"Notun parçası, Efendim. Tam değil. Her zamanki imha kapsülü bağlanmış minimik tel üzerindeydi. Tamamı silinmeden hemen önce asit etkimesini durdurduk, yalnızca bir parça kaldı. Yine de bu parça fazlasıyla anlamlı." "Evet?"
Havvat dudaklarını ovuşturdu. "Diyor ki: '...eto asla şüphelenmeyecek ve bu bela başına çok sevdiği birinin eliyle açıldığında, tek başına bu bile onu yıkmaya yetecektir.' Not Baron'un kendi mührünün altındaydı ve ben mührün sahte olmadığını belirledim."
"Neden şüphelendiğin açık," dedi Dük. Sesi aniden do-
nuklaşmıştı.
"Sizi incitmektense kollarımı keserim," dedi Havvat.
"Efendim, amaya..."
"Leydi Jessica," dedi Leto ve bir kızgınlığın içini yakmaya başladığını hissetti. "Bu Pardee'den gerçekleri söküp alamadınız mı?"
"Maalesef, kuryeyi yakaladığımızda Pardee artık yaşayanların arasında değildi. Eminim, kurye ne taşıdığını bilmiyordu."
"Anlıyorum."
Leto başını iki yana sallarken düşündü: Ne pis bir iş bu. Bunun altında hiçbir şey olamaz. Ben kadınımı tanırım.
"Efendim, eğer..."
"Hayır!" diye bağırdı Dük. "Bunda bir hata var..."
139
138
"Bunu göz ardı edemeyiz, Efendim."
"Onaltı yıldır benimle birlikte o! Sayısız fırsatı oldu... Okulu ve kadını sen kendin soruşturmuşum!"
Havvat acı bir ses tonuyla konuştu: "Kaçırdığım şeyler olduğu bilinmekte."
"Bu olanaksız, sana söylüyorum! Harkonnenler, Atreides soyunu yok etmek istiyorlar, Paul de dahil. Bir kez denediler bile. Bir kadın kendi oğluna karşı suikast düzenleyebilir mi?"
"Belki o, oğluna karşı suikast düzenlemiyor. Dünkü girişim zekice bir hile olabilir."
"Bir hile olamaz."
"Efendimiz, anne babasını tanımıyor olması gerekiyor, ama ya tanıyorsa? Ya o bir yetimse, mesela bir Atreides tarafından yetim bırakıldıysa?"
"Çok önce harekete geçebilirdi, içkimde bir zehir... geceleyin küçük bir hançer. Kimin eline daha iyi fırsat geçti?"
"Harkonnenler sizi yok etmek istiyorlar, Efendim. Amaçları yalnızca öldürmek değil. Kanlıda birçok nüans vardır. Kan davaları arasında bu bir sanat eseri olabilir."
Dük'ün omuzları çöktü. Gözlerini kapadı, yaşlı ve yorgun görünüyordu. O olamaz, diye düşündü. O kadın bana kalbini açtı
"Beni yok etmek için, sevdiğim kadınla ilgili içime şüphe tohumları atmaktan daha iyi bir yol olabilir mi?"
"Hesaba katmış olduğum bir yorum," dedi Havvat. "Yine de..."
Dük gözlerini açarak Hawat'a dikti: Bırak şüphelensin. Şüphelenmek onun işi, benim değil. Belki de buna inanmış görüniirsem, bu başka bir adamın dikkatsiz davranmasını sağlar.
"Ne öneriyorsun?" diye fısıldadı Dük.
"Şu an için sürekli gözetim, Efendim. Her an gözlenmeli. Göze batmayacak bir şekilde yapılmasını sağlayacağım. Bu iş için Idaho ideal bir seçim olur. Belki bir iki hafta içinde onu
geri getirebiliriz. Idaho'nun birliğinde eğitmekte olduğumuz genç bir adam, onun yerine Fremenlere göndermek için ideal. Diplomasiye doğuştan yeteneği var."
"Bizi Fremenlere götüren basamağı tehlikeye atma."
"Elbette, Efendimiz."
"Peki ya Paul?"
"Herhalde Dr. Yueh'yi uyarabiliriz."
Leto, Havvat'a sırtını döndü. "Bunu sana bırakıyorum."
"Takdir hakkımı kullanacağım, Efendim."
En azından buna güvenebilirim diye düşünen Leto şöyle dedi: "Biraz dolaşacağım. Bana ihtiyacın olursa buralardayım.
Muhafızlar..."
"Efendim, gitmeden önce okumanız gereken bir telklip var. Bu, Fremenlerin dini üzerine bir ilk tahmin analizi. Bu konuda bir rapor istemiştiniz hatırlarsanız."
Dük durakladı, arkasını dönmeden konuştu. "Bekleyemez
mi?"
"Tabii, Efendim. Ancak, ne diye bağırdıklarını sormuştunuz. "Mehdi!" diye bağırıyorlardı. Bu terimi genç efendi için kullanıyorlardı. Onlar..."
"Paul için mi?"
"Evet, Efendim. Burada bir efsane var; bir Bene Gesse-rit'in çocuğunun, bir liderin gelip onları gerçek özgürlüğe götüreceğine dair bir kehanet. O bildik mesih seyrini izliyor."
"Paul'ün bu şey olduğunu mu düşünüyorlar...bu..."
"Yalnızca umut ediyorlar, Efendim." Havvat bir telklip kapsülünü uzattı.
Dük alıp cebine koydu. "Sonra bakarım."
"Elbette, Efendim."
"Şimdi zamana ihtiyacım var...düşünmek için."
"Peki, Efendim."
Dük, iç geçirerek derin bir nefes aldı, uzun adımlarla kapıdan çıktı. Holde sağa döndü, elleri arkasında, nerede olduğuna pek dikkat etmeden yürümeye başladı. Koridorlar ve basamaklar ve balkonlar ve holler.. .yana çekilip onu selamlayanlar.
141
140
Toplantı odasına geri döndüğü zaman, odanın karanlık olduğunu; ve Paul'ün, üzerine bir muhafızın cüppesi atılımı halde, kafasının altında bir torbayla masada uyuduğunu gördüj Dük, sessizce odanın öbür ucuna yürüyüp iniş alanına ba balkona çıktı. Balkonun köşesinde duran bir muhafız, alandan! hafifçe yansıyan ışıkta Dük'ü tanıdı, hazır ola geçti.
"Rahat," diye mırıldandı Dük. Balkon demirinin soğu metaline dayandı.
Çöl havzasına şafak öncesi sessizliği çökmüştü. YukanJ baktı. Kafasının tam üstünde, yıldızlar, lacivertin üstüne atılmış payetli bir şal gibiydi. Güney ufkunun hemen üstünde,! ince bir toz bulutunun arasından gecenin ikinci ayı görünüyor-] du, ona alaycı bir ışıkla bakan inanmaz bir ay.
Ay, Kalkan Duvan'nın sarp kayalıklarının altına, onları] adeta buzla kaplayarak gömülürken, onu seyreden Dük'ü, karanlığın ani yoğunluğunda bir ürperti sardı. Titredi.
İçini bir kızgınlık kapladı.
Harkonnenler beni son kez engelledi ve izledi ve avladı, l diye düşündü. Köylü kurnazı gübre yığınları! İşte kararımı veriyorum! Ve hafif üzüntülü bir şekilde düşündü: Göz ve pençeyle yönetmeliyim...tıpkı başka kuşların arasındaki atmaca gibi. Eli, bilinçsizce, ceketinin üzerindeki atmaca amblemine gitti.
Doğuya doğru gece, parlak gri bir demete, sonra da yıldızları sönük bırakan bir deniz kabuğu yanar dönerliğine dönüştü. Kırık bir ufka karşı söken şafağın uzun ve ağır hareketi başladı.
Öylesine güzel bir sahneydi ki, Dük'ün bütün dikkatini üstünde topladı.
Bazı şeyler benzersiz oluyor, diye düşündü.
Burada, bu paramparça kırmızı ufuk ile mor ve pas rengi kayalıklar kadar güzel bir şey olabileceğini asla hayal etmemişti. Gecenin belli belirsiz çiyinin, Arrakis'in aceleci tohumlarına yaşam verdiği iniş alanının ötesinde, büyük kırmızı-çiçek gölcükleri ve bunların içinden geçen, dev ayak izlerini
andıran düzenli menekşe adımlarını gördü.
"Güzel bir sabah, Efendimiz," dedi muhafız.
"Evet, öyle."
Dük başıyla onaylarken düşündü: Belki bu gezegen kendini yavaş yavaş sevdirir. Belki oğlum için iyi bir vatan olur.
Ardından, çiçek tarlalarına girip tırpan benzeri acayip aygıtlarla onları süpüren insan figürlerini, çiy toplayıcılarını gördü. Su burada öyle değerliydi ki, çiyin bile toplanması
gerekiyordu.
Ürkütücü bir yer de olabilir, diye düşündü Dük.
"Babanın insan, etiyle kanıyla insan olduğunu keşfettiğin andan daha korkunç bir aydınlanma anı muhtemelen yoktur. "
- Prenses Irulan'ın yazdığı "Muad'Dib'in Toplu Vecizeleri"nden
"Paul, iğrenç bir şey yapıyorum ama buna mecburum," dedi Dük. Toplantı odasına kahvaltı için getirilmiş olan portatif zehirkokların yanında duruyordu. Nesnenin algılayıcı kolları, Paul'e yeni ölmüş tuhaf bir böceği hatırlatacak şekilde gevşekçe masanın üstüne sarkmıştı.
Dük'ün dikkati pencereden görülen iniş alanına ve gökyüzüne doğru yükselen toz bulutuna yöneldi.
Paul'ün önünde duran göstericinin içinde, Fremenlerin dinsel uygulamaları üzerine kısa bir telklip vardı.
Klip, Hawat'ın uzmanlarından biri tarafından derlenmişti ve Paul kendisine yapılan göndermelerden rahatsız olduğunu fark etti.
143
142
"Mehdi!"
"Lisan-ül-Gayb! "
Gözlerini kapattı ve kalabalığın bağırışlarını hatırladı. Demek umut ettikleri bu, diye düşündü. Ve yaşlı Başrahibe'nin söylediğini hatırladı: Kuisatz Haderah. Hatırladıkları, bu acayip dünyaya karşı duyduğu ve anlayamadığı yakınlık hissini gölgeleyerek korkunç amaçla ilgili duygularını etkiledi.
"İğrenç bir şey," dedi Dük.
"Ne demek istiyorsunuz, efendim?"
Leto döndü, oğluna baktı. "Harkonnenler, annenden şüphelenmemi sağlayarak beni kandırmayı düşündüler. Ondan şüphelenmektense kendimden şüpheleneceğimi bilmiyorlar."
"Anlamadım, efendim."
Leto, tekrar pencereden dışarı baktı. Beyaz güneş, turunun sabah çeyreğini tamamlamak üzereydi. Sütbeyaz ışık, Kalkan Duvarı'nı aşarak kör kanyonların içine yayılan toz bulutlarını ortaya çıkarıyordu.
Kızgınlığını frenlemek için alçak bir sesle yavaş yavaş konuşan Dük, Paul'e gizemli notu açıkladı.
"Aynı şekilde benden de şüphelenebilirdin," dedi Paul.
"Başardıklarını düşünmeliler," dedi Dük. "Bu kadar aptal olduğumu sanmalılar. Gerçek gibi görünmeli. Annen bile bu hileyi bilmemeli."
"Ama, efendim! Neden?"
"Annenin tepkisi rol icabı olmamalı. Ha, üstün bir rol yeteneği vardır...ama çok fazla şey buna bağlı. Bir haini deliğinden çıkarmayı umuyorum. Tamamen aldatılmış gibi görünmeliyim. Bu şekilde incitilmeli ki daha fazla incinerek acı çekmesin."
"Neden bana söyledin, baba? Belki ben belli ederim."
"Bununla ilgili olarak seni gözlemeyecekler," dedi Dük. "Bu sırrı koruyacaksın. Buna mecbursun." Pencerelere doğru yürüdü, arkasını dönmeden konuştu. "Bu durumda, eğer bana bir şey olursa ona gerçeği sen söyleyebilirsin: ondan asla şüphelenmedim, bir an bile. Onun bunu bilmesini istiyorum."
Paul, babasının sözlerindeki ölüm düşüncesini fark ederek hızlı hızlı konuştu: "Size hiçbir şey olmayacak, efendim. Bu..."
"Uzatma, oğlum."
Paul gözlerini babasının sırtına dikti; boynunun duruşunda, omuz hatlarında ve yavaş hareketlerde bitkinlik gördü. "Sadece yorgunsun, baba."
"Yorgunum," diye onayladı Dük. "Manevi olarak yorgunum. Büyük Evler'in kederli yozlaşması sonunda belki bana da bulaştı. Bir zamanlar ne güçlü bir halktık."
Paul ani bir kızgınlıkla konuştu: "Bizim Evimiz yozlaş-madı!"
"Yozlaşmadı mı?"
Dük yüzünü oğluna dönünce, acımasız gözlerinin altında mor halkalar ve ağzında alaycı bir kıvrım göründü. "Annenle evlenmeli ve onu Düşes'im yapmalıydım. Ama...bekar olduğum için, bazı Evler benimle, evlilik çağındaki kızları yoluyla ittifak kurabileceklerini umuyor." Omuz silkti. "Dolayısıyla ben..."
"Annem bunu bana açıklamıştı."
"Hiçbir şey bir lidere şov havasından daha fazla bağlılık kazandırmaz," dedi Dük. "Ben bu yüzden bir şov havası oluşturuyorum."
"İyi bir lidersin," diye karşı çıktı Paul. "İyi bir yöneticisin. Adamların seni isteyerek izliyor ve seviyorlar."
"Propaganda birliğim en iyilerinden biridir," dedi Dük. Tekrar döndü ve gözlerini havzaya dikti. "Bizim için burada, Arrakis'te, İmparatorluk'un tahmin edebileceğinden çok daha fazla olanak var. Yine de bazen kaçsaydık, kaçak olsaydık daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Bazen adımızı gizleyip halkın arasına karışabilmemizi istiyorum, böylece daha az..." "Baba!"
"Evet, gerçekten yorgunum," dedi Dük. "Bahar tortusunu hammadde olarak kullanıyor olduğumuzu ve tel ana maddesi imal etmek için kendi fabrikamız olduğunu biliyor muydun?"
145
144
"Efendim?"
"Tel ana maddemizin bitmemesi gerekiyor," dedi Dük. "Yoksa, köylere ve kentlere nasıl bilgi akışı sağlayabiliriz, insanlar onları ne kadar iyi yönettiğimi öğrenmeli. Onlara söylemezsek nasıl bilebilirler?"
"Biraz dinlenmelisin," dedi Paul.
Dük, tekrar oğluna döndü. "Az kalsın söylemeyi unutuyordum, Arrakis'in başka bir avantajı daha var. Burada her şeyde bahar var. Hemen hemen her şeyin içinde soluyor ve yiyorsun. Ve bunun, Suikastçinin Elkitabı'ndaki en yaygın zehirlerden bazılarına karşı kesin bir doğal bağışıklık sağladığını öğrendim. Ayrıca her damla suyun korunması ihtiyacı, gıda üretiminin tamamının; maya kültürü, ilaçlı suda bitki yetiştirme yöntemi, kimyasal vitamin dahil, her şeyin en sıkı gözetim altında tutulmasına neden oluyor. Nüfusumuzdan büyük grup-ları zehirle öldüremeyiz ve bize de bu şekilde saldırılamaz. Arrakis bizi doğru ve iyi ahlaklı yapıyor."
Paul konuşmaya başladı ama Dük onun sözünü kesti: "Bunları birisine söylemem gerekiyordu, oğlum." iç geçirdi, çiy toplayıcıları tarafından ezilen, sabah güneşinin altında solan çiçeklerin yok olduğu kuru topraklara şöyle bir baktı.
"Caladan'ı deniz ve hava gücüyle yönetiyorduk," dedi Dük. "Burada, çöl gücünü bulup çıkarmalıyız. Bu sana kalacak olan miras, Paul. Eğer bana bir şey olursa, başınıza ne gelecek? Bir kaçak Ev değil bir gerilla Ev olacaksınız...kaçan, avlanan."
Paul söyleyecek bir şeyler aradı ama bulamadı. Babasını hiç bu kadar karamsar görmemişti.
"Arrakis'i zaptetmek için," dedi Dük, "insan, öz saygısına mal olabilecek kararlarla karşı karşıya kalabilir." Pencereyi, iniş alanının kenarındaki bir bayrak direğinde gevşekçe asılı duran siyah yeşil Atreides sancağını gösterdi. "Bu onurlu sancak birçok kötü şeyi ifade etmeye başlayabilir."
Boğazı kuruyan Paul yutkundu. Babasının sözleri, çocuğu göğsünde bir boşluk duygusuyla başbaşa bırakan bir yararsızlık, bir kadercilik taşıyordu.
Dük, cebinden yorgunluğa karşı bir hap çıkarıp su içmeden yuttu. "Güç ve korku," dedi. "Devlet yönetiminin araçları. Senin gerilla eğitimine ağırlık verilmesini emretmeliyim. Şu telklip...sana 'Mehdi'...'Lisan-ül-Gayb' diye sesleniyorlar... son çare olarak, bundan yararlanabilirsin."
Paul gözlerini babasına dikti, hap işe yaradıkça dikleşen omuzlarını gördü; ama korku ve kuşku dolu sözlerini hatırladı.
"Şu ekolojist niye gelmedi?" diye mırıldandı Dük. "Thufır'e, onu erkenden burada istediğimi söylemiştim."
Babam imparator Padişah, bir gün elimden tuttu; ve ben, annemin öğrettiği yöntemlerle onun bir şeyden rahatsız olduğunu hissettim Beni, Dük Leto Atreides 'in, Portreler Salonu 'nda duran ego-benzeşımine götürdü Babamla portredeki adam arasındaki güçlü benzerlik dikkatimi çekti Her ikisinin de, keskin hatları olan ince ve zarif yüzlerine, soğuk gözlen hakimdi "Prenses kızım, " dedi babam, "bit adamın bir kadın seçme vakti geldiğinde keşke daha büyük olsaydın " O zaman babam 61 yaşındaydı ve portredeki adamdan daha yaşlı görünmüyordu, ve ben sadece 14 yaşındaydım, yine de o anda şu sonucu çıkardığımı hatırlıyorum babam, gizli gizli, Dük 'un kendi oğlu olmasını istiyor ve onları birbirine düşman eden politik gerekliliklerden nefret ediyordu
- Prenses Irulan'ın yazdığı "Babamın Evinde"
ihanet etmesi emredilen insanlarla ilk karşılaşması Dr. Kynes'ı sarstı. Efsaneleri, yalnızca kültürel kökenleri gösteren
147
146
ilginç ipuçları olarak gören bir bilim adamı olduğu için kendisiyle gurur duyardı. Ama çocuk, antik kehanete o kadar uyuyordu ki..."Sorgulayan gözleri" ve tavrında "çekingen bir açıksözlülük" vardı.
Tabii ki kehanet belli toleranslar bırakmıştı; Ana Tanrı-ça'nın Mesih'i yanında getirmesi ya da O'nu orada doğurması gibi. Yine de, kehanet ve kişiler arasında o garip benzerlik vardı.
Öğlene doğru Arrakeen iniş alanının idari binasının dışında buluştular. Yakına konmuş rölantide duran işaretsiz bir orni-topter, uyuklayan bir böcek gibi hafifçe vızıldıyordu. Aracın yanında, çıplak kılıcı ve çevresindeki kalkanın belli belirsiz hava titreşimiyle bir Atreides muhafızı duruyordu.
Kynes kalkanın oluşturduğu görüntüyle dalga geçerek düşündü: Arrakis 'in onlara bir sürprizi var!
Gezegenbilimci elini kaldırarak Fremen muhafızına geride kalmasını işaret etti. Binanın girişine, plastik kaplı kayanın içindeki karanlık deliğe doğru yürüdü. Ne kadar korunmasız şu dev bina, diye düşündü. Bir mağara bundan çok daha uygundur.
Girişteki hareket dikkatini çekti. Cüppesini ve damıtıcı giysisinin sol omzunu düzeltmek için durdu.
- Giriş kapısı ardına kadar açıldı. Atreides muhafızları hızla çıktılar, hepsi ağır silahlıydı: düşük hızlı bayıltıcılar, kılıçlar ve kalkanlar. Onların arkasından uzun boylu, atmaca suratlı, teni ve saçları koyu renk bir adam geliyordu. Göğsünde Atreides sorgucu olan bir cüppe giymişti; ve giyiş tarzı, giysiye olan yabancılığını ele veriyordu. Cüppe, bir tarafından, damıtıcı giysinin bacaklarına dolanıyordu. Adımlara uygun, serbest bir salınım ritminden yoksundu.
Adamın yanında, aynı koyu renk saçlara sahip ama daha yuvarlak yüzlü bir genç yürüyordu. Kynes'ın, on beş yaşında olduğunu bildiği genç, yaşına göre küçük görünüyordu. Ama sanki etrafta başkalarına görünmez olan şeyleri görüyor ve biliyormuş gibi, genç bedeninde bir emretme yeteneği ve
dengeli bir özgüven taşıyordu. Ve babasıyla aynı tarz bir cüppe giymişti ama insana sanki her zaman bu tür kıyafetler giyiyor olduğunu düşündürten gündelik bir rahatlıkla..
"Mehdi başkalarının göremediği şeylerin farkında olacak, " diye devam ediyordu kehanet.
Kynes, başını iki yana sallayarak kendi kendine şöyle dedi: Onlar yalnızca insan.
İkisiyle birlikte, onlar gibi çöl için giyinmiş, Kynes'ın tanıdığı başka bir adam geldi: Gurney Halleck. Kynes, Dük'e ve dukalık varisine nasıl davranacağı üzerine ona bir brifing veren Halleck'e karşı duyduğu kızgınlığı bastırmak için derin bir nefes aldı.
"Dük 'e, 'Efendim' ya da 'Efendimiz' diyebilirsin. 'Asildo-ğan' da doğrudur ama çoğunlukla daha resmi durumlara saklanır. Oğluna, 'genç Efendi' ya da 'Efendim,' diye hitap edilebilir. Dük, çok hoşgörülü bir adamdır ama laubaliliğe pek tahammülü yoktur."
Ve Kynes grubun yaklaşmasını izlerken düşündü: Çok yakında Arrakis 'te kimin efendi olduğunu öğrenecekler Gece yarılarına kadar şu Mentat tarafından sorguya çekilmemi emrederler, öyle mi? Benden onlara bahar madenciliği teftişinde rehberlik etmemi bekliyorlar, ha?
Havvat'ın sorularının önemi Kynes'ın gözünden kaçmamıştı. İmparatorluk üslerini istiyorlardı. Ve üsleri Idaho'dan öğrendikleri açıktı.
Stilgar 'a, Idaho 'nün kafasını Dük 'e göndermesini söyleyeceğim, dedi Kynes kendi kendine.
Dukalık grubu artık birkaç adım ötedeydi, çöl botlarının içindeki ayakları kumu çatır çutur eziyordu.
Kynes eğilerek selam verdi. "Efendim, Dük."
Leto, ornitopterin yanında tek başına duran adama yaklaşırken, onu incelemişti: uzun boylu, ince; bol cüppesi, damıtıcı giysisi ve kısa botlarıyla çöle uygun giyinmiş. Adamın kapüşonu arkaya atılmıştı; peçesi, uzun kumral saçlarını ve seyrek sakalını açıkta bırakarak bir taraftan sallanıyordu. Kalın
148
149
kaşlarının altındaki gözleri dipsiz bucaksız bir mavinin içinde maviydi. Koyu renk boya artıkları göz çukurlarına bulaşmıştı.
"Siz ekolojistsiniz," dedi Dük.
"Biz burada eski unvanı tercih ederiz, Efendim," dedi Kynes. "Gezegenbilimci."
"Nasıl isterseniz," dedi Dük. Paul'e şöyle bir baktı. "Oğlum, bu Değişim Yargıcı, anlaşmazlık hakemi, biz bu toprakların üzerindeki gücü üstlenirken kurallara uyulup uyulmadığına bakmak için burada olan kişi." Gözucuyla Kynes'a baktı. "Ve bu da oğlum."
"Efendim," dedi Kynes.
"Fremen misiniz?" diye sordu Paul.
Kynes gülümsedi. "Hem siyeçte hem de köyde kabul görürüm, genç Efendi. Ama ben Majesteleri'nin hizmetindeyim, imparatorluk Gezegenbilimcisi'yim."
Adamın güçlü havasından etkilenen Paul başıyla onayladı. Halleck, Paul'e idari binanın yüksek bir penceresinden Kynes'ı göstermişti: "Fremen korumalarla birlikte duran adam...şu anda ornitoptere doğru ilerleyen."
Paul Kynes'ı dürbünle kısaca incelerken düz, çizgi gibi olan ağzını ve geniş alnını fark etmişti. Halleck, Paul'ün kulağına şöyle demişti: "Garip bir tip. Kesin bir konuşma tarzı var; keskin, sınırları belirli, ustura gibi."
Ve arkalarındaki Dük, "Bilimadamı tipi," demişti.
Şimdi Paul, adamdan yalnızca birkaç adım ötede, sanki soylu kandanmış ve emretmek için doğmuş gibi görünen Kynes'm gücünü, kişiliğinin etkisini algıladı.
"Damıtıcı giysilerimiz ve bu cüppeler için, sanırım size teşekkür etmemiz gerekiyor," dedi Dük.
"Umarım uymuştur, Efendim," dedi Kynes. "Giysiler Fremen yapımı ve adamınız Halleck'in verdiği ölçülere olabildiğince yakın."
"Bu giysileri giymediğimiz sürece bizi çöle götüremeye-ceğinizi söylemeniz beni kaygılandırdı," dedi Dük. "Bol miktarda su taşıyabiliriz. Dışarıda uzun süre kalmayı planlamıyo-
ruz ve hava korumamız olacak; şu anda başınızın üstünde gördüğünüz eskortlar. Büyük olasılıkla inmek zorunda kalmayacağız."
Kynes gözlerini Dük'e dikti, su dolu bedeni gördü. Soğuk bir sesle konuştu: "Arrakis'te asla olasılıklardan bahsedemezsin. Yalnızca olanaklardan söz edersin."
Halleck kaskatı kesildi. "Dük'e, Efendim ya da Efendimiz diye hitap edilmeli!"
Leto, durması için Halleck'e aralarındaki özel el işaretini yaptı: "Bizim adetlerimiz burada yeni, Gurney. Tolerans göstermeliyiz."
"Nasıl isterseniz, Efendimiz."
"Size borçluyuz, Dr. Kynes," dedi Leto. "Bu giysiler ve bizim rahatımızla ilgilenmeniz unutulmayacaktır."
Paul birden aklına gelen, O.K. İncili'nden bir cümleyi söyledi: " 'Hediye, bahşedenin lütfudur.' "
Sözcükler sessiz havada çın çın çınladı. Kynes'in idari binanın gölgesinde bıraktığı Fremen korumalar diz çökmüş dinlenirken sıçrayıp kalktılar ve heyecanla mırıldandılar. Bir tâ..^; haykırdı: "Lisan-ül-Gayb!"
Kynes hızla döndü, eliyle "kesin şunu" der gibi sert bir işaret yaptı ve muhafızları uzaklaştırdı. Muhafızlar aralarında söylenerek gerilediler ve binanın çevresine dağıldılar. "Çok ilginç," dedi Leto.
Kynes, Dük'le Paul'e sert bir bakış fırlatarak konuştu: "Buradaki çöl yerlilerinin çoğunun bir yığın batıl inancı var. Onlara aldırmayın. Hiçbir kötü niyetleri yok." Ancak efsanenin söylediklerini düşündü: "Sizi, Kutsal Sözler'le karşılayacaklar ve hediyeleriniz bir lütuf olacak. "
Leto'nun, Kynes hakkındaki, kısmen Havvat'ın (tedbirli ve şüphe dolu) kısa, sözlü raporuna dayanan değerlendirmesi, birdenbire şekillendi: bu adam Fremendi. Kynes, Fremen korumalarla gelmişti, bu da açıkça Fremenlerin şehirlere girmek için elde ettikleri yeni özgürlüklerini sınadıkları anlamına gelebilirdi; ama bir şeref kıtası gibi görünüyorlardı. Ve tavır-
151
150
larından anlaşıldığı kadarıyla, Kynes, gururlu ve özgürlüğüne düşkün bir adamdı, dilini ve tavrını yalnızca kendi şüphelen kontrol ediyordu. Paul'ün sorusu dolaysız ve yerindeydi.
Kynes, bir yerli olmuştu.
"Gitmemiz gerekmiyor mu, Efendimiz?" diye sordu| Halleck.
Dük başıyla onayladı. "Kendi topterimi kullanacağım. Kynes, yol göstermek için önde benimle oturabilir. Sen ve Paul arka koltuklara geçin."
"Bir saniye lütfen," dedi Kynes. "izninizle, Efendimiz, giy- j silerinizin güvenliğini kontrol etmeliyim."
Dük konuşmaya başladı ama Kynes baskın çıktı: "Sizin- \ kiler kadar kendi canımı da düşünüyorum...Efendim. Siz iki- i niz benim korumam altındayken başınıza bir şey gelirse, kimin| boğazının kesileceğinin çok iyi farkındayım."
Dostları ilə paylaş: |