FiLİPİnler'de risale-i nur'a olan iHTİYAÇ


/3/2006 - Risale-i Nurların Batı’ya vereceği çok şey var



Yüklə 484,57 Kb.
səhifə4/8
tarix29.08.2018
ölçüsü484,57 Kb.
#75823
1   2   3   4   5   6   7   8

9/3/2006 - Risale-i Nurların Batı’ya vereceği çok şey var




Mary Weld, 1949'da 6 çocuklu Katolik bir ailenin beşinci çocuğu olarak İngiltere'de doğdu. Rahibelerin yönettiği bir okulda eğitim gördü. Durham Üniversitesi'nde "Şark Araştırmaları" okudu. 1982'de aynı okulda doktora yaparken Müslüman oldu ve Şükran Vahide adını aldı. 1985'te İstanbul'a yerleşti. Nur Risaleleri üzerinde çalışmalar yaptı. Said Nursi'nin talebelerinden Mehmet Fırıncı ile evlendi.

Röportaj teklifi Etkileşim Yayınevi'nden geldi. Türkiye'de yaşayan bir İngiliz kadın, Mary Weld, Said Nursi hakkında bir kitap yazmıştı. Acaba kendisiyle tanışmak ister miydim? Kitabı gönderdiler. İnceledim. Sıkı bir araştırmanın süzgecinden geçmiş, okunası bir kitaptı. Fakat yazdıklarından çok kendi hikayesini merak ettim. Müslüman olup Şükran Vahide adını alması ve Mehmet Fırıncı'yla evlenmesi romancı yanımı kışkırtmıştı. Sarıyer'deki evlerine gittiğimde Şükran Hanım'ı aşırı ketum buldum. Kurduğu cümleler çok kısaydı, geçmişine ve özel yaşamına dair pek açıklayıcı değildi. (Tabii o cümleleri birleştirdiğim için siz bunu fazla hissetmeyeceksiniz) Ne giyiminde ne evin döşenmesinde İngiliz asıllı olduğuna dair bir işaret yakalayabildim. Evliliği "hizmet" kolaylaşsın diye gerçekleşmişti. Bunlar bende derin bir hüzün uyandırdı. Yaptığı onca değerli çalışmaya rağmen "kaybolmuş" bir insan gibi gördüm onu. Tabii bu sadece kişisel bir izlenim. İşin gerçeği böyle olmayabilir…


Sözler, Mektûbat, Lem'alar, Şuâlar, İşaratü'l-İ'caz ve birçok küçük risale ve kitapları Türkçeden İngilizceye çevirdiniz. Said Nursi'nin Türkçesi Türkler için dahi çok zordur. Siz dilimize bu denli vâkıf mısınız?

Biz Risaleleri okuyarak Türkçe öğrendik zaten. Üniversitede Farsça, Türkçe, Arapça okudum. Öz Türkçe fazla bilmiyorum. Daha ziyade eski sözcükleri biliyorum. Şimdiki insanlar için belki ağır gelebilir Risalelerin dili. Bana zor gelmedi. Bir Kur'an tefsiri olarak asıl mefhumları, konseptleri ve üslubunu öğrendikten sonra hiç zorlanmadım. Sözlüklerle, adım adım öğrendim.

Risalelerle ilk karşılaştığınızda kaç yaşındaydınız?

28. İngiltere'de Durham Üniversitesi'nde Ortadoğu çalışmaları üzerine lisans yapmış ve doktoraya başlamıştım. İslamiyet'e ilgim vardı. 70'lerde bütün gençler arayış içindeydi. Ben de herkes gibi hayatın manası nedir, diye soruyordum. Umumi bir protest hava vardı. Dünyanın çeşitli bölgelerinde mahrumiyet içinde yaşayan insanlar için adalet ve eşitlik isteyen o gruplara katılmadım. Giderek İslamiyet ile daha fazla ilgilenmeye başladım. Said Nursi'nin bazı kitapları Amerika'da tercüme edilmişti. Bir Türk verdi bana. Çevremde yabancı talebeler vardı. Araplar, Türkler, Malezyalılar... Onlar iyi insanlardı. Sonra Ramazan geldi ve ben oruç tuttum. Müslüman değildim henüz. Fakat Ramazan'ın sonunda namaz kılmaya başladım. O arkadaşlardan biri fotokopi vermişti bana; abdest nasıl alınır, namaz nasıl kılınır falan, o kâğıda bakarak öğrendim. O sene Müslüman oldum; fakat bu uzun bir sürecin son noktasıydı. Müslüman olduktan sonra orada kaldım ve Risalelerle ilgilendim. Hoşuma gitmişti; çünkü iman meseleleri hakkındaydı. Tercümeleri azdı. Daha iyi anlayabilmek için, kendi kendime sözlüğe bakarak kelime kelime tercüme ettim. İlk tercüme ettiğim, Ene Risalesi'ydi. Yani insanın egosu üzerineydi. Çok enteresan buldum.

İnsan birdenbire bir dini bırakıp öbür dine nasıl geçer?

Ben Katolik olarak yetiştirildim. Rahibelerin yönettiği bir okula gitmiştim. Fakat ayrıldıktan sonra katıldığınız dünyada, önceden öğrendiğiniz dinle ilgi kuramıyorsunuz. O zaman dini bıraktım. Din okulda kaldı. Bu okul bizim ailenin geleneğinde var. Bütün kardeşlerim, hepimiz bu gibi okullara gönderilmiştik. Bir din okulu burası, bir manastır. İlkokuldan başlayarak üniversiteye kadar devam eden... Fakat çok akademik bir yer değildi. Dış dünyaya kapalı bir yerdi. Okulun dışındaki dünya bambaşka tabii.

Anne ve babanızla dinî mevzuları konuşuyor muydunuz?

Hayır. Zaten babam hastalandı ve öldü. Nesi vardı bilmiyorum. Ailemle diyaloğum yoktu. Hepsi dindar insanlardı. İsteseydim konuşabilirdim. Fakat fazla sorgulamadım. Okulum yatılıydı. Bazı tatillerde evimize bile gidemedim. Bazı problemler, hastalıklar vardı. Birbirimizden kopuktuk.

Müslüman oluşunuzu aileniz nasıl karşıladı?

Belki bırakırım diye baskı yapmadılar. 31-32 yaşındaydım, fazla bir şey yapamazlardı. İngilizler böyle durumlarda büyük tepki vermezler zaten.

1985'te Türkiye'ye geldiğinizde bir kültür şoku yaşadınız mı?

Yaşamadım. İngiltere'de iki-üç sene Müslüman olarak yaşadıktan sonra buraya geldiğim için sorun olmadı. Daha ziyade Fatih'te kaldım.

Koyu dinî bir muhitte, tek başınıza bunalmadınız mı?

Yok. Yaşamımı sürdürebildim. Memnun oldum aslında. İnsanlar yer bulmama ve eşya teminine yardımcı oldular.

Entelektüel olarak Risale okumak ayrı şey, farklı kültürde insanlarla yaşamak ayrı şey...

Tabii o zaman yeni Müslüman'sınız, öğrenmek istiyorsunuz. Gözünüz başka şey görmüyor. Yaşam tabii farklıdır burada. Fakat tek başınasınız, herhangi bir baskı altında değilsiniz. Eski halimden koptuğum için fazla zor gelmedi bana yani. Ondan sonra evlendim.

Müslüman olur olmaz örtündünüz. Örtünmenin bin türlü yolu var. Siz en geleneksel şeklini tercih etmişsiniz. Neden?

Çünkü bulunduğum yerdeki Müslümanlar böyleydi. Onların da çoğu Arap'tı. Böyle gördüm, böyle uyguladım.

Kendi stilinizi yaratabilirdiniz.

O aklıma hiç gelmedi. Yani durumu kabul ediyorsun. Böyle kapanmak gerekli diye düşünüyorsun. Daha sonra da değiştirmek aklıma gelmedi. Benim örtünme şeklim daha pratik geliyor.

İngiltere'yi özlüyor musunuz?

Hayır. Faydası yok yani özlemenin, kendini yormanın. İstemeseydim buraya gelmezdim. Güzel bir yer burası.

Dilinizi özlüyor musunuz?

İngilizce kitap okuyorum. Bu yüzden daha ziyade İngilizce düşünüyorum. Ama Türkçe konuşuyorum.

Ana dilinizi fazla kullanmıyorsunuz. Ülkenize gitmiyorsunuz. İstanbul'da da farklı ortamlarda bulunmuyorsunuz. Bu kadar içe dönüklük iyi mi kötü mü?

Ben iyi ya da kötü diyemem. Böyledir yani. İnsan duruma göre hareket ediyor.

Sanat, spor, sinema?

Pek gitmiyorum.

Mary Weld'i özlüyor musunuz?

Yok, hiç özlemiyorum. Her şeyin seyri vardır. Elhamdülillah, önceki hayatımda okumasaydım, şöyle böyle yapmasaydım bu işi yapamazdım. O zaman şükretmek lazım.

Evinize baktım. Burada kendi kişiliğinizin yansımalarını görmek istedim. İngiliz stiline dair hiçbir iz yok…

Niye olacak ki? İşte böyledir. Alıştık zaten. Bizkaç senedir buradayız. Ben daha ziyade evdeyim. Yazıyorum, tercüme yapıyorum. İngilizce olarak daha ziyade Risale-i Nurları dışarı tanıtmada çalışıyorum. 91'den beri her iki senede sempozyumlar oluyor biliyorsunuz.

Said Nursi bugün yaşasaydı ona ne sorardınız?

O 1960'ta vefat ettiğinde demirperde, Sovyet Bloku vardı. Komünizme ve materyalist cereyanlara karşıydı. Tabii zahiren, dünyanın durumu çok değişti. Fakat esasen belki o kadar fazla değişmedi yani. Cenab-ı Hak'tan gelen mesajlarla modernizm, Darvinizm, ateizm gibi salt aklın ürettiği cereyanları mukayese eder ve insanlığın saadeti ve kurtuluşu ancak vahiyle olur der. Şimdi 2006'dayız. Demirperde yıkıldı, yeni dünya düzeni, globalizm var. Fakat bu iki cereyan devam ediyor. Aslında o topyekün Batı'ya karşı değildi. Batı medeniyetinde vahiy, İsa Peygamber'in getirdiği mesajlar da vardı; fakat felsefe kısmı galip geldi. Belki şunu sorardım. Yani bu iki cereyan şimdi aynen devam ediyor mu? Yani vahiy ve felsefe mukayesesi modelini bugünkü dünyayı anlamak için kullanabilir miyiz? Çünkü v ahiy galip olmazsa, dünyaya anarşi hakim olur demişti. Ve biz gördük bunu.

Bu, cevabını bildiğiniz bir soruyu onaylatmak olurdu. Ben olsam ona "Senin bıraktığın Kürtler ile şimdiki Kürtler arasındaki farklar neler?" diye sorardım. Çünkü kitabınızdan öğreniyoruz ki "Kürtler ecnebi himayesinde bir muhtariyeti asla kabul etmezler. Onun yerine ölmeyi tercih ederler." diyor o zamanki isyanlar sırasında. Bugünkü manzaraya baktığında acaba ne söylerdi?

Said Nursi, ilk önce Kürtlere Müslüman olarak baktı. Şimdiki durumları hakkında bir şey söyleyemeyeceğim. Fakat, Said Nursi, o zaman -ki bu iki makalesi 1920'de, Paris Barış Konferansı esnasında, emperyalist oyunların oynandığı günlerde yazılmış- Kürtlerin Müslüman kimliğini ön plana çıkartarak onları bu oyunlarda kendilerini kullandırmamalarını istedi. Said Nursi, hep birlik ve bütünlük için çalıştı.

Said-i Nursi bugün yaşasaydı Ermeni, Yahudi ve Rum azınlıkların problemlerine bakışını merak etmez miydiniz?

Sorunuzu tam anlayamadım. Şimdi, teorik olarak azınlık yoktur ki problem olsun. Fakat belki hatırlatmakta fayda var: İkinci Meşrutiyet yıllarında Said Nursi meşrutî hükümeti ve dolayısıyla bütün Osmanlı unsurlarına eşit sivil ve siyasî haklar verilmesini, can-ı gönülden destekledi. Meşrutiyet'in hem İstanbul'da hem Doğu Anadolu'da halklara kabul ettirilmesi için gayret gösterdi. Ayrıca eşit hakların vs. verilmesi hakkındaki argümanlarını İslam şeriatından alınmış prensiplerle destekledi. Kendisi için bu mesele problem teşkil etmedi ve onu gerekli gördü.

Risaleler ikna edici

Said-i Nursi Batı'da diğer Müslüman düşünürler kadar çok tanınmıyor. Size göre onun diğerlerinden farkı nedir?

Batı'da Said Nursi diğer Müslüman düşünürler kadar tanınmış değil; ama her geçen gün orada neşredilen kitap, makale vs. sayesinde çok daha iyi tanınıyor. Bana göre, Batılılar ve Müslüman olsun olmasın bütün insanlar için önemi şundan: İslam'ın esas akide ve inançları için ikna edici kanıtlar sunması, Kur'an'dan alınmış bir düşünce sistemi çerçevesinde bir insanın kendi düşüncelerini kolayca açıklayabileceği iman ve imansızlık tahlillerini takdim etmesi, bulunduğumuz dünyayı Allah'ın varlığını bildiren ayetler olarak görmeyi öğretmesi… Bu yaklaşım, Batı'da Aydınlanma sonrası düşünce cereyanlarından ortaya çıkan birçok sorunu çözüyor, varlığın dünya ve ötesiyle uyumlu bütünlüğünü ispat edip inanan insanı inşa ediyor. Bana göre, Risale-i Nurların Batı'ya vereceği çok şey var. Çünkü post-modern veya post-post modern bir ortamda olan insanlar "spirituality" içinde arayışlarına cevaplar arıyorlar ve maalesef sık sık yarım hakikatlerle veya sapık akımlarla yollarını şaşırıyorlar.

Evlenmek hiç aklıma gelmemişti

Evliliğiniz nasıl oldu?

Buraya geldiğimde bu işler münasebetiyle tanıştık. Çok yardımsever, iyi bir insan. Fakat tabii evlenmek hiç aklıma gelmedi. Evlenmek için gelmedim buraya yani. Bazı işler vardı, onları yaptım. Bittikten sonra başka işe başladım. Fakat sonsuza kadar burada mı kalacağım bilmiyordum. İşte kısmetimiz buradaymış. Evlenmeyi kendisi teklif etti. Herhalde hizmetler için, daha kolaylık olsun diye. Çünkü zorluklar oluyor tabii yalnız bir kadın olarak. Bütün resmî işleri kendim yapıyordum. O bakımdan kolaylık yani başka birinin olması.

Aranızda epeyce bir yaş farkı var. Sizi himayesine mi aldığını düşündünüz?

Herhalde. Tabii insanın duyguları vardır. Sevmeseydim evlenmezdim.

Mehmet Bey Nur talebesi olmasaydı ilginizi çeker miydi?

Herhalde tanımazdım. Daha çok bu camiada bulunuyordum. Şimdi de böyle, daha ziyade burada çalışıyoruz.

Hiçbir zaman başka grupları, başka insanları merak etmediniz mi?

Risaleleri şahsen çok faydalı bulduğum için daha ziyade onlara çalıştım.

Hiç İngiliz arkadaşınız, mektuplaştığınız, görüştüğünüz kimse yok mu?

Çok az.

Buna üzülüyor musunuz?


Böyle olmuş işte…

NURİYE AKMAN'ın Röportajı


Zaman
03.09.2006


***************


Papaz yardımcısı iken Müslüman olan SİNAN YORULMAZ: ÖLÜM TEHDİTLERİ ALIYORUZ!
Sinan Yorulmaz... Uluslararası Tarsus Protestan Kilesesi’nin Evanjelik Başpapazı iken Müslüman olan İlker Çınar’ın yardımcısıydı... Çınar’la birlikte Yorulmaz da Müslüman oldu. Ve İlker Çınar gibi SİNAN YORULMAZ da Gerçek Hayat’a konuştu...

Papaz yardımcısı iken Müslüman olan SİNAN YORULMAZ: ÖLÜM TEHDİTLERİ ALIYORUZ!
Sinan Yorulmaz... Uluslararası Tarsus Protestan Kilesesi’nin Evanjelik Başpapazı iken Müslüman olan İlker Çınar’ın yardımcısıydı... Çınar’la birlikte Yorulmaz da Müslüman oldu. Ve İlker Çınar gibi SİNAN YORULMAZ da Gerçek Hayat’a konuştu...

MURAT MENTEŞ

muratmentes@yahoo.com

Siz, Başpapaz İlker Çınar’ın yardımsıydınız ve onunla birlikte İslam’a döndünüz...

Evet, ben de Müslüman oldum. Gönülden, samimiyetle İslam’a bağlıyım artık.

Kaç yaşındasınız?

25 yaşındayım. 5 yıldır Hıristiyan’dım.

Nasıl Hıristiyan olmuştunuz?

Eski Protestan Başpapazı İlker Çınar aracılığıyla İzmir’de bir seminere katılmıştım. İlker Çınar, 1987’den beri Hıristiyan camiasının içindeydi.

Tebrik ederiz Müslüman olduğunuz için.

Çok teşekkür ederim. Allah sizden razı olsun.

Ne zaman Müslüman oldunuz?

1 ay oluyor. Kurban Bayramı’ndan biraz önceydi.

Müslüman olmanıza yol açan belirgin bir etken var mı?

Hıristiyanlığın, Türkiye üzerinde oynanan siyasi oyunların bir aracı olarak kullanıldığını açıkça gördük. Bazı dış güçler, özellikle Aleviler ve Kürtlerin Hıristiyanlaştırılmasını istiyordu bizden. Amerikan konsolosluğundan bize direktifler geliyordu. “Ülke içinde faaliyet göstermede zorluk var mı, emniyet güçleri sorun çıkarıyor mu?” diye soruyorlardı bize. Emir veriyorlardı. “Alevi ve Kürtlere Hıristiyanlığı anlatın” diyorlardı. Biz Müslüman olduk ve Türkiye içindeki Protestan kiliselerini, ne yapmak istediklerini, gelen emirleri belgelerle açıklama yoluna gittik.

Alevi ve Kürtlerin Hıristiyanlaştırılmasını kim istiyor tam olarak?

Dünya Kiliseler Birliği’nde alınan kararlar arasında var bu. Alevi ve Kürtlere yoğunlaşılması.

Başka?

Milli duyguları gelişmemiş insanlarla ilgilenin onları Hıristiyan yapın” dediler.



İyi de, Aleviler ve Kürtler arasında Türkiye’ye bağlı insanlar çok sayıda, değil mi?

Haklısınız. Alevi ve Kürt vatandaşlarımız çoğunlukla bu oyunlara gelmiyorlar. Türkiye’ye bağlılar. Sadece bazı ateistleşmiş, Alevi kültüründen kopmuş insanlar, kafası karışmış Kürtler ve İslam inancından uzaklaşmış, milli kültürü çözememiş insanlar hedefe alınıyor. Onlar tuzağa düşebiliyor.

Müslüman olmanızın sebebi, Hıristiyanlaştırmanın Türkiye’ye zarar verdiğini görmeniz miydi?

Bu birinci sebep. Vatanımızla inancımız arasında kaldık. Hıristiyanlığın bir siyasi araç haline getirildiğini gördük. Biz, inancını samimi şekilde yaşayanlara bir şey demiyoruz. Ama söz konusu olan, ülkenin birlik ve beraberliğinin sarsılması ise bir burada yokuz.

Vatanla inanç arasında kalmayı, biraz açar mısınız?

Biz Hıristiyan olduğumuz için, sanki artık Türk değilmişiz gibi bir durum oldu. Türkiye artık bizim ülkemiz değildi adeta. Alevilerin, Kürtlerin Türkiye’yle bağını koparmak için onların Hıristiyanlığa davet edilmesi isteniyordu. Bu gayet açık.

Sizden başka ne istiyorlardı?

Mesela bize, Irak’ı işgal eden Amerikan askerine dua etme direktifi geliyordu! Ben Amerikan askerine niye dua edeyim ki?

Ülke bölünmesin diye mi Müslüman oldunuz yani?

Bir bakıma evet. Bir bakıma da kendi kurtuluşumuz için. Kabul ediyorum, normal bir Müslüman olma hikayesi değil bizimki. Fakat, biz İslami hayatın güzelliklerini yaşamaya çalışıyoruz.

Eski bir papaz olarak, imamlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

İmamlar, papazlardan inanç bakımından çok farklı. Hıristiyanlar, İslam’daki Allah’ı gerçek tanrı saymıyorlar. Peygamberimizi [sallallahu aleyhi vesellem] bir sahtekar ve yalancı olarak görürler. Bir Müslüman’a sorsanız “Hıristiyanın Allah’ıyla bizimki aynı” der. Hıristiyan ise “Hayır” der, “Onların Allah’ı şeytanın bir çeşididir.” Müsülümanlar, imamlar daha merhametli, daha sevecen, dürüst.

Sizin kilisedeki pozisyonunuz neydi?

Ben iki yıl önce Tarsus Protestan Kilisesi’nde Pastör’ün yani İlker Bey’in asistanlığına getirildim

Peki, önce İlker Bey mi Müslüman oldu?

Biz her hafta biraraya gelip konuşuyorduk. “Bu faaliyetleri yapıyoruz ama ülkemize zarar gelmesin?” dedim. O da bana dedi ki “Sinan haberin olsun, durumlar karışık” deyip olan biteni açıkladı. Ben de ona “Bu iş çığırından çıkıyor” dedim. O da bana “Yıllarımızı, gençliğimizi verdik ama bu işten sıyrılmalıyız” dedi.

Misyoner miydiniz?

Evet. Bu faaliyetin içindeydik.

Namaz kılıyor musunuz?

Elbette. Yeni başladık ama devam ediyoruz.

Yıllarınız kilisede geçti, şimdi camiye gidiyor musunuz?

Cumaları gidiyoruz.

Müslümanlar size nasıl davranıyor?

Müthiş. Öz dinimize döndüğümüz ve gerçekleri açıkladığımız için bize sahip çıkıyorlar. Türkiye’nin Müslüman halkını, halkımızı çok seviyoruz. Hepsine müteşekkiriz.

Hıristiyan olarak mertebeniz vardı. Müslüman oldunuz ve kürsüden indiniz. Neler hissediyorsunuz?

Evet, sıradan bir vatandaşız artık.

Maaşınız vardı değil mi?

Evet. Maaş + prim. Kilisemizi ziyaret eden yabancılardan para da alıyorduk. Yurtdışından geliyorlardı. Turistler ve misyoner grupları gelirdi. İnanç turizmi kapsamında gelenler, Türkiye’de yeni kiliseler kurmak isteyenler bizi de destekliyordu parasal olarak.

Ne kadar kazanıyordunuz?

Bunu söylemek istemiyoruz.

Şu anda Müslüman oldunuz ve maaş yok?

Yok.

Ne olacak?

Bir-iki hafta sonra bakacağız.

Papazlık dışında bir mesleğiniz var mıydı?

Muhasebeciyim.

Aileniz Müslüman mıydı?

Evet.

Hıristiyan olmanızı nasıl karşılamışlardı?

Tepki göstermişlerdi biraz. Rahmetli babam özellikle çok üzülmüştü. Şimdi İslam’a döndüğümü göremediği için üzgünüm.

Allah rahmet eylesin.

Amin.

Müslüman olduğunuzu duyunca anneniz ne dedi?

Müthiş bir sevinç duyuyor. Önceden pek görüşemiyorduk. Şimdi görüşüyoruz.

Kardeşleriniz?

4 kardeşiz. İkisi büyük biri küçük benden. Kardeşlerim “Yuvaya hoş geldin” diyorlar.

İlker Bey ve siz misyonerlerin niyetlerini deşifre ettiğiniz için ölüm tehditleri alıyorsunuz. Kim bu tehdit edenler?

Emniyet güçlerimiz araştırdı bu kişileri. Cep telefonu mesajları gönderiyorlar. “Artık sen ölü bir insansın” gibi. İlker hocama “İlker bey çok ayıp ediyorsunuz, biz hâlâ sizin ruhunuzun kurtulması için dua ediyoruz ama artık siz bir ölüsünüz” diyorlar. Telefonda konuşanlar: “Sizi mahkemeye vereceğiz, süründüreceğiz, pişman edeceğiz” diyorlar. İlker Hocam ağır tehditler alıyor. Hemen her gün geliyor tehdit mesajları. Dün akşam da ölüm tehdidi aldı. O kadar çok ki tehdit mesajı, telefondan siliyoruz artık, yer kalmıyor.

Yabancı misyonerler geldiklerinde kiliselerde mi çalışma yapıyor?

Evet. Benim kilisemde staj gören, eğitim alan 10 yabancı vardı. Karı koca, 5 erkek 5 bayan.

Kadınlar ne yapıyor?

Onlar da İsa ve İncil hakkında kadınlarla toplanıp paylaşım yapar.

Kilisede misyonerler ne yapıyor?

Bunlar gelip ortama uyum sağlamak, Türk kültürünü tanımak, ne tür faaliyetler yapılabileceği konusunda eğitim alırlar. Türkçe öğrenirler.

Sonra?

Türkiye’de gidip istedikleri yerde misyonerlik faaliyetleri yaparlar.

Sizden sonra Hıristiyan cemaatten Müslüman olan oldu mu?

Evet! Şu anda 6 kişi var bizim cemaatimizden. Bize teşekkür ediyorlar. “Kurtuluyoruz çok şükür” diyorlar. Ve sanırım Türkiye genelinde Hıristiyanlık’tan İslam’a dönüşler oluyor. Bizi İzmir’den arayanlar da oldu. Bu Hıristiyanlar, “Bunları öğrendiğimiz çok iyi oldu” diyorlar.

Bugüne kadar bazı insanların Hıristiyan olmasını sağladınız. Ne olacak şimdi?

Biz Hıristiyan yaptığımız insanlara bugün tek tek ulaşmaya çalışıyoruz. Bundan sonra canla başla İslam için çalışacağız.

Kaç kişiyi Hıristiyan yapmıştınız?

Tarsus’ta bilinen 50 kişi var. Ayrıca Hıristiyanlıkla ilgilenen fakat henüz Hıristiyan olmamış 150-200 kişi var. Onlara da ulaşmaya uğraşıyoruz...

Çok vaktinizi aldık, hakkınızı helal edin.

Ne demek, siz helal edin. Siz de Allah’a hizmet ediyorsunuz.

Eyvallah.

Allah razı olsun.

 KUTULAR



Papazsın dediler, kız vermediler!

Evli miydiniz?

Hayır. 1 yıl önce evlenmek istedim fakat olmadı.

Neden?

Evleneceğim kişi Müslüman’dı. Benim misyonerlik faaliyetimden dolayı evlenmeyi kabul etmedi. Oysa birbirimizi sevmiştik. Hıristiyan cemaat ve yetkililer onun Müslüman olduğu için “imansız” olduğunu söylüyordu. Bana baskı yaptılar. “Faaliyetlerinde ayak bağı olur” diyorlardı.

Sizde papazlar evlenebiliyor demek?

Protestan olarak, bir Hıristiyan’la evlenebiliyordum.

Seviyordunuz ha?

Aşıktım.

Belki şimdi evlenebilirsiniz aşkınızla?

Maalesef. Artık başkasıyla evli. Ona kavuşamamak hayatımdaki en büyük yıkımlardan biridir. Laf aramızda, başıma ne geldiyse bu Hıristiyanlık yüzünden geldi. Ailemle aram açıldı, sevdiğime kavuşamadım, arkadaşlarımdan ayrı düştüm, neler neler...

 Dinler arası diyalog ‘İslam’ı çürütmek’ için var!



Dinler arası diyalog hakkında, her iki dine de girmiş biri olarak ne düşünüyorsunuz?

Dinler arası diyalogun amacı, halkı İslam’dan koparmak, İslam’ı çürütmektir. Başka nasıl olabilir ki dinler arası diyalog? İslam’a saygısı olmayan biriyle, Hz. Muhammed’e yalancı diyen biriyle nasıl diyaloga girebilirim?

Papazların İslam’a saygısı yok mu ki?

Sadece ekranda “merhaba” deyip gülümsüyorlar. Ama az ötede, kendi merkezlerinde, bütün kiliselerde İslam aleyhine konuşulur. Protestan kiliselerinde Hz. Muhammed’in bir sahtekar, Müslümanlar’ın inandığı yüce Allah’ı bir şeytan olduğunu söylerler.

Siz de papazken vaazlarınızda böyle mi söylediniz?

Müslümanlıktan Hıristiyanlığa geçmiş birini kalbinde yine biraz iman kırıntısı olur. Ama yabancılar gelip bizim kilisemizde açıkça İslam’a, Allah’a, Hz. Muhammed’e iftira ederler. Biz söylememiştik.

 Türkiye’de 8 milyon İncil dağıtıldı!

Noel’de İstanbul Beyoğlu ve Ankara Kızılay’da İncil dağıtıldı...

Biliyorum. Her yerde son sürat dağıtılıyor.

Sizin bulunduğunuz Tarsus’ta da dağıtıldı mı?

Elbette. Hem de tam 5 bin tane! Bu, sadece Tarsus Uluslararası Protestan kilisesinin faaliyetidir. Diğerlerini saymıyorum.

Vay canına!

2020 yılına kadar Türkiye’de 1 milyon İncil dağıtmayı hedefliyorlardı. Oysa şimdiden 8 milyon İncil dağıtmış durumdalar!

8 milyon İncil mi dağıttılar?

Evet. Durum çok ciddi. Tehlike çok büyük. Geçen yaz Urfa ve civarında dağıtılan İncil sayısı 500 bin.
 

http://www.gercekhayat.com/
Aaron Aaronson adlı bir Yahudi, Cemal Paşa'nın huzurunda Osmanlı valisinin odasına girerek, taşkınlık yapar ve çizgiyi aşar. Cemal Paşa, Aaronson'a Seni şimdi şurada astırsam ne diyeceksin? der. Hiç bir şey demem, paşam! diye karşılık verir Aaronson. Yalnız, benim yağlı bedenimin darağacından yere düşerken çıkardığı ses Amerika'da duyulacaktır! Cemal Paşa ağzını açıp bir şey diyemez. Vakıa daha sonra şiddetli bir intikam olacaktır.
Aradan geçen yaklaşak doksan yıl zarfında ne değişti? Hiçbir şey! Laik sistemi kabul ettiğimiz için Arap ülkeleri ve özellikle Mısırlılar bize kafir gözüyle bakarlar. Düzeni değiştirdik; ama ne camiye yaranabildik, ne kiliseye! Araplarsa sadece efendi değiştirdiler, fakat Müslüman Osmanlı yerine Hıristiyan bir efendi koydular.

Hep hoşumuza giden şeylerin yazılmasını istemek, benim istediğim gibi yaz demekle ancak kendimizi kandırmış oluruz.


Rus tarihçi L. N. Gumilev'in dediği gibi, bir milletin tarihini biraz da onun düşmanlarının yazdıklarına bakarak öğrenmek lazım! Gerçekler, dostların yazdıklarında değil, düşmanların yazdıkları eserlerin satır aralarındadır.
Bu kitap, bir Arap gazeteci tarafından kaleme alınmıştır. Arap elit tabakasının ise Osmanlı'ya ve onun varisleri olan biz Türkler'e iyi gözle bakmadıkları öteden beri bilinmektedir. Örneğin Mısırlılar laik düzeni seçtiğimiz için bizi 'kâfirlik'le suçlarlar. Dolayısıyla, yaklaşık bir asır boyunca Batılılar tarafından Araplar'ın geri kalmışlıklarının sebebi olarak hep Türkler gösterilmişken ve Türk düşmanlığı doğrultusunda yüzlerce kitap, binlerce makale yazılmışken, bir Arap gazeteciden bizlere dostça yaklaşmasını beklemek anlamsız olur. Bununla birlikte kitabı okuduğunuzda, Arap gazetecinin biz Türkler'e çok da fazla haksızlık etmediği, çoğu kez tarafsız kalmaya çalıştığı görülecektir. Ancak, yer yer İngiliz belgelerinin etkisinde kalarak Ermeni meselesinde onların ağzıyla konuştuğu da bir gerçektir.
Kitabı okuyunca Osmanlı atalarımızın da Orta Doğu'da bazı hatalar yaptıkları kanaatine ulaşacaksınız. Doğrudur; ama tarih bir fizik laboratuarı değildir. Orada deneme yanılma yoluyla gerçeklere ulaşılamaz. Çünkü yapılan olayların tekrar mümkün değildir. Hata, hata; doğru, doğru olarak kalır. Bu hata ve doğruların ceza veya mükafatını ise daha sonraki nesiller görürler. Örneğin Timur'un Toktamış-han'a karşı yaptığı hatanın cezasını, aradan dört yüz yıl geçtikten sonra torunları 120 yıl Rus boyunduruğunda kalarak ödemişlerdir.

Yazar : Riyad N. Er - Reyyis


Yayınevi : Selenge Yayınları
Etiket Fiyatı : 10,00 YTL
ISBN : 9758839365
Basım Tarihi : Aralık 2005




MICHAEL JAKSON MÜSLÜMAN OLDU!..






Müslüman olan şarkıcı kardeşi Jermain Jackson, aylık yayınlanan "The Muslim News" adlı İngiliz dergisine verdiği demeçte, küçük kardeşinin diniyle çok ilgilendiğini ve bununla ilgili birçok kitap okuduğunu söyledi.




"Michael'in büyük olasılıkla İslam dinine geçeceğini sanıyorum" diyen 52 yaşındaki Jermaine Jackson, Mekke'den Michael'a bu konuda birçok kitap getirdiğini belirtti.

İslam dinine 1989'da geçen ve Bahreyn'de yaşayan Jermaine Jackson, kardeşinin bu dinin nasıl birşey olduğuna dair sorularını "barışçı ve güzel" diye yanıtladığını da anlattı.



Jermaine Jackson, kendisine iç huzuru ve güç veren dini bulduğu için Michael'in kendisiyle gurur duyduğunu belirtti.





Bizans ordusunun Müslüman olan komutani George

Hz. Peygamber s.a.s'in vefatindan sonra, Islam Devleti'nin idâresini Hz.Ebû Bekir r.a. yüklendi.

Hz. Peygamber s.a.s'in vefatiyla beraber, Islam'in gerçeklerini anlayamamis olan birtakim Müslümanlar, irtidât ettiler; yâni Islam esaslarina inanmadiklarini ilân ettiler. Islâm'da mürtedin, yâni dinden çikanin cezasi ölüm oldugundan, Halife Hz.Ebû Bekir r.a., bu insanlarin üzerine ordular göndererek, onlara gereken cezayi verdi.

Bu arada birtakim Müslümanlar da söyle dediler:

"Biz Islam'in dört sartini kabul ediyoruz: Kelime-i sehâde-ti söyleriz, namaz kilariz, oruç tutariz, hacca gideriz; fakat ze-kât vermeyiz".

Islam'in dört sartini yerine getirip, sadece bir tek sartini ifâ etmeyeceklerini söyleyen bu Müslümanlar üzerine de, Hz.Ebû Bekir r.a. cihâd ilân etti. Bu, son derece mühim bir karardi: Müslümanlara cihâd ilân etmek!

Hz.Ömer r.a.; o sertligiyle, siddetiyle ün salmis olan insan, gelmis Hz.Ebû Bekir r.a.'a yalvariyor ve ona söyle diyor:

"Sen, Resûlullah s.a.s'in, "Ben insanlar lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah' deyinceye kadar onlarla savasmakla emrolundum. Kim bunu derse mali ve cani emniyette olur, hukuku ve hesabi Allah'a kalir" dedigini duydugun halde, nasil Müslümanlara, "zekât vermiyorlar" diye savas açarsin"(1). Hz.Ebû Bekir r.a. söyle cevap verdi:

"Vallahi, namaz'la zekâtin arasini açanlarla savasacagim; çünkü zekât malin hakkidir". Daha sonra Hz.Ömer r.a. söyle demistir:

"Vallahi, Allah'in, Ebu Bekir'in gögsünü ferahlattigini gördüm ve anladim ki, o haklidir"(2)

Hz.Ebû Bekir r.a., bu karari aldiktan sonra, Halid b. Velid'i, Islam'in bes sartindan herhangi birisini terkedenlerle savasmaya gönderdi (3). Yâni Hz.Ebû Bekir r.a. Islamin bes sartindan bir tanesini dahi terk edeni Müslüman saymiyor ve onlara cihâd ilân ediyor. "Islam bir bütündür" diyor; bir kismi terkedilince, o Islam'dan baska bir sey olur diye kabul ediyor ve Islâm'i bu sekilde anlayanlara savas açiyor.

Halid b. Velid, Esed ogullari ve Gatafân'dan bu gibi insanlarla savasip büyük bir kismini öldürdü; geriye kalanlar da, ya esir oldular veya Islam'in bes sartina harfiyyen uyacaklanm söyleyerek Müslüman oldular. Ve anladilar ki, bu isin sakasi yok! Halîfe, Islam'in bir tek sartini terkedeni öldürüyor!..

Halid b. Velid, Medine'ye geri döndükten sonra, Halife Hz.Ebû Bekir r.a. onu ordusuyla beraber kuzey cephesinde bulunan Bizans üzerine gönderdi.

Bizans üzerine sefer

Hz.Peygamber s.a.s., Islam'm payidar olmasi ve insanligin kurtulmasi için, milâdi 7. yüzyilin iki emperyalist süper gücü olan Bizans ve Iran Imparatorluklarin çökmesi gerektigine isaret etmis ve daha hayatta iken, buralara savas açmistir. Bizans ve Iran: Bugünün Rusya ve Amerika'si, Avrupa'si ve Çin'i...

Bizans köyleri, kasabalari, sehirleri, teker teker Islâm Devleti'nin egemenligine giriyor: Halid b. Velid'in elinde teslim oluyorlardi... Resulullah s.a.s'in duasi gerçeklesmis, Halid Allah'in kilici (Seyfullah) olmustu... Koca Bizans kaleleri, âdeta onun ki liciyla yerle bir oluyordu. Bunlar hikâye de degildi... Nitekim iki  süper devletten Bizans, her gün biraz daha küçülüyor, topraklarini, vatandaslarini Islam adaletine, yâni Allah'in kanunlarina terkediyordu.

Bu sekilde, tek gayeleri Allah'in kanunlarini her tarafa ha kim kilmaya matuf olan (4) Islam ordusu, bugünkü Ürdün sinirlari içerisinde bulunan ve o zamanlar Bizans'in elinde bulunan Yermuk'a varmisti.

Islam ordusunda, 100'ü Bedir savasina istirak etmis olan (Bedrî) bin kadar sahabî vardi (5).

Iki ordu karsilasiyor

Islam ordusuyla kâfir ordusu karsi karsiya gelmislerdi. Her iki tarafin ordu komutanlari, ordularinin savas düzenine sokuyor, son taktiklerini veriyorlardi.
Her iki ordu bu sekilde karsi karsiya gelince, Bizans ordu komutani George ordusunun saflarindan ayrilarak, her iki ordu arasinda durdu ve Islam ordu komutani Halid'i istedi. Halid, yerine Ebû Ubeyde Ibnu'l-Cerrâh'i birakarak, atini George'ye dogru sürdü. Her iki komutan birbirlerine o kadar yaklastilar ki, atlarinin boyunlan birbirine degiyordu (6).
Iki davanin, ideolojinin, dünya görüsünün temsilcileri karsi karsiya gelmislerdi: Bir yanda Islam, öbür yanda Sirk ve Küfr!..
Her iki komutan birbirlerine aman verip konusmaya basladilar. George söyle dedi:


- Yâ Halid, bana dogruyu söyle ve yalan söyleme! Çünkü hür olan yalan söylemez. Bana oyun oynamaya da kalkma, çünkü asîl olanlar, Allah rizasi için konusmak isteyene oyun yapmaz-
lar. Allah'in sizin Peygamber'e gökten bir kiliç indirdigi ve Peygamber'in de onu sana verdigi, ve o kilici üzerlerine çekip savastigin her kavmi maglub ettigin dogru mu? Halid:
- Hayir! dedi. George tekrar sordu:
- O halde, niçin Seyfullah (Allah'in kilici) diye adlandinldin? Halid su cevabi verdi:


- Allahu teala bize Peygamberini gönderdi. O bizi Islam'a davet etti. Biz ise, ondan nefret edip, ondan uzaklastik. Sonra bir kismimiz ona inanip, tabi oldu, bir kismimiz da onu yalanlayip uzaklasti. Ben, onu yalanlayip, ondan uzaklasan ve onunla savasanlar arasindaydim. Daha sonra Allah kalplerimize hidayet verdi ve ona inandik. O zaman bana, "Sen, Allah'a baska güçleri ortak kosanlar -yâni O'na inandiklarini söyledikleri halde O'nun kanunlarina degil, kendi yaptiklari kanunlara tabi olanlar- üzerine çekilmis olan Allah kiliçlarindan bir kiliçsin!" dedi ve muvaffak olmam için dua etti. Böylece bana "Seyfullah" dendi. Ve ben, Allah'in yaninda baska güçler taniyan, onlara tabi olanlara karsi en siddetli savasan Müslümanlardan biriyim. George:

- Dogru söylüyorsun, dedi ve devam etti:

- Yâ Halid, beni neye davet ediyorsun? Halid söyle dedi:

- Allah disinda, itaat edilecek hiç bir ilâh, yani güç, yâni put, yâni makam, yâni kisi tanimadigina; Muhammedin, O'nun hem kulu, hem de Peygamberi olduguna inanmak ve bunu herkese karsi açikca ilân edip sehâdet etmek; Peygamber vasitasiyla Allah'tan gelen kanunlari ikrar edip uymak! George söyle sordu:

- Peki bu dediklerini kabul etmeyenlere ne yaparsimz? Halid su cevabi verdi:

- Teslim olurlarsa, onlardan cizye alir, inançlarina karismayiz ve Islam Devletine tabi olurlar. George devam etti:

- Cizye vermezlerse? Halid söyle dedi:

- Onlara savas açacagimizi söyler ve onlarla savasiriz! George tekrar sordu:

- Bugün dininizi kabul edip size katilanlarin Allah katinda mevkisi ne olur? Halid su cevabi verdi:

- Allah'in bize farz kildigi gibi, mevkisi bizimkiyle ayri olur. Güçlü olanimiz, zayif olanimiz; önce Müslüman olanimiz; sonra Müslüman olanimiz, hepimizin mevkisi birdir. George yine sordu:

- Yâ Halid, bugün sizin dininize girenin sevabi ile sizinki aynidir, demek mi istiyorsun? Halid:

- Evet, hatta bizden de üstündür! George:

- Nasil sizinle bir olur ki, siz ondan önce Müslüman oldunuz? Halid:

-Biz bu dine girip, Peygamberimiz s.a.s.'e biat ettigimizde, o aramizda yasiyordu. Ona Allah'tan haberler geliyor, o da bize teblig ediyordu. Bize öyle deliller gösteriyordu ki, bizim gördüklerimizi görenlerin, duyduklanmizi duyanlarin Müslüman olup, biat etmeleri tabii bir seydi. Size gelince; siz bizim gördüklerimizi görmediniz, duyduklanmizi duymadimz ve onda müsahe de ettigimiz harikalara sahit olmadiniz. Onun için, aranizdan, kim samimi bir niyet ve ihlâsla dinimize girse, o bizden üstün olur! George söyle dedi:

- Billâhi bana dogru söyledin, yalan söylemedin ve beni kendi fikrine çekmek için bir sey söylemedin. Halid:

- Billâhi sana dogru söyledim. Benim, ne senden ve ne de siz-en olan hiçbir kimseden korkum yok! Sana söylediklerimin dogru olduguna da Allah kefildir.

Bizans komutani Müslüman oldu

Bunun üzerine George,, "dogru söyledin" dedikten sonra, kalkanini ters çevirdi ve Halid'e yaklasarak, "bana Islam'i ögret" dedi.

Halid, George'yi karargâhina götürerek, üzerine bir tulum su döküp guslettirdi. Daha sonra da iki rekât namaz kildi.

George'nin Müslümanlar tarafina geçmesini hücum sanan Bizans askerleri saldiriya geçti ve savas basladi.

George Müslüman olmus, Halid'in yaninda, biraz önce komutani oldugu Bizans ordusuna karsi savasiyordu. Savas aksama kadar sürdü ve Islam ordusunun zaferiyle son buldu (7).

Savas meydaninda binlerce ölü ve sehit... Müslüman sehitleri ve kâfir ölüleri... Bir degillerdi tabii. Sehitler Allah için; ölüler ise Allah düsmani, yâni Islam nizamina düsmanlar için savasmisti. Ayni kefeye konamazdi bunlar! Kâfir ölüsüne nasil sehit, Müslümanla savasan kâfire nasil gazi denir? Müslüman sehitle, kâfir ölü, Müslüman gazi ile, savastan sag kurtulan kâfir askeri ayni ise, niçin savasiyorlar bunlar?.. dertleri ne bunlarin?

Elbette ki biri Müslüman, digeri kâfir; Biri sehit, digeri ölü; biri gazi digeri kâfir firarisidir; "Müsrikler hoslanmasalar da".

Allah'in, birbirmin ziddi olarak gösterdigi sehitle kâfir ölüsünü, hangi insan hangi hakla bir tutabilir?

Farkli bir sehid

Müslüman sehitleri arasinda, bir tanesi vardi ki, farkliydi öbürlerinden. Peygamber'i görmemis, Kur'an-i duymamisti o...

Zekât nedir bilmiyor, Hac 'dan habersizdi o... Ayet okumamis, oruç tutmamisti o...

Bu farkli sehidin adi George idi. Halid'e bakarak kildigi iki rekat namazdan baska namaz kilmadi. Adini bile Müslüman adina çevirmeye firsati olmadi. Bir tek sey bildi George: Kendini Allah davasina fedâ etmek...

Buram buram sehadet kokuyordu George. Cennet görevlileri onu cennette agirlamak için yarisiyorlardi âdetâ...

Allah'in kilici Halid, Müslüman olusu henüz bir günü doldurmamis olan bu sehide gipta ile bakiyor, Allah'in hikmet ve kudreti karsisinda, sevinç ve sükür gözyaslari döküyordu.

George, "kâlü belâ"dan beri, Allah davasi için sehid olmus, en güzel insanlar arasina giriyordu... Ne mutlu ona ve onun gibi olanlara!..

 

Dipnotlar:



(1) Suyûti Tarihul-Hulefa, Misir, 1964, s. 74-75

(2) Ay. es. s.75.

(3) Ay. yer.

(4) Bk. Kuran-i Kerim. Bakara sûresi, 193

(5) Taberi Tarihul-Umemi ve'l-Mulûk, Beyrut, 1962, III. 397

(6)  Taberi, a.g.e III. 398.

(7)  Savasin ayrintilari için bk. Taberi a.g.e III. 398-401

 

Kaynak: Prof. Ihsan Süreyya Sirma, Tarih suuru, Seha yayinlari



by Muhammed Faruk



Bir ara o ilahiyatçı hoca öyle bir atasözü kaçırdı ki ağzından, ben oturduğum yerde mosmor kesildim. “Bu adamlar İslâm’ı yücelteceğiz, Müslüman mahallesinde salyangoz sattırmayacağız derken sergiledikleri kabalık, ağzıbozukluk ve hoşgörüsüzlükle İslâm’a en büyük fenalığı yapıyorlar.

Ahmet Turan Alkan



Sevgili Ahmet Ağabeyim,

Beni hatırlayacaksınız. Ben Mahmut. Hani vaktiyle tuttuğum günlükten bazı alıntılar yaparak “misyon” başlığı altında yayınlamıştınız ya, o Mahmut işte.

O günden bu yana başımdan neler geçti, biraz anlatmak, daha doğrusu dertleşmek istiyorum; bu satırları yayınlamanız için, hâlimden haberdar olmanız için kaleme alıyorum ama isterseniz yayınlayabilirsiniz de; benim için mahzur yok.

Evvela kitaptan başlayayım; “İslâm’ın selefî boyutlarına dinamik bakışlar” isimli bir kitap yazmıştım da basılacaktı ya, o kitap basıldı işte. Lakin iyi tanıtım yapamadık mı nedir, hâlâ bizim fakirhanenin misafir odasında balyalarla duruyor. Yayıncım yüz binlerce satıştan bahsedince sevinmiştim çünkü o kitabı ben mukayeseli ilahiyat bilgimden aldığım özgüvenle yazmıştım; bence önemliydi. Baskıya geçeceğimiz günlerde yayıncım, “şimdilik bin tane basalım, kampanya için sağa sola dağıtırız; müteakip baskıların üzerine otuzuncu, kırkıncı baskı diye etiket koyarız, Türkiye’de âdet böyle.” dedi. Ardından, “Elim sıkışık, şu ilk binin parasını sen denkleştirsen ne iyi olur; motora birkaç damla benzin damlatsak kâfi, gerisi kendi yağıyla kavrulur, çok kitap satarız.” dedi. Olur dedim. Eşim Sabiha’nın bileziklerini bozdurduk. Kitap basıldı, matbaadan kolileri arabaya yükleyip eve getirdim. Yayıncım ortalarda yok. Bir hafta sonra karşılaştık, “Mahmutçuğum bu tip eserler 28 Şubat’tan önce iyi piyasa yapıyordu. Biz hatâ ettik ama sakın kitapları elden çıkarma.” deyip bir ara sokağa saptı ve kayboldu. O günden beri görüşemiyoruz kendisiyle.

Önemli değil ağabey; ders oldu benim için. Evde İngilizce kursu vererek üç-beş kuruş ekmek parası kazanmaya uğraşıyorum. Sabiha da dışarıya dantel örüyor. Geçenlerde hesap ettim, iki yüz tane kitap satabilsem Sabiha’ya bir dikiş makinesi alabileceğim ama nerede? Bir ara kaldırıma serip satayım dedim, belediye zabıtası yakama yapıştı.

Bu arada birkaç dergiden teklifler oldu. “Nasıl Müslüman oldum” konulu röportajlar yapmak istedilerse de ben razı olmadım. Aslında iyi de olurdu ama o günlerde seyrettiğim birkaç televizyon tartışması yüzünden vazgeçtim.

En iyisi anlatayım da dinle ağabey.

Bizde televizyon yok. O akşam apartmandaki komşularımızdan biri

akşam yemeğine davet etti, sağ olsun. Ben ona hac hâtıralarını anlattırmaya çalışıyorum, o ise nasıl Müslüman olduğumu merak ediyor. Derken televizyonda misyonerlik konulu bir tartışma programı başladı. Ev sahibim oraya mıhlanınca nezaketen başladık seyretmeye.

Şimdi ağabey vaziyet şöyle; bilirsiniz bu tip programlara üç türlü adam çağırıyorlar. Birincisi bizim eski misyoner arkadaşlar. Türkçede nasıl “Kambersiz düğün olmaz” diye bir tâbir varsa misyonerlik tartışmaları da bunlarsız olmuyor. Bazılarını tanıyorum, hepsini değil ama nasıl adamlar olduklarını biliyorum. Fevkalade sabırlı, iyi eğitim görmüş, hitabeti bilen, umûr-ı hariciyesi kuvvetli kişilerdir. İkinci tip, televizyoncuların el altında tutup ihtiyaç hâlinde görüşlerine müracaat ettikleri ilâhiyatçı hocalar. Bu tipleri sen benden iyi tanırsın ağabey. Yani ne desem boş! Üçüncüsü ise geçimini bu yoldan sağladıklarını düşünmeye başladığım, her işten anlayan, özellikle Türkiye’yi tehdit eden yıkıcı ve zararlı fikir akımları ve teşkilatlar konusunda uzman olduklarını ileri süren bazı yazarlar. Bunlar bir nevi tarafsız hakem vazifesi görür gibi duruyorlar ama konu alevlendiği zaman hemen ilâhiyatçıların safına geçiveriyorlar. Tabii, programı yöneten ve sunan televizyoncuları da unutmamak lâzım. Bunların başlıca vazifesi, herhangi bir gerçeğin tartışılarak ortaya koyulmasından çok tartışmacıları birbirine düşürmek, kavga-gürültüyü fişteklemek neviinden kışkırtıcılıklar yapmak galiba.

Neyse ağabey uzatmayayım; program başladı. Benim eski dava arkadaşlarımdan bir misyoner papaz konuşuyor. Daha bir dakika olmadan adama sataşmaya başladılar. Bu misyoner takımı neredeyse profesyonel tartışmacıdır; asla kızmazlar, tahriklere aldırış etmezler, nezaketlerini hep korurlar. Şimdi papaz aşağıdan alıp terbiyesini bozmadıkça, ötekiler adamın üstüne üstüne gidiyorlar. Olmadık lâflar, aşağılamalar, hatta bir ara o ilahiyatçı hoca öyle bir atasözü kaçırdı ki ağzından, ben oturduğum yerde mosmor kesildim.

Neticede program bitmeden izin isteyip evimize döndük. Evde Sabiha’ya dedim ki, “Sabiha, benim Müslümanlığım şurada altı aylık bir şey. Ben kendime acımıyorum, sizinkilere acıyorum.” Sabiha anlamadı, “Ne demek o Mahmut?” dedi. Ben de dedim ki, “Bu programı seyreden tarafsız bir seyirci olsan ve sana deseler ki şu tartışmacılardan hangisi daha çok İslâmi özellikler sergiliyor, yani alçakgönüllü, sabırlı, terbiyeli, ağzından çıkanı kulağı duyan filan... Ne dersin?” Sabiha da “Papaz daha terbiyeli bir görüntü verdi; ben oyumu papaza verirdim.” cevabını verince, “Tamam işte” diye haykırdım. “Bu adamlar İslâm’ı yücelteceğiz, Müslüman mahallesinde salyangoz sattırmayacağız derken sergiledikleri kabalık, ağzıbozukluk ve hoşgörüsüzlükle İslâm’a en büyük fenalığı yapıyorlar. Bu programları seyredenlere neticede Müslümanlığı kötü gösteriyorlar ama diğer yandan kastetmemiş olsalar da misyonerlere büyük destek vermiş oluyorlar, ben işte buna acıyorum.” dedim.

Sabiha anlamadı; “Ne yani, sen fikir mi değiştirdin şimdi?” diye sordu. Gerçek niyetimi ve üzüntümü anlatana kadar akla karayı seçtim Ahmet Ağabey. Şimdi rica ederim bana doğruyu söyle. Ben mi alınganlık gösteriyorum yoksa bu adamlar bilerek veya bilmeyerek halkı Müslümanlıktan mı soğutuyorlar.

Selam ve hürmetlerimi kabul ediniz sevgili ağabeyim.

Din kardeşiniz Mahmut.


Niçin Müslüman oldular

Sual: Bazı Almanlar, İslamiyet’i incelemek, Hıristiyanlıkla karşılaştırmak istiyorlar. Onlara hangi kitabı tavsiye edelim? Bir de din ve Hıristiyanlık hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP
Hakikat Kitabevi yayınlarından Herkese Lazım Olan İman ve Cevap Veremedi gibi eserlerde Müslümanlığa ve Hıristiyanlığa ait çok bilgi vardır. Müslümanlığı doğru olarak öğrenmek isteyen herkese bu değerli eserleri tavsiye ederiz. www.hakikatkitabevi.com adresinden okunabilir ve temin edilebilir.

Rabbimiz önce Âdem aleyhisselamı, sonra Havva validemizi yarattı. Bunların çocukları oldu. Bunlardan da çocuklar meydana geldi. Allahü teâlâ zaman zaman Peygamberler gönderip insanları, doğru yola, Hak yola davet etti. Bu Peygamberlerin hepsi bir Allah’a inanmayı, öldükten sonra dirilmeyi, Cenneti, Cehennemi bildirdi. Yani bütün Peygamberler aynı imanı bildirdiler. Hz. Nuh, neyi bildirmişse Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Peygamber efendimiz Hz. Muhammed de [aleyhimüsselam] aynı imanı bildirmiştir. Hepsinin gayesi de insanları dünya ve ahiret saadetine kavuşturmaktır.

Allahü teâlânın bütün Peygamberlere bildirdiği dinlerde ırk ve millet üstünlüğü yoktur. Allahü teâlâya ve bütün Peygamberlere inanan Müslüman zenci bir hizmetçi, Allahü teâlâya inanmayan beyaz bir kraldan üstündür. Allah’ı inkâr eden kral, ebedi Cehennemde, inanan zenci hizmetçi ise, ebedi Cennette kalacaktır.

Cennete girmek için imanlı yani Müslüman olmak şartı vardır. İman, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği emir ve yasaklara inanmak ve inandığını dil ile söylemek demektir.

Din, insanları seadet-i ebediyyeye götürmek için Allahü teâlâ tarafından gösterilen yol demektir. Din ismi altında insanların uydurduğu eğri yollara din denmez, dinsizlik ve kâfirlik denir.

Her din, kendisinden önce gelen dini nesh etmiş, değiştirmiştir. En son gelen ve her dini değiştirmiş, daha doğrusu dinlerin hepsini kendinde toplamış olup, kıyamete kadar hiç değişmeyecek olan din, Muhammed aleyhisselamın dinidir. Bugün, Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği din de, bu ahkam ile kurulmuş olan İslam dinidir.

İslam dini, insanın hem ruhi, hem de maddi refahını temin edecek bir ahlak getirmiştir. Bu mukaddes din, sadece, fert ile Allah arasında rabıta kurmakla kalmayıp, fertlerin birbirlerine, hatta insanlık camiasına karşı haklarını ve vazifelerini şümullü olarak tanzim eder, hep ileriyi gösterir, ileriyi ister ve ilericidir. İlericiliğin ve dinamizmin mümessilidir. Bu din, insan ruhunu ve bütün insanlığı, saadete kavuşturacak prensiplerden ibarettir. İslamiyet’te sınıflaşma yoktur. Herkes aynı haklara, aynı itibarlara sahiptir. Ferdin, muayyen bir topluluğun, hatta yalnız Müslümanların değil, bütün insanlığın, hür ve medeni bir hayat seviyesine ulaşmasını emretmekte, bunun için de, sosyal adaleti esas tutmaktadır.
İslam dini, ırk, milliyet, siyasi inanç, lisan ve tahsil seviyesi ayırt etmeksizin, her insanın şeref ve itibarına hürmet ettiği için, yabancılar arasında Müslümanlık yayılmaktadır.

Yabancıların Müslüman olma sebepleri


Sual: Dinimizin diğer dinlerden farkı nedir? Yabancıların Müslüman olmalarına sebep olan şeyler nelerdir? İslamiyet’i kabul edenler genel olarak dinimiz hakkında ne diyorlar?
CEVAP
Birçok diplomat, devlet, ilim ve fen, hatta din adamlarının Müslüman oluşları, İslamiyet’in büyüklüğüne hayran kaldıklarındandır. Misyonerler, milyarlar harcayarak Hıristiyanlık propagandası yapıyorlar. Halbuki propagandasız birçok yabancı, İslam’ı seçmiştir.

İslamiyet ilim ve akıl dinidir. Dinlerini değiştirip Müslüman olan insanların çoğu, ilim adamı ve araştırmacıdır. İslam’ı inceledikten sonra Müslüman olmuşlardır.

Bu sebeplerin birkaçı şöyle:
1- İslam’da tek ilah vardır. Hıristiyanlıktaki üç tanrı inancı, ilim sahiplerince saçma görülmüştür.

2- İslam, sadece ahiret saadetini değil, dünyada da mutlu yaşamanın yollarını bildirmiştir.

3- İslam’da, her çocuk günahsız doğar. Hıristiyanlıkta ise, günahkâr doğar. Bu da, akla, ilme, aykırıdır.

4- İslam’da, ibadetlerin mabedde yapılma şartı yoktur. Her yerde ibadet edilebilir. Hıristiyanlar, kilisede putu, papazı aracı yaparak ibadet eder.

5- İslam’da günahları yalnız Allah affeder. Hıristiyanlıkta, güya papazın, günahları affetme ve dinden çıkarma yani aforoz etme gibi yetkisi vardır.

6- Yahudi kendini asil bilir. Hıristiyan ise, zenciyi aşağı görür. İslam’da ise ırk, renk ve dil ayrımı yoktur.

7- İslam’da bütün Peygamberler beşer, yani insandır. Ancak seçilmiş, günahsız insandır. Hiç kimse, diğerlerinin günahını çekmez. Hıristiyanlıkta, Hz. İsa Oğul tanrıdır, günahkârların affolması için çarmıhta ölmüştür. Bu da akla ve ilme aykırıdır.

8- İslam’da hurafe yoktur. Diğer dinlerde ateşe, güneşe, taşa, heykele tapılır.

9- İslam’da, (Dinde zorlama yoktur) düsturu vardır. Hiç kimse dine girmeye zorlanmaz. Hıristiyanların dine sokmak için yaptıkları işkenceler ve mezhep kavgaları meşhurdur.

10- İslam, iç temizliği yanında, dış temizliğe de çok önem verir. Meşhur Versay Sarayında yıllarca bir hela yoktu.

11- İslam, sömürüyü reddeder. Bunun için kapitalizmi, komünizmi kabul etmez. İslam hariç, hiçbir dinin ekonomi sistemi yoktur. Bugün Hıristiyan ülkelerde kapitalizm hakimdir.

12- Müslümanların geri kalışları sebebi, dinlerinin icaplarına uymamalarındandır. Hıristiyanların maddi refaha kavuşmaları ise, dinlerinden uzak kalmalarındandır. Müslümanlıkta cahil olan dinden çıkar, Hıristiyanlıkta ise, âlim olan Hıristiyanlığı bırakır.

13- İslam’da, alkol, uyuşturucu ve kumar haramdır. Zinanın cezası ise, ağır olduğu için, fuhuş yaygınlaşamaz. Hıristiyan Batı, fuhuş bataklığı içindedir.

14- İslam, en yeni ve en son dindir. Kur'an-ı kerim, günümüze kadar hiç bozulmadan, bir kelimesi bile değişmeden gelmiştir. Halbuki İncillerin birbirini tutmadığını herkes bilir.

15- İslam, kadınlara çok kıymet vermiş, onlara en büyük hakları tanımış, (Cennet anaların ayağı altındadır) buyurmuştur. Diğer dinlerde böyle bir şey yoktur.

16- İslam dini, bir milletin, bir ırkın değil, bütün insanlığındır. Allahü teâlâ, Rabbülâlemin’dir, yani bütün âlemlerin Rabbidir.

17- İslam’da, bütün Müslümanlar kardeştir. Allah huzurunda herkes eşittir. Namaz kılarken; komutan ile er, zengin ile fakir, beyaz ile zenci Müslüman yan yana durup birlikte secde ederler.

18- İslam’daki ibadet saatleri muayyen olduğundan, Müslümanların hayatları düzenli ve intizamlıdır. Bunun için, gerçek Müslüman, bir asker gibi disiplinlidir. Yılda bir ay tutulan oruç, iradenin kuvvetlenmesini sağlar ve nefse hakim olmayı öğretir.

19- İnsanların öldükten sonra ne olacaklarını, ahiret hayatını, hallerini hiçbir Hıristiyan din adamı izah edemez. Bazı papazlar, Hz.İsa’nın gökte krallık kuracağından bahseder. Halbuki ahiret hayatını, Cenneti ve Cehennemi, en güzel ve en mufassal şekilde izah eden din, İslamiyet’tir.

20- İslamiyet’te her şey açıktır. Diğer dinlerde olduğu gibi (sır) kabul edilen akideler yoktur.

21- İslamiyet, iktisadi bakımdan kapitalist ve komünist düşünceleri reddeder. Fakiri korumuş, zengini de kötülememiştir. Zenginlerin, fakirlere zekat ve sadaka vermesini emretmiştir. Ayrıca dünyadaki çeşitli millet ve ırklara mensup Müslümanları bir araya getirerek Hac gibi, dünyada en mükemmel sosyal nizamı tayin etmiştir.

22- İslamiyet, temizliğe çok önem veren bir dindir. İbadete başlamadan önce, vücut temizliğini emreden yegane din, İslamiyet’tir. Diğer dinlerde böyle bir şey yoktur. İslamiyet’te, ibadetler kısa olduğu için, bunlar günlük hayat üzerinde aksi bir tesir yapmaz.

23- Hıristiyanların hiçbir zaman yapmadığı hilm, yardım ve merhamet gibi iyi huylar, yalnız Müslümanlıkta vardır. [İslamiyet’ten uzak yetişen gençler, beraber yemek yedikleri zaman, Alman usulü olsun, herkes kendi yediğini versin derler.]

24- İslamiyet, fakirlere, kimsesizlere, misafirlere ve hangi dinden olursa olsun, yabancılara yardım etmeyi hatta hayvanlara iyilik etmeyi emreden tek dindir.

25- İslamiyet, ruh ve beden temizliğidir. Bu ikisini eşit tutar. İslamiyet’te, sevgi, güler yüz, tatlı söz, dürüstlük ve iyilik etmek vardır.

26- İslamiyet, insanları, çalışmaya, faydalı şeyleri öğrenmeye, önce kendi aklı ve gayreti ile iş görmeye başladıktan sonra, Allah’tan yardım istemeye davet eder. (Bir saat tefekkür ve faydalı iş görmek, bir sene nafile ibadete eşittir) diyen başka bir din yoktur.

27- İslam, din, ırk farkı gözetmeksizin mutlak adaleti emreder.

Niçin Müslüman oldular?

(Anarşinin ancak İslam ahlakına sahip olmakla önleneceğine inandım. İçkiyi bıraktım, tesettüre girdim ve namaza başladım.) Tina Gfanzil (Alman)

(İslam’da, ırk, renk ve dil farkı gözetilmediğini, herkesin eşit olduğunu, namaz kılarken de rütbe ayrımı yapılmadığını gördüm, Müslüman oldum.) Thomas Clayton (Amerikalı)

(İslam, en iyi şeyleri ihtiva eder. Hiçbir dinde kardeşlik, İslam’daki gibi değildir.) Dr. Rolf Freiherr (Avusturyalı)

(İslam, sevgi, doğruluk, temizlik ve güzel ahlakı emrettiği için Müslüman oldum.) A.Uemura (Japon)

(İslam’ı akla da uygun bulup Müslüman oldum.) Cecilla Cannolly (Avusturyalı)

(İlim Çin’de de olsa alın hadisini okudum. İslam’ın ilme verdiği önemi görünce Müslüman oldum.) Mr. Board (Amerikalı)

(İslam, israf ve cimriliği yasaklayan, maddi- manevi her hususta en güzel kaideleri olan dindir.) Albay Ronald Rockwell (Amerikalı)

(İslam dünya ve ahiret mutluluğunu gösterdiği için Müslüman oldum.) B.Karai (Zengibar)

(Putlara değil de, bir Allah’a ibadet etmeyi, doğruluğu, emanete riayeti, insanların haklarını gözetmeyi emreden İslamiyet’i kabul ettim.) Necaşi (Habeş İmparatoru)

Tufeyl bin Amr, usta bir şairdi. Onun gibi şiirden anlayan pek azdı. Kur'an-ı kerimi okuyunca, onun şiir ve beşeri bir söz değil, ilahi bir kelam olduğunu hemen anlayıp Müslüman oldu.


Kur’an-ı kerimin (Allah kelamı) olduğuna inandım


Sual: Fransız ilim adamı Kaptan Kusto’nun, İslam dinini tercih etmesine sebep olan hadise nedir?
CEVAP
Televizyonda yayınlanan, Yaşayan Deniz programı ile okyanusların sırlarını gözler önüne getiren Kaptan Kusto, İslam dinini tercih etmesine asıl sebep olan olayın, Atlas Okyanusu ile Akdeniz sularının birbirine karışmadığını tespit ettikten sonra, bunun 1400 sene önce Kur'an-ı kerimde beyan buyurulduğunu görmesi olduğunu bildirmiştir.

Kaptan Kusto, özetle diyor ki:


(1962 senesinde Alman ilim adamları, Aden körfezi ile Kızıldeniz’in birleştiği Mendeb boğazında, Kızıldeniz’in suyu ile Hind Okyanusunun suyunun birbirine karışmadığını bildirmişlerdi. Biz de, Atlas Okyanusu ile Akdeniz’in sularının birbirine karışıp, karışmadığını tetkik etmeye başladık. Evvela, Akdeniz’in kendine has sıcaklığı, tuzluluğu ve kesâfeti ile ihtiva ettiği canlıları tespit ettik. Aynı tetkikatı Atlas Okyanusunda tekrarladık. İki su kütlesi binlerce seneden beri Cebelitarık boğazında birleşiyordu. Bu vaziyette, iki su kütlesinin karışması ile tuzluluk, kesâfet gibi unsurların birbirlerine müsavi, hiç olmazsa yakın olması icap ediyordu. Halbuki, her iki denizin en yakın kısımlarında bile deniz suyu kendi hassasını koruyordu. Yani, iki denizin birleşme noktasında bir su perdesi iki deniz suyunun birbirine karışmasına mani oluyordu. Bu hâli anlattığım [İslamiyet'i seçerek müslüman olan] Profesör Maurice Bucaille, bunda şaşılacak bir şey olmadığını, İslam’ın kudsi kitabı Kur’an-ı kerimin bunu açık bir şekilde yazdığını söyledi. Hakikaten bu hâl Kur’an-ı kerimde açıklanıyordu. Bunu öğrenince Kur’an-ı kerimin (Allah kelamı) olduğuna inandım. Hak din olan İslamiyet’i seçtim.)

Karışmayan denizlerle ilgili âyet-i kerime mealleri şöyledir:


(Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerinin ki tuzlu ve acı iki denizin arasına bir engel, aşılamaz bir serhat koyan Odur.) [Furkan 53]

(İki deniz, birbirine bitişik iken, [Rabbinizin koyduğu engel ile] birbirine karışmaz.) [Rahman 19, 20]

(....iki deniz arasına perde koyan...) [Neml 61]

(İki denizden biri tatlıdır, harareti keser, içimi kolaydır. Diğeri de tuzludur, boğazı yakar.) [Fatır 12]


İslam’ı seçmekle çağı seçtim


Sual: Bazıları İslamiyet’in eskiden geçerli olduğunu, şimdi yeni çağlara ayak uyduramayacağını söylüyorlar. İslamiyet, her çağa cevap vermez mi?
CEVAP
İslamiyet’i gönderen, her şeye gücü yeten, her şeyi yoktan yaratan Allahü teâlâdır. Allah için hiç bir zorluk olmaz. Namaz, oruç gibi dinimizin bütün emirleri, zamana göre değişmez. Hiç biri de çağın şartlarına ters düşmez. Çünkü dini gönderen Allahü teâlâ, her asırda neler olacağını bilir. Zaten bilmeyen ilah olamaz.

(İslamiyet her çağa ayak uyduramaz) demek yuvarlak bir sözdür. (İslam’ın şu hükmü, şu asra uymaz) gibi açık bir şey söylemek gerekir. Dinimizde eksik olan bir şey yoktur. Var diyen biri çıkarsa, bu şeyin ne olduğunu açıklaması gerekir. Onların soracakları sorulara âlimlerimiz, asırlar önce cevap vermiştir.

8 Nisan 1983 günü Karyünes Üniversitesinin konferans salonunda bir büyük ilim adamı, bir büyük yazar Roger Garaudy diyor ki:
Evet, bugün ben Müslümanım. Niçin İslam’ı seçtiniz, diyorsunuz, İslam’ı seçmekle çağı seçtim.

70 yaşındaki Roger Garaudy ki, yıllarca Fransa’da komünist sistemin ateşli savunucusu olmuştu. Üniversiteden siyaset kürsülerine kadar Fransızlara ve Batı dünyasına hep Marksizm’i anlatmış, insanların kurtuluşunu yalnız bir sistemde bulmuştu. Çağımızda Fransız komünistlerinin en büyük "Düşünce mimarı" durumunda idi. Nerede komünistlerin düzenlediği bir miting, konferans ve seminer var, orada Garaudy vardı. Katolik ve Hıristiyanlığa karşı, düşüncesiyle, kalemiyle hitabetiyle büyük bir mücadele veriyordu.

Fakat, şimdi o bilim adamı hakikatı anladı. Şöyle diyordu:
(İslam, çağları arkasında sürükleyen bir dindir. Diğer dinler ise, çağların arkasında sürüklendi. Yani, İslam dışındaki bütün dinler zamana uyduruldu. Reform tâbi tutuldu. Mukaddes kitaplar zamana göre tahrif edildi. Kur'an-ı kerim ise, indirildiği günden beri hep zamana hükmetti. O, zamanı değil, zaman onu izledi. Zaman yaşlandıkça o gençleşti. Bu, çağlar üstü bir olaydır. Bugüne kadar, bunca savaşların bıraktığı korkunç, sosyal, siyasi ve ekonomik sarsıntılardan daha büyük bir olaydır. İslam, materyalizme de, pozitivistlerin görüşüne de, egzistansiyalistlere de hakimdir. Fakat bunlardan hiçbiri, İslam’a hakim değildir.

Büyük Peygamberimiz, (Yarın ölecekmiş gibi ahirete, hiç ölmeyecekmiş gibi, dünyaya çalışın) derken, her şeyi anlatmıştır. İslam hem maddeye, hem de manaya hükmetmiştir. Öyle ise, bunların ikisi birbirinden koparılamaz. Nasıl koparılabilir ki, İslam, (İlim Çin’de de olsa gidip bulunuz. İlim ve Fen müminin kaybolmuş malıdır, ara ve bul) diyor. İlmin ve çalışmanın burada sınırı yoktur. İslam, dünyayı saran bu iki olaya sınır koymadığına göre, dünyayı sarsmıştır.

İnsanı, mahlukların efdalı ve en şereflisi olarak bildirirken, onun sömürülemeyeceğini anlatmıştır. İsrafı, gösterişi ve lüksü yasaklayan, kazancı alın terindeki damlacıklarda arayan, biriken sermayeyi fakire ölçülü ve ahlak hükümleri içinde aktaran, faizi, tembelliğe sebep olduğu için yasaklayan ve gayri meşru serveti böylece imha eden bir sistemler manzumesidir.

İslam, halife ile kölenin aynı hakka sahip olmasını mecbur kılmıştır. Deve olayı vardır ki, bu kralların kılıçlarından daha keskin bir olaydır. Hz. Ömer ile kölesi bir şehirden bir şehire giderken deveye sıra ile binerler. Zaman zaman, devenin yularını halife çeker, zaman zaman da köle... İşte adalet ve hukukta İslam’ın devrimidir bu. Marksizm ile kapitalizmin ikisi de, insanı sömüren sistemlerdir. İslam bunlara karşı, insana prestijini iade eden bir semavi dindir.)


Müslümanlık ile Hıristiyanlığın mukayesesi


Sual: Hıristiyanlık Müslümanlıkla mukayese edilirse, birinin diğerinden üstün yönü nelerdir?
CEVAP
Hıristiyanlık o kadar çok değişti ki, dinin hiçbir hükmü kalmadı. Bozdular ve ortadan kaldırdılar. Hiç bozulmayıp orijinali bile olsaydı, Allahü teâlâ tarafından yürürlükten kaldırılmıştı, dolayısıyla İslamiyet ile Hıristiyanlık hiçbir yönden mukayese kabul etmez. Birkaçını bildirelim:

1- Hıristiyanlıkla en küçük bir dernek, bir köy muhtarlığı idare edilemez. Hiçbir idare şekli, yönetim şekli yoktur. Devletin şekli nasıldır? Devletin başkanının vasıfları nelerdir, bunu kimler seçer? Ama İslamiyet’te bunların hepsi detayı ile bildirilmiştir.

2- İslamiyet baştan başa bir hukuk sistemidir. 1960 yılına kadar İsrail bile İslam dininin kanunları olan Mecelleyi tatbik etmiştir. Her olayın cezası bildirilmiştir. Hırsızlık edenin, içki içenin, zina edenin, gaspın, adam öldürmenin insanları yaralamanın, gözünü kulağını çıkarmanın cezaları, hatıra ne geliyorsa hepsinin cezası bildirilmiştir. Hıristiyanlıkta bunların hiçbirisi yoktur.

3- Ceza hukukunda olduğu gibi, diğer hukukta da, mesela miras hukukunda, evlilik hukukunda da her şey inceden inceye detayına kadar bildirilmiştir. Nikah ve boşanma şekilleri, alış veriş bilgileri, kâr oranları, müşteriyi kandırmanın cezası, işçi ve işveren hakları, ana baba evlat hakkı, karı koca ve arkadaş hakkı, komşu hakkı, gayri müslimlerin hatta hayvanların hakları hep bildirilmiştir.

4- Dinin şartları, imanın şartları bildirilmiştir. Namaz nasıl kılınır, oruç nasıl tutulur, namazı neler bozar, orucu neler bozar, hac nasıl yapılır, zekat nasıl ve kimlere verilir. Kimler zekat alabilir, hepsi detaylı olarak bildirilmiştir. Etek tıraşı nasıl olunur, tırnak ve bıyık nasıl kesilir ve ne kadar zamanda bir kesilir. Her şey ayrıntılı olarak bildirilmiştir. Bunların hiçbirisi Hıristiyanlıkta yoktur.

5- Hıristiyanlığın sadece adı kalmıştır hiçbir kaidesi, kanunu yoktur. Hıristiyanlığı bozuk bir din olarak kabul etmek bile yanlıştır. Yanlış da olsa ortada hiçbir kural; hiçbir kanun kalmamıştır. Papazlar tarafından yazılan İncillerde yani Hıristiyanlık konseyinin yüzlerce İncil arasından seçtiği dört İncilde, birbirini tutmayan yanlış, çelişki bir tarafa böyle şeylerden hiç bahsedilmez. Baba tanrı böyle dedi, oğul tanrı şuraya gitti, tanrı, kuzusunu kurban etti, şaraplı ekmek yedi, falanca falancayı öldürdü, falanca zina etti, hepsi böyle şeylerdir, üstelik bunlar da birbirini tutmaz.

Dediğimiz gibi bütün kaideleri kanunları bile olsa yürürlükten kaldırılmıştır. İslamiyet ile Hıristiyanlık mukayese edilemez.

Gayri müslimlerin İslamiyet’i inceleyip Müslüman olduktan sonra neler söylediklerinden yukarıda kısaca bahsettik, yani en tabii mukayeseyi bizzat gayri müslim iken müslüman olanlar yaptı.

Netice:
Kur'an-ı kerimde mealen şöyle buyurulmaktadır:
(Allahü teâlâ, Peygamberini, hidayet ve hak din, İslamiyet ile gönderdi. İslam dinini, diğer dinler üzerine üstün kıldı.) [Muhammed aleyhisselamın hak] Peygamber olduğuna şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28]

(Müşrikler istemese de, İslam dinini diğer bütün dinlerden üstün kılmak için resulü Muhammed aleyhisselamı, [sebeb-i hidayet olan] Kur'an ve İslam dini ile birlikte gönderen Allahü teâlâdır) [Saf 9]



(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]
(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]
(Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [Al-i İmran 85]


Yüklə 484,57 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin