Frank herbert



Yüklə 6,53 Mb.
səhifə18/55
tarix22.08.2018
ölçüsü6,53 Mb.
#74294
növüYazı
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   55

"Muhtemelen o yaşlı cadıyla hiçbir zaman karşılaşmıycan," dedi askerlerden biri. Jessica'nın başına gitti, üzerine eğildi. "Burada durup gevezelik ederek işimizi halledemiycez. Ayaklarını tut da..."

"Niye onnarı burda öldürmüyoz?" diye sordu Yaralı Surat.

"Çok pis iş," dedi ilki. "Tabii onnarı boğmak istemiyosan. Ben kendim, güzelcene basit bir işi tercih ederim. Şu hainin söylediği gibi onnarı bi iki parçaya kesip çöle atmalı. Sonra da kanıtları solucanlara bırakmalı. Geride temizlenicek hiçbişi kalmamalı."

"Hıı...şey, sanırım haklısın," dedi Yaralı Surat.

Jessica onları, izleyerek ve kaydederek dinledi. Ama tıkaç Ses'ini engelliyordu; ayrıca sağır olanı da unutmamak gerekiyordu.

Yaralı Surat, lazer silahını beline takıp Jessica'nın ayak-



228


229





f




larını tuttu. Onu bir tahıl çuvalı gibi kaldırıp kapıdan çıkardılar; üstünde, bağlı birisinin daha bulunduğu, süspan-sörle havada duran bir sedyeye attılar. Onu sedyeye yerleştirmek için döndürdükleri zaman, yanmdakinin yüzünü gördü. Paul! Bağlıydı ama ağzında tıkaç yoktu. Yüzü annesinin yüzünden en fazla on santimetre uzaktaydı, gözleri kapalı, nefesi düzenliydi.

Ona ilaç verdiler mi acaba? diye düşündü.

Askerler sedyeyi kaldırdı ve Paul'ün gözleri çok az aralandı: Jessica'ya dikilmiş iki karanlık çizgi.



Ne olur Ses 'i denemesin! diye dua etti Jessica. Sağır muhafız!

Paul'ün gözleri kapandı.

Bilinç solumasını uyguluyordu, zihnini sakinleştiriyor, onları esir alanları dinliyordu. Sağır olan bir sorundu ama Paul ümitsizliğini kontrol altına aldı. Annesinin öğrettiği zihin sakinleştirici Bene Gesserit sistemi onu harekete ve her fırsatı değerlendirmeye hazır halde tutuyordu.

Paul, annesinin yüzünü kısık gözleriyle tekrar inceledi. Zarar verilmemiş gibi görünüyordu. Gerçi ağzında tıkaç vardı.

Onu kimin yakalayabildiğim merak etti. Kendisinin ele geçirilişi yeterince açıktı: Yueh'nin verdiği bir hapla uyumuş, uyandığında kendini bu sedyede bağlı bulmuştu. Belki onun başına da benzer bir şey gelmişti. Mantığı hainin Yueh olduğunu söylüyordu ama kesin kararını erteledi. Bunu anlamak mümkün değildi: bir Suk doktoru bir hain.

Harkonnen askerleri sedyeyi bir kapı aralığından yıldızlı geceye çıkarırken sedye hafifçe eğildi. Bir süspansör şamandırası kapı aralığına sürtündü. Tepelerinde yıldızları örten bir topter kanat dikiliyordu. Sedye yere oturtuldu.

Paul'ün gözleri kısık ışığa alıştı. Sağır askeri, topter kapısını açıp gösterge panosunun yarattığı yeşil karanlıkta içeriye göz atan adam olarak belirledi.

Adam, "Bu bizim kullanıcaamız topter mi?" diye sorup arkadaşının dudaklarını izlemek için döndü.

"Bu, hainin söylediği, çöldeki iş için ayrılan topter," dedi diğeri-

Yaralı Surat başıyla onayladı. "Ama bu o küçük haberleşme işleri için kullanılanlardan. İçeri onlarla birlikte bizden anca iki kişi sığar.

"İki kişi yeter," dedi sedyeyi taşıyan, dudaklarını okuması için yaklaşarak. "Bundan sonra bu işi biz halledebiliriz, Kinet."

"Baron dedi ki bana, bu ikisine ne olduğundan emin ol," dedi Yaralı Surat.

"Ne bu kadar endişeleniyosun?" diye sordu sedyeyi taşıyanın arkasındaki asker.

"Kadın bir Bene Gesserit cadısı," dedi sağır olan. "Onların güçleri var."

"Hm..." Sedyeyi taşıyan eliyle kulağında yumruk işareti yaptı. "Onlardan biri, öyle mi? Annadım."

Arkasındaki asker homurdandı. "Çok yakında solucan yemi olacak. Bi Bene Gesserit cadısının bile büyük bi solucandan daha fazla gücü olduğunu sanmam. Öyle dul mi, Czigo?" Sedyeyi taşıyanı dürttü.

"Ee-evet," dedi sedyeyi taşıyan. Sedyeye döndü, Jessica'yı omuzlarından tuttu. "Hadi Kinet. N'olduğundan emin olmak istiyosan gel."

"Beni çağırman büyük incelik, Czigo," dedi Yaralı Surat.

Jessica kaldırıldığını hissettti, tepesinde dönen kanat gölgesi...yıldızlar. Topterin arka tarafına itildi, krimskell ipinden bağları kontrol edildi ve kemeri bağlandı. Paul, annesinin yanına sıkıştırıldı, kemeri emniyetli bir şekilde bağlandı; Jessica onun bağlarının adi ipten olduğunu fark etti.

Yaralı Surat, yani Kinet dedikleri sağır, öne oturdu. Sedyeyi taşıyan, Czigo dedikleri adam öbür tarafa dolaştı ve diğer ön koltuğa oturdu.

Kinet kapıyı kapadı, kumandalara eğildi. Kanatlan kıvrılıp düzleşen topter havalandı, Kalkan Duvarı'nın üstünden güneye yöneldi. Czigo yol arkadaşının omzuna vurarak: "Ne diye arkana dönüp gözünü ikisinin üstünde tutmuyosun?"



231


230




"Yolu bildiğine emin misin?" Kinet, Czigo'nun dudaklarını izledi. - "Senin gibi ben de dinledim haini."

Kinet koltuğunu döndürdü. Jessica, adamın elindeki lazer silahının üzerinde yıldızların parıltısını gördü. Gözleri alıştıkça, topterin ışıklı duvarları içeriyi aydınlatıyormuş gibi göründü; ama muhafızın yaralı suratı karanlıkta kaldı. Jessica emniyet kemerini zorladı, gevşek olduğunu anladı. Kemerin sol kolunun üstünden geçen yerinde bir sertlik hissetti, ayrılmak üzere olduğunu ve ani bir harekette kopacağını fark etti.



Acaba birisi bu toptere girip bunu bizim için mi hazırladı? diye düşündü Jessica. Kim? Bağlı ayaklarını yavaş yavaş kıvırarak Paul'ün ayaklarından uzaklaştırdı.

"Ben derim ki, bunun gibi güzel bir kadını harcamak kesin yazık," dedi Yaralı Surat. "Hiç böyle soylu bi tiple takıldın mı?" Pilota bakmak için döndü.

"Bene Gesseritlerin hepsi soylu diildir," dedi Pilot.

"Ama hepsi öyle görünüyo."



Beni açık seçik görebiliyor, diye düşündü Jessica. Bağlı bacaklarını koltuğun üstüne çıkardı, yılan gibi kıvrıldı ve gözlerini Yaralı Surat'a dikti.

"Gerçekten kadın güzel," dedi Kinet. Dudaklarını diliyle ıslattı. "Ben derim ki kesin yazık." Czigo'ya baktı.

"Düşündüğünü düşündüğüm şeyi mi düşünüyosun?" diye sordu pilot.

"Kim bilicek ki?" diye sordu muhafız. "Ondan sonra..." omuz silkti. "Ben hiç bi soylularla takılmadım. Bi daa asla bunun gibi bir şansım olmayabilir."

"Anneme elini sürersen..." dedi Paul kulak tırmalayan bir sesle. Ters ters Yaralı Surat'a baktı.

"Hey!" diye güldü Pilot. "Ufaklık havladı. Havlayan köpek ısırmaz."

Ve Jessica şöyle düşündü: Paul sesini çok tize ayarladı Yine de işe yarabilir

Sessizlik içinde uçtular.



Zavallı salaklar, diye düşündü Jessica, muhafızlarını inceleyip Baron'un sözlerini aklından geçirerek. Görevlerini başardıklarını bildirir bildirmez öldürülecekler Baron hiç tanık istemez.

Topter, Kalkan Duvarının güney sınırının üzerinde yan yattı; ve Jessica, ay ışığının gölgelediği kumun, altlarında yayıldığını gördü.

"Bura yeterince uzak ölmeli," dedi pilot. "Hain, onnarı Kalkan Duvan'nın yakınında ı ' yere bırakın dedi." Gemiyi u?un, alçalan bir eğimle kumullara doğru indirdi, çöl yüzeyine dik bir şekilde yaklaştı.

Jessica Paul'ün, sakinleşme egzersizinin ritmik nefeslerini almaya başladığını gördü. Paul gözlerini kapattı, açtı. Jessica, ona yardım etmekten aciz bir şekilde baktı. Ses konusunda henüz ustalaşmadı, diye düşündü, başaramazsa...

Topter yumuşak bir sarsıntıyla kuma değdi; ve geriye dönüp kuzeye, Kalkan Duvan'nın arkasına doğru bakan Jessica, yukarıda görüş alanından çıkan bir kanat gölgesi gördü.

Birisi bizi izliyor! diye düşündü. Kim? Sonra anladı: Baron'un bu ikisini gözlemek için ayarladıkları Ve gözcüler için de gözcüler olacaktır

Czigo kanat rotorlarını kapattı. Üzerlerine sessizlik çöktü.

Jessica kafasını çevirdi. Yaralı suratın arkasındaki pencereden, yükselen bir ayın hafif ışıltısını ve çölden yükselen kayaların girintili çıkıntılı siluetini görebiliyordu. Rüzgarlarla gelen kumların yarattığı kabarıklıklar bunların yüzeyinde çizgiler oluşturmuştu.

Paul hafifçe öksürdü.

Pilot, "Eee, Kinet?" dedi.

"Bilmiyom, Czigo."

Czigo döndü ve "Ooo, bak," dedi. Jessica'nın eteğine uzandı.

"Çıkar onun ağzındaki tıkacı," diye emretti Paul.

Jessica sözlerin havada gümbürdediğini hissetti. Sesin tonu ve rengi mükemmeldi; emredici ve çok keskin. Birazcık düşük



233


232




bir perde daha iyi olurdu; ama yine de bu, adamın ses aralığına denk düşebilirdi.

Czigo elini Jessica'nın ağzındaki banta doğru kaldırdı ve tıkacın üstündeki düğümü kaydırdı.

"Kes şunu!" diye emretti Kinet.

"Eeh, Kapa çeneni," dedi Czigo. "Elleri bağlı." Düğümü çözdü ve bağ düştü. Jessica'yı süzerken gözleri parladı.

Kinet pilotun kolunu tuttu. "Hey, Czigo, hiç gereği..."

Jessica boynunu döndürüp tıkacı tükürüp attı. Sesini düşük, mahrem tonlara ayarladı. "Beyler! Benim için dövüşmenize gerek yok." Aynı zamanda, Kinet görsün diye yılan gibi kıvrıldı.

Adamların arasında artan gerilimi gördü; o anda, onun için dövüşmek gerektiğine inandıklarını biliyordu. Tartışmaları için başka bir nedene gerek yoktu. Zaten kafalarının içinde onun için dövüşüyorlardı.

Kinet'in, dudaklarını okuyabileceğinden emin olmak için yüzünü gösterge ışıklarına doğru kaldırdı. "Tartışmamalısınız," dedi. Adamlar daha da ayrılarak gözucuyla birbirlerini süzdüler. "Uğruna dövüşmeye değecek bir kadın var mıdır?" diye sordu.

Bu sözleri söyleyerek, orada olarak, onların dövüşmesi için kendisini son derece değerli kılmıştı.

Paul, dudaklarını birbirine kenetledi, ses çıkarmamak için kendisini zorladı. Ses'le başarılı olması için tek şansı olmuştu. Artık her şey, tecrübesi kendisininkinin çok ötesinde olan annesine kalmıştı.

"Evet," dedi Yaralı Surat. "Dövüşmeye hiç gerek..."

Eli yıldırım hızıyla pilotun boynuna gitti. Kolu durdurup hamleyi karşılayan metal, aynı hareketle Kinet'in göğsüne çarptı.

Yaralı Surat inledi, kapıya doğru yığıldı.

"Benim bu numarayı yutacak bir dangalak olduğumu sandı," dedi Czigo. Elini geri çekip hançeri çıkardı. Hançer ay ışığını yansıtarak parladı.

"Şimdi sıra ufaklıkta," dedi ve Paul'e doğru eğildi. "Buna gerek yok," diye mırıldandı Jessica. Czigo bir an duraksadı.

"Sana yardımcı olmamı tercih etmez misin?" diye sordu Jessica. "Çocuğa bir şans ver." Dudakları alaycı bir biçimde kıvrıldı. "Kumda zaten çok az şansı olacak. Bu şansı ona verirsen..." Gülümsedi. "Kendini hakettiğin biçimde ödüllendirilmiş bulacaksın."

Czigo sağa sola göz attı, dikkatini tekrar Jessica'ya çevirdi. "Bu çölde bir adamın başına neler gelebileceğini ben kendim duydum," dedi. "Hançer, çocuk için bir iyilik olabilir." "Çok şey mi istiyorum?" diye yalvardı Jessica. "Bana numara yapmaya çalışıyorsun," diye mırıldandı Czigo.

"Oğlumu ölürken görmek istemiyorum," dedi Jessica. "Bu mu numara?"

Czigo geriledi, kapı kolunu dirseğiyle açtı. Paul'ü tuttu, koltuktan sürükledi, yarı beline kadar kapıdan dışarı itti ve hançeri kaldırdı. "Bağlarını kesersem n'apcan ufaklık?"

"Buradan hemen uzaklaşıp şu kayalara doğru gidecek," dedi Jessica.

"Böyle mi yapcan, ufaklık?" diye sordu Czigo. Paul'ün sesi, olması gerektiği gibi aksiydi. "Evet." Hançer indi, Paul'ün bacaklarındaki bağları kesti. Paul, kendisini kumun üstüne yuvarlayacak olan eli sırtında hissetti, tutunmak için kapı çerçevesine doğru savruluyormuş taklidi yaptı, döndü ve sağ ayağıyla saldırdı.

Uzun yıllar süren eğitimi sayesinde, ayağının ucu hatasız bir şekilde hedefini buldu; sanki tüm eğitimi bu ana odaklanmıştı. Vücudunun neredeyse bütün kasları, bu hareket için birlikte çalıştı. Czigo'nun göğüs kemiğinin hemen altına, karnının yumuşak bölgesine gelen bu hafif darbe, diyaframına ve ciğerinin üzerine korkunç bir kuvvet uygulayarak yukarı doğru baskı yaptı ve adamın kalbinin sağ karıncığını ezdi. Muhafız gurultulu bir çığlıkla sarsılarak geriye, koltukların





235


234




karşısına düştü. Ellerini kullanamayan Paul, kumun üstüne devrildi. Kumun üstüne inerken, kuvvet alıp tek harekette tekrar ayağa kalkmasını sağlayacak şekilde yuvarlandı. Kabine geri döndü, hançeri buldu; dişleriyle tuttu. Jessica ellerini uzatarak bağlarını kesti, bıçağı alarak oğlunun ellerini de serbest bıraktı.

"Onu ben halledebilirdim," dedi. "Bağlarımı kesmek zorunda kalacaktı. Bu aptalca bir riskti."

"Fırsatı gördüm ve kullandım.

Oğlunun sesindeki sert kontrolü duyarak: "Yueh'nin ev işareti kabinin tavanına çizilmiş," dedi.

Paul başını kaldırıp baktı ve sarmal işareti gördü.

"Çıkıp gemiyi inceleyelim," dedi Jessica. "Pilot koltuğunun altında bir çanta var. Bindiğimizde hissettim."

"Bomba mı?"

"Sanmam. Burada garip şeyler dönüyor."

Önce Paul kuma atladı, ardından annesi. Jessica döndü, garip çantayı almak için koltuğun altına uzandığında burnunun dibinde Czigo'nun ayaklarını gördü. Çantayı aldığında ıslak olduğunu hissetti ve bunun pilotun kanı olduğunu anladı.

Nem israfı, diye aklından geçirdi, bunun Arrakis'e özgü bi düşünce tarzı olduğunu biliyordu.

Paul etrafa bakındı, denizden yükselen bir sahil gibi, çölden çıkan kayalık yamacı, ötesinde rüzgarın oyduğu kayalık uçurumu gördü. Annesi çantayı topterden alırken, Paul arkasını döndü, gözlerini Kalkan Duvarı'na doğru uzanan kumullara dikmiş olduğunu gördü. Annesinin dikkatini neyin çektiğini anlamak için baktı, başka bir topterin hızla üzerlerine geldiğini gördü. Cesetleri topterden atıp kaçmak için zaman olmayacağını fark etti.

"Koş, Paul!" diye bağırdı Jessica. "Harkonnenler!"

Arrakıs hançerin tavrını öğretir, tamamlanmamış bir şeyi kesip atmak ve şöyle demek "Artık tamamlandı çünkü burada bitti

- Prenses Irulan'ın yazdığı "Muad'Dib'in Toplu Vecizeleri"nden

koşarak gelen Harkonnen üniforması giymiş bir adam, holün sonunda kayarak durdu, bir bakışta Mapes'in cesedini, uzanmış yatan Dük'ü ve ayakta duran Yueh'yi görüp gözlerini Yııeh'ye dikti. Adam sağ elinde bir lazer silahı tutuyordu. Onda, Yueh'yi ürperten kayıtsız bir vahşilik, bir dayanıklılık ve denge hali vardı.



^ardokar, diye düşündü Yueh. Görünüşüne bakılırsa bir Başar Büyük olasılıkla olup biteni gözlemek için bizzat Impa-lator'ıın gönderdiklerinden bin Üniformaları ne olursa olsun hiçbir şey onları gızleyemez

"Sen Yueh'sin," dedi adam. inceleyen gözlerle Doktor'un sağındaki Suk Okulu halkasına baktı, elmas dövmeye bir göz attı \e sonra Yueh'yle göz göze geldi. Evet, benim," dedi Doktor.

•Rahatlayabilirsin, Yueh," dedi adam. "Sen ev kalkanlarını indirir indirmez hemen içeri girdik. Burada her şey kontrol altında. Bu Dük mü?"

•Evet Dük."

"Ölü mü?"

"Sadece baygın. Bağlasanız iyi olur."

•Diğerlerini de sen mi temizledin?" Yerde Mapes'in cesedinin yattığı hole baktı.

'Ne yazık ki," diye mırıldandı Yueh.

'Yazık ha!" diye alay etti Sardokar. ilerledi, başını eğip Leto'ya baktı. "Demek büyük Kızıl Dük bu."

Lğer bu adamın ne olduğu hakkında şüphelerim olsaydı, bununla ortadan kalkardı, diye düşündü Yueh. Atreıdeslere,



236


237




yalnızca imparator Kızıl Dükler der.

Sardokar uzandı, Leto'nun üniformasından kırmızı atmaca nişanını kopardı. "Küçük bir hatıra," dedi. "Dukalığın mühür yüzüğü nerede?"

"Üzerinde yok," dedi Yueh.

"Bunu görebiliyorum!" dedi Sardokar sertçe.

Yueh kaskatı kesilerek yutkundu. Eğer bir Doğru Söyleten getirip beni sıkıştırırlarsa, yüzüğü, hazırladığım topteri öğrenirler; her şey yatar.

"Dük, bir emrin doğrudan ondan geldiğinin teminatı olarak yüzüğü bazen bir haberciyle gönderirdi," dedi Yueh.

"Amma güvenilir habercilermiş," diye mırıldandı Sardokar.

"Onu bağlamayacak mısın?" demeyi göze aldı Yueh.

"Ne kadar baygın kalacak?"

"İki saat kadar. Onun dozajı konusunda kadın ve çocuğun-ki kadar hassas davranmadım."

Sardokar ayağının ucuyla Dük'ü dürttü. "Uyanık olsa bile bundan korkacak bir şey yok. Kadın ve çocuk ne zaman uyanacak?"

"Yaklaşık on dakika sonra."

"6"kadar erken mi?"

"Baron'un, adamlarından hemen sonra geleceğini söyle-j diler."

"Öyleyse gelir. Sen dışarıda bekleyeceksin Yueh." Yueh'y sert bir bakış savurdu. "Hemen!"

Yueh, Dük'e şöyle bir baktı. "Peki ya..."

"Fırına verilecek bir tavuk gibi kanatlan ve bacakları' bağlanıp Baron'a teslim edilecek." Sardokar, Yueh'nin alnındaki elmas dövmeye tekrar baktı. "Seni tanıyorlar, koridorla yeterince güvenlikte olursun. Çene çalmak için vaktimiz yoK hain. Diğerlerinin geldiğini duyuyorum."

Hain, diye düşündü Yueh. Bakışlarını indirdi, Sardokar'n yanından geçti, tarihin onu nasıl hatırlayacağını öncede yaşamış gibi biliyordu: Hain Yueh.

Ön girişe doğru yürürken birçok ceset gördü ve bunlard

birinin Jessica ya da Paul olmasından korkarak gözucuyla baktı. Hepsi ya ev askeriydi ya da Harkonnen üniforması giymişti.

Ön girişten alevlerin aydınlattığı geceye çıkınca Harkonnen muhafızları alarma geçip gözlerini ona diktiler. Yolun kenarındaki palmiyeler evi aydınlatmak için ateşe verilmişti. Ağaçları ateşlemekte kullanılan tutuşturucu maddelerden yükselen siyah duman turuncu alevlerin arasından yukarıya doğru akıyordu.

"Bu hain," dedi birisi.

"Baron birazdan seni görmek isteyecek," dedi bir başkası.



Toptere ulaşmalıyım, diye düşündü Yueh. Dukalığın mührünü Paul'ün bulacağı bir yere koymalıyım. Ve içine bir korku düştü: Idaho benden şüphelenirse ya da sabırsızlanarak beklemez ve tam ona söylediğim yere gitmezse, Jessica ve Paul bu katliamdan kurtulamaz. Hareketimin en küçük bir yaran dokunmamış olur.

Harkonnen muhafız, kolunu bırakarak: "Şurada, yolun dışında bekle," dedi.

Birdenbire Yueh, kendisini bu felaket yerinde, hiçbir şey kurtaramamış ve hiç merhamet gösterilmeyen bir kazazede gibi gördü. Idaho başarmalı!

Ona çarpan başka bir muhafız: "Sen, çekil yoldan!" diye bağırdı.



Benden yararlanırken bile beni aşağılıyorlar, diye düşündü Yueh. Kenara itildiği yerde doğruldu, biraz sakinleşti.

"Baron'u bekle!" diye terslendi bir muhafız subayı.

Yueh başıyla onayladı, evin önünden kontrollü bir kayıtsızlıkla geçti, köşeyi dönerek yanan palmiyelerin aydınlattığı yerden çıkıp gölgelerin arasına girdi. Yueh, çabuk çabuk, endişesini ele veren adımlarla, seranın altındaki arka avluya ulaştı. Paul ve annesini götürecek topter burada bekliyordu.

Evin açık duran arka kapısında bir muhafız duruyordu, dikkatini aydınlatılmış hole ve gürültüyle odaları arayan adamlara vermişti.





239


238




;a*



Kendilerine ne kadar da güveniyorlar!

Yueh gölgeler boyunca ilerledi, toptere vardı, muhafıza uzak taraftaki kapıyı yavaş yavaş açtı. Ön koltukların altına saklamış olduğu Fremkit'e dokundu, bir kapakçığı kaldırıp dukalığın mührünü içine kaydırdı. Not yazdığı buruşuk bahar kağıdına dokundu, yüzüğü kağıdın içine tıkıştırdı. Elini çıkardı, çantayı kapattı.

Yueh topter kapısını ses çıkarmadan kapadı, geldiği yoldan evin köşesine döndü ve yanan ağaçlara doğru ilerledi.

Artık tamam, diye düşündü.

Bir kez daha alevler içindeki palmiyelerin ışığına çıktı. Cüppesine sarınarak alevlere baktı. Yakında bileceğim Yakında Baron'u görünce bileceğim. Ve Baron, küçük bir dişle karşılaşacak.




Bir efsane, Dük Leto Atreides öldüğü anda. atalarından kalan Çaladan sarayının semalarında bir yıldı: kaydığını söyler.

- Prenses Irulan: "Muad'Dib'in Çocukluk Tarihçesi'ne Giriş"

Baron Vladimir Harkonnen, karargah olarak kullandığı, yere konuşlandırılmış küçük bir geminin seyir penceresinde duruyordu. Dışarıda, alevlerin aydınlattığı Arrakeen gecesini gördü. Dikkati, gizli silahının görevini yapmakta olduğu uzaktaki Kalkan Duvarı'na odaklanmıştı.

Patlayıcı ağır silahlar.

Silahlar, Dük'ün savaşçılarının son bir çabayla, direnmek için geri çekildikleri mağaraları kemiriyordu. Yavaş yavaş ilerleyen turuncu ışıltılı ısırıklar, kısa aydınlanmalarda kaya ve toz



yağmuru; ve Dük'ün adamları, yuvalarındaki hayvanlar gibi kıstırılıyorlardı ve açlıktan ölmeleri için çıkışlar kapatılıyordu.

Baron uzaktaki çiğneme sesini hissedebiliyordu...geminin metalinin ona ilettiği bir davul sesi: bum...bum. Ardından: BUM-bum!



Bu kalkan devrinde kim ağır silahlan diriltmeyi düşünebilirdi? Bu düşünce zihninde bir kıkırdamaydı. Ama Dük'ün adamlarının bu mağaralara kaçacakları önceden tahmin edilmişti. İmparator, ortak güçlerimizin hayatını korumak için gösterdiğim kurnazlığı takdir edecektir.

Şişman gövdesini yerçekimine karşı koruyan küçük süs-pansörlerden birini ayarladı. Bir gülümseme ağzını kırıştırdı, gerdanının katlarını gerdi.



Dük 'ün adamları gibi savaşçıları harcamak yazık olacak, diye dUşündü. Gülümsemesi yayıldı, kendi kendine kahkaha attı. Merhamet insafsız olmalıdır! Başıyla onayladı. Başarısız olan, tanımı gereği, harcanabilirdi. Bütün evren orada duruyordu, doğru kararları verebilecek olan adama açıktı. Kararsız tavşanlar bırakılmalı ve yuvalarına kaçmaları sağlanmalıydı. Yoksa onları nasıl kontrol edip besleyebilirsin? Kendi savaşçılarını tavşanları bozguna uğratan arılara benzetti. Ve şöyle düşündü. Senin için çalışan yeterli arın varsa, gün tatlı bir vızıltıyla geçer.

Arkasındaki bir kapı açıldı. Baron, dönmeden önce, gecenin kararttığı seyir penceresindeki yansımayı inceledi.

Piter de Vries, arkasında Baron'un kişisel muhafız yüzbaşısı Umman Kudu'yla birlikte odaya girdi. Kapının hemen dışındaki adamlarda bir hareketlenme vardı, muhafızların koyun gibi bakan suratları, huzurunda kuzu gibi olmaya özen göstermeleri.

Baron arkasına döndü.

Piter parmağıyla perçemine dokunarak alaycı bir selam verdi. "Haberler iyi, Efendim. Sardokarlar Dük'ü getirdi."

"Tabii ki getirecekler" diye gürledi.

Piter'ın kadınsı yüzündeki sıkıntılı kötülük maskesini



240


241




inceledi. Ve gözler: o mavinin içindeki mavinin de mavisi gölgeli yarıklar.

Yakında ondan kurtulmalıyım. Neredeyse yararlılık suresini aştı, neredeyse şahsıma karşı bir tehlike noktasına ulaştı. Ama önce Arrakis halkının kendisinden nefret etmesini sağlamalı. Böylece sevgili Feyd-Rautha'mı bir kurtarıcı gibi karşılayacaklar.

Baron, dikkatini muhafız yüzbaşısı Umman Kudu'ya çevirdi: hatları makasa benzeyen çene kasları, bir çizme burnunu andıran çene; kepazelikleri bilindiği için güvenilecek bir adam.

"Öncelikle, bana Dük'ü veren hain nerede?" diye sordu Baron. "Haine ödülünü vermeliyim."

Piter bir ayağının üzerinde dönüp dışardaki muhafıza işaret etti.

Dışarıda bir parça öfkeli bir hareket oldu ve Yueh göründü. Hareketleri dimdik ve gergindi. Bıyığı, mor dudaklarının yanlarından sarkmıştı. Yalnızca yaşlı gözleri canlı gibiydi. Yueh, odanın ortasına doğru üç adım atıp Piter'm işaretine uyarak durdu ve karşıdan Baron'a baktı.


Yüklə 6,53 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin