müslüman olmuştu." diyor.

AMERİKAN TELEVİZYONU NASIL ÖZÜR DİLEDİ?

Salih Yücel, Avustralya ve ABD'de yaşadıklarını çarpıcı bazı örneklerle anlatıyor. El Kaide'nin ABD'ye yönelik 11 Eylül saldırılarından sonra ABD'nin üç büyük televizyon kanalından biri olan CBS'deki 60 Dakika isimli haber programında bir papaz, Üsame bin Ladin'e atfedilen sözlerle Peygamberimiz’e hakaret ediyor. Salih Yücel, programı arayarak tepkisini iletmek istiyor; ancak program yapımcıları ile görüşemiyor. O gece yarısı tanıdığı ne kadar Hıristiyan din adamı varsa hepsine bir mail geçip CBS'i protesto etmelerini istiyor. Sonuçta CBS'e çok miktarda protesto gidiyor. CBS yapımcıları ile görüşen bir rahibe, bu gibi fanatiklerin TV'ye çıkarılmasının dünya barışına hiçbir katkı sağlamayacağını belirtir. Birkaç gün içinde Kiliseler Konseyi toplanır ve televizyonda papazın görüşlerini kınayan bir bildiri yayınlanır. Sonra 60 Dakika programının direktörü Boston'a giderek Yücel ve arkadaşları ile görüşüp özür diler. Kahvaltıda bir araya geldikleri yapımcı, "Bundan sonra böyle bir olay olmayacak." sözünü verir.

KAYALARA KAZINMIŞ AYETLER

Batı Afrika halkları ve Güneybatı Amerika'nın belli Kızılderili halkları arasında kültürel paralellikler bulan Fell, bu bölgede yaşayan Pima halkının Arapça köklere sahip bir sözlüğe sahip olduğunu tesbit ve Kaliforniya gibi yerlerde kayalara oyulmuş İslami yazıların varlığını ile teyit etti. Fell, Kaliforniya'da Inyo kasabasında Arapça olarak kayalara yazılmış şöyle bir sözden bahsediyor: "Yasus ben Maria" (Jesus, Son of Mary-Meryem oğlu İsa). Böyle bir ibare ancak Kur'an surelerinde geçiyor. Bu yüzden Fell, bu taş yazıtın Amerika'nın yaklaşık 500 yıllık tarihini çok daha gerilere götürdüğünü söylüyor.

Avrupalılar Amerika kıtasına gelmeden önce yerli halk arasında varolan arapça kelimeler

Avrupalılar gelmeden önce denizciliğe ve diğer konulara ait pek çok kelimenin bugün New England ve Nova Scotia olarak bilinen Kuzey Amerika ve Kanada'nın bir kısmını içeren bölgede aşağıdaki İslami kelimeler tespit edilmiş:

DENİZCİLİK VE DENİZ YOLCULUĞU

İngilizce Arapça Türkçe manası

Coastal seas sobagwa Deniz sahili

Magnetic compass al-hukk Pusula

Plumb, level al-imam Çekül, seviye

Mast, rigging al-daqal Gemi direği

Sail, spread sail sabih Yelken

Journey aqsa Yolculuk

Wind, weather ahwa Hava


ASTRONOMİ VE METEOROLOJİ

Dew naba saqt Çiy

Sunrise asbah Güneşin doğuşu

Immediate nitaij Acil

Star allaq Yıldız

Constellation el-kaukab Gezegen

Falling rain saqlaba Yağan yağmur

Rainbow mantaqa Gökkuşağı

Tomorrow sabah Yarın


ADALET VE İDARECİLİK

False statement kabwa Yalan ifade

Punishment kalal Ceza

Insolent, malicious majin Küstah, hain

Authority, king malik Kral

TIP VE ANATOMİ

Affliction kalal Keder, acı

Coitus l'am Çiftleşme

Ill marad Hastalık

Adolescent kabr Delikanlılık

Libido qassa Şehvet

Sneeze, cough nakam Öksürük, soğuk

EV VE EŞYA

Belt tikak Kemer

Waist-cloth nazala-aniq Bel kuşağı

Drink, water naba Su

To thread nafad İplik


HASTANE VAİZLİĞİ TÜRKİYE’DE DE UYGULANABİLİR

Amerika'da yıllardır hastane vaizliği yapan Salih Yücel, bunun Türkiye'de de uygulanabileceği görüşünde: "Hastane vaizliği Türkiye’de henüz yok. Halbuki İslam hasta ziyaretine çok önem verir. Bugün ABD'de hemen hemen bütün hastanelerde vaiz veya ihtiyaç halinde hemen çağrılacak din görevlisi var. Mesela benim çalıştığım Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin hastanesinde 34'ü gönüllü olmak üzere toplam 42 din görevlisi var. Her 35-40 hastaya bir din görevlisi düşüyor. Diyanetten sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın ilahiyattan hocamdır. Diyanet İşleri Başkanı da değerli bir akademisyen. Umarım bu hastane vaizliği konusuna el atarlar."


Sally Talaban koyu bir Katolik idi; Risale-i Nur'u okuyarak Müslüman oldu


Saliha Talaban Filipinler'de doğup büyüyen ve İngilizce öğretmeni olarak görev yapan bir Müslüman. Daha önceden koyu Katolik bir Hıristiyandı ve Risale-i Nur vasıtasıyla Müslüman oldu. Müslüman olduktan sonra Sally olan ismini Saliha olarak değiştirdi. Hayatında bu kadar büyük değişikliğe vesile olan Risale-i Nur'u daha iyi öğrenebilmek ve anlayabilmek; Nur hizmetlerini yakından gözlemleyebilmek için Türkiye'ye geldi.
Bir senedir Türkiye'de bulunan ve bu esnada hem Türkçe öğrenip Risale-i Nur üzerinde incelemeler yapan Saliha Talaban, aynı hizmeti kendi ülkesinde de hayata geçirebilmeyi hedefliyor.
Kendisiyle yaptığımız görüşmede, Risale-i Nur'la tanışması ve ardından yaşadığı gelişmeleri bütün yönleriyle aktardı. İlk okuduğu eserin Yirminci Mektup olduğunu söyleyen Saliha Talaban, bu Risaleyi okuduğu sırada hissettiklerini şöyle açıkladı:
İlk okuduğum kitap, tevhid akidesinden bahseden Yirminci Mektup oldu. Okumaya başlar başlamaz adetâ şok olmuştum. Çünkü Allah'ın varlığı hakkındaydı ve ruhum okuduğum her mânâyı tamamıyla hazmediyordu. Allah'ı bu kadar güzel tanımlayan bu Risale beni çok şaşırtmıştı. Ben Katolik olarak yetiştim. Hakikat nedir diye çok araştırdım. Nereden geldim? Ben kimim? Allah gerçekten var mı? Allah varsa nerede? Bütün bu soruları diğer dinlerde ve diğer kitaplardan da araştırdım. Felsefe ve sosyal kitapları da çok okudum. Ama aradığım gerçek cevapları bulamadım. Sadece Risale-i Nur'da bunların cevaplarını buldum. Bu cevapları vicdanım, ruhum ve kalbim tamamen kabul etti ve çok rahatladığımı hissettim.

Saliha Talaban, Risalelerin temel özelliklerinden birisi hakkında şunları söyledi:


Risale-i Nur bu asrın bütün ihtiyaçlarına cevap veriyor. Bu eserlerde her soruya cevap var. Dünya sosyal, ahlâkî, manevî ve ekonomik krizler içersinde. Risale-i Nur bunlara karşı bir mutluluk, saadet ve çözüm sunuyor.

Risale-i Nur'la ilgili bir senedir çalışmalarda bulunan Saliha Talaban, çalışmaları ve geldiği nokta hakkında da şöyle konuştu:


Buraya Risale-i Nur'u öğrenmek için geldim. Gaziantep'te 8 ay kaldım. Kişisel okumalarıma ve araştırmalarıma devam ediyorum. Filipinler'deki Üniversite öğrencilerinin okuyabileceği kitaplara ihtiyaç var. Şimdi onu hazırlıyoruz. Dünyanın çeşitli yerlerinde bulunan İslamî Üniversiteler Risale-i Nur'la ilgili çalışmalar istiyor. Gelen talepler ve ihtiyaçlar çerçevesinde, kainat kitabı, ibadet, namaz ve dualar hakkında hazırlıklar yaptık, aktiviteler plânladık.

Saliha Talaban, İslâma girişinde Risale-i Nur'un rolüyle ilgili şunları söyledi:


Risale-i Nur'u tanımadan önce İslâmiyet hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Hıristiyandım ve Katolik bir çocuk olarak yetiştim. Risale-i Nur bana İslâmı, Allah'ı tanıttı. Şimdi Müslümanım, Allah gibi yüce bir dost buldum. Saadet buldum, huzur, barış... hepsini buldum. Risale-i Nur ile her şeyi buldum. Elhamdülillah.

Müslüman olmakla hayatında gerçekleşen değişimeleri, Müslüman olmadan önceki dönemle bazı mukayeseler yaparak anlatan Saliha Talaban, şu bilgileri verdi:


Herşey değişti. Eski hayatım çok karışıktı. Çok sorularım vardı ama cevaplarım yoktu. Hem de nereye gittiğimi bilmiyordum. Ama Elhamdülillah şimdi her şey mükemmel. Çok mutluk hissediyorum şimdi. Hem saadet, hem kanaat var.

Saliha Talaban, Üstad Said Nursî'nin görüşleri ve eserlerinin, içinde bulunduğu topluma hitap edip edemeyeceği hakkında şu açıklamaları yaptı:


Risale-i Nur sadece bizim toplumumuza değil, bütün insanlığa ve insanlara hitap ediyor. Özellikle Filipinlerin yüzde 90'ı Hıristiyan'dır. Hepsi kiliseye gider, ama kilise ve dinleri hakkında yetersiz olduklarını hissetmektedirler. Bu yüzden gerçeklerin arayışı içinde olan çok sayıda insan vardır. Bu eserler aracılığıyla hakikatleri çok kolay bulabilirler. Çok şükür Risale-i Nur gerçekleri gösteriyor. Çünkü Risale-i Nur, gerçekleri arayan herkese rehber olacak özelliklere sahiptir. Aynı zamanda Hıristiyanlarla Müslümanların diyaloguna büyük katkı sağlayacaktır. Bu bizim ortak dilimiz olabilir, bir köprü olabilir. Karşılıklı anlayış ve uzlaşmaya vesile olabilir. Öz bir ifadeyle Risale-i Nur, doğruyu arayan herkesin ihtiyacını karşılayacaktır.

Müslüman olduktan sonra ailesiyle arasında herhangi bir anlaşmazlığın olmadığını; onların Katolik olmasına rağmen Müslüman oluşundan rahatsızlık duymadıklarını; hattâ Kur'ân okumaya başladıklarını belirten Saliha Talaban, Risale-i Nur'un çıkış yeri olan Türkiye'deki tüm Müslüman halka hitaben şunları söyledi:


Türkler çok şanslılar. Çünkü Risaleler burada çıkmış. Bu eserleri okumazsanız derin ve zengin hazineyi kaybetmiş olursunuz. Her yönüyle harika bir hazineyi kaybedersiniz. Elhamdülillah, Cenâb-ı Allah Risale-i Nur için Türkiye'yi seçmiş. Eğer insanlar okumazsa, hayatlarının bir anlamı olmaz. Hayatın onsuz bir anlamı olmaz. Filipinlerdeki Müslümanlar olarak biz Risale-i Nur nüshalarını bulmakta zorlanıyoruz. Maddî manevî imkânsızlıklarla karşı karşıyayız. Birçoğumuz, bir eseri elde edince onu ortak kullanıyoruz, paylaşıyoruz. Ama buna rağmen daha fazla okumaya gayret ediyoruz. Türkiye'deki erkek olsun, kadın olsun tüm Müslüman kardeşlerimize sesleniyorum: Risaleleri okuyun ve yaşayın. Onun neşri için hizmette bulunun. Yapanlara destek olun. Lütfen hizmete dâhil olun, onun hakikatini paylaşın. Çünkü Müslüman olarak bunlar bizim görevlerimizdir. Sorumluluklarımızın farkında olalım. Eğer biz, özellikle Türk halkı sorumlulukları yerine getirmezse, kim getirecek? Allah'a nasıl hesap vereceğimizi düşünelim. Allah bize, "Size Kur'ân'ı indirdim, peygamber gönderdim, sünneti bildirdim. Hesap verin" diye soracak. Lütfen okuyun ve okuduğunuzu yaşayın. Görevimiz, yaymak ve paylaşmaktır.

Saliha Talaban'a, Türkiye'de bulunduğu süre boyunca, edindiği izlenimlerinden hareketle geleceğe yönelik ne gibi hedefler belirlediğini sorduk. Şu cevabı verdi:


Türkiye'ye İslâmî hayat tarzını öğrenmek ve yaşamak için geldim. 8-9 ay Nur Risalelerinin okunduğu mekânlarda kaldım. Bu süre içinde, Risaleleri okuyan ve bu eserlerdeki hakikatleri ihlâsla yaşayanları gördüm. Bunları sadece Allah rızası için yapan talebelerle tanıştım. Herşey Allah rızası için yapılıyordu. Bu tablo beni çok etkiledi. Bunu kendi ülkemde de yaşamak istiyorum. Oraya taşımak istiyorum.
Bütün dünyada hizmeti yayabilmemiz, Risaleleri tanıtabilmemiz için büyük bir istek ve iştiyakla çalışmamız; bunun için de plânlı programlı organizasyonlar gerçekleştirmemiz gerekiyor. Birbirimizi görüp tanımamız; birlikte hizmet etmemiz lâzım. Tâ ki tüm dünya Risale-i Nur'u tanısın ve ondan en azami seviyede faydalanabilsin.

