FRANCE-5: "LEYLA ZANA, BİR HALKIN ÜMİDİ (2)"
PARİS, 30/06(BYE)--- France-5 Televizyonu 20 yıldır
Fransa'da yaşayan Kudret Güneş'in Leyla Zana hakkında
hazırladığı bir filmi 7 Mart 2003 tarihinde yayınlamıştır.
Söz konusu filmin çevirisi şöyledir:
--Arşiv filmi--
LEYLA ZANA: Herşeyin bir bedeli var. Biz Kürtler özgür
değiliz, haklara sahip değiliz. Konuştuğumuz ya da birşey
talep ettiğimiz zaman evletin şiddetine maruz kalmamız doğal.
Bedelini ödemeden özgürlüğümüzü kazanamayız. Herşeyin bir
bedeli vardır. Hayvan gibi yaşamaktansa halkım için ölmeyi
tercih ederim. Bir dava için öldüğün zaman ölüm güzel.
--Miting, Diyarbakır, 1992--
LEYLA ZANA: Bizi hiçbir zaman insan gibi görmediler,
bize hala düşman gibi bakıyorlar. Haklarımızı istemek için
ne zaman başkaldırdıysak katledildik. Bugünden itibaren
bunu kabul etmeyeceğiz, artık hiçbir zaman pes etmeyeceğiz.
Kurşunların karşısında başımızı dimdik tutacağız.
BİR KADIN: Leyla Zana'ya herkes inanıyordu. Çünkü Kürt
halkının kızıydı. Onun mücadelesi sayesinde kurtulacağımızı
düşünüyorduk. Onunla kimliğimize ve haklarımıza
kavuşacağımıza inanıyorduk. Bu nedenle onun için herşeye
hazırdık.
(Fotoğraf gösteriyor) Bu Dicle, beş yıl önce savaşa gitti,
şehit oldu. Bu Berivan, altı yıl oldu gideli. Bacağını kaybetti.
Bir kızımı kaybettim, ikinci kızım da sakat kaldı. Pişman
değilim. Maalesef başka çocuğum yok. Başka çocuklarım olsaydı
hepsini savaşa gönderirdim, davamızı ve kimliğimizi savunmaları
için.
KUDRET GÜNEŞ: Leyla, kanların artık hiç akmamasını
istiyordun, Kürt ve Türk anaların artık ağlamamalarını ve
iki halkın dostluk ve eşitlik içinde birbirlerine
yaklaşmalarını istiyordun. Fakat çığlığın ancak şiddette
yanıt buluyordu.
--Arşiv filmi--
KUDRET GÜNEŞ: Söylediğin gibi Leyla, bu gizli savaş
sırasında aramızdan üç milyon kişi evlerinden koparıldılar,
sokaklara atılıp sefalete bırakıldılar. 4.500 köy imha
edildi ve haritadan silindi. 1980'den beri 37 bin kişi bu
kirli savaşta hayatını kaybetti. Yüzlerce aydınımız öldürüldü:
Kürt öğretmen, öğrenci, insan hakları savunucusu, sendikacı,
yazar, gazeteci, işadamı. Leyla, sen onların korkulu rüyası
oldun, sana tuzaklar kurdular ama her defasında tesadüfler
seni kurtardı. Türk polisleri bir gece yarısında dostun insan
hakları savunucusu Vedat Aydın'ın kapısını çaldılar. 9 Temmuz
1991'den üç gün sonra parçalanmış bedeni bir yolun kenarında
bulundu. Yüz binlerce vatandaşımız ona son bir saygı için
toplandılar ve ölüm timleri üzerlerine ateş açmakta tereddüt
etmediler. Yedi gösterici hayatını kaybetti, bunlardan ikisi
çocuktu. Birkaç kişi kayboldu ya da kalabalıkta ezildi.
LEYLA'NIN ERKEK KARDEŞİ: O zamanlar Leyla ölüm timlerinin
hedefiydi. Alnına bir kurşun denk geldi. Bu yaranın uzun süre
izini taşıdı. Bir milimetre yan tarafa isabet etseydi ölmüş
olurdu. O dönemde Leyla'nın öldürüldüğüne dair söylentiler
vardı. 1991'de halk Leyla'yla büyük bir dayanışma içindeydi.
Vedat Aydın'ın simgelediği ulusal hareket halk içinde kendini
bulmuştu. Aydın'ın öldürülmesinden sonra halk Leyla'nın
etrafında toplandı. 100 ila 150 bin Kürt Diyarbakır'da
Leyla'nın etrafında toplandı. 1991'de, Vedat Aydın'ın ölümünden
beş ya da altı ay sonra milletvekili seçimleri oldu. Leyla aday
oldu, halk da destekledi. Bu kampanya sırasında sadece Diyarbakır'ı
değil, diğer Kürt şehirlerini de ziyaret etti: Cizre, Şırnak,
Siirt, Batman, Mardin. Yasak olmasına rağmen sadece Kürtçe
konuşuyordu.
Leyla milletvekili seçildi. Kutlamak için evine gittik.
Basın da oradaydı. Bir gazeteci sordu: "Meclise gittiğin zaman
ne yapacaksın?" Leyla Kürt bayrağı renkleri olan yeşil, kırmızı
ve sarı bir alın bağı gösterdi. Sonra saçına taktı ve şöyle
dedi: "Bir şehidin annesi verdi bana bunu ve Melis'te takacağıma
dair söz verdim ona." Leyla saçında bu saç bağıyla ant içti.
--Meclisten görüntü ve Zana'nın ant içme töreni--
LEYLA ZANA: Kendimi yabancı bir ülkede hissediyorum.
Birçok milletvekili baktığı zaman gerçek bir düşmana bakarcasına
baktı. Her gün, ülkemi nasıl katleder, nasıl imha eder diye...
SEDAT YURTTAŞ (ESKİ KÜRT MİLLETVEKİLİ): Hainlikle
suçlanıyorduk, oysa en başta, daha Türk Meclisi'ne ayak basar
basmaz bölünme istemediğimizi açık bir şekilde açıklamıştık.
Halkların kardeşliği için mücadele ediyorduk ve bunun için
Kürtlerin de haklarını tanımaları gerekiyordu. Bu konuda taviz
vermiyorduk. Kürdistan'da olanları da kınıyorduk: Baskılar,
adaletsizlik, öldürülenler, işkence edilenler, kayıp olanlar,
yok edilen köyler, zorunlu göçler. Bütün bunlara şahittik.
Kürdistan'da adaletin olmasını istiyorduk.
KUDRET GÜNEŞ: Leyla, ne zaman anılarım beni yakalasa,
yüreğim büyük bir üzüntüyle doluyor. Yıl 1993; Uçağımın
camından kucağımda bebeğim ülkemizin dev ormanlarından
yükselen kara dumanı izliyordum. Toprağımız çok değerli doğal
kaynaklara sahip, özellikle de petrol. Türk yetkilileri bunları
sistematik olarak çalıyor ve tarihimizi hiçe sayarak
anıtlarımızı ve müzelerimizi yok ediyorlar. Türk Devleti 13.
yüzyıldan kalan Hasankeyf gibi yerlerimizin yok olmasına neden
olan barajlar inşa ediyor. 1923'te Türk Cumhuriyetinin
kurulmasıyla dilimiz, kültürümüz ve geleneklerimiz yasaklandı.
Leyla, sokakta karşılaştığım bir okul talebesiyle her göz göze
geldiğimde kafamda herşey alt üst oluyor. İlk defa Türk okuluna
ayak bastığım yıl 1962 yılıydı ve diğer öğrenciler saçımı
çektiler, beni dövdüler. O zaman anladım onlar gibi konuşmadığımı
ve benim sözcüklerimi yasaklamak istediklerini, anamın beni
kucağında sallarken mırıldandığı sözcükleri. Uzun zaman tek
kelime konuşmadım. Zamanla onurumu koruyarak ve Kürtlüğümden
gurur duyarak ve içimde bu bin yıllık kültürü içimde taşıyarak
Türkçe'yi öğrenmek zorunda kaldım. Halkımızın binlerce renkli
adetleri ve düğünleri yaşamım boyunca benimle beraberdi, burada
ve başka yerlerde.
KADIN 1: Varki köyünden geliyoruz. Devlet orada evlerimizi
yaktı, erkek, kadın, çocuk demeden öldürdüler, bir yetimi bile
öldürdüler. Gitmek zorunda kaldık, kaçtık ve kaçarken arkamızdan
ateş etmeye devam ediyorlardı. İki şarjör boşalttılar ama
kurtulmayı başardık, Tanrı'ya şükür. Bütün bunları devletin
hainleri yapıyor.
KADIN 2: Köyümüzü yeni terkettik. Çocuğum hasta,
çalışmıyorum, kocam burada değil. Doktora götüremiyorum. Ne
yapayım! Kirayı ve elektriği ödeyemiyorum, ümitsizim. Buraya
büyük şehirlere acı çekmek için geldik. Doktora götüremiyorum.
Birşeyimiz yok.
LEYLA (KÖYDE): Bu bölgenin belki en verimli köyü. Suya,
araziye, herşeye sahip. Bağı bol, pamuk tarlası bol, meyve
ağaçları gördüğünüz gibi alabildiğine bolluk içinde. Bu devlet
bu küçücük yeri bile halka çok görerek buradaki insanları,
kimisini kente, kimisini batı illerine sürükledi.
KADIN (KÜRTÇE): Türk öğretmeni bizi köyümüzden kovdu.
Burada, Tarlabaşı'nda 40 aileyiz. Varki köyünden geliyoruz.
Burada aile babaları seyyar satıcı olarak çalışıyorlar. Fakat
belediye bunu yasaklıyor. Sık sık çalışma malzemelerini
topluyorlar. Burada, İstanbul'da iş bulmak zor, yaşamak zor,
herşeyi ödemek gerekiyor, kirayı, elektriği. Kendi
memleketimizde daha kolaydı ve iyi yaşıyorduk. Burada herşey
yasak, çocuklarımızın bile mendil satması yasak, su da satmak
yasak. Başka ne yapabiliriz ki?
EREN KESKİN (İSTANBUL İNSAN HAKLARI FEDERASYONU BAŞKANI):
Her savaşta olduğu gibi göç oldu. Binlerce insan büyük kentlere
göç etmeye zorlandılar. Ancak bu göç birtakım sorunlar yarattı.
Öncelikle insanlar topraklarını terkettiler. Sonra eğitim,
sağlık, konut, iş ve tabii ki ekonomik sorunlar ortaya çıkıyor.
İş bulamıyorlar. Bu nedenle de çocukların çalışmasında patlama
oluyor.
SEDAT YURTDAŞ: Ben Meclis'te söz almayı seviyordum. Leyla
istemiyordu. Çünkü yemin töreninde kendisine yapılanı
hazmedememişti. Bu milletvekillerinin noter gibi olduklarını,
görevlerini yerine getirmediklerini, robot gibi olduklarını
söylüyordu. O insanları sevmiyordu. Bundan dolayı diplomatik
ilişkilerle ilgileniyordu. Bu dönemde Kürtlerin neler
yaşadıklarını ortaya çıkarmak istiyordu, yabancıların dikkatini
bu soruna çekmek için. Kürt sorununu içte olduğu gibi dışta da
medyatikleştirmek istiyordu. Bunun için mücadele veriyordu.
KUDRET GÜNEŞ: Leyla, Türk yetkililer Kürt sorunundan
dışarıda bahsedilmesini kesinlikle istemiyorlardı. Ama sen
halkının içinde yaşadığı trajediden bütün dünyanın haberdar
olmasını istiyordun. Döndüğün zaman seni tutuklamak ve hapse
atmak için milletvekili unvanını elinden alacaklarını
biliyordun. Ama içindeki adalet aşkı seni Avrupa'ya yönlendirdi.
DERWES FEHRO (BRÜKSEL KÜRT ENSTİTÜSÜ BAŞKANI): 1993'te
Leyla Zana, Ahmet Türk, Şemdin Sakık ve Orhan Duran Paris'e
geldiler. Cumhurbaşkanı François Mitterand'la görüştüler,
sonra da AB Komisyonu Başkanı Jacques Delors'la görüştüler.
Görüşmeler Avrupa politikası ve Türk Devleti üzerinde
yoğunlaşmıştı. Kürt sorununa adil bir çözüm bulmak için.
SORU: Türkiye'ye döndüklerinde milletvekili
dokunulmazlıklarını kaybedeceklerini biliyorlar mıydı?
DERWES FEHRO: Tabii ki biliyorlardı. Önce tutuklanmayı,
sonra da milletvekili dokunulmazlıklarını kaybetmeyi ve uzun
hapis cezalarına çarptırılmayı bekliyorlardı.
--Meclis görüntüleri, dokunulmazlığın kaldırılması--
AVUKAT: Bu milletvekillerinin avukatıyım. Önce, Türk
Devleti için yasak bir örgüt olan PKK hareketine yardım etmekle
suçlandılar. Sonra, 5 Kasım 1991'de Türk baskısı altında yemin
ettiklerini ifade ettiler. Türk yargıçlarına göre, kırmızı, yeşil, sarı
olan Kürdistan'ın renklerini taşıyan saç bantı takmıştı. Bütün bunlar
yüzünden milletvekili dokunulmazlıklarını kaybettiler.
KUDRET GÜNEŞ: 1994, üzücü ve uzun bir yıl. Leyla, onlar
için bir tehdit unsuru olmuştun. Sorunumuzu uluslararasılaştırmak
gerektiğini anlamıştın. İşte o zaman bütün Kürt milletvekillerini
tutuklamak için acele ettiler. Bunu kendi yöntemleriyle halletmek
istediler, sessiz bir şekilde, daha önce yaptıkları gibi ve halen
bugün de yaptıkları gibi. Fakat yalnız değildin. Halkımız, Avrupalı
şahsiyetler davanıza katılmak için seferber oldular ve onlar
sayesinde sen ve milletvekili dostların idam cezasından kurtuldunuz.
DANİEL JACOBY (ULUSLARARASI İNSAN HAKLARI FEDERASYONU
BAŞKANI): Davacı tarafından yapılan suçlamalar daha hafif ve
zayıf olamazdı. Leyla Zana'ya karşı yapılan suçlamalardan bir
tanesi Paris'te Kendal Nezan'la birlikte Kürtlerin durumundan
söz etmek için Cumhurbaşkanlık Sarayı'na Cumhurbaşkanı
Mitterand'ın eşiyle gitmiş olmasıydı. Bu onlara göre, suç
teşkil eden bir unsurdu. Leyla Zana'nın bir dönemde PKK
liderleriyle ilişkide olmuş olması, onlarla karşılaşmış olması
davacının şunu söylemesine yetiyordu: "İşte PKK'nın objektif
bir müttefiki." Bir milletvekilinin, Türk Devleti için özellikle
şiddet alanında sorun teşkil eden kişilerle temasta bulunması
normaldir, hatta bunu yapmak milletvekili olarak görevidir,
suç değildir.
SYLVİE JAN (ULUSLARARASI DEMOKRATİK KADINLAR FEDERASYONU
BAŞKANI): Davanın olacağı gün çok üzücü bir gündü. Ankara'da,
yağmur yağıyordu, puslu bir gündü, hatta karanlıktı ve birden
bire bir ışık anı oldu, Leyla'nın girdiği andı bu. Ben tamamen
şaşkınlık içersindeydim, çok etkilenmiştim ve aynı zamanda da
üstünde dünyadaki kadınların onurunu taşıdığı hissi uyandırmıştı
bende. Çünkü genellikle neredeyse hiç makyaj yapmayan, çok sade
giyinen biriydi. Ama o gün güzelliği had safhadaydı. Makyajlıydı,
çok güzeldi ve ben, o anda, yapacağı şeyin ne kadar güçlü bir
şey olduğunu anladım. Ek bir meydan okuma gibi. Yani hiçbir
şey ona dokunamazdı.
LEYLA ZANA (MAHKEMEDE): Meclise ayak bastığımız günden
bugüne dek savunduğumuz hep kardeşlik, demokrasi ve barıştır.
Akan kardeş kanının durdurulmasıdır. Eğer tüm bunlar suçsa,
evet suç işledik ve bundan sonra da işlemeye devam edeceğiz.
HAKİM: Ceza Kanununun 168 sayılı kanununun 2. maddesi
uyarınca anarşi yaratmaktan ve bölücülükten bazı milletvekilleri
10 yıl hapis cezasına mahkum olmuşlardır. Leyla Zana davasındaki
diğer sanıklar 15 yıl hapis cezasına mahkum olmuşlardır.
DANİÈLE MİTTERAND (LEYLA ZANA'YA YAZDIĞI BİR MEKTUBU
OKUYOR): Sevgili Leyla, çok sevgili Leyla, günler, aylar ve
yıllar geçiyor ve siz hala cezaevindesiniz. Yedi yıldan beri ve
daha nice yıllar boyunca. Halkınızın kendi diliyle, kültürüyle
ve atalardan kalma gelenekleriyle, olduğu gibi tanınmak için
yürüttüğü uzun mücadelesi içinde, bir soluklanma süresince olsun,
Kürt seçmenleriniz tarafından milletvekili seçildiğinizdeki
rahatlama nefesinizi hiçbir zaman unutmayacağım. Cumhurbaşkanı
Turgut Özal'ın barışçı demokratik yakınlaşma konusundaki
çekingen girişimlerini hemen silip süpüren milliyetçi
çılgınlığın derecesini ölçememiştik. Türkler, hukuka karşı
gücün üstünlüğüne halen inanmaya devam ediyorlardı ve eski
yöntemlerine geri dönüyorlardı: Boyun eğen ya da eğmeyen her
şey üzerinde egemen olmak ya da ezmek. Şefkatle sizi yürekten
kucaklıyor ve öpüyorum.
AVUKAT: Leyla Zana'nın sağlığı zayıf. Bir kan sorunu var.
Cezaevine adım attığı andan beri sağlığı daha da kötüye gidiyor.
Çünkü bulunduğu yer ışıktan yoksun. Küçük bir hücrede kalıyor.
Hep şöyle der Leyla Zana: "Sizin gibi olmak isterdim, dışarıda.
Yalınayak koşmak isterdim." Bunları özlüyor. Bir de çocuklarını
özlüyor. Şu anda hücresinin önünde küçük bir bahçe yaptı, iki
çiçeği var. Çiçeklerinden birine oğlunun adını koydu; Ronay.
Ötekine de kızının adını; Rukiyen. Onlarla konuşuyor.
Çiçeklerinde çocuklarını görüyor, onlarla saatlerce konuşuyor.
KUDRET GÜNEŞ: Leyla, Danièle Mittérand'a yazdığın bir
mektupta şöyle diyordun: "Bahardan sonra yaz geldi, bir
zindanın dibinde gölgede geçireceğim bir mevsim daha geldi.
Gökyüzünü göremiyorum, büyük bulutlarla dolu olmalı. Çarpan
yağmuru duyuyorum. Son zamanlarda hayallere daha sık
bırakıyorum kendimi. Bazen Kürdistan'ın dağlarındayım, kuş
kadar özgür. Bazen de Diyarbakır'da halkımın arasında,
şefkati ve sıcaklığı arasında. Müzisyen ya da ressam olmak
istedim bir senfoni yazmak için ya da çocukluğum ve
gençliğimin geçtiği köyümde açan baharın resmini yapmak için.
Her yıl Nisan ve Mayıs aylarında beni serbest bıraksalar,
bir çeşit sezonluk tatil, zulme ara verilmesi gibi birkaç
yıllık hapsi çekebilirim neredeyse.
MEHDİ ZANA: Emperyalizm Kürdistan'ı dört parçaya böldüğü
gibi ailemiz de üçe bölünmüş durumda. Çocuklarım, kızım ve
oğlum Paris'te yaşıyorlar, Leyla Ankara'da cezaevinde ve ben
Stockholm'de sürgündeyim. Burada oturuyorum.
EREN KESKİN: Leyla istese şu anda serbest bırakılabilir,
sağlık sorunlarından dolayı. Türkiye'de bundan faydalanabilecek
birçok tutuklu var. Leyla bunu kullanmak istemedi. Çünkü
hükümetin Türkiye'de demokratik bir havanın estiğini
söyleyebilmek için serbest bırakılmasından yararlanmasını
istemiyor. Leyla tuzağa düşmedi. Leyla'nın tutumunu çok doğru
ve olumlu buluyorum. Mücadelesine cezaevinin içinden devam
etmeyi tercih etti.
KUDRET GÜNEŞ: Leyla, Kasım 1995'te Avrupa Parlamentosu
sana Sakarov ödülü verdi. Bu ödül her yıl düşünce hakkı ve
özgürlüğü savunan kişilere verilir.
--Strasbourg, 9 Kasım 1995--
BAŞKAN: Sakarov ödülünü kendi ellerine verebilmek için
Leyla Zana'nın aramızda olmasını isterdim.
KUDRET GÜNEŞ: Aynı ay Türk Yargıtayı 15 yıllık hapis
cezanı onayladı ve ödül eşin Mehdi Zana'ya teslim edildi.
ALİNE PAİLLET (ESKİ AVRUPA MİLLETVEKİLİ): Leyla Zana'ya
Sakarov ödülünün verilmesinin sebebi bence AP'nin, bütün
Avrupalı angajmanlarımıza karşı, bir halka ve bir düşünceye
karşı işlenen suçun farkında olmasıydı. Bu kişiler insan
hakları militanları olmaktan, halklarının davaları için veya
demokrasi için mücadele eden militanlar olmaktan öteye
gidiyorlar. Bu insanlar öyle bir karizmaya, bir siyasi ve
demokratik değere sahipler ki yöneticiler bunları
hapsediyorlar; Başkaları serbest bırakılıp Leyla Zana'nın
halen içerde tutulması boşuna değil: Bu kadın bugün dünyada
hiçbir siyaset adamının artık sahip olmadığı bir çapa ve bir
karizmaya sahip. Hepsi çok acınacak durumdalar. Bir
Mandela'nın, bir Louise Michel'in çapına sahip ve çıkmasına
izin verilirse bütün diğerlerinin siyasi korkaklığı için bir
tehlike oluşturur.
KUDRET GÜNEŞ: Paris'te beni takip etmiş ve halen takip
eden siyah kıyafetli ve gözleri kanlanmış adamı her zaman
hatırlayacağım. Filmim hakkındaki belgeleri Diyarbakır'ın
umumi tuvaletlerinde yok ettiğim için titreyen ellerimi
görüyorum hala. Heyşey eskisi gibi Leyla, ülkemizde hiç bir
şey değişmedi. Lideri Öcalan'ın Şubat 1999'da tutuklanmasından
sonra PKK silahları bıraktıysa da işkenceler ve kayıplar
1923'ten beri sıkıyönetim altındaki Kürdistan'da devam ediyor.
Köyümüzün etrafı mayın kaynıyor. Çocuklar bu mayınlarla
oynuyorlar ve ölüyorlar. Leyla, Avrupa Mahkemesi size verdiği
zararlar için Türkiye'yi Temmuz 2001'de mahkum etmesine
rağmen sen ve üç milletvekili dostun hala hapistesiniz.
Türkiye, İran, Irak ve Suriye arasında parçalanmış olan 30
milyondan fazla Kürt, hakları olan toprakların arayışı içinde
savruluyorlar.
Dostları ilə paylaş: |