kızımı kime vereyim
Merv şehri kâdısının bir kızı vardı. Ülkedeki, ileri gelen zengin, makam ve mevkı sâhibi kimseler bu kızı isteyince hiç birine vermedi. Bu zâtın Mübârek adlı, bağına-bahçesine bakan bir kölesi vardı. Aradan iki ay geçmiş meyveler olgunlaşmış bolluk bereket gelmişti. Efendisi, Mübârek'ten üzüm isteyince, toplayıp geldi. Getirdiği üzüm çok güzel olmasına rağmen henüz olmamıştı, başka üzüm istedi. O da ekşi çıktı. Efendisi;
"Bahçede o kadar üzüm var, niçin böyle üzüm getiriyorsun?" demekten kendini alamadı. Mübârek; "Efendim! Ekşisini tatlısını bilmiyorum!" diye cevap verdi. Bağ sâhibi; "Sübhanallah iki aydır bağdasın, daha hangisinin ekşi, hangisinin tatlı olduğunu bilmiyorsun." diye çıkıştı. Mübârek onları yemekle değil korumakla vazîfeli olduğunu biliyordu. Efendisi; "Niçin onlardan yemedin?" deyince; "Siz benden bağınızdaki meyvelerin muhâfazasını istediniz. Yeyiniz demeyince alıp yemem uygun olur mu, emrinize karşı gelebilir miyim?" cevâbını verdi.
Efendisi böyle bir hâdiseyle ilk defâ karşılaşmıştı. Mübârek'in bu hâline hayran kaldı. Güvenebileceği birini bulmuştu. Gerçekten onu ve hâlini çok sevmişti. Kölesine dönerek; "Sana bir şey soracağım." diye söze başladı. Sonra; "Benim bir kızım var, malı makamı yüksek pekçok kimse onu ister. Hangisine vereceğimi ne yapacağımı bilemiyorum. Bu hususda bir fikrin olur mu? Sen ne dersin?" diye sordu. Mübârek, bu söze karşı şöyle dedi:
"Efendim!.. İnsanlar, dâmâd için; câhiliyye devrinde soya sopa; yahûdîler ve hıristiyanlar güzelliğe, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem zamânında dindârlığa, Allahü teâlâdan korkup, haramlardan sakınmaya bakarlardı. Zamânımızda ise, mala ve makama bakılıyor. Artık bunlardan dilediğini seç."
Bunun üzerine efendisi:
"Ben dindarlığı ve takvâyı seçiyorum ve kızımı seninle evlendirmek istiyorum. Çünkü sende haramlardan kaçma, dînine bağlılık, iyi hal, emânet ve güvenilirlik gördüm ve bunları sende buldum." dedi.
O ise kendisinin köle olduğunu, parayla satıldığını, böyle olunca evlenmelerinin garib karşılanacağını, hem kızın buna râzı olmayacağını bir bir anlattı. Akıl da öyle diyordu. Ancak kâdı kararlı idi. "Kalk eve gidelim." dedi. Eve varınca hanımına; "Bu sâlih, dindâr, takvâ sâhibi bir köledir. Kızımızı onunla evlendirmek istiyorum, senin fikrin ne?" deyince, hanımı; "Sen bilirsin, fakat bir de kıza soralım." cevabını verdi. Anne durumu kıza açıp babasının niyetini söyleyince, kızı da bu hususta her şeyi anne ve babasına bıraktığını bildirdi. Kadın kızın râzı olduğunu babasına anlatınca nikahları kıyıldı. Fakat Mübârek, kızın yanına gitmiyordu. Bu hâl kırk gün sürdü. Bir vesîle ile anne durumdan haberdâr olunca dayanamadı; "Kızımızı kölene verdin, aradan bunca zaman geçtiği halde dönüp yüzüne bile bakmadı, bu yaptığı nedir? Bu nasıl iş?" diye şikâyet ve sitemde bulundu. Bunun üzerine kâdı; "Ey Mübârek! Kızıma nâz mı ediyorsun? Niçin yanına gitmiyorsun?" demekten kendini alamadı. Buna karşılık dâmâd:
"Ey müslümanların kâdısı! Ey efendim! Bu nasıl söz? Sizin kerîmenize nâz etmek ne haddime. Lâkin kâdısınız. Ola ki kızınız şüpheli bir şey yemiştir. Şüpheden uzak olmak için bu zamâna kadar bekledim ve ona helâl yemek yedirdim. Belki Allahü teâlâ bize sâlih bir evlâd verir. Bundan başka bir düşüncem yoktur." dedi.
Kırk gün geçtikten sonra ehline yaklaştı. Haram ve helâle bu derece dikkat ettiği için Allahü teâlâ ona Abdullah isminde bir çocuk verdi. (2)
Kaynak:
1) Yeni Aile İlmihali, Ahmed Şahin, Cihan Yayınları
2) Evliyalar Ansiklopedisi, İhlas
**************************
DUL KADIN VE YAHUDİNİN İMANI
Bir bayram arefesinde, dul bir kadın yanında babadan yetim kalmış çocuğu ile zengin bir hacının dükkanına girerek, Allah rızası için yardım istedi. Hacı fakir kadına yardım etmediği gibi: <
Bıktım sizden nedir bu iş.. Ben sizin için mi çalışıyorum. Defol şurdan, diyerek kovdu.
Hacıdan hiç ummadığı bir şekilde cevap alarak kapı dışarı edilen kadıncağız, melül- mahzun oradan ayrılıp giderken, hacının karşısında, aynı mağazadan bir dükkanın sahibi olan yahudi, o fakirin ızdırabını anladı .
- Nedir hanım, hacı size niçin bağırdı?, diye sordu.
İmanlı ve şuurlu bir kadın olan fakirceğiz, Yahudiye hacıyı şikayet etmek yerine:
- O benim büyüğümdür. Döver de, kovar da, sana ne oluyur ey kefere! diye cevap verdi.
Fakat Yahudi durumu anlamıştı. Kadını ısrarla dükkana çağırıp, ne isterse almasını, kendisine ve çocuğuna olacak elbisenin kendisinde bulunduğunu hatta hacınınkinden daha iyisini kendisinden alabileceğini söyleyerek dükkanına getirdi. Dul kadın ve yetim çocuk Yahudinin dükkanından beğendikleri elbiseyi giydiler, kuşandılar ve kadın Yahudiye :
- Allah sana iman nasip etsin. Sen bizi giydirdiğin gibi Allah da sana Cennette köşkler verip Cennet elbiseleri giydirsin, giblerden dua etti, yanındaki masum çocuk da, anasının duasına amin, dedi. Şen şakarak oradan ayrılıp gittiler.
Dul ve yetimi dükkanından kovan hacı, o gece bir rüya gördü. Rüyasında kıyamet kopmuş ve kendis cennete girmişti. Cennette gezerken gayet güzel, gözleri kamaştıran bir köşk gördü. Baktı ki, köşkün kapısında kendisnin ismi yazılı idi. diyerek köşkün kapısından içeri girmek istedi. Fakat kapıda bekçi olarak bekleyen melekler hacıyı içeri almadılar.
- Giremezsin hacı, dur bakalım nereye gidiyorsun? dediler.
Hacı durdu :
- Niye giremiyorum, bu köşk benim değil mi? diye sordu.
Melekler cevap verdiler :
- Düne kadar senindi ama, maalesef dün sizden başkasına devredildi. Daha henüz kapısının üzerrindeki tabelâ da sçkülmemiş, yakında sökerler, dediler.
Hacı neye uğradığını anlayamadı. O telaş ve heyecan içinde uyandı ki, yatakta yatıyor : dedi.
Sabah olunca doğru yahudi Avram efendinin dükkanına gitti. Selam, hoş - beşten sonra:
- Avram efendi, dünkü dul kadına sen kaç liralık elbise verdiysenonların parasını sana ben vereceğim, dedi.
Yahudi bir altın değerinde elbise verdiğni söyledi.
Hacı :
- Madem o kadarmış al sana onun iki misli, dedi.
Fakat Avram olmaz, dedi. Hacı değerini yükseltti, hacı yükselttikçe yahudi olmaz diyor, yahudi kabul etmedikçe hacı vermek istediği parayı artırıyordu. Hacı yüz altın, ikiyüz altın vermeğe başladı ama, artık Avram'ın da sabrı taşmıştı.
- Olmaz hacı olmaz, o köşk yüz altınla bin altınla satın alınmaz... O senin gördüğün rüyayı ben de gördüm ve işte müslüman oldum. o köşk düne kadar senindi, sen daha evvel yaptığın hayır - hasenatla o kçşkü yaptırmıştın ama, dün bana sattın. Ben onu tekrar sana satmaya niyetli değilim. Sen artık bundan sonra kapına geleni boş çevirmede, Cennette kendine başka saraylar yaptır. Allah'ın mülkü geniştri, dedi.
Yahudiden de bu cevabı alan hacı, bir daha kapısına geleni boş çevirmeyceğine dair kendi kendine söz vererek oradan ayrılığ gitti. Ama köş de elden gitti. Allah yardımcısı olsun.
Kaynak: Büyük Dini Hikayeler, İ.Sıddık İmamoğlu, Osmanlı Yayınevi
Mustafa Akkad'da İslâm İmajı
Cavid Kasımlı
Arap televizyonları El Cezire ve El Arabiye, 11 Kasım 2005 tarihinde önemli bir haberi yayınladılar:
“9 Kasım’da Ürdün’ün başkenti Amman’da “Grand Hyatt” otelinin lobisinde düzenlenen bombalı intihar eyleminin ardından, 70 yaşındaki ünlü Suriyeli yönetmen Mustafa Akkad ağır yaralandı ve Cuma günü tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetdi. Akkad’ın naaşı Ürdün’den Suriye’nin başkenti Şam’a götürüldü. Suriye Başbakanı Muhammed Naci Otri tarafından teslim alınan Akkad’ın naaşı daha sonra Şam’dan uçakla Halep’e taşındı.”
Hayatı
Mustafa Akkad, aslen Suriyeli olmasına rağmen Amerika’da yaşıyordu. O, 1935 cı yılda Suriya’nın Haleb kentinde doğdu. Gençlik dönemlerinde film yönetmenliğine merak gösterdi. Doğduğu Halep’ten 1950’de ABD’nin sinema merkezi Los Angeles’a göç eden Akkad, Kaliforniya Üniversitesi’nde tiyatro eğitimi aldı. Sonra Güney Kaliforniya Üniversitesinde tiyatro lisansı yapmıştır. Mustafa Akkad’ın başarılı bir film yönetmeni kimi ün kazanmasında Sam Peckinpah’ın katkısı olmuştur.
Mustafa Akkad ilk yıllarda Hollywood’un en muteber korku filmleri yapımcısıydı. Fakat Mustafa Akkad’ın dünya genelinde tanınması “Çağrı” ve “Çöl Arslanı” filmlerinin yapılmasından sonra oldu. “Çağrı” tekrar tekrar izlenmiş olsa da, yine de her izleyişte izleyiciyi derinden sarsmayı başaran, sinema tarihinin en başyapıtları arasında yerini almış ünlü bir film. İslâm’ın doğuşunu ve yayılmasını anlatan bu film, 24 yıldır sinema izleyicisini derinden sarsıyor. “Çağrı” ve “Çöl Arslanı” filmi ile birlikte Batı’da İslâmiyet’i tanımayan pek çok insana dinimizin ne adına savaştığını ve sıkıntılar çektiğini gözler önüne sererken, pek çok Müslüman’ın da hayallerinde canlandırdığı karakterleri beyaz perdede görmesine vesile olmuştu.
Mustafa Akkad gençlik yıllarından itibaren ABD’de yaşasa da bir müslüman idi. Hayatı boyu onu düşündüren bir mesele vardı. İslâm’ın doğuşunu beyazperdede nasıl canlandırabilirdi. Bu maksadla araştırmalara başladı. Fakat problemler çok fazla idi. Evvelâ, Amerikan sinemasında Müslümanlar, hep çirkin bir tipleme ile canlandırılırdı. İslâm’ı bir terör dini gibi göstermeye çalışıyorlardı. Mustafa Akkad yaptığı röportajda “Çağrı” filmi fikrinin nasıl oluşmasını şöyle anlatır: “Çocuğum olunca şöyle bir duyguya kapıldım: Çocuklarıma dinlerini öğretmeliyim dedim ve sorumluluğumu hatırladım. İşte Çağrı projesi böyle ortaya çıktı. Hem kendi çocuklarımın, hem de başka çocukların geleceği için. Ama bu hiç kolay olmadı. Çünkü Holivud’da Antony Quin’in başrolde oynadığı bir İslâmî film yapmak gerçekten zordu. Çünkü Holivud geleneğinde İslâm’a dair her şey çirkin. Filmi, benim için özel bir yeri olduğundan hazırladım. Normal bir film olarak, hikâyesi, şaşırtıcı noktaları, hüznü vardı. Bütün bunların üzerinde sanırım kişisel bir şey olarak, batıda yaşıyan bir müslüman olmam sebebiyle İslâm hakkındaki gerçekleri duyurmanın görevim olduğunu düşündüm. 700 milyon (1976) inananı olan bir dinin bu kadar az tanınıyor olması beni çok şaşırtmıştı. Bu hikâyeyle bir köprü kurup, batıya bir geçit açabileceğimi düşündüm. Özellikle Amerikan kamuoyunu dikkate aldım. Onlara kendi mantıkları ve dilleriyle hitap ettim. Filmde Hristiyanlık’la İslâm arasındaki ilişkiye, Hz. Meryem’e vurgu yaptım. Sahneleri bu mantıkla çektim. Filmde baş kahraman Hz. Muhammed görünmüyor. İslâm alimleri, buna onay vermiyorlardı. Ama verseler bile ben o yüce kişiliği göstermezdim. Bunun doğru olmadığına ben de inanıyorum. Sadece Hz. Muhammed’i değil, Hz. İsa’nın, Hz. Musa’nın da canlandırılmasını onaylamıyorum. Onları göstermek, onların yüceliklerini gölgeler. Filmde sadece baş kahraman değil, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali hiç biri yok. Hattâ Hamza, diğerleri olmadığı için var... Müslümanlar izlerken, Hz. Muhammed’in yokluğundan dolayı bir sıkıntı çekmediler. Ama yabancılar için bu bir sorundu. Bir de metnin Ezher Üniversitesi tarafından onaylanması gerekiyordu. Çok zorlandım. Ama mutluyum, mesaj yerine ulaştı..."
Filmin yapılmasında en büyük sorun finans meselesi idi. Mustafa Akkad finans sorununu çözmeye nail oldu. S. Arabistan devleti filmin masraflarını karşılamağı öz üzerine aldı. Filmin çekimlerine 1974’te Fas çöllerinde başlandı. Fakat filme sponsor olan Suudi Arabistan senaryoda fazla Eshab-ı Kiram sevgisinin vurgulandığını gerekçe gösterir ve filme maddî destek olmayacağını deklare ettiği gibi ayrıca Fas hükümetine de baskı yaparak film ekibinin ülkeden ayrılmasını sağlar. Bu sure zarfında Mustafa Akkad filmin yalnız 15 dakikalık bölümünü çekmişti.
Mustafa Akkad filmin 15 dakikasını montajlayarak Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafî ile görüşür.O filmin 15 dakikalık hissesini Muammer Kaddafi’ye izletir. Filimden razı kalan Muammer Kaddafî, filmin gerisinin nerede olduğunu sorar. Mustafa Akkad durumu Kaddafi’ye anlatır. Kaddafî filme tam destek vereceğine söz verir.
Muammer Kaddafî’nin davetiyle Mustafa Akkad’ın film ekibi Libya’ya taşındı. Burada zor şartlarda gerçekleştirilen filmin 600 kişiden oluşan ekibi ise aylarca çöldeki kerpiç evlerde konakladı. Çekimler 1976 yılında tamamlandı.
Hz. Muhammed (SAV) ile başlayan İslâm dini ve İslâm tarihi ile ilgili Mustafa Akkad yönetmenliğinde çekilen en büyük prodüksiyonun gerçekleştiği filmlerden ilki Çağrı. Filmde İslâm dininin ortaya çıkışı, Mekkeli müşriklerin Müslümanlara işkenceleri, Medine’ye göç, ilk İslâm devletinin kuruluşu, Bedir ve Uhud savaşları, kısacası İslâm’ın Hz. Muhammed (SAV) önderliğinde yayılması anlatılmakta. Filmin İslâm dinine ve kurallarına riayet edilerek çekilmiş olması da filmin önemi ve değerini bir kat daha artırmakta.
“Çağrı” filiminin başarıyla yapılmasından sonra, Muammer Kaddafî, Mustafa Akkad’dan Ömer Muhtar’la ilgili filmin çekilmesini isteyir. Mustafa Akkad Ömer Muhtar filmi ile ilgili öz hatıralarını şöyle anlatır: “Muammer Kaddafî’nin teklifini kabul etdim. Finans sorunu olmadığı için film istediğim gibi çekildi. Bir sinema filmi olarak Ömer Muhtar’la gurur duyuyorum. Bu filmde sinema sanatının tüm inceliklerini kullandım”
Diktatör Mussolini Müslüman yerlileri yok etmek için 20 yıl boyunca Afrika’da şiddet politikası sürdürür. Generallerinden Rodolfo Graziani’i Libya valisi olarak atar ve isyancılar diye nitelendirdiği insanları yakalayarak cezalandırılmalarını ister. Libya’da direniş Ömer Muhtar önderliğinde yürür. Mesleği öğretmenlik olan Ömer Muhtar İtalyan birlikleri ile savaşır.
Filmin çekimi için ihtiyaç duyulan savaş sahnelerinde askerî birlikler kullanılmış. Film için kasaba inşa edilerek 400 bina yapılmış ve akrep sokması ile sıcaklara karşı koymak için de bir tıp merkezi kurulmuş.
Ömer Muhtarın hayatını anlatan “Çöl Arslanı” filmi büyük ilgi gördü.
Mustafa Akkad’ın yarımçık kalmış projeleri
Mustafa Akkad İstanbul’un fethi ve Fatih Sultan Mehmed Han’ın hayatını konu alan bir film hazırlamayı düşünürdü. Bu proje yapım aşamasındaydı. O, maksadla İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile anlaşmışdı. Maliyetinin bir kısmını İstanbul Belediyesinin karşılayacağı 100 milyon dolar bütçeli prodüksiyonun gerçekleşmesi için sponsor aranıyordu. “Fetih Projesi” de tarihî gerçeklere uygun olarak yapılacak, senaristlere Türk tarihçileri de yardımcı olacaktı. Mustafa Akkad, “Fetih Projesi”nin ardından Hollywood yapımlarına karşı, Selâhaddin Eyyubî ve Selçuklu Sultanı Alparslan’ın hayatını konu alan filmleri yapmayı planladığını açıklamıştı.
Mustafa Akkadın filmleri
Halloween: Resurrection (2002) (prodüktör)
Halloween H20: 20 Years Later (1998) (prodüktör)
Halloween: The Curse of Michael Myers (1995) (prodüktör)
Halloween 5 (1989) (prodüktör)
Halloween 4: The Return of Michael Myers (1988) (prodüktör)
Free Ride (1988) (prodüktör)
Appointment with Fear (1985) (prodüktör)
Halloween III: Season of the Witch (1982) (prodüktör)
Halloween II (1981) (prodüktör)
Lion of the Desert (1981) (Ömer Muhtar: Çöl Aslanı) (prodüktör ve yönetmen)
Halloween (1978) (prodüktör)
The Message (Çağrı) (1976) (prodüktör ve yönetmen)
Risâlah, al- (El Risale) (1976) (prodüktör ve yönetmen)
Maurice Jarre’in anlatdıkları
Hz. Peygamber’in hayatını anlatan Çağrı (The Message) isimli film, içeriğiyle olduğu kadar müziğiyle de ses getirmişti. Film müzikleri ile üç Oscar ve sayısız ödül kazanan Fransız kompozitö Maurice Jarrer, Çağrı filminin müziğinin oluşma safhasını şöyle anlatır:
“Mustafa Akkad filmle ilgili fikirlerini bana açıkladı ve benden müzik bestelememi istedi.Ben o zamanlar en pahalı- film müziği bestecisi kimi tanınırdım.Teklif bana yeni bir şey vad edirdi. Bu çok zor,ciddi ve aynı zamanda zevkli bir işe benzeyirdi. Teklifini bir şartla kabul ediyorum dedim. Eğer bana rahatça çalışmam için gerekli koşulları oluşturabilirsen ben de sana unutamayacağın bir armağan sunabilirim. Ancak bunun için en az birkaç ay boyunca çölde yaşamam gerekiyor. Çölün atmosferini ruhumun derinliklerinde hissetmeden böyle bir film için tek bir nota bile üretemem. Bana hemen çekim mekânlarınıza yakın bir konaklama merkezi ayarla. Benden başka hiç kimsenin olmayacağı, son derece sessiz bir mekân olsun bu. Ayrıca İslam tarihini anlatan kitaplar da getirt. Mustafa Akkad, Benim talebimi uygun bularak isteklerimi karşıladı ve Ben eseri besteleyebilmek için Fas ve Libya çöllerinde aylarla kaldım. Filmin hedef kitlesi İslâm dünyasıydı. İslâm inancı peygamberin tasvir edilmesini yasakladığı için, O halde O’nu, ortaya koyacağımız müzikle, saygın bir şekilde resmedelim’ diyerek yola çıkmıştım. Ben hayatımdakı en güzel bestemi yapdım ve Çağrı’nın müziğini yapmış olmaktan gurur duyuyorum” Mustafa Akkad’la benim dostluğum Çağrı’dan sonra daha da artdı ve 6 yıl sonra “Çöl Arslanı Ömer Muhtar” filmine müzik yapdım.”
Jarre, sanat yaşamı boyunca özel- likle destansı bir anlatıma sahip, setleri, oyuncuları, yönetmenleri ve öyküleriyle her açıdan “büyük” olan filmlere göz koymasıyla tanındı. Nitekim, filmografisine bakıldığında, bu kararlı tutumunun karşılığını fazlasıyla aldığı da söylenebilir. Film müziğiyle dikkatleri üzerine çeken Maurice Jarre, filmografisine son olarak “Çağrı” ve “Ömer Muhtar” bestelerini ekleyerek meslek hayatına veda etti.
Antony Quininin anlatdıkları
Ünlü aktör Antony Quininin ve Mustafa Akkad’ın bir araya gelmesi “Çağrı “ filmi ile başlar.
“Çağrı “ filmi çekimleri zamanı İslâm’dan çok etkilendim. Çekimler bittikten sonra Mustafa Akkad’a şunu söyledim: “Ben Müslüman olmadım ama İslâm dinine artık daha çok saygı duyuyorum. 750 milyon Müslüman’ın inancı sayesinde benim de kendime olan inancım yeniden var oldu. ” Çöl Arslanı” filmi beni daha da etkilendirdi. Ömer Muhtar’ın tutuklanarak hapiste elleri kelepçeli olduğu bir sahne var. Bu şekilde abdest almaya çalışıyor. Arka plânda ezan sesi var. Ömer Muhtar’ın yanı başında ise bir İtalyan subay nöbet tutuyor. Bu sahne bence çok etkileyici oldu.”
Salim Gedara’nın anlatdıkları
Mustafa Akkad Çağrı’da Vahşî’yi oynamayı kaldığı otelde elektrik teknisyeni olarak çalışan Salim Gedara’ya verir. Salim Gedera şu olayı şöyle anlatmakdadır: “Bir gün Mustafa Akkad Bana “Filmde rol alır mısın?" dedi: İlk başda tereddüd etsem de kabul ettim. Bana biraz fılm eğitimi verdiler. Sonra ben çekimlere katıldım. Çekim esnasında bazı olaylarla karşı-karşıya geldik. Mesalâ, Hz. Hamza’nın öldürme sahnesini çekerken askerler filme kendilerini o kadar kaptırmışlardı ki, Hamza’yı öldürecek diye Beni araların- dan geçmesine izin vermiyorlardı. Mustafa Akkad bu sahneyi tam beş kez çekmek zorunda kaldı. Film bitti… Tüm dünyada gösterildi. Fakat benim kötü günlerim başladı. Sokakta yürürken insanlar yüzüme tükürüyor. Sokağa çıkamaz oldum. İşimden atıldım. Hamza’nın katili diye kimse iş vermiyordu.Kendimi tamamem kaybetmış durumdaydım. Mustafa Akkad beye kızdım ve ona telefon etdim. Ne yapıyorsun dedi: Ben olayları anlatdım. “Allah’ından bulasın, hayatımı perişan ettin” dedim. Fakat Mustafa bey Beni sakinleşdirdi.”
Sonuç
Çağrı”nın vizyona girmesiyle yaptığı yankı, yıllar boyunca İslâm ülkelerinin yanı sıra ABD ve Avrupa ülkelerinde olumlu tepkiler aldı. Tepkiler olağanüstü oldu. Binlerce kişi Müslüman oldu. Özellikle Amerika’da siyahlar arasında İslâm hızla yayıldı. Şu anda bile bütün dünya televizyonları filmi yayınlıyor. Üniversiteler, video klüpleri filme büyük önem veriyor. ABD’nin Los Angeles Times gazetesi “Çağrı” filmi için “Göz kamaştırıcı biçimde yapılmış” cümlesini kullanmaktaydı.
Kaynaklar:
1.vikipedia.org
2.dunyabulteni.net
3.aljazeera.net
4.radikal.com.tr
5.beyazperde.com
6.haksoz.net
7.madalyon.gen.tr
8.Talha Ugurluel, “En Güzel İnsanı Senaryolaştırmak” Yağmur dergisi
MEDYA SEPETİ
(Afganistan’daki Taliban, İngiliz gazeteci Yuanne Didldle’i kaçırmış ve İslâm’ı öğreneceğine söz vermesi üzerine serbest bırakmıştı. İki taraf da sözünü tuttu. Bu hanım gazeteci de İslâm’ı öğrendi ve müslüman oldu. Turkuaz’dan Ebru Ateş’in, Didldle ile yaptığı röportajı sunuyoruz:
–Taliban tarafından kaçırıldıktan sonra müslümanlığı seçtiniz, bu dönüşün hikâyesini anlatır mısınız?
–Taliban tarafından kaçırıldığımda büyük haberlere imza atan bir gazeteciydim. Ancak o zaman utanç verici şekilde kendim gazetelere manşet oldum. Taliban’a söz verdim: “Eğer beni serbest bırakırsanız Kur’ân’ı okuyacağım. İslâm’ı araştıracağım.” Onlar sözünü tuttu, beni bıraktı. Ben de tuttum. Söz sözdür diye düşündüm ve Kur’ân’ı okumaya başladım. Tamamen akademik bir çalışmaydı. Mânevî bir yolculuğa çıkmak gibi bir niyetim yoktu başlangıçta.
–Kur’ân sizi nasıl etkiledi?
–Nefes kesiciydi. Kur’ân sanki bir yaşam kılavuzu. Okuduğum her şeyden çok etkilendim. Özellikle kadın haklarından. Çünkü bize hep müslüman kadınların baskı altında olduğu anlatılırdı. Ancak Kur’ân diyor ki; biz kadınlar mânevî olarak erkeklere eşitiz. Eğitim hakkı konusunda da eşitiz. Biz kadınlar çocuk doğurma özelliğinden dolayı İslâm’da yüceltiliyoruz. Cennetin annelerin ayağının altında olduğu söyleniyor. İslâm’ı ilk kabul eden bir kadındı. İslâm’ın ilk şehidi de bir kadındı. Batı’da süslü magazin dergilerinde bize sunulan fikir şuydu; uzun boylu ve güzel vücutlu olmazsan beğenilmez, istenmezsin. Halbuki İslâm dininde kişiliğinle ön plâna çıkıyorsun. Erkeklerden aşağı değiliz, onlara eşitiz. Meselâ boşanma, meselâ miras hakkı. Bu haklar Batılı kadına daha 100 yıl önce tanınmaya başlandı. Halbuki bu haklar Kur’ân’da asırlar önce yazılıydı. Hollywood yıldızları şimdilerde bir ordu dolusu avukatla evlilik öncesi mal paylaşımı yapıyor. Bu paylaşım, binlerce yıldır müslüman evlilikleri öncesinde yapılıyor. Bu yeni bir şey değil. Bence Hollywood avukatları Kur’ân’dan ilham alıyor.
–İslâm’ı seçmenize aileniz nasıl tepki verdi?
–Karışık tepkiler aldım. Komşusu müslüman olan kız kardeşim, müslümanların nasıl insanlar olduğunu gördüğü için, müslüman oluşuma tepki vermedi. Ancak diğer kız kardeşimin hiç müslüman tanıdığı yok. Bu yüzden kendimi, Tel Aviv’de patlatacağımı düşündü. Annem Hıristiyanlık’a dönmemi istedi. Ona, Hristiyanlık’ın aslında İslâm’a çok yakın olduğunu söyledim. Bana bir Arap dinine mensup olmak istemediğini söyledi. Ben de ona, ‘Hz. İsa’nın nereden geldiğini sanıyorsun anne, Manchester’dan mı?’ diye sordum. Durdu ve düşündü. Ve fark etti ki Hıristiyanlık’ın kökleri de Ortadoğu’da... Hikâyemi dinleyip şehadet getiren çok insan oldu. Annemin de müslüman olmasını çok isterim.
–Peki Taliban sizi esir almasaydı, yine müslüman olur muydunuz?
–Bu gerçekten garip. Düyada pek çok müslümanla görüştüm; ama beni müslüman olmaya tetikleyen, Taliban tarafından kaçırılmak oldu. Kur’ân’ı okuyacağıma söz vermiştim. Başka türlü İslâm’ı incelemezdim. Bu, benim için utanç verici. Çünkü Ortadoğu’yu takip eden bir gazeteci olarak İslâm’ın sadece bir din değil, bir hayat tarzı olduğuna dikkat etmeliydim. İslâm’la iç içe olmalıydım. Taliban’a teşekkür borçluyum; ama Taliban destekçisi değilim.
–İslâm’ı kabul ettikten sonra hacca da gittiniz. Orada ne gibi duygular yaşadınız?
–Evet, çok şanslıydım. Orası harikaydı, inanılmaz güzeldi. İnsanlar orada en çok neyden etkilendiğimi sordular. Kâbe’yi ilk kez görmek mi, neydi? Düşündüm. Bir gün namaza geç kalmıştım. Mekke sokaklarında rüzgâr gibi koşuyordum. Haremüşşerif’in kapılarından birinin önüne geldim. Önümde on binlerce hacı vardı ve tam bir kaos yaşanıyordu. Hepimiz camiye girmeye çalışıyorduk, geç kalmıştık. Herkes birbirini itiyordu. Kadın-erkek, uzun-kısa, zayıf-şişman, her çeşit, her renkte, belki 30-40 farklı milletten insan camiye girmeye çabalıyorduk. Ve birden namaz başladı. Birkaç saniye içinde bütün herkes şeritler halinde sıraya dizildi. Ben de sokağın ortasında seccademi yere sermiş, ayakta bekliyordum. Yanıma baktım, cizgi kusursuzdu. Onun önündeki de, onun önündeki de. Ve düşündüm, bu ordu kadar hızlı hazır ol pozisyonuna girebilecek başka bir ordu yoktur dünyada. Kendi kendime, ‘işte benim ailem bu’ dedim. Sadece düşünürken duygulanmıyorum. Gözyaşları boğazıma dizildi ve ‘biz birlik olduğumuz zaman çok güçlü olabiliriz’ diye düşündüm. Günde beş defa biz böyleyiz. Günde 24 saat, haftada 7 gün böyle olsak hiç kimse bizim topraklarımızı işgal etmeye kalkmaz. Din kardeşlerimize işkence yapamazlar, çocuklarımızı katledemezler. Bize hiç kimsenin gücü yetmezdi ve bize saygı duyarlardı. Bizleri terörize edemezler, bizlere zulmedemezlerdi. Guantanamo Üssü’nde insanlarımızı kilitleyemezlerdi. Bizlere saygılı davranırlardı. Dünyada iki milyar müslüman var. Eğer birlik olsak yenilmez olurduk.
–İslâm’ı seçtikten sonra iki kitap yazdınız. Kitaplarınızın konusu neydi?
–İlk kitabımda, Taliban tarafından kaçırılıp serbest bırakılma hikâyemi anlattım. İkinci kitabım ise bir roman. Adı, Cennet’e Gidiş Bileti. Hikâye 11 Eylül olaylarından başlıyor, Ortadoğu’ya kadar uzanıyor. Konusu ise şehitler. Amerika’da yayınlandı. İsrail’de ise yasaklandı. Çünkü kitabı Cenin ve Cenin şehitlerine adadım. Zaten herkesi İsrail mallarını boykota çağırıyorum.
–Gazetecilik mesleğini de devam ettiriyorsunuz, şu anda çalıştığınız bir kurum var mı?
–İslâm kanalının politika editörüyüm. Bu kanalda her sabah ajanda adlı bir program yapıyorum. Bir tartışma programı. Irak’ta savaşmayı reddeden askerlerden, İsrail devletini kabul etmeyen hahamlara kadar birçok konuğu ağırlıyoruz. Bu programla buradaki müslümanları güçlendirmek istiyorum.
Dostları ilə paylaş: |