SALLY TALABAN'LA YAPILAN BİR RÖPORTAJ



Azime Doğan
Filipinler’den, Endonezya’dan, İstanbul’dan bir vesileyle Mustafa Sungur Ağabeyin misafirleri gelmişti. Böylece Filipinler’den Saliha (Sally), Tayyiba ve Endonezya’dan Erika, İstanbul’dan Hatice abla ve Havva kardeşle de tanışmış olduk. Cihannur Sungur; Saliha ve Tayyiba kardeşi bizlerle tanıştırdı. Saliha’nın nasıl Müslüman olduğunu kendisinden dinlettirdi. Kalabalık bir cemaat... Herkes pür dikkat ve merakla dinliyor. Sorular soruluyor. Salonu müthiş bir heyecan, uhuvvet, muhabbet, samimiyet ve ihlâs kaplamıştı. Cihannur Sungur, 20. Mektub’dan (Saliha’nın ilk okuduğu Risâle-i Nur) ders yaptı. Saliha da okudu. Ders, yatsı namazı, tesbihat, mektup dersi ve çay faslı vs. derken istemeyerek de olsa ayrıldık. Biz “Duâlarımız seninle Saliha kardeş, Türkiye’ye ve Eflani’ye yeniden bekleriz” derken, “Biz de Filipinler’e bekleriz” diyor Saliha ve Tayyiba. Risâle-i Nur, Kur’ân-ı Kerim ve Türkçe’yi öğrenmek için Gaziantep’te kalıyorlardı. Filipinler’e gidince bana “Türkiye’de 9 ay” yazı dizisini göndereceğine söz verdi Saliha. İnşallah nice mutlu haberlere...
Saliha (Sally) 32 yaşında Filipinler’de bir üniversitede İngilizce öğretmeni. Okula çeşitli ülkelerden öğrenciler geliyor. Bunların ikisi Türkiye’den. Bu iki Türk öğrenci çok kibarlar ve çok iyiler. Onların bu halleri Saliha’nın dikkatini çekiyor. Hatta bu durumu arkadaşlarına da söylüyor. Arkadaşı da “Müslümanlar teröristtir, dikkat et, sakın onlara ders verme” diyor. O da önce Türklerin yaşadığı yeri görmek istiyor, evlerine gitmek istiyor, isteği kabul görüyor. Giderken silâhlarla falan karşılaşacağını sanıyor, çünkü daha önce İslâm dinini hiç duymamış, Müslüman bir kişiyle tanışmamış. Lise yıllarında kiliseye gidiyor fakat bu yolun hakikat olmadığını anlıyor; kalben, ruhen tatminlik vermediği için dinsiz olmuş, sadece Allah’a inanıyor. Bu dönemden sonra yıllarca din arıyor ve araştırıyor. Hıristiyan dininin bölümlerinden Protestanlık ve Katolikliğin başka bölümlerini vs. araştırıyor. Fakat “din yok” kanaatine varmış. Tâ ki iki Türkle tanışana kadar.
İşte böyle değişik bir hâlet-i ruhiyede Türklerin kaldığı eve giriyor. Girmesiyle hayreti daha da artıyor; ne silâh var, ne muzır bir şey. Sadece bol bol kırmızı kitaplar var, temiz ve huzur dolu bir ortam. Kitapları çok sevdiği için o kırmızı kitapları merak ediyor, “Bakabilir miyim, bunlar nedir, neler yazıyor, anlatıyor ve soruyor; ben de okuyabilir miyim?” diyor. Bize de, onlar hakkında “Asıl gayeleri, hakikatleri dünyanın her tarafında ihtiyacı olanlara duyurmak. Asrımızın tefsiri olan, şu zamanın insanlarına en etkili tiryak ve imânlarının kurtulmasına vesile olan Risâle-i Nur hizmeti için oralara gelmişler ve ilk adımı atmışlardı. İngilizce öğrenmek üzere çocuklar için hazırlanmış Peygamber Efendimizin (asm) hayatını seçmişler, böylece ders alırken bir yandan da ders veriyorlardı” diyor.
O günden sonra Saliha, Risâle-i Nur’ları okumaya başladı. İlk okuduğu Risâle 20. Mektub olmuş. Tam olarak aklı anlamıyor. Fakat ruhu ve hisleri tatmin oluyor. Okuyor, okuyor, okuyor... Okudukça aradığı, yıllardan beri hasretini çektiği hakikatler olduğunu anlıyor; aklı almıyor ama vicdanı tasdik ediyor.
Bir gün bir derste 10 dakika ders yaptıktan sonra “Dersi kesebilir miyim, çünkü kafamda çok sorular var, önce onlara cevap bulmam lâzım” diye başladığı soruların cevaplarını bir bir çözüyor, aydınlanıyor. Yıllardan beri kendi kendine sorduğu “Allah’ım bana kendini tanıt. Ben bu dünyaya niye geldim? Vazifem ne? Sonum ne olacak? (Necisin, nereden geldin ve nereye sevk olunuyorsun?)” müşkül suallerine cevap buldukça içinde iman çerağı da alevlenmeye başlıyor.
Kader ve Haşir meselelerinde de çok araştırmalar yapmış, çok felsefî kitaplar okumuş, fakat aldığı cevaplar kendisini çok kısa bir zaman için tatmin ediyor lâkin gerçek çare olmuyor. Risâle-i Nurdan 26. Söz olan Kader Risâlesi onu tam tatmin ediyor. Haşir Risâlesini okuduğu zaman ise hayretler içinde kalıyor. Cennet ve Cehennem olduğunu biliyor; fakat Haşir Risâlesini okuduğu zaman her ânının ve her hareketinin yazıldığını ve görüldüğünü anlamış, kontrol edildiğini fark etmiş. Haşir gerçeğinin bu kadar, akla delillerle ispatına hayran kalmış.
Tesettür Risâlesini (24. Lem’a) okuyunca da kapanmış, (tesettüre girmiş). 1’den 8’e kadar olan sözleri de okuyor. Ve Saliha artık iman etme kıvamına geliyor. Kalbi, ruhu, hissiyâtı iman etmesini çok istiyor. İnanç yetmiyor, fıtrat ibadet de istiyor. Ama nasıl yapılacak bilmiyor. Okudukça Risâle-i Nur’ları “İşte aradığım hak din bu. Hakikatler bunlardır” diye kanaat getiriyor ve huzur buluyor, heyecan duyuyor. Lâkin nefsi burada devreye giriyor; “Daha çok gençsin, imân edersin, acele etme, önünde uzun yıllar var” gibi telkinlerde bulunuyor.
Bu hâlet-i ruhiyede, birgün otobüste giderken hayalen otobüsün alt üst olduğunu ve kendisinin yok olduğunu düşünüyor. O duygularla o anda nasıl olduysa Müslüman oluyor. Ve nefsini yeniyor. Onun bu yolculuğu bir an evvel iman etmesi gerektiğini ve ertelememesi gerektiğini aynelyakîn telkin ediyor. Ve dininin gerektirdiği şeyleri bir bir öğreniyor.
“Aileniz bu durumu nasıl karşıladı?” diye soruyorum.
“Ailem tam bir Katolik, fakat ben İslâma girmekle çok mutluyum ve benim mutlu olmamdan onlar da mutlu oluyorlar. Ailemde sorun olmadı.
Çünkü ben aradığım soruların cevaplarını buldum. Risâle-i Nur’larda her şey var, bir umman gibi. Hep duâ ediyordum ‘Allah’ım bana bir mânâ göster hayatımı vakfedeyim’ diye. Türkiye’ye gelince o mânânın Risâle-i Nur hizmeti olduğunu anladım ve bu verdiğim sözü şimdi Filipinler’e gidince Risâle-i Nur hizmetinde çalışarak yerine getireceğim inşallah. Risâle-i Nur’ları herkese ulaştırmaya çalışacağım, okul okul gezeceğim. İmana susamış gönüllere bu âb-ı hayat Nurları ulaştırmaya çalışacağım inşaallah.”
Saliha, üniversitelerde okutulması, okunması için kitap yazıyor. İlk kitabının konuları şunlar: Kâinat kitabı, ibâdet, namaz, duâ ve İsm-i Kuddüs... Kitabın % 99’u Risâle-i Nur ve hadislerden oluşuyor.
“İlk ezanı nerede duydunuz ve neler hissettiniz?” diye soruyorum.
“Filipinlerde bir adada duydum. Ezan ve deniz müthiş birşey, çok etkilendim. Ezan sesi her tarafı kaplamıştı... Bizim başşehre de bir cami var, etrafı yüksek duvarlarla çevrili, içeri almıyorlar. O da zaten bize çok uzak, oraya ulaşmamız mümkün değildi.
“Bir gün adada ezan okunuyordu. Sesin geldiği yöne yönelmişim. Yolun ortasında öylece kalmışım. Arkadaşım ‘Niye durdun, yürüsene’ diyor, ben de ‘Ezan okunuyor’ diyorum. Minareden yükselen ezan sesi ve ezanlar... Bir de ne göreyim, her taraf cami, minarelerden ezanlar yükseliyor, duygularımı anlatacak tarif bulamıyorum. Ezan çok güzel, çok etkileyici, çok kıymetli.”
“Müslümanlar hakkındaki düşüncelerin, önce nasıldı şimdi nasıl?”
“Daha önce Müslümanları terörist biliyordum. Hiç de iyi intibâım yoktu. Fakat o iki öğrencimi tanıdıktan sonra öyle olmadığını anladım. Daha önce bir Müslüman tanımamıştım. Ama şimdi Türkiye’ye geldim, fikirlerim tamamen değişti. Sizlerden çok memnunum, her şey çok güzel.”
“Türkiye’de kalmak ve Filipinlere gitmek hususunda ne düşünüyorsunuz?”
“Orada insanlar hizmet bekliyor, bizi bekliyor. Siz burada (hizmet yapanlar) çoksunuz. Bizim de bir an önce gidip hakikatleri anlatmamız lâzım.”

Kaynak:
http://www.yeniasya.com.tr/2005/12/03/haber/h40.htm



Muhammed Alexander Russel Webb ( 1846)- (1916)



Amerikalı Muhammed Alexander Russel Webb, 1846 senesinde Hudson şehrinde doğdu. New-York üniversitesinde okudu.Kısa zamanda çok sevilen ve çok takdir edilen bir fıkra yazarı oldu. St. Joseph Gazett ve Missouri Republican isimlerinde dergiler neşretti. 1887 tarihinde Filipinler’de Amerika konsolosu oldu. Müslüman oldukdan sonra kendini tamamiyle İslamiyeti yaymaya vakf etti ve Amerikadaki teşkilatın başına geçdi. 1916 senesinde vefat etti.

Niçin müslüman oldum ?

Bana, ahalisinin pek çoğu hıristiyan olan Amerikada doğan, büyüyünceye kadar mütemadiyen hıristiyan papazların yaptıkları vaazları, daha doğrusu saçmalıkları dinleyen, benim gibi bir insanın, niçin dinini değiştirerek müslüman olduğunu soranlar çok oldu. Ben de onlara, müslümanlığı niçin hayat rehberi olarak seçtiğimi, kısaca şöyle anlatdım: Müslüman oldum! Çünkü, yapdığım incelemeler, araştırmalar, insanların ruhi ihtiyaçlarının, ancak müslümanlığın koyduğu sağlam esaslarla temin edileceğini gösterdi.Ben daha çocukken bile, hıristiyanlığa bir türlü iki elle sarılamamıştım. Yirmi yaşıma geldiğim ve artık reşid olduğum zaman, kilisenin herşeyi günah sayan ve can sıkıcı terbiyesine tamamen isyan etmiştim. Yavaş yavaş kiliseden ayrıldım ve bir daha dönmedim.

Metafizik sorulur

Benim araştırıcı bir karakterim vardı.Her şeyin sebebini ve maksadını arıyordum. Bunlar için mantıki cevaplar bekliyordum. Halbuki, rahiplerin ve diğer hıristiyan din adamlarının bana verdiği cevaplar, beni tatmin etmiyordu. Onlar, çok defa suallerime tatmin edici cevaplar verecekleri yerde, “Bunları biz anlayamayız. Bunlar ilahi sırlardır” diyorlar veya “Bunu bizim aklımız kavramaz” gibi kaçamaklı bir cevap veriyorlardı. Bunun üzerine, bir yandan şark dinlerini, diğer taraftan meşhur filozofların eserlerini incelemeğe karar verdim. Filozoflardan Mill, Locke, Kant, Hegel, Fichte, Huxley’in ve diğerlerinin eserlerini okudum. Bu filozofların eserlerinde, hep protoplazmadan, atomlardan, moleküllerden, taneciklerden bahs olunuyor, fakat “İnsanın ruhu ne oluyor, öldükden sonra nereye gidiyor, bu dünyada ruhun nasıl terbiye edilebileceği” hakkında bir fikr bulunmuyordu. Halbuki İslam dini, insanın bedeni yanında, ruhu ile de meşgul oluyor ve bizi aydınlatıyordu. Bunun içindir ki, ben, ne yolumu şaşırdığımdan, ne de hıristiyanlara kızdığımdan veya ani bir karara kapıldığımdan dolayı değil, tam aksine inceden inceye tetkik ettikden, büyüklüğünü, ulviyetini, ciddiyetini, mükemmelliğini iyice anladıkdan sonra müslüman oldum.

İslamiyetde esas, Allahu tealanın var ve bir olduğuna inanmak, Ona kendini teslim etmek ve O’na ibadet ederek lutuflarına şükretmektir. İslamiyet, bütün insanlara kardeşliği, iyiliği, sevgiyi emreder. Onlardan ruh, beden, dil ve iş temizliği ister. İslam dini, şimdiye kadar insanların bildiği dinlerin muhakkak en mükemmeli, en üstünü ve sonuncusudur.
Karalama kampanyası ters tepti. İslam Dini’ni seçen Alman sayısında büyük artış

Avrupalı Islam’a koşuyor



Materyalizmin ve kapitalizmin pençesinde boşluğa düşen ve büyük bir toplumsal çöküş yaşayan Batılılar, akın akın İslâm’ı seçmeye başladı. Sadece Almanya’da İslâm dinine geçenlerin sayısı geçen yıla göre 4 kat arttı.

Tüm engellemelere rağmen
Karikatür krizi, Papa’nın hakaretleri gibi İslâm aleyhine yürütülen olumsuz propagandalarla oluşturulmak istenen islamofobia projesi ters tepiyor. İslâm ve Kur’ân-ı Kerîm’i merak eden insanların sayısı her geçen gün artarken, bu arada çok sayıda insan dinini değiştirerek Müslüman oluyor. Alman Der Spiegel dergisi son sayısında İslâm dinini seçen Almanların sayısında büyük artış olduğunu yazdı.

4 Bin Alman Müslüman oldu
Habere göre, Federal İçişleri Bakanlığı’nın finansmanıyla “İslâm Arşivi” adlı bir kuruluş tarafından yapılan araştırmada, 2004 ve 2005 yıllarının Haziran ayları arasında 4 Bin Alman’ın İslâm dinine geçtiği belirlendi. Bu rakamın bir önceki dönemden 4 kat fazla olduğu bildirildi. Berlin’de imamlık yapan Alman asıllı Muhammed Herzog, birçok Alman’ın Müslüman olmadan önce inançlı Hıristiyan olduğunu ve dinlerinden şüpheye düştüğü için İslâm’ı seçtiğini belirtti.
 Alman Der Spiegel dergisi, İslam dinini seçen Almanların sayısında büyük artış olduğunu yazdı. Derginin yarın çıkacak sayısındaki habere göre, Federal İçişleri Bakanlığının finansmanıyla “İslam Arşivi” adlı bir kuruluş tarafından yapılan araştırmada, 2004 ve 2005 yıllarının haziran ayları arasında 4 bin Almanın İslam dinine geçtiği belirlendi. Bu rakamın, bir önceki dönemden dört kat fazla olduğu bildirildi.
İslam Arşivi yetkilisi Salih Abdullah, son yıllara kadar İslam dinini daha çok Müslümanlarla evlenen Alman kadınlarının tercih ettiğini, ancak son birkaç yıldır Almanlar arasında bağımsız olarak İslam dinini seçme eğiliminin görüldüğünü söyledi.
Berlin’de imamlık yapan Alman asıllı Muhammet Herzog, birçok Almanın Müslüman olmadan önce inançlı Hristiyan olduğunu ve dinlerinden şüpheye düştüğü için İslam’ı seçtiğini belirtti.
Din sosyoloğu Monika Wohlrab-Sahr ise din değiştirenlerin çoğunun “başka bir şeyler” aradığını ve “kendi farklılıklarını ortaya koymak” istediğini ifade etti. (aa)



Kemal Çiftçi

k.ciftci@bsfakademi.net

Yüklə 484,57 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin