Unvanı iyi taşıyacak, diye düşündü Dük ve ani bir ürper-meyle bunun da başka bir ölüm düşüncesi olduğunu fark etti.
Paul, kapı aralığında babasını gördü ve gözlerini kaçırdı. Konukların oluşturduğu kümelere, içkileri tutan mücevherli ellere; ve küçücük, uzaktan yöneltilen koklarlarla göze çarpmadan yapılan denetlemelere baktı. Paul, bütün o gevezelik eden yüzleri görünce, birden onlardan iğrendi. Bunlar, mide bulandırıcı düşüncelerin üzerine kenetlenmiş ucuz maskelerdi; sesler, herkesin kendi içindeki gürültülü sessizliği bastırmak için çıkarılıyordu.
Hiç havamda değilim, diye düşündü ve Gurney'in buna ne diyeceğini merak etti.
Ruh halinin kaynağını biliyordu. Bu törene katılmak istememişti ama babası kararlıydı. "Koruyacağın bir yerin, bir konumun var. Bunu yapmak için yeterince büyüdün. Nere-
deyse kocaman adam oldun."
Paul, babasının kapıdan içeri girdiğini, odayı incelediğini ve Leydi Jessica'nın çevresindeki gruba yöneldiğini gördü.
Leto, Jessica'nın grubuna yaklaştığı sırada su nakliyecisi şu soruyu soruyordu: "Dük'ün hava durumunu kontrol edeceği doğru mu?"
Adamın arkasındaki Dük: "Düşüncelerimizde o kadar ileri gitmedik, bayım," dedi.
Adam dönünce, bronzlaşmış, yuvarlak ve kibar yüzü göründü. "Aa, Dük," dedi. "! izi özlemiştik."
Leto, gözucuyla Jessica', ı baktı. "Yapılması gereken bir şey vardı." Dikkatini su nakliyecisine çevirdi, çanaklar konusunda ne emrettiğini açıkladı ve ekledi: "Bana kalırsa, eski gelenek burada bitiyor."
"Bu bir dukalık emri mi, Efendim?" diye sordu adam.
"Bunu sizin...ımm...vicdanınıza bırakıyorum," dedi Dük. Gruba doğru gelen Kynes'ı fark ederek döndü.
Kadınlardan biri: "Bence çok cömertçe bir hareket...Yani suyu ver..." Birisi onu susturdu.
Dük Kynes'a bakınca, gezegenbilimcinin İmparatorluk Görevlisi apoletleri taşıyan ve yakasında rütbe belirten küçücük altın bir damla bulunan eski stil, koyu kahverengi bir üniforma giydiğini gördü. Su nakliyecisi kızgın bir sesle sordu: "Dük, bizim geleneğimizi mi eleştiriyor?"
"Bu gelenek değiştirildi," dedi Leto. Kynes'a başını eğerek selam verdi, Jessica'nın çatık kaşlarına bakarak şöyle düşündü: Kaşlarım çatmak ona yakışmıyor ama bu, aramızda bir sıır-tuşme olduğuna dair söylentileri artıracaktır
"Dük izin verirse," dedi su nakliyecisi, "geleneklerle ilgili birkaç şey daha sormak istiyorum."
Leto, adamın sesinin aniden yılışık bir tona büründüğünü duydu, gruptakilerin sessizce izlediğini ve odadaki başların nasıl onlara doğru dönmeye başladığını fark etti.
"Neredeyse yemek zamanı, öyle değil mi?" diye sordu Jessica.
179
178
"Ama konuğumuzun bazı sorulan var," dedi Leto ve su nakliyecisine baktı. Büyük gözleri ve kalın dudaklarıyla y varlak yüzlü adamı görünce Havvat'ın notunu hatırladı: "... bu su nakliyecisi izlenmesi gereken bir adam • Lingar Bewt, b, ismi unutmayın. Harkonnenler onu kullandılar ama hiçbir " zaman tam olarak kontrol etmediler."
"Su gelenekleri çok ilginçtir," dedi Bevvt, yüzünde bir gülümseme vardı. "Bu eve eklenmiş olan sera hakkında ne düşünüyorsunuz merak ediyorum doğrusu. Onunla insanlara gösteriş yapmayı sürdürmeyi mi düşünüyorsunuz...Efendim?"
Leto kızgınlığını kontrol altında tutarak gözlerini adama dikti. Düşünceler zihninde birbirini kovalıyordu. Kendi dukalık kalesinde ona meydan okumak cesaret isterdi, özellikle de ellerindeki ittifak sözleşmesinin altında Bevvt'ın imzası varken. Bu hareket, kişisel gücün farkında olmayı da gerektirirdi. Su burada gerçekten güçtü. Örneğin su tesisleri mayın- jâ landıysa, bir işaretle yok edilebilirlerdi...Bu adam böyle bir s şeyi yapabilecek biriydi. Su tesislerinin imha edilmesi, Ar-- \ rakis'i pekala yok edebilirdi. Bu, Bewt'ın, Harkonnenlere karşı kullandığı tehdit olabilirdi pekala.
"Efendim Dük'ün ve benim seramız için başka planlarımız var," dedi Jessica ve Leto'ya gülümsedi. "Onu muhafaza et-jj mek istiyoruz, kesinlikle; ama yalnızca Arrakis halkı için. ^ Bizim rüyamız, bir gün Arrakis ikliminin, bu tür bitkilerin açıkta her yerde yetişmesine yetecek kadar değiştirilebilme-sidir."
Hay sen çok yaşa! diye düşündü Leto. Hadi bakalım su |j| nakliyecimi: bu lokmayı nasıl yutacak.
"Su ve hava kontrolüne olan ilginiz ortada," dedi Dük. "Size mal varlığınızı çeşitlendirmenizi öneririm. Bir gün Ar-rakis'te su değerli bir mal olmayacak."
Ve şöyle düşündü: Havat, bu Bevt'ın örgütüne sızma çabalarını iki katına çıkarmalı. Ve bir an önce yedek su tesislerini faaliyete geçirmeliyiz. Hiç kimse beni tehdit edemeyecek!
Bewt, gülümsemesi hala yüzünde, başıyla onayladı. "Öv-
güye değer bir rüya, Efendim." Bir adım geri çekildi.
Kynes'ın yüzündeki ifade Leto'nun dikkatinden kaçmadı. Adam gözlerini Jessica'ya dikmişti. Görünüşü farklıydı; aşık olmuş bir adam gibi...ya da dinsel bir transa girmiş gibi.
Sonunda, kehanetin söyledikleri Kynes'ın düşüncelerine hakim olmuştu: "Ve onlar, en değerli rüyanızı paylaşacaklar. " Doğrudan Jessica'ya hitap etti: "Yolun kısalmasını sağlıyor musunuz?"
"Aa, Dr. Kynes," dedi su nakliyecisi. "Demek Fremen güruhunuzla taban tepmeyi bırakıp buraya geldiniz. Ne kadar da naziksiniz."
Kynes, Bewt'e doğru anlaşılmaz bir bakış savurarak konuştu: "Çölde derler ki, bir adamın çok fazla suya sahip olması onu ölümcül bir dikkatsizliğe sürükleyebilir."
"Çöldekilerin bir sürü acayip vecizesi var," dedi Bewt, ancak sesi rahatsızlığını ele verdi.
Jessica, Leto'nun yanına geçti ve kendisini sakinleştirecek zamanı kazanmak için koluna girdi. Kynes ne demişti: "...yolun kısalması." Eski dilde, bu ibare "Kuisatz Haderah" olarak tercüme ediliyordu. Gezegenbilimcinin garip sorusu diğerlerinin dikkatini çekmeden geçmiş gibi görünüyordu; ve Kynes şimdi, işveyle bir şeyler fısıldayan evli bir kadına doğru eğilmiş, onun söylediklerini dinliyordu.
Kuisatz Haderah, diye düşündü Jessica. Koruyucu Misyon' u muz f u efsanenin tohumlarını buraya da mı attı? Bu düşünce Paul için duyduğu gizli umudu körükledi. O Kuisatz Haderah olabilir. Olabilir.
Lonca Bankası temsilcisi, su nakliyecisiyle sohbete dalmıştı ve Bevvt'ın sesi, sohbetlerin yeniden canlanan mırıltısının iMüne çıkıyordu: "Birçok kişi Arrakis'i değiştirmeye çalıştı."
Dük, bu sözlerin Kynes'ı nasıl etkilediğini ve gezegen-bilimciyi kendisine kur yapan kadından kopardığını gördü.
Aniden oluşan sessizlikte, uşak üniforması giymiş ev birliğinden bir asker Leto'nun arkasında hafifçe öksürdü ve "Yemek hazır, Efendim," dedi.
181
180
İ
Dük, Jessica'ya sorarcasına bir bakış yöneltti.
"Burada gelenek, ev sahiplerinin masaya konukların arkasından gitmesini gerektiriyor," dedi Jessica ve gülümsedi; "Bunu da değiştirecek miyiz, Efendim?"
Dük mesafeli bir tavırla konuştu: "Bu iyi bir gelenek gibi görünüyor. Şimdilik bırakalım kalsın."
Onun ihanetinden şüphelendiğim yanılsaması sağlanmalı, diye düşündü. Sırayla yanlarından geçen konuklara bir göz attı. Aranızdan kim bu yalana inanır?
Jessica, onun soğukluğunu hissederek son bir hafta sık sık yaptığı gibi bu konu üstünde düşündü. Kendi kendisiyle mücadele eden bir adam gibi davranıyor, diye geçirdi aklından. Acaba bunun nedeni bu partiyi böyle alelacele vermem mi? Yine de, subaylarımızı ve adamlarımızı buranın yerlileriyle sosyal bir platformda kaynaştırmaya başlamamızın ne kadar önemli olduğunu biliyor. Biz onların tümünün annesi ve babası sayılırız. Hiçbir şey. bu gerçeği, böyle sosyal bir paylaşımdan daha sağlam bir şekilde vurgulayamaz
Sırayla geçmekte olan konukları izleyen Leto, Thufir Ha-vvat'ın, olaydan haberdar olduğu zaman söylediği şeyi hatırladı: "Efendimiz! Buna izin vermem!"
Dük'ün dudaklarına keyifsiz bir gülümseme yerleşti. Ne sahne olmuştu ama. Ve Dük, yemeğe katılma konusunda fikrinden caymayınca, Hawat başını iki yana sallamıştı. "Bu konuda pek iyi şeyler hissetmiyorum, Efendim," demişti. "Arrakis'te her şey fazla hızlı gidiyor. Bu Harkonnenlerin tarzı değil. Hem de hiç değil."
Kendisinden yarım kafa daha uzun genç bir kadına eşlik eden Paul, babasının yanından geçti. Babasına acı bir bakış savurup genç kadının söylediği bir şeyi başıyla onayladı.
"Babası damıtıcı giysi imal ediyor," dedi Jessica. "Duyduğuma göre, çölün derinliklerinde bu adamın giysilerini ancak bir aptal giyermiş."
"Paul'ün önündeki yaralı yüzlü adam kim?" diye sordu Dük. "Çıkaramadım."
"Listeye son anda eklendi," diye fısıldadı. "Daveti Gurney a\arladı. Kaçakçı."
"Gurney mi ayarladı?"
"Benim ricamla. Bu konuda birazcık katı olduğunu düşünmeme rağmen Havvat da onayladı. Kaçakçının adı Tuek, bsmar Tuek. Kendi türü arasında bir güce sahip. Onu burada herkes tanıyor. Evlerin birçoğunun yemek sofrasında ağırlanmış."
"Neden burada?"
"Buradaki herkes bu soruyu soracak," dedi Jessica. "Tuek sadece varlığıyla bile güvensizlik ve şüphe tohumları atacaktır. A\nı zamanda, rüşvete karşı verdiğin emirlere arka çıkılacağının, hatta kaçakçılar cephesinin de bunlara uyacağının göstergesi olacaktır. Havvat'in hoşuna gitmiş görünen nokta buydu."
"Benim hoşuma gittiğinden emin değilim." Geçen bir çifti başıyla selamladı, önlerinden gidecek yalnızca birkaç konuk kaldığını gördü. "Neden birkaç Fremen çağırmadın?"
"Kynes var."
"Evet, Kynes var," dedi Dük. "Benim için başka küçük sürprizler hazırladın mı?" Jessica'yı kafilenin arkasına doğru > önlendirdi.
"Geri kalan her şey son derece alışıldık," dedi Jessica.
Ve şöyle düşündü: Bu kaçakçının hızlı gemileri kontrol etliğini ve satın alınabileceğini göremiyor musun, sevgilim? Kğer başka çaremiz kalmazsa, Arrakis 'ten bir çıkış yolumuz, bir kaçış kapımız olmalı.
Yemek salonuna girdiklerinde, Leto'nun kolundan çıktı ve onun tuttuğu sandalyeye oturdu. Dük uzun adımlarla masanın diğer ucuna yürüdü. Bir uşak sandalyesini tuttu. Diğerleri kumaş hışırtıları ve sandalye gıcırtıları arasında oturdular ama Dük ayakta kaldı. Bir el işareti yaptı ve masanın etrafında duran, uşak üniforması giymiş ev birliği askerleri bir adım geri-le\erek hazır olda durdular.
Odaya huzursuz bir sessizlik çöktü.
Masanın öbür ucuna bakan Jessica, Leto'nun ağzının
183
182
köşelerinde belli belirsiz bir titreme gördü, adamın yanak
larının kızgınlıktan kıpkırmızı kesildiğini fark etti. Onu m
kızdıran ne? diye sordu kendi kendine. Benim kaçakçıyı davet »
etmem değil kesinlikle "
"Bazıları çanak geleneğini değiştirmemi sorguluyorlar," ' dedi Leto. "Bu, benim size birçok şeyin değişeceğini anlatma yolum."
Masaya sıkıntılı bir sessizlik çöktü.
Sarhoş olduğunu sanacaklar, diye düşündü Jessica.
Leto su maşrapasını kaldırdı ve havada tuttu. Süspansör ışıkları maşrapanın üzerinden yansıyordu. "O halde, Impara-torluk'un bir Şövalyesi olarak şerefinize kadeh kaldırıyorum."
Diğerleri maşrapalarını kavradı, bütün gözler Dük'e odaklanmıştı. Aniden oluşan dinginlikte, bir süspansörlü ışık, mutfağa giden servis koridorundan gelen başıboş bir esintiye kapılarak hafifçe sürüklendi. Dük'ün yüzündeki atmaca çizgilerinde gölgeler oynaştı.
"işte buradayım ve burada kalacağım!" diye bağırdı.
Maşrapaları ağızlara götürmeye yönelik girişimler, Dük kolunu indirmediği için yarıda kaldı. "Kadehimi kalbimizde yeri olan şu düsturlardan birine kaldırıyorum: 'iş ilerlemeyi getirir! Servet her yerde geçer!' "
Suyundan bir yudum aldı.
Diğerleri ona katıldı. Aralarında soru dolu bakışlar dolaştı.
"Gurney," diye seslendi Dük.
Leto'nun olduğu taraftaki bir bölmeden Halleck'in sesi geldi. "Buradayım, Efendim."
"Bize bir şey çal, Gurney."
Balisetten çıkan minör bir akor bölmeden dışarı yayıldı. Dük'ün izin veren bir işaretiyle, uşaklar yemek dolu tabakl masaya koymaya başladılar: cepeda sosunda kızarmış çöl tavşanı, aplomage sirian, cam altında çukka, melanjlı kahve (bahardan kaynaklanan yoğun bir tarçın kokusu masaya yayıldı), köpüklü Çaladan şarabıyla servis edilen gerçek bir pot-a-oie.
Dük, hala ayakta duruyordu.
Konuklar, dikkatleri önlerine konulan tabaklarla ayakta duran Dük arasında bölünmüş bir halde beklerken Leto şöyle dedi: "Eski çağlarda, kendi yetenekleriyle konuklarını eğlendirmek ev sahibinin göreviymiş." Su maşrapasını öyle sıkı tutuyordu ki parmak eklemleri beyazlaşmıştı. "Ben şarkı söyleyemem ama size Gurney'in şarkısının sözlerini okuyabilirim. Bunu başka bir kadeh kaldırma olarak kabul edin; bizim buraya gelmemizi sağlamak için canını verenlerin tümünün şerefine."
Masanın çevresinde rahatsız bir kıpırdanma duyuldu.
Jessica bakışlarını indirdi, en yakınında oturan insanlara şöyle bir baktı: yuvarlak yüzlü su nakliyecisi ve kadını; solgun ve fazla ciddi Lonca Bankası temsilcisi (Leto'ya sabitlenmiş gözleriyle, ıslık çalıyormuş gibi görünen bir korkuluğu andırıyordu); haşin ve yaralı yüzlü Tuek, mavi içinde mavi gözleri aşağıya çevrili.
"Geçiyor, dostlar...mazideki birlikler geçiyor," dedi Dük dua okurcasına. "Hepsi ecele gidiyor, sırtlarında acılar ve dolarlar. Gümüş tasmalarımızı ruhlarına takmışlar. Geçiyor, dostlar...mazideki birlikler geçiyor. Her biri zamanın bir noktası hilesiz hurdasız. Onlarla birlikte geçiyor kaderin tuzağı. Geçiyor, dostlar...mazideki birlikler geçiyor. Ömrümüz sona erdiğinde ağız dolusu gülüşüyle, kaderin tuzağından kurtulacağız."
Dük, son dizeyi sesini yavaş yavaş kısarak bitirdi, büyükçe bir yudum aldığı su maşrapasını hızla masaya bıraktı. Su, maşrapanın ağzından keten örtüye döküldü.
Diğerleri sıkıntılı bir sessizlikle sularını içtiler.
Dük, tekrar su maşrapasını kaldırdı ve diğerlerinin de aynı şeyi yapmak zorunda olduğunu bilerek kalan suyu yere döktü.
Onun yaptığını ilk tekrarlayan Jessica oldu.
Diğerleri maşrapalarını boşaltmaya başlamadan önce bir an için buz gibi bir hava esti. Jessica, babasının yanında oturan Paul'ün, çevresindeki tepkileri nasıl incelediğini gördü.
184
185
Kendisinin ise,'konukların, özellikle kadınların hareketlerinin açığa çıkardığı şeyle büyülenmiş olduğunu fark etti. Bu, temiz ve içilebilir suydu, ıslak bir havluyla atılmış bir şey değildi. Onu öylece döküvermeye duyulan gönülsüzlük, titreyen ellerde, geciken tepkilerde, sinirli gülüşlerde...ve yapılması gerekene zorla boyun eğişte kendini gösteriyordu. Bir kadın maşrapasını düşürdü, birlikte geldiği erkek maşrapayı kaldırırken, o kafasını çevirdi.
Bununla birlikte, Jessica'nın en çok dikkatini çeken Kynes oldu. Gezegenbilimci bir an duraksadı, sonra maşrapasını ceketinin altındaki bir kaba boşalttı. Kendisini izlerken yakaladığı Jessica'ya gülümsedi, boş maşrapayı sessizce onun şerefine kaldırdı. Hareketinden ötürü hiç mi hiç utanmamış görünüyordu.
Halleck'in müziği hala odaya yayılıyordu ama sanki odadaki havayı dağıtmaya çalışıyormuş gibi minör tonlardan çıkmıştı, oynak ve canlıydı.
"Yemek başlasın," dedi Dük ve sandalyesine çöktü.
Kızgın ve kararsız, diye düşündü Jessica. Şu fabrika tırtılı kaybetmek onu gerektiğinden daha fazla sarstı Ortada bu kayıptan daha önemli bir şey olmalı Ümitsiz bir adam gibi davranıyor Aniden duyduğu üzüntüyü saklayacağını umarak çatalını aldı. Neden olmasın? Zaten ümitsiz
Yemek, başlangıçta yavaşça, sonra gitgide artan bir canlılıkla devam etti. Damıtıcı giysi imalatçısı, Jessica'ya, aşçı ve şarapla ilgili olarak iltifatta bulundu.
"Her ikisini de Caladan'dan getirdik," dedi Jessica.
"Şahane!" dedi adam çukkayı tadarken. "Tek kelimeyle şahane! Ve içinde melanjın zerresi yok. insan her şeyin içinde bahar olmasından öylesine usanıyor ki."
Lonca Bankası temsilcisi karşısındaki Kynes'a baktı. "Anladığım kadarıyla, Doktor Kynes, bir fabrika tırtıl daha bir solucana kaptırıldı."
"Haberler çabuk yayılıyor," dedi Dük.
"Demek doğru, öyle mi?" diye sordu bankacı dikkatini
Leto'ya çevirerek.
"Tabii ki doğru!" dedi Dük sertçe. "Kahrolası kaptıkaçtı kayboldu. Bu büyüklükte bir şeyin kaybolması mümkün olmamalı!"
"Solucan geldiğinde tırtılı kurtaracak hiçbir şey yoktu," dedi Kynes.
"Mümkün olmamalı^ diye tekrarladı Dük.
"Kaptıkaçtının gidişini kimse görmedi mi?" diye sordu bankacı.
"Hiçbir zaman gözcüler gözlerini kumdan ayırmazlar," dedi Kynes. "Öncelikle solucan işaretiyle ilgilenirler. Bir kaptıkaçtının tam kadrosu genellikle dört adamdan oluşur: iki pilot ve iki kenetleme işçisi. Eğer bu mürettebattan bir hatta iki tanesi Dük'ün düşmanları hesabına çalışıyor idiyse..."
"Haa, anladım," dedi bankacı. "Ve siz, Değişim Yargıcı olarak, bu konudaki kuşkunuzu bildirecek misiniz?"
"Konumumu dikkatli bir şekilde göz önüne almak zorunda kalacağım," dedi Kynes, "ve bunu kesinlikle masada tartışmayacağım." Ve şöyle düşündü: iskelet kılıklı solgun herif! Bu tür bir suçu göz ardı etmem için bana talimat verildiğim biliyor.
Bankacı gülümsedi, dikkatini yemeğine çevirdi.
Jessica, oturduğu yerde Bene Gesserit okul günlerinden bir dersi hatırladı. Konu casusluk ve karşı casusluktu. Dersi veren, tombul, güleç yüzlü bir Başrahibe'ydi ve kadının şen şakrak sesi konuyla tuhaf bir zıtlık oluşturuyordu.
"Her casusluk ve/veya karşı casusluk okulu hakkında bilmeniz gereken şey, bütün mezunlarının temel tepki tarzlarının benzer olmasıdır. Her kapalı disiplin, öğrencilerine kendi damgasını basar, kendi tarzım yerleştirir. Bu tarz, analiz ve tahmin edilebilir. "
"Şimdi, güdüsel tarzlar bütün casuslar arasında benzer olacaktır. Bu demektir ki: farklı okullara veya zıt amaçlara rağmen belirli tipte güdüler olacaktır. İlk olarak, bu öğeyi analiziniz için nasıl ayıracağınızı inceleyeceksiniz, başlangıçta, sorguya çekenlerin içindeki eğilimi ele veren sorgu model-
187
186
leri yoluyla: daha sonra, analiz altındakilerin dil-düşünce eğiliminin yakından gözlenmesi yoluyla. Deneklerinizin kok dillerini belirlemeyi oldukça basit bulacaksınız, tabii ki hem ses tonlaması hem de konuşma tarzı yoluyla. "
Şimdi, oğlu, Dük'ü ve konuklarıyla masada oturmuş Lonca Bankası temsilcisini dinlerken, farkına vardığı şey Jessica'yı ürpertti: adam bir Harkonnen ajanıydı. Sahip olduğu Giedi Prime konuşma tarzı ustalıkla gizlenmişti ama bunu Jes-sica'nın eğitimli bilincine, sanki kendi ağzıyla söylüyormuş gibi sergiliyordu.
Bu, bizzat Lonca'mn, Atreides Evi'ne karşı taraf tuttuğu anlamına mı geliyor? diye sordu kendi kendine. Bu düşünce onu çok şaşırttı ve bir sonraki yemeğin servis edilmesini isteyerek bu duygusunu gizledi. Bu arada, amacını ortaya çıkarmak için adamı dinliyordu. Sohbeti bundan sonra güya masum bir şeye kaydıracak ama uğursuz imalarla, dedi kendi kendine. Onun tarzı bu.
Bankacı ağzındaki lokmayı yuttu, şarabından bir yudum aldı ve sağındaki kadının söylediği bir şeye gülümsedi. Masanın öbür ucunda, Dük'e, Arrakis'in doğal bitkilerinin dikeni olmadığını anlatan adamı bir an için dinlermiş gibi göründü.
"Arrakis'te kuşların uçuşunu izlemekten zevk alıyorum," dedi bankacı, sözlerini Jessica'ya yönelterek. "Kuşlarımızın tümü, tabii ki, leş yiyicidir ve birçoğu kan içicilere dönüştüğünden su olmaksızın hayatta kalır."
Damıtıcı giysi imalatçısının, masanın öbür ucunda, Paul'le Dük'ün arasında oturan kızı, güzel yüzünü buruşturup kaşlarını çatarak konuştu: "Aman, Suu-Suu, sen de en iğrenç şeylerden bahsedersin."
Bankacı gülümsedi. "Seyyar Su Satıcıları Birliği'nin mali danışmanı olduğum için bana Suu-Suu diyorlar." Ve Jessica yorum yapmadan ona bakmayı sürdürünce ekledi: "Su satıcılarının bağırışından ötürü: 'Suu-Suu-Suuk!' " Bu seslenişi öyle kusursuz taklit etti ki masadakilerin çoğu güldü.
Jessica kendisiyle böbürlenen ses tonunu duydu ama dikkatini en çok genç kadının verdiği replik çekti: önceden hazırlanmış bir sahne. Bankacıya, bütün bunları söylemesi için bahane yaratmıştı. Gözucuyla Lingar Bevvt'a baktı. Su zengini suratını asmış, yemeğine konsantre olmuştu. Jessica, bankacının şunu söylemiş olduğunu anladı: "Ben de, Arrakis'teki en bııvııkgüç kaynağını kontrol ediyorum: suyu. "
Yemek arkadaşının sesindeki sahteliğin farkına varmış olan Paul, annesinin, sohbeti Bene Gesserit yoğunluğuyla izlediğini gördü. Birden, anlamamış gibi yapıp adamın ağzından laf almaya karar vererek bankacıya döndü.
•'Bu kuşların yamyam olduğunu mu kastediyorsunuz, bayım?"
"Garip bir soru, genç Efendi," dedi bankacı. "Ben sadece kuşların kan içtiklerini söyledim. Bu kendi türlerinin kanı olmak zorunda değil, öyle değil mi?"
"Garip bir soru değil" dedi Paul. Ve Jessica, verdiği eğitimin incelikli yanıtlar verme özelliğinin onun sesinde sergilendiğini fark etti. "Çoğu eğitimli insan bilir ki, her genç organizma için en büyük potansiyel rekabet kendi türünden gelir." Göstere göstere yanındaki kızın tabağındaki yemekten bir çatal alıp yedi. "Aynı kaptan yiyorlar. Temel ihtiyaçları aynı."
Bankacı kaskatı kesildi, suratını asarak Dük'e baktı.
"Oğlumu bir çocuk gibi görme hatasına düşmeyin," dedi Dük ve gülümsedi.
Jessica, masaya göz gezdirdi, Bewt'ın neşelendiğini, hem Kvnes'ın hem de kaçakçı Tuek'in sırıtmakta olduğunu fark etti.
"Genç Efendi'nin oldukça iyi anlamış göründüğü şey," dedi Kynes, "ekolojinin bir kuralıdır. Yaşam öğeleri arasındaki mücadele, bir sistemin serbest enerjisi için yapılan mücadeledir. Kan verimli bir enerji kaynağıdır."
Bankacı çatalını bıraktı, kızgın bir sesle konuştu: "Fremen süprüntülerinin kendi ölülerinin kanını içtiği söyleniyor."
189
188
f
l
Kynes başını iki yana salladı ve ders verir gibi konuştu: "Kanını değil, bayım. Ancak bir insanın tüm suyu sonuçta kendi insanlarına, kabilesine aittir. Büyük Düzlük'ün yakınında yaşadığınızda bu bir gerekliliktir. Orada suyun her damlası değerlidir ve insan vücudunun ağırlığının yaklaşık yüzde yetmişi sudan oluşur. Ölü bir adamın tabii ki artık bu suya ihtiyacı yoktur."
Bankacı her iki elini, masaya, tabağının iki yanına dayadı ve Jessica adamın kendisini geriye itip öfke içinde kalkıp gideceğini düşündü.
Kynes, Jessica'ya baktı. "Bağışlayın, Leydim, masada böyle çirkin bir konunun ayrıntılarına girdiğim için. Ama yanlış bilgilendiriliyordunuz ve bunun düzeltilmesi gerekiyordu."
"O kadar uzun zamandır Fremenlerle birliktesiniz ki bütün duyarlılığınızı kaybetmişsiniz," dedi bankacı kaba bir şekilde.
Kynes sakin bir şekilde adama baktı, solgun ve titrek yüzünü inceledi. "Bana meydan mı okuyorsunuz, bayım?"
Bankacı donup kaldı. Yutkundu, resmi bir tavırla konuştu: "Tabii ki hayır. Ev sahiplerimize bu şekilde hakaret edemem."
Jessica, korkuyu adamın sesinde duydu, yüzünde, solumasında ve şakağındaki bir toplardamarın atışında gördü. Adam, Kynes'tan korkuyordu!
"Ev sahiplerimiz hakarete uğrayıp uğramadıklarına pekala kendileri karar verebilirler," dedi Kynes. "Onlar onurun savunulmasını anlayan cesur insanlar. Hepimiz onların cesaretine tanıklık edebiliriz...şimdi...burada...Arrakis'te olmaları gerçeğine dayanarak."
Dostları ilə paylaş: |