283
282
Havvat başıyla onayladı.
Birçok devriye Evet
Ama bu Fremen'in ne istediğini ve neden böyle sinirli olduğunu hala bilmiyordu. Mentat eğitiminin, insana güdüleri görme gücü vermesi gerekirdi.
Bu, Havvat'ın yaşamındaki en kötü gece olmuştu. Saldırı raporları gelmeye başladığında, eski başkent Carthag için tampon olarak kullanılan ileri karakolda, garnizon köyü Tsimpo' daydı. Önce şöyle düşünmüştü: Bu bir baskın Harhonnenler
bizi yokluyor
Ama rapor raporu izledi...gitgide hızlanarak.
Carthag'a iki lejyon indi.
Beş lejyon...elli tugay!...Dük'ün Arrakeen'deki ana üssüne saldırıyordu.
Arsunt'ta bir lejyon.
Kıymıklı Kaya'da savaşçı iki grup.
Ardından raporlar daha ayrıntılı gelmeye başladı: saldıranlar arasında imparatorluk Sardokarları vardı, büyük olasılıkla iki lejyon. Ve işgalcilerin kuvvetlerinin ne kadarını nereye göndereceklerini tam olarak bildikleri anlaşıldı. Tam olarak! Muhteşem bir istihbarat.
Çok şaşıran Havvat'ın öfkesi, Mentat yeteneklerinin düzgün bir biçimde işleyişini tehdit edene kadar tırmandı. Saldırının boyutu, zihnini fiziksel bir darbe gibi sarstı.
Şimdi, bir parça çöl kayasının altında saklanırken, sanki soğuk gölgeleri savuşturur gibi yırtık ve harap ceketine sarınarak başını sallayıp kendi kendini onaylıyordu. Saldırının boyutu
Düşmanlarının baskın yapmak için, arada sırada Lonca'dan küçük gemiler kiralamasını hep beklemişti, iki Ev'in karşı karşıya geldiği böyle bir savaşta bu, oldukça sıradan bir gam-bitti. Küçük gemiler, Atreides Evi için bahar taşımak üzere Ar-rakis'e düzenli olarak inip kalkıyorlardı. Havvat, sahte bahar gemileriyle yapılacak rasgele baskınlara karşı önlemler almıştı. Tam bir saldırı için bekledikleri on tugaydan fazla değildi.
Ama son saydıklarında Arrakis'e inen gemilerin sayısı iki binden fazlaydı: yalnızca küçük gemiler değil, firkateynler, keşif gemileri, monitörler, eziciler, birlik taşıyıcıları, boşaltma kutuları...
Yüz tugaydan fazla: on lejyon!
Böyle bir maceranın maliyetini, Arrakis'in elli yıllık bahar gelirinin tümü ancak karşılayabilirdi.
Ancak.
Baron 'un bize saldırmak için göze aldığı harcamayı hafife aldım, diye düşündü Havvat. Dük 'umu hayal kırıklığına uğrat-ım
Bir de şu hain meselesi vardı.
O karının boğazlandığını görmeye yetecek kadar uzun >aşayacağım! diye düşündü. Elime fırsat geçmişken o Bene (resserit cadısını oldurmeliydim Onlara kimin ihanet etmiş olduğu konusunda hiçbir kuşkusu yoktu: Leydi Jessica. Mevcut bütün özelliklere uyuyordu.
"Adamınız Gurney Halleck ve emrindekilerin bir bölümü kaçakçı arkadaşlarımızla birlikte emniyetteler," dedi Fremen.
"Güzel."
Demek Gurney bu cehennem gezegenden kaçıp kurtulacak Daha hepimiz ölmedik.
Havvat döndü, biraraya toplanmış adamlarına şöyle bir hakti. Biraz önce sona eren geceye en iyi adamlarından üç yüz tanesiyle başlamıştı. Bunlardan ancak yirmi kişi kalmıştı ve \ansi da yaralıydı. Şimdi adamların bazıları uyuyordu; kimi avakta, kimi kayaya yaslanmış, kimi de kayanın altında kuma vayılmış yatıyordu. Yaralılarını taşımak için hava yastıklı bir taşıt olarak kullanmış oldukları son topterleri şafaktan hemen önce bozulmuştu. Lazer silahlarıyla topteri kesip parçalarını gizlemiş ve sonra havzanın ağzındaki bu gizli yere doğru ilerlemişlerdi.
Nerede oldukları konusunda Havvat'ın yalnız kabaca bir fikri vardı: Arrakeen'in yaklaşık iki yüz kilometre güney-doğusundaydılar. Kalkan Duvarı'nda yer alan siyeç topluluk-
285
284
larının arasındaki ana yollar onların biraz daha güneyindeydi.
Hawat'ın karşısındaki Fremen, kapüşonunu ve damıtıcı giysisinin başlığını geriye atınca kumral saçıyla sakalı ortaya çıktı. Saçları yüksek ve ince alnından geriye doğru taranmıştı. Baharlı yiyeceklerin neden olduğu, ifadesi anlaşılamayan tamamen mavi gözleri vardı. Ağzının bir tarafında, sakalının ve bıyığının üzerinde bir iz vardı, oradaki kıllar burun tıkaçlarından çıkan düğümlü toplama borusunun basıncıyla
keçeleşmişti.
Adam tıkaçlarını çıkarıp yeniden ayarladı. Burnunun yanındaki yara izini ovuşturdu.
"Bu gece çanağı geçecekseniz," dedi Fremen, "kalkanları kullanmamalısınız. Duvarda bir yarık var..." Topuklarının üstünde dönerek güneyi gösterdi, "...orada; erge kadar açık kumda yol alacaksınız. Kalkanlar..." Bir an duraksadı. "...solucanı çeker. Çoğu zaman buraya kadar gelmezler ama bir kalkan her zaman bir tane getirir."
Solucan dedi, diye düşündü Havvat. Başka bir f ey söyleyecekti Ne? Ve bizden ne istiyor? Hawat iç geçirdi.
Daha önce hiç bu kadar yorulduğunu hatırlamıyordu. Bu, enerji haplarının bile rahatlatamayacağı bir kas yorgunluğuydu. Şu lanet Sardokarlar!
Kendi kendini suçlayıp acı çekerek, fanatik askerlerin ve temsil ettikleri imparatorluk ihanetinin düşüncesiyle yüzleşti. Kendi Mentat veri değerlendirmesi, adaletin yerine getirilebileceği Landsraad Yüksek Kurulu'na bu ihanetin kanıtlarını sunması için ne kadar az şansı olduğunu söylüyordu.
"Kaçakçılara ulaşmak istiyor musunuz?" diye sordu Fre
men. {
"Bu mümkün mü?" \
"Yol uzun."
"Fremenler hayır demekten hoşlanmıyor," demişti Idaho
bir keresinde.
Havvat, "Halkının yaralı adamlarıma yardım edip etmeyi
ceğini hala söylemedin," dedi.
"Onlar yaralı."
Her seferinde aynı lanet olası cevap!
"Yaralı olduklarını biliyoruz," dedi Hawat sertçe. "Konu bu değ..."
"Sakin ol, dostum," diye uyardı Fremen. "Yaralılar ne diyor? Aralarında kabilenizin su ihtiyacını anlayabilen var mı?"
"Sudan bahsetmiyoruz," dedi Havvat. "Bahsettiğimiz..."
"Gönülsüz olmanı anlayabilirim," dedi Fremen. "Onlar senin dostun, kabilenin adamları. Suyunuz var mı?"
"Yetersiz."
Fremen Havvat'ın ceketini ve altından görünen tenini işaret etti. "Giysileriniz olmadan siyeç dışında kaldınız. Bir su kararı vermeniz şart, dostum."
"Karşılığını versek yardım eder misin?"
Fremen omuz silkti. "Hiç suyunuz yok." Havvat'ın arkasındaki gruba baktı. "Yaralı adamlarından kaç kişiyi gözden çıkarırsın?"
Havvat gözlerini adama dikip sustu. Bir Mentat olarak iletişimlerinin kopuk olduğunu görebiliyordu. Burada, kelimelerle anlamları arasındaki bağlantı normal değildi.
"Ben Thufir Havvat," dedi. "Dük'üm adına konuşabilirim. Şimdi bize edeceğiniz yardımın karşılığını vereceğimizi taahhüt ederim. Kendisinden intikam alınamayacağını zanneden bir haini öldürene kadar adamlarımı yaşatabilmek için sınırlı bir yardım istiyorum."
"Bir kan davasında sizin tarafınızı tutmamızı mı istiyorsun?"
"Kan davasını kendim halledeceğim. Bir yolunu bulursam yaralı adamlarımın sorumluluğundan kurtulmak istiyorum."
Fremen suratını astı. "Yaralı adamlarından nasıl sorumlu olabilirsin? Onlar kendi sorumluluklarını kendileri taşır. Söz konusu olan su, Thufir Hawat. Bu kararın yükünü üstünden almamı ister misin?"
Adam cüppesinin altındaki gizli bir silahı tuttu.
287
286
Havvat gerildi: Bu bir ihanet mi acaba? diye düşündü.
"Neden korkuyorsun?" diye sordu Fremen.
Bu insanlar ve onların şaşırtıcı açık sözlülükleri! Hawat ihtiyatlı bir şekilde konuştu. "Benim başıma konmuş bir ödül var."
"Yaa." Fremen elini silahından çekti. "Bizde Bizans yozlaşması olduğunu düşünüyorsun. Bizi tanımıyorsun. Harkon-nenlerin suyu aramızdaki en ufak çocuğu bile satın almaya yetmez."
Ama iki binden fazla savaş gemisi için Lonca yolculuğunun ücretini ödeyecek paraları var, diye düşündü Havvat. Bu ücretin büyüklüğü onu hala sersemletiyordu.
"Her ikimiz de Harkonnenlerle savaşıyoruz," dedi Havvat. "Savaş konusundaki ortak sorunları ve yöntemleri paylaşmamız gerekmez mi?"
"Paylaşıyoruz," dedi Fremen. "Harkonnenlerle savaştığınızı gördüm. İyisiniz. Senin ordunun yanımda olmasını isteyeceğim zamanlar oldu."
"Ordumun nasıl yardımcı olabileceğini söylemen yeterli," dedi Havvat.
"Kim bilir?" diye sordu Fremen. "Her yerde Harkonnen güçleri var. Ama hala ne su kararını verdin ne de bunu yaralı adamlarına bıraktın."
ihtiyatlı olmalıyım, dedi Havvat kendi kendine. Burada anlaşılmayan bir şey var.
"Bana yönteminizi, Arrakis yöntemini gösterecek misin?"
"Yabancı düşünüşü," dedi Fremen, sesinin alaycı bir tonu vardı. Sarp kayalığın karşısını, kuzeybatıyı gösterdi. "Dün gece kumu geçişinizi izledik." Kolunu indirdi. "Adamlarını kumulların kaygan yüzeyinde tutuyorsun. Bu kötü. Damıtıcı giysiniz yok, suyunuz yok. Çok dayanmazsınız."
"Arrakis'in yöntemleri kolay görünmüyor," dedi Havvat.
"Doğru. Ama biz Harkonnenleri öldürdük."
"Kendi yaralılarınızı ne yapıyorsunuz?" diye sordu Havvat.
"Bir adam kurtarılmaya değer olduğunda bunu bilmez mi?"
diye sordu Fremen. "Yaralı adamların suyunuz olmadığını biliyorlar." Kafasını kaldırıp Havvat'ın omuzlarının üstünden baktı. "Su kararı vermenin tam zamanı. Hem yaralılar hem de yaralı olmayanlar, kabilenin geleceğini düşünmeli."
Kabilenin geleceği, diye düşündü Havvat. Atreides kabilesi Bu anlamlıydı işte. Kendini, kaçındığı soruyu sormaya zorladı.
"Dük'üm ya da oğluyla ilgili bilgin var mı?"
İfadesi anlaşılamayan mavi gözler Havvat'ın gözlerinin içine baktı. "Bilgi mi?"
"Kaderleri!" dedi Havvat sertçe.
"Kader herkes için aynıdır," dedi Fremen. "Söylendiğine göre, Dük'ün, eceline kavuşmuş. Lisan-ül-Gayb'ın, yani oğlunun kaderine gelince, bu Liet'e kalmış. Liet bir şey demedi."
Daha sormadan yanıtı biliyordum, diye düşündü Havvat.
Arkasına dönüp adamlarına bir göz attı. Şu anda hepsi uyanıktı. Duymuşlardı. Gözlerini uzağa, kuma dikmişlerdi, ifadelerinden her şeyi kavradıkları anlaşılıyordu: onlar için Cala-dan'a dönüş yoktu ve artık Arrakis de yitirilmişti.
Havvat, Fremen'e döndü. "Duncan Idaho hakkında bir şey duydun mu?"
"Kalkan indiğinde, büyük evdeymiş. Tüm duyduğum bu... başka bir şey bilmiyorum."
Kalkanı indirip Harkonnenleri içeri aldı, diye düşündü. Kapıya arkası dönük oturan bertmişim. Bu, kendi oğluna da sırt çevirmek anlamına gelirken nasıl böyle bir şey yapabildi? Ama...Bir Bene Gesseril cadısının nasıl düşündüğünü kim bilebilir ki?...Eğer buna düşünmek denirse...
Boğazı kuruyan Havvat yutkunmaya çalıştı. "Çocuktan ne zaman haber alacaksın?"
"Arrakeen'de ne olduğundan pek haberimiz olmaz," dedi Fremen. Omuz silkti. "Kim bilir?"
"Öğrenmek için yöntemleriniz var, değil mi?"
"Belki." Fremen, burnunun yan tarafındaki yara izini ovuşturdu. "Söylesene, Thufır Havvat, Harkonnenlerin kullandığı büyük silahlar hakkında bilgin var mı?"
289
288
Ağır silahlar, diye düşündü Hawat acı acı. Bu kalkan çağında ağır silahlar kullanacakları kimin aklına gelirdi9
"İnsanlarımızı mağaralarda kapana kıstırmak için kullandıkları ağır silahlardan bahsediyorsun," dedi. "Benim...bu tür patlayıcı silahlar hakkında teorik bilgim var."
"Tek çıkışı olan bir mağaraya kaçan herkes ölmeyi hak eder," dedi Fremen.
"Neden silahları sordun?"
"Liet istedi."
Bizden istediği bu mu acaba? diye düşündü Hawat. "Buraya büyük silahlarla ilgili bilgi toplamak için mi geldin?" diye sordu.
"Liet bu silahlardan birisini görmek istedi."
"O halde gidip bir tane ahvermeniz lazım," diye alay etti Hawat.
"Evet," dedi Fremen. "Bir tane aldık. Stilgar'ın, Liet için onu inceleyebileceği ve Liet'in dilerse görebileceği bir yere sakladık. Ama isteyeceğinden şüpheliyim: silah çok iyi değil. Arrakis için zayıf bir tasarım."
"Bir tane...aldınız mı?" diye sordu Havvat.
"İyi bir çarpışmaydı," dedi Fremen. "Yalnızca iki adamımızı kaybettik ve onların yüz tanesinden fazlasının suyunu akıttık."
Her silahın başında Sardokarlar vardı, diye düşündü Havvat. Bu çılgın çöl adamı, Sardokarlara karşı yalnızca iki adam kaybetmekten, sıradan bir şeymiş gibi bahsediyor
"Harkonnenlerin yanında çarpışan diğerleri olmasaydı o iki adamı da kaybetmezdik," dedi Fremen. "Onlardan bazıları iyi savaşçı."
Havvat'ın adamlarından biri topallayarak yaklaştı, çömelmiş oturan Fremen'e baktı. "Sen Sardokarlardan mı bahsediyorsun?"
"Sardokarlardan bahsediyor," dedi Hawat.
"Sardokarlar!" dedi Fremen, sesinde coşku var gibiydi. "Eveet, demek onlardı! Gerçekten iyi bir geceydi. Sardokarlar.
Hangi lejyon? Biliyor musunuz?"
"Biz...bilmiyoruz," dedi Hawat.
"Sardokarlar," dedi Fremen düşünceli bir tavırla. "Ama Harkonnen giysisi giyiyorlar. Garip değil mi?"
"imparator, bir Büyük Ev'e karşı savaştığının bilinmesini istemiyor," dedi Havvat.
"Ama sen onların Sardokar olduğunu biliyorsun."
"Ben kimim ki?" diye sordu Havvat acı bir şekilde.
"Sen Thufır Havvat'sın," dedi adam gerçekçi bir tavırla. "Imm, bunu zamanında öğrenebilirdik. Üçünü esir alıp sorgulanmaları için Liet'in adamlarına gönderdik."
Havvat'ın yaveri söylediği hiçbir sözcüğe inanmadan yavaş \avas konuştu: "Siz Sardokarları...e5/r mi aldınız?"
"Yalnızca üçünü," dedi Fremen. "iyi dövüşüyorlardı."
Keşke Fremenlerle bağlantı kuracak zamanımız olsaydı, diye düşündü Havvat. Zihninde buruk bir keder vardı. Keşke onları eğitip silahlandırabilseydik Ana Tanrıça, ne büyük bir savaş gücüne sahip olurduk!
"Belki de Lisan-ül-Gayb için endişelenmeniz geç kalmanıza neden oldu," dedi Fremen. "Eğer gerçekten Lisan-ül-Gayb'sa, hiçbir şey ona zarar veremez, ispatlanmamış bir mesele üzerinde boşuna düşünme."
"Ben...Lisan-ül-Gayb'a hizmet ediyorum," dedi Havvat. "Onun sağlığı, beni ilgilendiriyor. Bunun için yemin ettim."
"Onun suyu için mi yemin ettin?"
Havvat, hala Fremen'e bakmakta olan yaverine bir göz atıp dikkatini çömelmiş oturan adama çevirdi. "Onun suyu için, evet."
"Arrakeen'e, onun suyunun mekanına dönmek istiyorsun, öyle mi?"
"Evet...onun suyunun mekanına."
"Neden bunun bir su meselesi olduğunu baştan söylemedin?" Fremen ayağa kalktı, burun tıkaçlarını sıkıca yerleştirdi.
Havvat başıyla yaverine diğerlerinin yanına dönmesini
291
290
işaret etti. Adam yorgun bir şekilde omuz silkerek onun dediğini yaptı. Havvat, adamların alçak sesle aralarında konuşmaya başladıklarını duydu.
Fremen şöyle dedi: "Su için daima bir yol vardır." Havvat'm arkasındaki bir adam küfretti. Yaveri seslendi: "Thufır! Arkie öldü."
Fremen yumruğunu kulağına koydu. "Su bağı! Bu bir işaret!" Gözlerini Havvat'a dikti. "Yakınlarda suyu alabileceğimiz bir yerimiz var. Adamlarımı çağırayım mı?"
Yaveri Havvat'ın yanına dönerek konuştu: "Thufır, adamlardan birkaçı Arrakeen'de karılarını bıraktılar. Imm ..böyle zamanlarda nasıldır bilirsin."
Fremen yumruğunu hala kulağında tutuyordu. "Su bağı mı, Thufır Havvat," diye sordu.
Havvat'ın kafasında düşünceler birbirini kovalıyordu. Fremen'in sözlerinin ne ifade ettiğini şimdi algılıyordu ama kaya çıkıntısının altındaki yorgun adamların, bunu anladıklarında gösterecekleri tepkiden korkuyordu.
"Su bağı," dedi Havvat.
"Kabilelerimiz birleşsin," dedi Fremen ve yumruğunu indirdi.
Sanki bu bir işaretmiş gibi kayalardan aşağıya kayarak dört adam indi. Çıkıntının altına doğru ok gibi atıldılar, ölü adamı bol bir cüppeye sardılar, kaldırıp kayalık duvar boyunca onunla birlikte sağa doğru koşmaya başladılar. Koşarken ayaklarının çevresinden toz bulutları kalkıyordu.
Havvat'ın yorgun adamları ne olduğunu anlayamadan bütün bunlar olup bitmişti. Kendini saran cüppenin içinde bir çuval gibi sarkan cesedi taşıyan topluluk, sarp kayalığın içine doğru dönerek kayboldu.
Havvat'ın adamlarından biri bağırdı: "Arkie'yi almış nereye gidiyorlar? O..."
"Onu...gömmeye götürüyorlar," dedi Havvat.
"Fremenler ölülerini gömmez," diye bağırdı adam. "Bize numara yapmaya kalkışma, Thufır. Ne yapacaklarını biliyoruz.
Arkie bir.."
"Lisan-ül-Gayb'ın hizmetinde ölen birisinin cennete gideceği kesindir," dedi Fremen. "Eğer dediğiniz gibi hizmet ettiğiniz Lisan-ül-Gayb'sa, neden yas çığlıkları yükseliyor? Bu şekilde ölen birisinin anısı, insanlığın hafızasında daima yaşayacaktır."
Ancak Havvat'ın adamları yüzlerinde kızgın bakışlarla ilerledi. Bir tanesi bir lazer silahı ele geçirmişti. Onu çekmeye kalkıştı.
"Olduğun yerde kal!" diye bağırdı Havvat. Kaslarını saran hastalıklı bitkinliği bastırdı. "Bu insanlar ölülerimize saygı gösteriyorlar. Gelenekler farklı ama anlamı aynı."
"Arkie'yi suyu için eritecekler," diye terslendi elinde lazer silahı olan adam.
"Adamların törene mi katılmak istiyorlar?" diye sordu Fremen.
Problemin ne olduğunu bile anlamıyor, diye düşündü Havvat. Fremen'in naifliği korkutucuydu.
"Saygı duydukları bir arkadaşları için kaygılanıyorlar," dedi Havvat.
"Arkadaşınıza, kendi arkadaşlarımıza gösterdiğimiz hür
metin aynısını göstereceğiz," dedi Fremen. "Bu su bağıdır.
Töreleri biliyoruz. Bir insanın bedeni kendisinindir, suyu
kabileye aittir." \
Lazer silahını tutan adam bir adım daha ilerlerken, Havvat çabuk çabuk konuştu. "Şimdi yaralılarımıza yardım edecek inisiniz?"
"Bağ sorgulanmaz," dedi Fremen. "Bir kabile kendi üyeleri için ne yaparsa biz de sizin için onu yapacağız. Önce hepinizi giydirmeli ve ihtiyaçlarınızı gidermeliyiz."
Elinde lazer silahı olan adam bir an duraksadı.
Havvat'ın yaveri şöy'e dedi: "Arkie'nin...suyuyla yardım mı satın alıyoruz?"
"Satın almıyoruz," dedi Havvat. "Bu insanlarla birleşiyo-ruz."
293
292
"Gelenekler farklı," diye mırıldandı adamlarından biri.
Havvat rahatlamaya başladı.
"Peki Arrakeen'e gitmemize yardım edecekler mi?"
"Harkonnenleri öldüreceğiz," dedi Fremen. Sırıttı. "Ve
Sardokarları." Geriye doğru birkaç adım attı, ellerini kulak
larına koydu ve başını arkaya atarak dinledi. Hemen «rdındatı
ellerini indirdi ve konuştu: "Bir hava taşıtı geliyor. Kayanın J
altına gizlenin ve hareket etmeyin." J
Havvat'in bir hareketiyle adamlar söyleneni yaptılar. §
Fremen, Hawat'ı kolundan tutup onu diğerleriyle birlikte geriye itti. "Çarpışma zamanı geldiğinde çarpışacağız," dedi adam. Elini cüppesinin altına soktu, küçük bir kafes çıkanpl içindeki hayvanı aldı.
Havvat, bunun küçücük bir yarasa olduğunu fark etti. Yara
sa kafasını çevirdi ve Havvat hayvanın mavi içinde mavi gözle-j
rini gördü. m
Fremen yarasayı okşadı, sakinleştirdi ve kulağına bir şeyler] mırıldandı. Hayvanın kafasının üzerine eğildi, yukarıya dönük ağzının içine dilinden bir damla tükürük akıttı. Yarasa kanatlarını açtı ama Fremen'in açık duran elinin üzerinde kaldı. Adam küçücük bir boru aldı, yarasanın kafasının yanında tuttu ve borunun içine konuştu; sonra hayvanı kaldırıp yukarı doğru fırlattı.
Yarasa sarp kayalığın yanından hızla uçtu ve gözden kayboldu.
Fremen kafesi katladı, cüppesinin altına soktu. Tekrar başını eğip dinledi. "Bütün yüksek yerleri araştırıyorlar," dedi. "insan oralarda kimi aradıklarını merak ediyor."
"Bizim bu yöne doğru çekildiğimiz biliniyor," dedi Havvat.
"insan, asla bir avın tek hedefinin kendisi olduğunu sanmamalıdır," dedi Fremen. "Havzanın öbür tarafına bak, bir şey „ göreceksin."
Bir süre geçti.
Havvat'in adamlarından bazıları kıpırdanıp fısıldaştılar.
"Ürkmüş hayvanlar kadar sessiz olun," diye tısladı Frem<
Havvat, karşılarındaki kayalığın yakınında bir hareket seçti...bej üstünde bejin uçuşan titreşimleri.
"Küçük dostum mesajını taşıdı," dedi Fremen. "iyi bir habercidir...gece gündüz fark etmez. Bunu kaybedersem çok üzülürüm."
Çanağın öbür tarafındaki hareket yavaş yavaş sona erdi. Dört beş kilometrelik kum alanının üzerinde günün sıcaklığının artan baskısından başka hiçbir şey kalmadı; yükselen havanın oluşturduğu titreşen kolonlar.
"Şimdi çok sessiz olun," diye fısıldadı Fremen.
Zorlukla yürüyen bir sıra insan, karşı kayalıklardaki bir yarıktan çıkar çıkmaz çanağın içine yöneldi. Havvat'a Fremen-miş gibi geldiler ama şüphe uyandıracak kadar acemi bir topluluktu. Kumulların üzerinde ağır ağır hareket eden altı kişi saydı.
Ornitopter kanatlarının çıkardığı "fop-fop" sesi Havvat'in grubunun hemen arkasında sağ taraftan yükseldi. Taşıt tepelerindeki sarp kayalık duvarın üzerinden çıktı; üstüne Harkon-nen savaş renkleri yalap şap sıvanmış bir Atreides topteriydi. Topter çanağı geçen adamlara doğru dalış yaptı.
Gruptakiler bir kumulun tepesinde durup el salladılar.
Topter onların üzerinde küçük bir daire çizdi, geri döndü ve Fremenlerin önüne iniş yaparken kalkan tozlar taşıtı örttü. Topterden beş adam indi; Havvat tozları püskürten kalkanların titreşimini ve adamların hareketlerinde Sardokarların acımasız gücünü gördü.
"lyyhh! Salak kalkanlarını kullanıyorlar," diye tısladı Ha-vvat'ın yanındaki Fremen. Çanağın açık güney duvarına doğru şöyle bir baktı.
"Bunlar Sardokar," diye fısıldadı Havvat.
"İyi."
Sardokarlar, orada bekleyen Fremen grubuna, onları kuşatan bir yarım daire halinde yaklaştılar. Güneş hazır tutulan bıçakların üzerinde parıldadı. Fremenler sıkışık bir grup halinde, gözle görülür bir kayıtsızlık içinde duruyorlardı.
295
294
Birdenbire, iki grubun çevresindeki kumdan Fremenler ortaya çıktı. Ornitopterin yanındaydılar, ardından içinde. Bir toz bulutu, iki grubun karşılaştığı kumulun tepesindeki çatışmanın görünmesini kısmen engelledi.
Çok geçmeden toz yatıştı. Sadece Fremenler ayakta kaldı.
"Topterlerinde yalnızca üç adam bıraktılar," dedi Havvat'ın yanındaki Fremen. "Şanslıydık. Taşıtı ele geçirirken zarar vermek zorunda kalmadık sanırım."
Adamlarından biri Hawat'ın arkasından fısıldadı: "Bunlar Sardokar'dı!"
"Ne kadar iyi dövüştüklerine dikkat ettiniz mi?" diye sordu Fremen.
Hawat derin bir nefes aldı. Çevresindeki yanık toz kokusunu duydu, sıcaklığı ve kuruluğu hissetti. Bu kuruluğa uyan bir sesle konuştu: "Evet, gerçekten iyi dövüştüler."
Ele geçirilen topter, ani kanat çırpışlarıyla kalktı, kanatları kapalı dik bir tırmanışla güneye doğru döndü.
Demek bu Fremenler topterleri de kullanabiliyorlar, diye düşündü Hawat.
Uzaktaki kumulun üstündeki bir Fremen, kare şeklinde yeşil bir kumaşı salladı: bir kez...iki kez.
"Başkaları da geliyor!" diye bağırdı Havvat'ın yanındaki Fremen. "Hazır olun. Daha fazla sıkıntı çekmeden buradan uzaklaşabilmeyi umuyordum."
Sıkıntı! diye düşündü Hawat.
Batıda, görünürdeki Fremenlerin aniden kayboldukları kumluk alanın üzerine dalan iki topter daha gördü. Çatışma sahnesinde yalnızca sekiz mavi leke, Harkonnen üniformaları içindeki Sardokarlar kalmıştı.
Hawat'ın tepesindeki kayalık duvarın üzerine başka bir topter süzüldü. Onu gördüğünde ani bir nefes aldı; bu bir birlik taşıyıcıydı. Açık kanatlarında tam yükün verdiği ağırlıkla yavaş yavaş uçuyordu, yuvasına gelen dev bir kuş gibi.
Dostları ilə paylaş: |