Frank herbert



Yüklə 6,53 Mb.
səhifə25/55
tarix22.08.2018
ölçüsü6,53 Mb.
#74294
növüYazı
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   55

"Haa, anladım," diye mırıldandı Rabban.

Ve Baron şöyle düşündü: Öyle mi, umarım anlıyorsundur. Bunun sır olarak kalmasının ne kadar hayati olduğunu umarım anlıyorsundur Baron aniden kendine hayret etti. Bum neden yaptım? Bu aptal yeğenime, kullanıp bir kenara atm zorunda olduğum yeğenime neden böbürlendim9 Baron kendine kızdığını hissetti. Kendi kendini ele vermiş gibi hissetti.

"Bu sır olarak kalmalı," dedi Rabban. "Anladım."

Baron iç geçirdi. "Bu sefer sana Arrakis'le ilgili farklı talimatlar vereceğim, Yeğen. En son burayı yönettiğinde seni çok dizginlemiştim. Bu sefer tek bir isteğim var."

"Nedir Efendim?"

"Gelir." ...-,-,. /


"Gelir mi?"

"Atreideslerin tepesine binmek için böyle bir askeri güç getirmek bize kaça mal oldu, bir fikrin var mı, Rabban? Askeri nakliyat için Lonca'nın ne kadar ücret talep ettiği konusunda birazcık olsun bilgin var mı?" "Pahalı, değil mi?" "Pahalı!"

Baron şişman kolunu Rabban'a doğru savurdu. "Arrakis'i altmış yıl boyunca son kuruşuna kadar sıkarsan ancak geri ödersin!"

Rabban ağzını açtı, bir şey söylemeden kapattı. "Pahalı," diye alay etti Baron. "Bu harcamayı çok önceden planlamamış olsaydım, uzaydaki lanet olası Lonca tekeli bizi batırırdı. Şunu unutma ki Rabban, bütün yükü bi: sırtladık. Sardokarların nakliyesini bile biz ödedik."

Ve Baron, hep yaptığı gibi, Lonca'nın atlatılabileceği bir günün gelip gelmeyeceğini düşündü. Öyle kan emiciydiler ki, tam itiraz edeceği ana dek konakçıdan para sızdırarak avuçlarının içine alıp böylece onu ödemeye, ödemeye ve ödemeye zorlayabiliyorlardı.

Askeri girişimlere karşılık daima olmayacak taleplerde bulunuyorlardı. "Riskin bedeli," diye açıklıyordu yılışık Lonca ajanları. Ve Lonca Bankası'na bekçi köpeği olarak sokmayı başardığın her ajana karşılık onlar senin sistemine iki ajan yerleştiriyorlardı. Hiç çekilme:!

"Demek tek isteğiniz gelir," dedi Rabban. Baron kolunu indirip yumruğunu sıktı. "Sıkmalısın." "Ve sıktığım sürece istediğim her şeyi yapabilirim, öyle mi?"

"Her şeyi."

"Getirdiğiniz toplar," dedi Rabban. "Acaba ben..."

"Onları kaldırıyorum," dedi Baron.





322


323




"Ama siz..."

"Senin böyle oyuncaklara ihtiyacın yok. Onlar özel bir buluştu ve artık işe yaramaz. Metale ihtiyacımız var. O silahlar kalkanlara karşı kullanılamazlar, Rabban. Onlar sadece hiç beklenmedik şeylerdi. Bu iğrenç gezegende Dük'ün adamlarının kayalık mağaralara çekilecekleri tahmin ediliyordu. Toplarımız onların sadece dışarı çıkmalarını önledi."

"Fremenler kalkan kullanmaz."

"istersen lazer silahlarından bazılarını alabilirsin."

"Peki, Efendim. Ve sınırsız hareket özgürlüğüm var."

"Sıktığın sürece."

Rabban şeytanca gülümsedi. "Tamamen anladım,

Efendim."

"Sen hiçbir şeyi tamamen anlamazsın," diye homurdandı Baron. "Şunu baştan açıklığa kavuşturalım. Senin anladığın şey emirlerimi nasıl yerine getireceğin. Bu gezegende en azından beş milyon kişi olduğu hiç aklına geldi mi, yeğenim?"

"Efendim daha önce burada kendisinin naip-siridarı olduğumu unutuyorlar mı? Ve Efendim bağışlarlarsa, tahmini biraz düşük olabilir. Buradaki gibi çanaklar ve tavalar arasına dağılmış bir nüfusu saymak zordur. Ve şunu da dikkate almak gerekir ki Fremenler..."

"Fremenleri dikkate almaya değmez!"

"Bağışlayın beni, Efendim; ama Sardokarlar aksine

inanıyor."

Baron bir an duraksadı, gözlerini yeğenine dikti. "Sen bir

şeyler mi biliyorsun?"

"Dün gece geldiğimde, Efendim dinleniyorlardı. Ben .. ımm, subaylarımdan...ımm, eski subaylarımdan bazılarıyla bağlantı kurayım dedim. Sardokarlara rehberlik yapıyorlarmış. Bir Fremen grubunun, buranın güneydoğusunda bir yerlerde bir Sardokar birliğini pusuya düşürdüğünü ve kırıp geçirdiğini

bildirdiler."

"Bir Sardokar birliğini kırıp geçirdiğini mi?" "Evet, Efendim."

"imkansız!" Rabban omuz silkti.

"Sardokarları yenilgiye uğratan Fremenler," diye alay etti Baron.

"Ben yalnızca bana bildirileni tekrarlıyorum," dedi Rabban. "Bu Fremen birliğinin, Dük'ün korkunç Thufir Havvat'ını çoktan ele geçirmiş olduğunu söylediler." "Yaaa."

Baron başını onaylar gibi sallayarak gülümsedi. "Rapora inanıyorum," dedi Rabban. "Fremenlerin ne büyük bir sorun olduğunu bilmiyorsunuz."

"Belki, ama subaylarının gördükleri Fremen değildi. Onlar, Atreideslerin Hawat tarafından eğitilmiş ve Fremen kılığına girmiş adamları olmalı. Mümkün olan tek cevap bu."

Rabban yine omuz silkti. "Şey, Sardokarlar onların Fremen olduğunu düşünüyor. Sardokarlar bütün Fremenleri yok etmek için bir soykırıma girişmişler bile." "Güzel!" "Ama..."

"Bu Sardokarları meşgul eder. Ve yakında Havvat bizim olacak. Biliyorum! Hissedebiliyorum! Of, ne başarı ama! Sardokarlar birkaç işe yaramaz çöl çetesini avlarken biz gerçek ödülü alacağız!"

"Efendim..." Rabban kaşlarını çatarak bir an duraksadı. "Fremenleri hafife aldığımızı her zaman hissettim, hem sayı olarak hem de..."

"Aldırma onlara, oğlum! Onlar kuru kalabalık. Bizi ilgilendiren nüfusu çok olan kasabalar, şehirler ve köyler. Orada bir sürü insan var, değil mi?" "Bir sürü, Efendim." "Beni endişelendiriyorlar, Rabban." "Öyle mi?"

"Eh...yüzde doksanı önemli değil. Ama her zaman birkaç...Minör Ev filan vardır, tehlikeli bir şeye kalkışabilecek hırslı insanlar. Eğer bunlardan biri, burada olanlarla ilgili hoş





325


324




olmayan bir hikayeyle Arrakis'ten ayrılırsa, çok canım sıkılır. Canımın ne kadar sıkılacağı hakkında bir fikrin var mı?" Rabban yutkundu.

"Elimizde her Minör Ev'den bir rehine tutmak için hemen önlem almalısın," dedi Baron. "Arrakis dışından herhangi birisinin öğrenip öğreneceği bunun Ev-Eve normal bir savaş olduğu olmalı. Sardokarlarm bunda hiçbir rolü yoktu, anladın mı? Dük'e her zamanki af ve sürgün teklif edildi ama o bunu kabul edemeden talihsiz bir kazada öldü. Ancak kabul etmek üzereydi. Hikaye bu. Ve Sardokarlarm burada olduğuna dair herhangi bir söylenti olursa buna gülünmeli." "Imparator'un istediği gibi," dedi Rabban. "imparator'un istediği gibi." "Ya kaçakçılar ne olacak?"

"Kimse kaçakçılara inanmaz, Rabban. Onlara müsamaha gösterilir ama inanılmaz. Ne olursa olsun o çevreye biraz rüşvet dağıtacaksın...ve düşünebileceğinden emin olduğum diğer önlemleri alacaksın." "Peki, Efendim."

"O halde Arrakis'le ilgili iki şey var, Rabban: gelir ve merhametsiz bir yumruk. Burada hiç merhamet göstermemelisin. Bu ahmakları oldukları gibi düşünmelisin; efendilerini kıskanan ve yalnızca isyan etmek için fırsat kollayan köleler. Onlara en küçük bir acıma veya merhamet kırıntısı göstermemelisin." "Bir gezegendekilerin tümünün kökü kazınabilir mj?" diye

sordu Rabban.

"Kökünü kazımak mı?" Baron şaşkınlık içinde hızla kafasını çevirdi. "Kökünü kazımakla ilgili bir şey söyleyen oldu

mu?"

"Şey, ben sizin yeni işçiler getireceğinizi sanmıştım ve..." "Ben sık dedim, Yeğen, kökünü kazı demedim. Nüfusu ziyan etme, sadece mutlak bir teslimiyete zorla. Bir etobur olmalısın, oğlum." Gülümsedi, gamzeli şişman suratta bir bebeğin ifadesi. "Bir etobur asla durmaz. Hiç merhamet gösterme. Asla durma. Merhamet bir ejderhadır. Onu açlıktan guruldayan bir



karın, susuzluktan haykıran bir boğaz mağlup edebilir. Daima aç ve susuz olmalısın." Baron süspansörlerin altındaki şişkinlikleri okşadı. "Benim gibi."

"Anladım, Efendim."

Rabban sağa sola bakındı.

"Her şey açık, değil mi, Yeğen?"

"Bir şey hariç, Amca: gezegenbilimci, Kynes."

"Ha, evet, Kynes."

"O Imparator'un adamı, Efendim, istediği gibi gidip gelebilir. Ve Fremenlerle pek samimi...biriyle evliydi."

"Kynes yarın akşam ölmüş olacak."

"Bu tehlikeli bir iş, Amca: bir imparatorluk hizmetkarını öldürmek."

"Bu kadar kısa sürede bu kadar ileri gittiğimi nasıl düşünebiliyorsun?" diye sordu Baron. Sesi alçaktı, söylenemeyecek sıfatlarla yüklüydü. "Ayrıca, Kynes'ın Arrakis'i terk etmesinden korkmana hiç gerek yok. Onun bahar bağımlısı olduğunu unutuyorsun."

"Elbette!"

"Bunu bilenler, rezervlerini tehlikeye atacak hiçbir şey yapmazlar," dedi Baron. "Kynes kesinlikle biliyor olmalı."

"Unutmuşum," dedi Rabban.

Sessizlik içinde birbirlerine baktılar.

Hemen sonra Baron şunları söyledi: "Aklıma gelmişken, ilk ilgileneceğin şeylerden biri benim kendi rezervimi sağlamak olacak. Epeyce kişisel bahar stoğum var ama Dük'ün adamlarının yaptığı şu intihar baskını satış için depoladığımız miktarın çoğunu götürdü."

Rabban başıyla onayladı. "Evet, Efendim."

Baron neşelendi. "Şimdi, yarın sabah buradaki teşkilattan geriye kim kaldıysa toplayacaksın ve onlara şöyle diyeceksin: 'Yüce imparator Padişahımız beni bu gezegeni zaptetmek ve bütün anlaşmazlıkları sona erdirmekle görevlendirdi' "

"Anladım, Efendim."

"Bu sefer anladığından eminim. Yarın daha detaylı konu-

327




326





I

suruz. Şimdi, bırak da uyumaya devam edeyim."

Baron kapı alanını kaldırdı, yeğeninin gözden kayboluşunu izledi. '



Kazan kafalı, diye düşündü Baron. Aklı fikri kaba kuvvette olan bir kazan kafalı. Onlarla işi bittiği zaman kanlı birer pelte haline gelecekler. Sonra onları bu yükten kurtarmak için Feyd-Rautha'yı gönderdiğimde, kurtarıcılarını alkışlayacaklar. Sevgili Feyd-Rautha. Müşfik Feyd-Rautha, onları bir hayvandan kurtaran merhametli insan. Feyd-Rautha, arkasından gidilecek ve uğruna ölünecek bir adam O gün geldiğinde, çocuk cezasını çekmeden nasıl zulmedileceğim biliyor olacak İhtiyacımız olan kişinin o olduğuna eminim. Öğrenecek. Ve ne güzel bir vücut. Gerçekten güzel bir çocuk.

Onbeş yaşındayken, çoktan sessizliği öğrenmişti.

- Prenses Irulan'ın yazdığı "Muad'Dib'in Çocukluk Tarihçesi"nden

Paul topterin kumandalarıyla boğuşurken, birbirine karışan fırtına kuvvetlerini ayırt ettiğinin ve en küçük nüanslar bazında hesaplama yapan Mentat ötesi bir bilince sahip olduğunun farkına vardı. Toz cephelerini, dalgalanmaları, birbirine karışan türbülansları ve arada sırada oluşan girdapları hissediyordu.

Kabinin içi, gösterge kadranlarının yaydığı yeşil ışıkla aydınlanan fırtınalı bir kutuydu. Dışarıdaki bej toz akışının hiçbir özelliği yok gibi görünüyordu ama Paul'ün iç duyusu perdenin arkasını görmeye başlamıştı.

Doğru girdabı bulmalıyım, diye düşündü.

Fırtınanın gücünün azaldığını hissedeli epey olmuştu ama fırtına hala onları sarsıyordu. Bir türbülansın daha geçmesini bekledi.

Girdap, bütün gemiyi tıngırdatan ani bir dalgalanma halinde başladı. Paul topteri sola yatırmak için korkuya meydan okudu.

Jessica manevrayı konum küresinde gördü.

"Paul!" diye çığlık attı.

Girdap onları burgu attırarak, yana yatırarak döndürdü. Topteri, gayzerin üzerinde yükselen bir çakıltaşı gibi kaldırdı, onları yukarı ve dışarı doğru fışkırttı; ikinci ayın aydınlattığı toz yumağının göbeğinde uçan bir zerre.

Paul aşağı baktı; onları dışarı atmış olan, şekli tozla belirginleşmiş sıcak rüzgar sütununu; dinmekte olan fırtınanın çölün içine doğru kuru bir ırmak gibi sürüklendiğini ve onlar Yükselirken aşağıda gittikçe küçülen, ay ışığının grileştirdiği hareketi gördü.

"Çıktık," diye fısıldadı Jessica.

Paul, gecenin kararttığı gökyüzünü incelerken, taşıtlarını bir dalış hareketiyle tozdan uzaklaştırdı.

"Onları atlattık," dedi Paul.

Jessica kalbinin güm güm attığını hissetti. Kendisini sakin olmaya zorladı, şiddeti azalan fırtınaya baktı. Zaman duyusu, temel güçlerin oluşturduğu bu bileşimin içinde neredeyse dört saattir yol aldıklarını söylüyordu; ama zihninin bir kısmı, geçen zamanı bir ömür olarak hesaplıyordu. Kendisini yeniden doğmuş gibi hissediyordu.

Duadaki gibiydi, diye düşündü. Onunla yüzleştik ve karşı koymadık. Fırtına içimizden ve çevremizden geçti. O gitti ama biz kaldık.

"Kanat hareketimizin sesini beğenmedim," dedi Paul. "Fırtınanın içindeyken zarar gördük."

Gıcırdayan, hasarlı uçuşu kumandaların üzerindeki elleriyle hissetti. Fırtınanın içinden çıkmışlardı ama hala PauPün ön-



329


328




sezi görüntüsünü tam olarak göreceği kadar dışında değillerdi. Yine de kaçmışlardı ve Paul bir vahiyin eşiğinde titrediğini hissediyordu.

Ürperdi.


Bu his onu mıknatıs gibi kendine çekiyor ve dehşete düşürüyordu. Kendisini, bu ürkütücü bilince neyin sebep olduğunu düşünürken buldu. Bunun kısmen, Arrakis'in bahara doymuş beslenme rejiminden kaynaklandığını hissediyordu. Ama kısmen de duadan kaynaklanabileceğini düşündü, sanki sözcüklerin kendine ait bir gücü varmış gibi.

"Korkmayacağım... "

Sebep sonuç ilişkisi: kem güçlere rağmen yaşıyordu ve kendisini duanın sihri olmadan var olamayacak bir öz bilincin eşiğinde harekete hazır hissediyordu.

Orange Katolik İncili'nden sözler hafızasında çınlıyordu: "Dört bir yanımızda başka bir dünyayı görüp duyamamamızın nedeni hangi duyularımızın yokluğudur? "

"Dört bir yanımızda kayalar var," dedi Jessica.

Paul dikkatini topteri indirmeye yoğunlaştırdı ve düşünceleri uzaklaştırmak için başını iki yana salladı. Annesinin gösterdiği yere baktı; ileride, sağda siyah kaya şekillerinin kumun üzerinde yükseldiğini gördü. Ayak bileklerinin çevresinde bir rüzgar, kabinin içinde bir toz kıpırtısı hissetti. Bir yerlerde delik vardı, fırtınanın marifetlerinden biri daha.

"Kuma inmemiz daha iyi olacak," dedi Jessica. "Freni köklersen kanatlar dayanamayabilir."

Paul, kumulların üstünde, rüzgarın taşıdığı kumların oluşturduğu sırtların ay ışığına doğru yükseldiği bir yeri başıyla gösterdi. "Şu kayaların yakınına ineceğim. Emniyet kemerini kontrol et."

Jessica onun dediğini yaparken şöyle düşündü: Suyumu: ve damıtıcı giysilerimiz var. Eğer yiyecek bulabilirsek, bu çölde uzun bir süre sağ kalabiliriz. Fremenler burada yaşıyor. Onların yaptığını biz de yapabiliriz.

"Durduğumuz anda şu kayalara doğru koşmaya başla,"

dedi Paul. "Ben çantayı alacağım."

"Koşmak..." Jessica sustu, başıyla onayladı. "Solucanlar." "Dostlarımız, solucanlar," diye düzeltti Paul. "Bu topteri

kapacaklar. Nereye indiğimize dair hiçbir kanıt olmayacak." Ne kadar amaca yönelik düşünüyor, diye aklından geçirdi

Jessica.

Süzülerek alçaldılar.. .alçaldılar...

Yere yaklaştıkça hızlandıkları hissine kapıldılar; kumulların bulanıklaşan gölgeleri, adalar gibi yükselen kayalar. Topter yumuşak bir sarsıntıyla bir kumulun tepesine değdi, sonra da bir kum vadisini atlayıp başka bir kumula.

Sürtünmeyle hızımızı azaltıyor, diye düşündü Jessica ve oğlunun ustalığına hayranlık duydu. "Sıkı tutun!" diye uyardı Paul.

Kanat frenlerini çekti, önce yavaşça, sonra gittikçe daha sert. Çukurlaşan kanatlara hava dolduğunu hissetti, kanatların havayı karşılayan alanları gittikçe büyüyordu. Rüzgar, kanatların ana gövdeleri ve katlanan kısımları boyunca çığlık atı-\ ordu.

Fırtınanın zayıflattığı sol kanat yalnızca belli belirsiz bir uyarı sarsıntısıyla aniden yukarıya doğru içeri bükülerek top-terin yan tarafına çarptı. Taşıt bir kumulun tepesini sıyırarak sola doğru yattı. Diğer yüzeye düşerek bir sonraki kumula burnu gömüldü ve üstüne kumdan bir şelale boşaldı. Kırık kanadın olduğu tarafa yatarak durdular, sağ kanat yıldızlara bakıyordu.

Paul emniyet kemerini hızla çekip açtı, yukarıya annesinin tarafına atıldı, kapıyı zorlayarak açtı. Kabinin içine, yanık çakmak taşına özgü kuru bir koku doldurarak kum boşaldı. Arka taraftan çantayı kaptı, annesinin emniyet kemerini açmış olduğunu gördü. Jessica, sağ koltuğa basarak topterin metal kaplamasının üstüne çıktı. Paul, çantayı kayışlarından sürükleyerek onu izledi. "Koş!" diye emretti. İşaret ettiği yerde, kumulun yüzeyi ve onun ötesinde, alt





330


331





ir |f "Soh

kısmı kum taşıyan rüzgarlar tarafından oyulmuş, kayadan bir kule görünüyordu.

Jessica topterden kuma atladı ve koştu, kumula tırmanırken kayıyordu. Arkasında, Paul'ün soluk soluğa ilerleyişini duyuyordu. Kayalara doğru kıvrılan bir kum sırtının üzerine geldiler.

"Sırtı izle," diye emretti Paul. "Daha hızlı olur."

Hiç durmadan kayalara doğru ilerlediler, kum ayaklarını kavrıyordu.

Yeni bir ses kendisini hissettirmeye başladı: sessiz bir fısıltı, bir tıslama, kulak tırmalayıcı bir sürtünme.

"Solucan," dedi Paul.

Ses yükseldi.

"Daha hızlı!" dedi Paul nefes nefese.

Metalin arkalarında çatırdayıp parçalandığını duyduklarında, kumdan, bir sahil gibi yükselen ilk kaya topluluğu en fazla on metre önlerindeydi.

Paul, çantayı kayışlarından tutarak sağ omzuna aldı. Çanta koşarken yan tarafına çarpıyordu. Diğer eliyle annesinin kolunu tuttu. Rüzgarın oyduğu kıvrık bir kanal boyunca, çakıllı bir yüzeyden yukarıya, yükselen kayanın üstüne tırmandılar. Nefesleri boğazlarından kuru ve kesik kesik çıkıyordu.

"Daha fazla koşamayacağım," dedi Jessica soluk soluğa.

Paul durdu, annesini kayalık bir geçidin içine doğru itti, döndü ve aşağıya, çöle baktı. Hareketli bir kabartı, üzerinde durdukları kaya adasına paralel olarak ilerliyordu; ayın aydınlattığı dalgacıklar, kum dalgaları ve yaklaşık bir kilometre uzakta, neredeyse Paul'ün göz seviyesinde, kabaran bir kovuk. Solucanın izinin oluşturduğu yassı kumul bir kez kıvrılıyordu: ornitopter enkazını terk ettikleri yeri geçerken attığı kısa bir ilmik.

Solucanın geçip gittiği yerde hava taşıtından eser yoktu.

Kabaran kovuk, çölün içine doğru ilerliyor, kendi izini izleyip onunla kesişerek geri dönüyordu.

"Bir Lonca gemisinden daha büyük," diye fısıldadı Paul.

Solucanların çölün derinliklerinde büyük olduklarını duymuştum ama...ne kadar büyük olduklarını anlamamışım."

"Ben de," diye fısıldadı Jessica.

Tekrar kayalardan uzaklaşacak şekilde dönen yaratık kıvrılan bir iz bırakarak ufka doğru hızla ilerliyordu. Solucanın yolculuğunun sesini, çevrelerindeki hafif kum kıpırtılarının içinde kayboluncaya kadar dinlediler.

Paul derin bir nefes alıp yukarıya, ay ışığında donmuş gibi görünen dik yamaca baktı ve Kitab-ül-Ibar'dan bir alıntı yaptı: "Gece yolculuk et ve gün boyunca gölgenin karanlığında dinlen." Annesine baktı. "Gecenin bitmesine hala birkaç saat var. Devam edebilir misin?"

"Biraz sonra."

Paul kaya topluluğunun üstüne çıktı, çantayı sırtına aldı ve kayışlarını ayarladı. Elinde bir parapusulayla bir an durdu.

"Hazır olunca söyle," dedi.

Jessica, gücünü topladığını hissederek kayadan uzaklaştı. "Hangi yöne?"

"Bu sırt nereye götürürse." Eliyle işaret etti.

"Çölün derinliklerine."

"Fremen çölüne," diye fısıldadı Paul.

Durakladı. Caladan'da içine doğmuş olan bir görüntünün çok net hayalini hatırlayarak sarsılmıştı. Bu çölü görmüştü. Ama o görüntüdeki sahne biraz farklıydı: bilincinde kaybolmuş, hafızası tarafından emilmiş bir hayal gibiydi; ve şimdi mükemmel kayıt gerçek dekora yansıtıldığında başarısızlığa uğruyordu. Paul hareketsiz kalırken, görüntü kaymış ve ona başka bir açıdan yaklaşmış gibi göründü.

O görüntüde Idaho bizimle birlikteydi, diye hatırladı. Ama Idaho artık yaşamıyor.

"Gidecek bir yol görüyor musun," diye sordu Jessica, oğlunun duraksamasını yanlış anlayarak.

"Hayır," dedi Paul, "ama yine de gideceğiz."

Çantayı sırtına iyice yerleştirip kumun kayanın içinde oyduğu bir kanaldan yukarı doğru ilerlemeye başladı. Kanal,





333


332




güneye doğru basamaklar halinde tırmanan çıkıntılarla, ayın aydınlattığı düz kayalık bir zemine açılıyordu.

Paul, ilk çıkıntıya yöneldi ve üzerine tırmandı. Annesi onu izledi.

Jessica, o sırada yolculuklarının nasıl anlık ve olağandışı bir olay haline geldiğini fark etti...kayaların arasında adımlarını yavaşlatan kum çukurları; rüzgarın oyduğu, ellerini kesen sırtlar; bir seçim yapmayı gerektiren engeller: üzerinden mi geçmeli yoksa çevresinden mi dolaşmalı? Arazi onları kendi ritmine uymaya zorluyordu. Yalnızca gerektiğinde konuşuyorlardı, o zaman da sesleri gösterdikleri çabadan dolayı boğuk çıkıyordu.

"Buraya dikkat.. .bu kayanın üstünde kum var, kayıyor."

"Başına dikkat et de şu çıkıntıya çarpma."

"Şu sırtın altında kal; ay arkamızda, dışarıdaki birilerine hareketlerimizi belli eder."

Paul bir kayanın kıvrıldığı yerde durdu, çantayı dar bir kayaya yasladı.

Annesi de onun yanına yaslandı ve bir an dinlenebildiği için şükretti. Paul'ün damıtıcı giysi borusundan su içtiğini duydu, o da yeniden kullanılır hale gelmiş kendi suvundan bir yudum aldı. Tadı hafif tuzluydu ve Jessica Caladan'ın sularını hatırladı: öyle bir nem zenginliği vardı ki, gökyüzünü örten bir eğri şeklinde yüksek bir fıskiye, yanında durduğunda kendisini varlığıyla değil...yalnızca şekliyle, yansımasıyla ya da sesiyle fark ettirirdi.



Durmak, diye düşündü. Dinlenmek., gerçekten dinlenmek.

Bir an için olsun durabilmek ona bir lütufmuş gibi geldi. Dur durak olmayan bir yerde lütuf olmazdı.

Paul platformdan uzaklaştı, döndü ve eğimli bir yüzeye tırmandı. Jessica iç çekerek onu izledi.

Dimdik bir kayalığın çevrelediği geniş bir kayanın üzerine kaydılar. Bu kırık araziyi geçerken yeniden düzensiz hareket ritmine döndüler.

Jessica ellerinin ve ayaklarının altındaki maddelerin küçük-

lak derecelerinin geceye hükmettiğim hissetti: kaya parçaları, nohut büyüklüğünde çakıl, kayalardan kopan yaprak yaprak parçalar, nohut büyüklüğünde kum topakları veya kumun kendisi, iri taneli kum, toz ya da örümcek ağı gibi olmuş pudra inceliğinde toz.

Pudra inceliğindeki toz burun filtrelerini tıkıyordu ve dışarı üflenmesi gerekiyordu. Sert yüzeyde yuvarlanan nohut büyüklüğündeki kum topakları ve çakıllar dikkatsiz birinin düşmesine neden olabilirdi. Yaprak yaprak kaya parçaları keskindi.

Ve her zaman her yerde bulunan parça parça kumlar ayaklarına yapışıp sürükleniyordu.

Paul, aniden bir platformun üstünde durarak kendisine doğru tökezleyen annesinin düşmesini engelledi.

Jessica, sol tarafı işaret eden oğlunun gösterdiği yere baktı ve yaklaşık iki yüz metre aşağısında çölün durgun bir okyanus gibi uzandığı sarp bir kayalığın tepesinde durduklarını gördü. Okyanus, ay ışığının gümüş rengine boyadığı dalgalarla dolu uzanıyordu; sivri uçlarının gölgeleri kıvrımlara dönüşen ve uzakta başka bir dik yamacın puslu griliğine doğru yükselen dalgalarla.

"Açık çöl," dedi Jessica.

"Geniş bir yer geçeceğiz," dedi Paul, sesi yüzündeki filtre maskesi nedeniyle boğuk çıktı.

Jessica sağına soluna bakındı: aşağıda kum dışında hiçbir şe> yoktu.

Paul, açık kumullara göz gezdirirken ayın ilerleyişiyle birlikte hareket eden gölgeleri izledi. "Yaklaşık üç dört kilometre geçeceğiz," dedi.

"Solucanlar," dedi Jessica.

"illa ki olacak."

Jessica yorgunluğuna, duyularını körelten kas ağrılarına yoğunlaştı. "Dinlenip bir şeyler yiyelim mi?"

Paul çantayı sırtından indirip yere bıraktı, oturdu ve sırtını çantaya yasladı. Jessica bir eliyle oğlunun omzundan destek alarak kayaya, onun yanına çöktü. Yerleşirken Paul'ün döndü-


Yüklə 6,53 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   55




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin