Çocuğun özelliklerini, rastgele örneklerin enfes bir damıtı-mı olarak düşündü: bu bağlantıda buluşan sonsuz rastlantılar zinciri. Bu düşünce, yatağın yanına diz çöküp oğlunu kollarının arasına almak istemesine yol açtı ama Yueh'nin varlığı Jessica'yı engelledi. Geri çekildi, kapıyı hafifçe kapattı.
Jessica'nın oğluna bakışını izlemeye dayanamayan Yueh
87
86
pencereye donmuştu Wanna neden bana hiç çocuk vermedi? diye sordu kendi kendine Bunu engelleyen fiziksel bir sebep olmadığını bir doktor olarak biliyorum Bazı Bene Gessent sebepleri mı vardı7 Acaba ona başka hır amaca hizmet etmesi talimatı mı verilmişti7 Bu ne olabilirdi7 Kesinlikle beni seM-yordu
ilk kez, aklının alabildiğinden daha çetrefilli ve karmaşık bir oluşumun parçası olabileceği düşüncesine kapıldı
Jessıca doktorun yanında durdu ve "Çocukların uykusunda ne hoş bir teslimiyet var," dedi
Yueh mekanik olarak konuştu "Keşke yetişkinler de böyle rahatlayabılse " "Doğru "
"Nerede kaybettik bunu9" diye mırıldandı Jessıca garip ses tonunu yakalayarak Yueh'ye gozucuyla baktı, ama aklı hala PauPdeydı, buradaki eğitiminde karşılaşacağı yeni acımasızlıkları, yeni yaşamındaki farklılıkları düşünüyordu, bir zamanlar onun için planlamış oldukları yaşamdan öylesine farklıydı ki
"Gerçekten bir şeyleri kaybettik," dedi Dışarıya, rüzgarın alt üst ettiği çalıların grı-yeşıllığıyle kaplı olan, sağ taraftaki yamaca baktı tozlu yapraklar ve kuru kıvrık dallar Fazlasıyla karanlık gökyüzü yamacın üstünde bir leke gibi asılıydı, ve Arrakıs güneşinin, korsajının içinde gizli hançer-ı figanın ışığına benzeyen sutbeyaz ışığı manzaraya gümüşi bir renk veriyordu
"Gökyüzü ne kadar karanlık," dedi Jessıca "Bu biraz da nem olmamasından," dedi Yueh "Su1" dedi sertçe "Burada nereye baksan, insanı suyun yokluğu kuşatıyor"
"Arrakıs'ın değerli gizemi bu," dedi Yueh "Su neden bu kadar az9 Burada volkanik kayalar var Bir düzine güç kaynağı sayabilirim Kutup buzu var Çölde sonda) yapılamayacağını söylüyorlar fırtınalar ve kum gelgitleri, donanımı kurulmasına fırsat bırakmadan yok ediyormuş, tabu
daha önce solucanlar kapmazsa Her neyse, orada suyun izine hiç rastlamamışlar Ama gizem, Wellington, asıl gizem, burada çanak ve havzalarda açılmış olan kuyular Bunlar hakkında bir şeyler okudun mu7"
"Önce birkaç damla sızıyor, sonra hiçbir şey " "Ama Wellington, işte gizem bu Önce su var Sonra tamamen kuruyor Ve orada bir daha asla su olmuyor Hatta yakınlardaki başka bir delik de aynı sonucu veriyor daha sonra kesilen bir sızıntı Hiç kimse bundan şüphelenmiyor mu9"
"Şüpheli bir durum," dedi Yueh "Canlı bir etkenden mı şüpheleniyorsun9 Bu, yeraltından alınan örneklerde görünmez
mıydı9"
"Ne görünürdü9 Yabancı bir bitki mı yoksa hayvan mı9 Kim onu tanıyabilirdi9" Tekrar yamaca doğru dondu "Su durduruluyor Bir şey onu tıkıyor Benim şüphem bu "
"Belki de nedeni bilmiyor," dedi Yueh "Harkonnenler Ar-rakıs'le ilgili birçok bilgi kaynağını tıkadı Belki de bunu saklamak için bir neden vardı "
"Ne nedeni9" diye sordu Jessıca "Ayrıca atmosferdeki nem de var Yetersiz tabu ama yine de biraz var Buradaki başlıca su kaynağı, rüzgar kapanları ve yoğuşturucularda yakalanan nem Bu nereden geliyor9" "Kutup bölgeleri mı9"
"Soğuk hava az nem toplar, Wellington Burada, Harkon-nen perdesinin arkasında, yakından araştırılması gereken şeyler var, ve bunların hepsi doğrudan baharla ilgili değil "
"Gerçekten Harkonnen perdesinin arkasındayız," dedi Yueh "Belki de biz " Jessıca'nın bakışlarının aniden ciddileştiğini fark ederek sustu "Bir sorun mu var9"
" 'Harkonnen' deyişin," dedi "Bu iğrenç ismi anarken Duk'umun sesi bile bu yoğunlukta bir nefret taşımaz Onlardan nefret etmek için kişisel nedenlerin olduğunu bilmiyordum, Wellington "
Ana Tanrıça' diye duşundu Yueh Şüphelenmesine yol açtım1 Şimdi Wanna mm öğrettiği butun numaraları kullan-
malıyım. Tek bir çözüm var: yapabildiğim ölçüde doğruyu söylemek.
"Bilmiyorsun," dedi, "karım, Wanna'm..." Omuz silkti, aniden boğazında bir şeyler düğümlenerek sustu. Sonra: "Onlar..." Sözcükler ağzından çıkmıyordu. Paniğe kapıldığını hissetti, her şeyden çok göğsündeki acıyı duyarak gözlerini sıkıca kapattı...ta ki bir el hafifçe koluna dokunana kadar.
"Bağışla beni," dedi Jessica. "Eski bir yarayı deşmek istemezdim." Ve şöyle düşündü: Ah şu hayvanlar! Karısı Bene Gesserit'mif; her halinden belli oluyor. Ve onu Harkonnen-lerin öldürdüğü aşikar. İşte Atreideskre kin çeremiyle bağlı zavallı bir kurban daha.
"Üzgünüm," dedi Yueh. "Bu konudan bahsedemiyorum." Kendisini içindeki kederin bilincine teslim ederek gözlerini açtı. Bu, en azından doğruydu.
Jessica onu inceledi; çıkık elmacık kemiklerini, badem gözlerindeki iki koyıl renk papeli, yağlı cildini ve mor dudaklarıyla dar çenesinin çevresinde eğri bir çerçeve gibi asılı duran tel tel bıyıklarını gördü. Yanaklarınca ve alnında gördüğü kırışıklar yaşı kadar, çektiği acıdan da kaynaklanıyordu, içini ona karşı derin bir şefkat duygusu sardı
"Wellington, seni bu tehlikeli yere getirdiğimiz için üzgünüm," dedi.
"Ben isteyerek geldim," dedi. Ve bu da doğruydu. "Ama bu gezegen başlıbaşına bir Harkonnen kapanı. Bunu biliyor olmalısın."
"Dük Leto'yu yakalamak için bir kapandan daha fazlası gerekir," dedi. Ve bu da doğruydu.
"Belki de ona daha fazla güvenmeliyim," dedi Jessica. "Çok zeki bir taktik ustasıdır."
"Kök saldığımız topraklardan kopartıldık," dedi Yueh. "Bu yüzden tedirginiz."
"Ve kökünden sökülmüş bir bitkiyi öldürmek ne kadar da kolaydır. Özellikle onu düşman toprağına bırakırsan." "Toprağın düşmana ait olduğundan emin miyiz?"
"Dük'ün nüfusa eklediği insan sayısı öğrenilince su isyanları oldu," dedi Jessica. "İsyanlar ancak, bu yükü karşılamak için yeni rüzgar kapanları ve yoğunlaştırıcılar kurduğumuz öğrenilince durdu."
"Buradaki insan yaşamını destekleyecek kadar su ancak var," dedi Yueh. "İnsanlar, eğer sınırlı miktardaki sudan içmeye başkaları da gelirse, fiyatın artacağını ve çok yoksul olanların öleceğini biliyorlar. Ama Dük bunu çözdü. Bu, isyanların ona karşı kalıcı bir düşmanlığı ifade ettiği anlamına gelmez."
"Ve muhafızlar," dedi Jessica. "Her yerde muhafızlar. Ve kalkanlar. Nereye bakarsan bak onların yarattığı bulanıklığı görüyorsun. Caladan'da böyle yaşamıyorduk." "Bu gezegene bir şans ver."
Ancak Jessica pencereden dışarıya sabit gözlerle bakmaya devam etti. "Burada ölümün kokusunu alabiliyorum," dedi. "Hawat biz gelmeden önce, buraya taburla ajan yolladı. Dışarıdaki şu muhafızlar onun adamları. Kargo taşıyıcıları onun adamları. Hazineden nedeni açıklanmadan büyük miktarlarda para çekildi. Bu miktarda para tek bir anlama gelir: yüksek yerlere verilen rüşvet." Başını iki yana salladı. "Thufır Havvat nereye giderse, ölüm ve düzenbazlık peşinden gider." "Onu yeriyorsun."
"Yermek mi? Ben onu övüyorum. Şu anda ölüm ve düzenbazlık tek umudumuz. Sadece Thufır'in yöntemleri konusunda kendimi kandırmıyorum."
"Bir şeylerle...meşgul olmalısın," dedi Yueh. "Zamanını böyle sağlıksız..."
"Meşgul mu? Zamanımın çoğunu alan nedir, Wellington? Dük'ün sekreteriyim; öyle meşgulüm ki her gün korkacak yeni şeyler öğreniyorum...onun bildiğimden bile şüphelenmeyeceği şeyler." Dudaklarını birbirine bastırdı, sonra hafif bir sesle konuştu: "Bazen, beni seçmesinde Bene Gesserit iş eğitimimin ne kadar rolü olduğunu merak ediyorum."
"Ne demek istiyorsun?" Birden, kadının alaycı ses tonunu
91
90
ve daha önce hiç rastlamadığı iğneleyici tavrını fark etti.
"Sence de öyle değil mi, Wellington?" diye sordu. "Birisine aşkla bağlı bir sekreter çok daha güvenli değil midir?"
"Bu saygın bir düşünce değil, Jessica." Bu paylama ağzından kendiliğinden çıkmıştı. Dük'ün, odalığı için ne hissettiği açıktı. Kadını gözleriyle izlerken onu seyretmek yeterliydi.
Jessica iç çekti. "Haklısın. Saygın değil." Yeniden kollarını göğsünde kavuşturarak kınındaki han-çer-i figanı tenine bastırdı ve onun temsil ettiği bitirilmemiş işi düşündü.
"Yakında çok kan dökülecek," dedi Jessica. "Harkonnen-ler, kendileri ölene ya da Dük'üm yok edilene kadar durmayacaktır. Harkonnen unvanları CHOAM'ın cüzdanından çıkarken; Baron, Leto'nun, ne kadar uzak olursa olsun İmparatorluk soyunun bir kuzeni olduğunu unutamaz. Ama onun içindeki, zihninin derinliklerindeki zehir, Corrin Savaşı'ndan sonra bir Atreides'in bir Harkonnen'i ödlekliği nedeniyle sürgüne gönderdiğini bilmesidir."
"Şu eski düşmanlık," diye mırıldandı Yueh. Ve bir an için nefretin yakıcı dokunuşunu hissetti. Bu eski düşmanlık Yueh' yi ağına düşürmüş; Wanna'sını öldürmüş belki de daha kötüsü Harkonnen işkencelerine terk etmişti, ta ki kocası onların emirlerini yerine getirene kadar. Bu eski düşmanlık Yueh'yi kapana kıstırmıştı. Ve bu insanlar o zehirli şeyin bir parçasıydı. İşin ironik yanı, böyle bir ölümcüllüğün burada, ömrü uzatan, sağlık bağışlayan melanjın evrendeki tek kaynağı olan Ar-rakis'te meyve verecek olmasıydı.
"Ne düşünüyorsun?" diye sordu Jessica. "Baharın dekagramının şu an açık piyasada altı yüz yirmi bin solari ettiğini düşünüyorum. Bu birçok şey satın alacak bir servet."
"Açgözlülük seni de mi etkiledi, Wellington?" "Açgözlülük değil."
"Ne o zaman?"
Yueh omuz silkti. "Anlamsızlık." Kadına şöyle bir baktı. "Baharı ilk tadışını hatırlayabiliyor musun?" "Tadı tarçın gibiydi."
"Ama asla iki kere aynı olmaz," dedi. "Yaşam gibidir: her aldığında sana farklı bir yüzünü gösterir. Bazıları, baharın bir öğrenilmiş-lezzet tepkisi yarattığına inanırlar. Bir şeyin kendisi için iyi olduğunu öğrenen vücut, bu lezzeti zevk ve biraz keyif verici olarak yorumlar. Ve yaşam gibi, insan eliyle asla doğru bir şekilde üretilemez."
"Sanırım bizim için, kaçmak, İmparatorluk sınırlarının ötesine gitmek daha akıllıca olurdu," dedi Jessica.
Kadının kendisini dinlemediğini anladı ve dikkatini onun sözlerine yoğunlaştırarak düşündü: Evet, acaba neden kocasına bunu yaptırmıyor? Ona hemen hemen her şeyi yaptırabilir
Çabuk çabuk konuştu çünkü doğruları söyleyebileceği bir konu bulmuştu: "Kişisel bir soru sorarsam...Jessica, küstahlık ettiğimi düşünür müsün?"
Jessica, içinde huzursuzluğun neden olduğu açıklanamaz bir sızıyla pencere pervazına yaslandı. "Tabii ki hayır. Sen...benim dostumsun."
"Neden Dük'ün seninle evlenmesini sağlamadın?" Jessica hızla döndü, kafasını kaldırıp ters ters baktı. "Benimle evlenmesini sağlamak mı? Ama..." "Sorm amaliydim."
"Yoo." Omuz silkti. "İyi bir politik neden var; Dük'üm bekar kaldığı sürece Büyük Evler'in bazıları hala ittifak umudu taşıyabilir. Ve..." İç çekti, "...insanları motive etmek, kendi isteklerin doğrultusunda zorlamak, insanlığa karşı alaycı bir tavır takınmana neden olur. Bu tavır, dokunduğu her şeyi aşağılar. Eğer...bunu yapmasını sağlarsam, bu onun yaptığı bir şey olmayacaktır."
"Bu Wanna'mın söylemiş olabileceği bir şeydi," diye mırıldandı. Ve bu da doğruydu. Sarsılarak yutkunurken, eliyle ağzını kapattı. Açık açık konuşmaya, gizli rolünü itiraf etmeye
93
92
hiç bu kadar yaklaşmamıştı.
Jessica konuşarak, o anın büyüsünü bozdu. "Ayrıca, Wellington, Dük aslında iki ayrı insan. Birini çok seviyorum. Çekici, esprili, nazik...sevecen; bir kadının isteyebileceği her şey. Ama diğer adam...soğuk, katı yürekli, müşkülpesent ve bencil; bir kış rüzgarı kadar sert ve zalim. Bu, babasının şekillendirdiği adam." Yüzünü buruşturdu. "Keşke o ihtiyar,-Dük' um doğduğunda ölmüş olsaydı!"
Aralarına giren sessizlikte, bir vantilatörün esintisinin perdelere dokunuşu duyuluyordu.
Hemen ardından derin bir nefes alan Jessica, "Leto haklıymış: bu odalar evin diğer bölümlerindeki odalardan daha sevimli," dedi. Döndü, odayı bakışlarıyla taradı. "İzin verirsen, Wellington, odaları tahsis etmeden önce bu kanada şöyle bir bakmak istiyorum."
Yueh başıyla onayladı. "Elbette." Ve şöyle düşündü: Keşke yapmak zorunda olduğum bu şeyi yapmamanın bir yolu olsaydı.
Jessica kollarını indirdi, hol kapısına ilerledi ve orada bir an duraksadı, sonra dışarı çıktı. Konuştuğumuz süre boyunca bir şeyler saklıyor, bir şeyleri dizginliyordu, diye düşündü. Hiç şüphesi: duygularımı incitmemek için. O iyi bir adam. Tekrar duraksadı, neredeyse geri dönüp Yueh'nin karşısına dikilecek ve gizlediği şeyi ondan çekip alacaktı. Ama bu kadar kolayca çözüldüğünü öğrenmek, onu yalnızca utandırır ve korkuturdu. Dostlarıma daha fazla güvenmeliyim.
Birçokları, Muad'Dib'in, Arrakis'in ihtiyaçlarını ne kadar hızlı öğrendiğine dikkat çekmişti. Bene Ges-seritler, tabii ki bu hızın sebebini biliyorlardı. Diğerleri içinse şunu söyleyebiliriz: Muad'Dib çok hızlı
öğreniyordu çünkü aldığı ilk eğitimin konusu "nasıl öğrenmeli?" idi. Ve ilk ders, öğrenebileceğine dair kendine güvenmekti. Ne kadar çok kişinin öğrenebileceğine inanmadığını ve ne kadar çoğunun öğrenmenin zor olduğuna inandığını anlamak insanı şoke ediyordu. Muad'dib, her tecrübenin kendi dersini taşıdığını biliyordu.
- Prenses Irulan'ın yazdığı "Muad'Dib'in İnsanlığı"ndan
Paul yatağa uzanmış uyuyor numarası yapıyordu. Dr. Yueh'nin verdiği uyku hapını yutarmış gibi yapıp avucunda saklamak kolay olmuştu. Paul gülüşünü bastırdı. Annesi bile uyuduğuna inanmıştı. Yataktan fırlayıp evi keşfe çıkmak için annesinden izin almak istemiş ama onaylamayacağını fark etmişti. Henüz her şey yerli yerine oturmamıştı. Hayır. En iyi yol
buydu.
Eğer sormadan savıtşııverirsem emirlere karşı gelmiş olmam. Nasıl olsa güvenli olan bu evden dışarı çıkmayacağım
Annesiyle Yueh'nin öbür odada konuştuklarını duyuyordu. Ne söyledikleri pek anlaşılmıyordu; bahar...ve Harkonnenler hakkında bir şeyler. Sesler bir yükseliyor bir alçalıyordu.
Karyolasının oymalı başlığı Paul'ün dikkatini çekti; bu, duvara tutturulmuş, odanın fonksiyon kumandalarını gizleyen sahte bir başlıktı. Tahtaya kalın kahverengi dalgaların üzerinde sıçrayan bir balık şekli yapılmıştı. Eğer balığın görünen tek gözüne bastırırsa odanın süspansörlü lambalarının açılacağını biliyordu. Dalgalardan biri döndürüldüğünde havalandırmayı kontrol ediyordu. Bir diğeri sıcaklığı değiştiriyordu.
Paul sessizce doğrulup oturdu. Yüksek bir kitaplık solundaki duvara yaslanmıştı. Kitaplık, bir tarafında çekmeceleri olan bir gömme dolabı ortaya çıkarmak için yana döndürüle-biliyordu. Hol kapısının kolu bir ornitopterin gaz koluna ben-
95
94
zetilmişti.
Oda onu ayartmak için tasarlanmış gibiydi. Oda ve bu gezegen.
Yueh'nin ona göstermiş olduğu telkitabı düşündü; "Arrakis: Majesteleri'nin Çöl Botanik Deney istasyonu." Bu, baharın keşfinin öncesinden kalan eski bir telkitaptı. Her bir isim, kitabın anımsatıcı sinyaliyle kaydedilmiş resimleriyle birlikte Paul'ün zihninde uçuştu: saguaro (dev kaktüs), eşek-otu, hurma ağacı, kumcul mine çiçeği, akşam çuhaçiçeği, fıçı kaktüsü, günlük çalısı, sarı ağaç, katran ruhu çalısı...tilki yavrusu, çöl atmacası, kanguru faresi... "
İsimler ve resimler, insanın toprağa bağlı geçmişinden isimler ve resimler; artık birçoğu evrende Arrakis dışında hiçbir yerde bulunamaz.
Baharla ilgili öğrenecek ne kadar çok şey var. Ve kum solucanlarıyla ilgili.
Öbür odada bir kapı kapandı. Paul annesinin holde uzaklaşan ayak seslerini duydu. Dr. Yueh'nin okuyacak bir şeyler bulup öbür odada kalacağını biliyordu. İşte şimdi keşif zamanıydı.
Paul yataktan dışarı süzülüverdi, gömme dolaba açılan kitaplık kapısına yöneldi. Arkasında bir ses duyarak durdu ve döndü. Karyolanın oymalı başlığı biraz önce uyumakta olduğu noktanın üstüne devriliyordu. Paul dondu kaldı ve hareket etmemesi yaşamını kurtardı.
Karyola başlığının arkasından beş santimetreden uzun olmayan ince bir güdümlü avcı çıktı. Paul onu hemen tanıdı: bu, soylu kandan her çocuğun küçük yaşta öğrendiği yaygın bir suikast silahıydı. Yakınındaki bir el ve göz tarafından yönlendirilen yırtıcı, küçük bir metal kamaydı. Hareket eden bedenin içine girebiliyor ve en yakındaki hayati organa kadar sinir kanallarını kemirerek ilerliyordu.
Güdümlü yükseldi, odayı soldan sağa ve sonra ters yönde taradı.
Paul'ün aklına hemen bu konuyla ilgili bilgiler geldi,
güdümlü avcının sınırları: aletin sıkıştırılmış süspansör alanı, iletici gözünün görüşünü bozuyordu. Odanın kısık ışığı dışında hiçbir şey hedefi yansıtmadığı için operatör, harekete, yani hareket eden herhangi bir şeye bağlı kalacaktı. Bir kalkan avcıyı yavaşlatabilir, onu yok etmek için zaman kazandırabilirdi; ama Paul kalkanını yatağın üstünde bırakmıştı. Lazer silahları, avcıları yere serebilirdi ama pahalıydılar ve sık sık bakım gerektirdikleri biliniyordu; ve lazer ışınlan sıcak bir kalkanla kesişirse her zaman patlama tehlikesi vardı. Atreidesler vücut kalkanlarına ve zekalarına güvenirlerdi.
Paul şimdi neredeyse katatoniye yakın bir hareketsizlik içindeydi ve bu tehditi karşılayacak olanın yalnızca zekası
olduğunu biliyordu.
Güdümlü avcı yarım metre daha yükseldi. Jaluzinin dilimleri arasından sızan ışığın içinden geriye ve ileriye doğru odayı tararken dalgalanıyor gibi görünüyordu.
Onu yakalamaya çalışmalıyım, diye düşündü. Süspansör alam, tabanım kayganlaştıracaktır. Çok sıkı tutmalıyım.
Yarım metre aşağı indi, sola kaydı ve yatağın etrafında döndü. Belli belirsiz bir vızıltı çıkarıyordu.
Bu şeye kim kumanda ediyor acaba? diye düşündü Paul. Yakınlarda birisi olmalı. Yueh'ye seslenebilirim ama kapıyı açtığı anda avlanır.
Paul'ün arkasındaki hol kapısı gıcırdadı. Kapı tıklatıldı.
Açıldı.
Güdümlü avcı, kafasının yanından geçerek harekete doğru
ok gibi atıldı.
Paul'ün sağ eli hızla hedefi buldu ve öldürücü şeyi sıkıca tuttu. Avcı elinde vızıldayarak dönüyordu ama kasları onun üzerine çılgınca kilitlenmişti.
Hızla döndü; ve nesnenin burnunu, kapının üstündeki metal levhaya geçirdi. Güdümlünün burun gözü ezilirken çatırtıyı hissetti, aygıt elinin içinde öldü. .
Yine de emin olmak için bırakmadı.
Paul kafasını kaldırdı, bakışları Shadout Mapes'in faltaşı
96
97
gibi açılmış tamamen mavi gözleriyle karşılaştı
"Beni babanız gönderdi," dedi kadın "Holde size eşlik
edecek adamlar var " j
Paul başıyla onayladı, gözlen ve bilinci, koyu kahverengi,'
çuval gibi bir elbise giymiş bu garip kadının üzerine odaklandı
Kadın şimdi, Paul'un elinde sıkıca tuttuğu nesneye bakıyordu "Böyle bir şey duymuştum," dedi "Beni öldürecekti, öyle
değil mı?"
Paul konuşmaya başlamadan önce yutkunmak zorunda kaldı "Onun hedefi bendim " "Ama bana doğru geliyordu "
"Çünkü hareket ediyordun " Kim bu yaratık acaba9 diye duşundu
"O halde hayatımı kurtardınız," dedi Mapes "Her ikimizin de hayatını kurtardım "
"Öyle görünüyor ki, beni ona bırakıp kendinizi kurtarabilirdiniz "
"Kimsin sen9" diye sordu Paul
"Shadout Mapes, kahya "
"Beni nerede bulacağını nasıl bildin9"
"Anneniz söyledi Holün aşağısındakı sıhramız odaya giden merdivenlerde karşılaştık " Sağ tarafı işaret etti "Babanızın adamları hala bekliyor "
Bunlar Hmvat m adamları olacak, diye duşundu Paul Bu nesnenin operatörünü bulmalıyız
"Babamın adamlarına git," dedi "Ve onlara evde bir güdümlü avcı yakaladığımı söyle, dağılıp operatörü bulsunlar Evi ve çevresini derhal giriş çıkışa kapatsınlar Ne yapacaklarını bilirler Operatörün, aramızdaki bir yabancı olduğu ke sın "
Bu yaratık o olabilir mı acaba9 diye duşundu Ama o olmadığını biliyordu Kadın odaya girdiğinde güdümlü kontrol altındaydı
"Emrinizi yerine getirmeden önce, kuçukbey," dedi Mapes "Aramızdaki yolu temizlemeliyim Üzerime taşıyabıleceğım-
98
den emin olmadığım bir su yükü yukledımz Ama biz Fremen-ler borçlarımızı öderiz, ister kötülük borcu olsun ister iyilik borcu Ve içinizde bir ham olduğunu biliyoruz Kim diye sorsanız söyleyemeyiz ama bundan eminiz Belki bu et-kesenı yönlendiren de aynı kışıdır"
Paul bu bilgiyi sessizlik içinde sındırdı bir hain Garip kadın, Paul konuşmaya fırsat bulamadan hızla dondu ve gerisingeri girişe doğru koştu
Kadını gen çağırmayı duşundu ama onun bundan rahatsız olacağını ima eden bir hava vardı Bildiği her şeyi söylemişti ve şimdi onun emrim yerın^ getirecekti Bir dakika sonra ev Hawat'ın adamlarıyla dolup taşacaktı
Aklı bu acayip konuşmanın diğer bölümlerine gitti sıhramız oda Kadının işaret etmiş olduğu sol tarafa baktı Biz Fremenler O halde bu bir Fremen'dı Kadının yüzünü hafızasına yerleştirecek anımsatıcı kıvılcım için durakladı, kuru, kırışık, koyu kahverengi bir yüz, hiç akı olmayan mavi üstüne mavi gözler Etiketi yapıştırdı Shadout Mapes
Parçalanmış güdümlüyü hala elinde tutan Paul, odasına dondu, sol eliyle kalkan kemerini yatağın üstünden aldı, dışarıya çıkıp holden aşağıya, sola doğru koşarken kemen beline
bağladı
Kadın annesinin aşağıda bir yerde olduğunu söylemişti
merdivenler sıhramız oda
Yargılanma zamanı geldiğinde Leydi Jessıca'nın ona destek olacak nesi vardı7 Şu Bene Gessent özdeyişi üzerinde dikkatle düşünürseniz anlayabilirsiniz Tam olarak sonuna kadar gittiğin bir yol seni kesinlikle hiçbir yere ulaştırmaz Bir dağın dağ olduğunu anlamak için o dağa yalnızca birazcık tırman Dağın
99
tepesinden dağı göremezsin."
- Prenses Irulan'ın yazdığı "Muad'Dib: Aile Tefsirleri"nden
Jessica, güney kanadının sonunda oval bir kapıya doğru kıvrılarak çıkan metal bir merdiven gördü. Döndü, hole bir göz attı; sonra tekrar kapıya baktı.
Niye oval acaba? diye düşündü. Evin içinde bulunan bir kapı için ne garip bir şekil.
Spiral merdivenin altındaki pencerelerden, Arrakis'in batmak üzere olan büyük beyaz güneşini görebiliyordu. Uzun gölgeler holden içeri uzanıyordu. Dikkatini yeniden merdivenlere çevirdi. Yanlardan gelen sert ışık, basamakların açık metal aksamının üzerindeki kurumuş toprak parçalarının görünmesine neden oluyordu.
Jessica bir eliyle tırabzanı tuttu, merdivenleri çıkmaya başladı. Kaygan avucunun altındaki tırabzan soğuktu. Önünde durduğu kapının kolu olmadığını gördü ama kapı yüzeyinde kojun olması gereken yerde belli belirsiz bir çukur vardı.
Kesinlikle bir aya kilidi değil, dedi kendi kendine. Bir aya kilidi bir kişinin elinin şekline ve avucunun içindeki çizgilere göre ayarlanmış olmalıdır. Ama bir aya kilidi gibi görünüyordu. Ve okulda öğrenmiş olduğu gibi, her aya kilidini açacak yollar vardı.
Jessica gözetlenmediğine emin olmak için arkasına bir göz attı ve avucunu kapıdaki çukura yerleştirdi. Çizgilerin biçimini bozmak için çok nazik baskılar; bileğin bir dönüşü, bir dönüş daha, avucun yüzey boyunca kaydırılarak bükülmesi. Tık ettiğini hissetti.
Dostları ilə paylaş: |