Benim de Jamis 'in dostu olduğumu söylemem mi gerekiyor acaba? diye düşündü Paul. Şu yığından bir şey almamı mı bekliyorlar? Yüzlerin ona dönüp sonra geri çevrildiğini gördü. Hakikaten bekliyorlar!
Paul'ün karşısında oturan başka bir adam kalktı, çıkına doğru gitti ve parapusulayı aldı. "Ben Jamis'in dostuydum," dedi. "Sarp Kayalığın Kıvrımı'nda devriyeler bizi yakaladığında ve ben yaralandığımda, Jamis onları peşinden sürükledi, yaralılar bu sayede kurtuldu." Halkadaki yerine döndü.
Yüzler tekrar Paul'e döndü, yüzlerdeki beklentiyi gördü, bakışlarını indirdi. Bir dirsek onu dürttü ve bir ses tısladı: "Üzerimize felaket mi getireceksin?"
Onun dostu olduğumu nasıl söylerim? diye düşündü Paul.
Halkada karşısında oturan başka biri ayağa kalktı, kapü-şonlu yüz ışığa yaklaşınca, Paul onun, annesi olduğunu anladı. Jessica yığından bir tülbent aldı. "Ben Jamis'in dostuydum," dedi. "Onun içindeki ruhların ruhu, doğrunun gerektirdiklerini gördüğü zaman bu ruh çekildi ve oğlumun canını bağışladı." Yerine döndü.
Paul dövüşten sonra karşısına geçip konuşan annesinin sesindeki aşağılayıcılığı hatırladı. "Katil olmak nasıl bir his? "
Yüzlerin tekrar kendisine döndüğünü gördü, birliktekilerin kızdığını ve korktuğunu hissetti. Annesinin, "Ölülerle ilgili İnançlar" adlı tel-kitapta gösterdiği bir pasaj Paul'ün zihninden hızla geçti. Ne yapması gerektiğini biliyordu.
Yavaşça ayağa kalktı.
Halkadakiler derin bir nefes aldılar.
Paul halkanın ortasına ilerlerken benliğinin küçüldüğünü hissetti. Sanki kendisinden bir parçayı kaybetmiş ve burada arıyormuş gibiydi. Eşyalardan oluşan tümseğe doğru eğildi, baliseti aldı. Yığındaki bir şeye çarpan bir tel hafifçe tınladı.
424
425
"Ben Jamis'in dostuydum," diye fısıldadı.
Gözlerini yakan yaşları hissetti ve sesini yükseltti. "Jamis bana...şunu öğretti...öldürürsen...bedelini ödersin. Jamis'i daha iyi tanımak isterdim."
Önünü görmeden, el yordamıyla halkadaki yerine dönüp kayalık zemine çöktü.
Bir ses tısladı: "Gözyaşı döküyor!"
Halkadakiler yüksek sesle şöyle dediler: "Usul ölüye nem bahşediyor!"
Islak yanaklarına dokunan parmakları hissetti, huşu içindeki fısıltıları duydu.
Sesleri duyan Jessica, bunun ne kadar engin bir tecrübe olduğunu hissetti ve gözyaşı dökmeye karşı ne korkunç yasaklar olması gerektiğini fark etti. Dikkatini söylenenlere yoğunlaştırdı: "Ölüye nem bahşediyor. " Bu hayaletler dünyasına verilen bir hediyeydi: gözyaşları. Kutsal oldukları şüphe götürmezdi.
Bu gezegendeki hiçbir şey, suyun yüce değerini ona bu kadar güçlü bir şekilde öğretemezdi. Ne su satıcıları, ne yerlilerin kupkuru ciltleri, ne damıtıcı giysiler ne de su disiplininin kuralları. Burada hepsinden daha değerli bir şey vardı...bu yaşamın ta kendisiydi ve her yanı semboller ve ayinlerle örülmüştü.
Su.
"Yanağına dokundum," diye fısıldadı birisi. "Hediyeyi hissettim."
İlk anda yanağına dokunan parmaklar Paul'ü korkuttu. Balisetin soğuk sapını sıktı, tellerin avucunu kestiğini hissetti. Sonra uzanan ellerin ötesindeki yüzleri gördü...faltaşı gibi açılmış meraklı gözler.
Hemen ardından eller geri çekildi. Cenaze töreni yeniden başladı. Ama şimdi Paul'ün çevresinde belli belirsiz bir boşluk vardı, birlik onu saygılı bir tecritle onurlandırarak geri çekildi.
Tören alçak sesle okunan bir ilahiyle sona erdi:
"Çağırıyor dolunay seni... Şeyh-hulud bekliyor seni; Kızıl gece, kara gökyüzü, Kanlı ölüm seni öldürdü. Bir aya yakarıyoruz: yusyuvarlak... Bundan böyle şansımız bol olacak, Aradığımız şey orda bulunacak Ayağımız yere sağlam basacak."
Stilgar'ın ayaklarının dibinde şişkin bir tulum kaldı. Eğilip avuçlarını tuluma dayadı. Birisi arkasından gelip yanı başına çöktü ve Paul kapüşonun gölgeleri arasında Chani'nin yüzünü tanıdı.
"Jamis kabilenin otuz üç litre ve yedi tam üç bolü otuz iki dirhem suyunu taşıyordu," dedi Chani. "Şimdi Sayyadina'nın huzurunda suyu kutsuyorum. Ekkeri-akairi, bu Paul-Muad' Dib'in, fillissin-follasy, suyudur! Kivi a-kavi, hepsi bu, nakalas! Nakelas! ölçülecek ve sayılacak, ukair-an! kalp atışlarıylajan-jan-jan dostumuz...Jamis'in."
Aniden oluşan derin sessizliğin ortasında Chani döndü ve gözlerini Paul'e dikti. Hemen sonra şunları söyledi: "Ben ateşsem sen kömür ol. Ben çiysem sen su ol."
"Bi-la kayfa," dedi birlik dua okurcasına.
"Bu Paul-Muad'Dib'in payı," dedi Chani. "Onu kabile için saklasın, dikkatsizce kaybolmasın diye korusun. İhtiyaç olduğunda cömertçe dağıtsın. Sırası geldiğinde kabilenin iyiliği için başkasına versin."
"Bi-la kayfa," dedi birlik dua okurcasına.
Bu suyu kabul etmeliyim, diye düşündü Paul. Yavaşça ayağa kalkıp Chani'nin yanına gitti. Stilgar ona yer açmak için geriye çekilip baliseti elinden kibarca aldı.
"Diz çok," dedi Chani.
Paul diz çöktü.
Kız, Paul'ün ellerini tutarak su torbasının elastik yüzeyine dayadı. "Bu su kabilenin emaneti sana," dedi. "Jamis ondan
426
427
çıkıp gitti. Huzur içinde al onu." Ayağa kalkarken kendisiyle birlikte kalkması için Paul'e yardımcı oldu.
Stilgar baliseti geri verdi, avucundaki küçük metal halkalardan oluşan bir öbeği uzattı. Paul halkalara baktı, farklı boyutlarda olduklarını ve ışıkürenin ışığının üzerlerinde nasıl yansıdığını gördü.
Chani en büyük halkayı alıp bir parmağına geçirdi. "Otuz litre," dedi. Teker teker diğerlerini de alıp her birini Paul'e göstererek saydı. "İki litre, bir litre, her biri bir dirhem olan yedi su sayıcı, üç bolü otuz iki dirhemlik bir su sayıcı. Hepsi, otuz üç litre ve yedi tam üç bolü otuz iki dirhem."
Paul'ün halkaları görmesi için parmağını kaldırdı.
"Bunları kabul ediyor musun?" diye sordu Stilgar.
Paul yutkundu, başıyla onayladı. "Evet."
"Daha sonra," dedi Chani, "onları bir tülbentle nasıl bağlayacağını sana gösteririm, böylece sessizliğe ihtiyacın olduğunda şıngırdayıp seni ele vermezler." Elini uzattı.
"Onları benim için...saklar mısın?" diye sordu Paul.
Chani dönüp Stilgar'a şaşkın bir ifadeyle baktı.
Adam gülümseyerek konuştu: "Paul-Muad'Dib, yani Usul, henüz bizim adetlerimizi bilmiyor, Chani. Onları nasıl taşıyacağını göstereceğin zamana kadar, taahhüt altına girmeden onun su sayıcılarını sakla."
Kız başıyla onayladı, cüppesinin altından kumaştan bir şerit çıkardı, halkaları şeridin altından üstünden karışık bir şekilde geçirerek bağladı, bir an duraksadı, ardından cüppesinin altındaki kuşağın içine tıkıştırdı.
Bir şeyleri kaçırdım, diye düşündü Paul. Çevresinde komik bir şeyler döndüğünü, bir şeylerle dalga geçildiğini hissetti ve zihni bir önsezi anısına bağlandı: bir kadına teklif edilen su sayıcılar... kur yapma ritüeli.
"Su ustaları," dedi Stilgar.
Cüppe hışırtıları içinde birlik ayağa kalktı. İki adam öne çıkıp su torbasını aldı. Stilgar ışıküreyi aşağıya indirip mağaranın derinliklerine doğru yol gösterdi.
Chani'nin arkasında sıkışan Paul, ışığın kayalık duvarlarda nasıl hafifçe yansıdığını, gölgelerin nasıl dans ettiğini fark etti ve sessiz bir beklenti havasındaki birliğin moralinin yükseldiğini hissetti.
Sabırsız eller tarafından birliğin gerisine doğru çekilen Jes-sica, itip kakan bedenler tarafından kuşatıldı ve bir an kapıldığı paniği bastırdı. Ayinin bazı bölümlerini tanımış, sözcüklerdeki Çakobsa ve Botani-cib'in kırıntılarını saptamıştı ve bu basit gibi görünen anlarda patlayabilecek ilkel şiddeti biliyordu.
Jan-jan-jan, diye düşündü. Hadi-hadi-hadi.
Bu, yetişkin ellerde bütün yasakları yok olmuş bir çocuk oyunu gibiydi.
Stilgar sarı kayalık bir duvarda durdu. Bir çıkıntıya bastırdı ve sessizce dönerek açılan duvar şekilsiz bir yarık oluşturdu. Bal peteği şeklindeki karanlık bir kafesten geçen yolda ilerledi. Paul kafesi geçtiği zaman yüzüne serin bir hava akımı çarptı.
Paul, Chani'nin kolunu çekiştirip ona soru dolu bir bakış yöneltti. "Bu hava rutubetli," dedi.
"Şşşşt," diye fısıldadı Chani.
Ama arkalarındaki bir adam şöyle dedi: "Bu gece kapanda çok nem var. Jamis bize mutlu olduğunu söylüyor."
Jessica gizli kapıdan geçti, kapının arkasından kapandığını duydu. Fremenlerin petek kafesten geçerken nasıl yavaşladıklarını gördü, oraya gelince havadaki rutubeti hissetti.
Rüzgar kapanı! diye düşündü. Yüzeyde bir yerlerde, buradaki daha soğuk bölgelere yukarıdan hava üfleyerek nem yo-ğıışturan gizli bir rüzgar kapanları var.
Tepesinde kafes işlemesi olan başka bir kaya kapıdan geçtiler ve kapı arkalarından kapandı. Arkalarındaki esinti hem Jessica'nın kem de Paul'ün kolayca algılayabildiği bir nem hissi taşıyordu.
Birliğin başında yürüyen Stilgar'ın elinde tuttuğu ışıküre Paul'ün önündeki kafalardan daha aşağıya indi. Hemen sonra Paul, ayağının altında sola doğru kıvrılan basamakları hissetti. Işık, kapüşonlu kafalardan ve basamakları kıvrılarak inen in-
429
428
sanların yılankavi hareketinden yukarı doğru yansıyordu.
Jessica, çevresindeki insanlarda tırmanan gerilimi ve inatla sürerek sinirlerini törpüleyen sessizliğin yarattığı baskıyı algıladı.
Basamaklar sona erdi ve birlik başka bir alçak kapıdan geçti. Tavanı yüksek kavisli geniş açık bir alan ışıkürenin ışığını yuttu.
Paul kolunda Chani'nin elini hissetti, soğuk havada belli belirsiz bir damlama sesi duydu; suyun huzuruna çıkan Fre-menlerin üstüne sanki katedraldeymişler gibi mutlak bir sessizlik çöktüğünü hissetti.
Burayı rüyamda görmüştüm, diye düşündü Paul.
Bu düşünce hem güven verici hem de sinir bozucuydu. Bu yolun üstünde, önünde bir yerlerde, fanatik güruhlar kanlı yollarında evren boyunca onun adına ilerliyorlardı. Yeşil-siyah Atreides sancağı bir dehşet sembolü haline geliyordu. Vahşi lejyonlar hücum ederken savaş çığlıklarını atıyorlardı: "Muad' Dib!"
Bu gerçekleşmeme!!, diye düşündü. Bunun olmasına izin veremem
Ama içindeki, baskın çıkan kalıtsal bilinci, korkunç amacını hissedebiliyordu ve küçük bir şeyin bu dev fanatizmi yolundan döndüremeyeceğini biliyordu. Bu, ağırlık ve momentum kazanıyordu. O anda ölseydi, bu şey, annesi ve doğmamış kız kardeşi yoluyla devam edecekti. Şu anda burada toplanan birliğin tümünün, kendisi ve annesi dahil, ölmesi dışında hiçbir şey bu şeyi durduramazdı.
Paul etrafına bakındı, birliğin tek sıra halinde yayıldığını gördü. Onu doğal kayadan oyulmuş alçak bir korkuluğa doğru ittiler. Korkuluğun ötesinde, Stilgar'ın küresinin ışığında, Paul kıpırtısız, karanlık bir su gördü. Gölgelerin içine doğru uzanıyordu...derin ve karanlık...karşı duvar zor seçiliyordu, yaklaşık yüz metre ötedeydi.
Jessica, yanaklarında ve alnında kuruyup gerilen derisinin, nem sayesinde rahatladığını hissetti. Su havuzu derindi; derin-
liğini hissedebiliyordu. Ellerini içine daldırma arzusuna direndi.
Solundan bir şıpırtı geldi. Aşağıya, sıra halinde duran gölgeler içindeki Fremenlere baktı, Stilgar'la yan yana duran Paul'ü ve yüklerini bir su sayacından geçirerek havuza boşaltan su ustalarını gördü. Sayaç, havuzun kenarında duran yuvarlak gri bir gözdü. Parıldayan ibresinin su aktıkça oynadığını, ibrenin otuz üç litre yedi tam üç bolü otuz iki dirhemde durduğunu gördü.
"Su ölçümünde muhteşem bir hassasiyet, diye düşündü Jessica. Su geçtikten sonra sayaç oluğunun çeperinde nemin izinin bile kalmadığını fark etti. Su, bu çeperden tutunma gerilimi olmaksızın akıp gidiyordu. Bu basit gerçekte Fremen teknolojisiyle ilgili derin bir ipucu yakaladı: mükemmeliyetçiydiler.
Jessica, korkuluktan aşağıya Stilgar'ın yanına doğru ilerlemeye çalıştı. Doğal bir saygıyla ona yol verdiler. Paul'ün gözlerindeki içine kapanık bakışı fark etti ama bu büyük havuzun gizemi düşüncelerine hakim oldu.
Stilgar Jessica'ya baktı. "Aramızda suya ihtiyacı olanlar vardı," dedi, "yine de buraya gelip bu suya dokunmadılar. Bunu biliyor musun?"
"Buna inanıyorum," dedi Jessica.
Adam havuza baktı. "Burda otuz sekiz milyon dekalitreden fazla suyumuz var," dedi. "Küçük yaratanlardan duvarlarla ayrılmış, gizlenmiş ve korunmuş."
"Gizli bir hazine," dedi Jessica.
Stilgar kadının gözlerine bakmak için küreyi kaldırdı. "Hazineden de öte. Böyle binlerce gizli yerimiz var. Yalnızca birkaçımız hepsinin yerini biliyor." Başını yana eğdi. Küre yüzüne ve sakalına sarı gölgeli bir ışık saçtı. "Bunu duyuyor musun?"
Dinlediler.
Yoğuşan suyun rüzgar kapanından damlaması, varlığıyla odayı doldurdu. Jessica, bütün birliğin kendilerinden geçmiş
431
430
bir halde dinlemekte olduğunu gördü.,Yalnızca Paul bundan] uzakta duruyor gibiydi.
Bu ses Paul için geçip giden anlar gibiydi. Zamanın kendi j içinden aktığını, bu saniyelerin asla geri gelmeyeceğini hisse-î debiliyordu. Bir karar vermesi gerektiğini algıladı ama kendisi-J ni hareket edemeyecek kadar güçsüz hissetti.
"Hatasız bir şekilde hesaplandı," diye fısıldadı Stilgar. "NeJ kadar suya ihtiyacımız olduğunu bir milyon dekalitrelik bir ha ta payıyla biliyoruz. Bunu elde ettiğimizde Arrakis'in yüzünfl değiştireceğiz."
Birlikten sessiz bir fısıltı halinde karşılık yükseldi: "Bi-laf kayfa."
"Kumulları otların altına hapsedeceğiz," dedi Stilgar sesij gittikçe güçlenerek. "Suyu ağaçlarla ve çalılarla toprağ bağlayacağız."
"Bi-la kayfa," dedi birlik dua okurcasına.
"Her yıl kutup buzlan geri çekiliyor," dedi Stilgar.
"Bi-la kayfa," dedi birlik ilahi okurcasına.
"Arrakis'ten bir anadünya yaratacağız...kutuplarda eriye lenslerle, ılıman bölgelerde göllerle; yaratanla baharı için is yalnızca çölün derinlikleri kalacak."
"Bi-la kayfa."
"Ve bir daha hiç kimse sudan mahrum kalmayacak. Kuy gölet, göl ya da kanaldaki su onun olacak, elini daldırıp alaca Su bitkilerimizi sulamak için kanatalarda akacak. Herhang birinin alması için orada olacak. Onun ellerine sunulacak."
"Bi-la kayfa."
Jessica bu sözlerdeki dinsel tören havasını hissetti, kendis^ nin de içgüdüsel olarak huşu içinde karşılık verdiğini fark eti Gelecekle işbirliği halindeler, diye düşündü. Tırmanacak dağları var. Bu, o bilimadamının rüyası...ve bu basit insanla bu köylüler bu rüyaya inanmışlar
Düşünceleri Liet-Kynes'a, Imparator'un gezegen ekoloji tine, bir yerli haline gelmiş adama kaydı...ve onu merak Bu, adamların ruhlarını ele geçirmiş bir rüyaydı ve Jessica ekd
lojistin bu işte parmağı olduğunu hissedebiliyordu. Bu, adamların uğrunda seve seve ölecekleri bir rüyaydı. Bu, oğlunun ihtiyacı olduğunu hissettiği temel unsurlardan bir diğeriydi: bir amacı olan insanlar. Böyle insanlar kolayca şevk ve fanatizmle doldurulabilirdi. Paul'ün mevkiini tekrar kazanması için bir kılıç gibi kullanılabilirlerdi.
"Artık gidelim," dedi Stilgar, "ve ilk ayın yükselmesini bekleyelim. Jamis güven içinde yola çıktığında eve gideceğiz."
Birlik, gönülsüzce ayrıldıklarını belli eden fısıltılarla adamın arkasına düştü ve s ı korkuluğunu geçip merdivenlerden gerisin geri yukarı çıktı.
Chani'nin arkasında yürüyen Paul, hayati bir anın geçip gitmiş olduğunu, önemli bir kararı kaçırdığını ve şimdi kendi efsanesine kapıldığını hissetti. Bu yeri daha önce görmüş, bunu ta Caladan'daki önsezi rüyasının bir bölümünde yaşamış olduğunu biliyordu ama rüyasında bu mekana ait görmemiş olduğu ayrıntılar şimdi tamamlanıyordu, içinde yeteneğinin sınırlarıyla ilgili bir merak hissi uyanmıştı. Sanki zamanın dalgaları içinde yüzüyormuş gibiydi; bazen dalganın çukurunda, bazen tepesinde...ve dört bir yanında yükselip alçalan diğer dalgalar yüzeylerinde taşıdıkları şeyi bir ortaya çıkarıp bir gizliyorlardı.
Tüm bunların arasından, ilerde hala vahşi cihat, şiddet ve kıyım görünüyordu. Dalgaların üstünde yükselen bir burun gibiydi.
Birlik sıra halinde ana mağaraya açılan son kapıdan geçti. Kapı mühürlendi. Işıklar söndürülüp mağaranın deliklerindeki kapaklar sökülünce, gece ve çölün üstünde yükselen yıldızlar gözler önüne serildi.
Jessica mağaranın ucundaki kuru ağıza doğru ilerledi, kafasını kaldırıp yıldızlara baktı. Yıldızlar son derece net ve yakındılar. Birliktekilerin çevresinde kıpırdandıklarını hissetti, arkasında bir yerlerde akort edilen bir balisetin ve aynı perdeden mırıldanan Paul'ün sesini duydu. Sesinin tonunda Jes-sica'nın hiç hoşuna gitmeyen bir melankoli vardı.
433
432
Mağaranın karanlık derinliklerinden gelen Chani'nin sesi < araya girdi: "Paul-Muad'Dib, doğduğun gezegenin sularından j bahsetsene bana."
Ve Paul: "Başka bir zaman, Chani. Söz veriyorum."
Ne hüzün
"iyi bir balisettir," dedi Chani.
"Çok iyi," dedi Paul. "Jamis bunu çalmamdan rahatsız olur| mu dersin?"
Bir ölüden bahsederken şimdiki zaman kullanıyor, diye ; düşündü Jessica. Bunun ima ettikleri onu rahatsız etti.
Bir adamın sesi araya girdi: "Bir zamanlar müziği severdi, • gerçekten severdi Jamis."
"O zaman şarkılarınızdan birini söyle bana," diye yalvardı Chani.
Bu kız çocuğunun sesinde ne kadınsı bir baştan çıkarıcılıkl var, diye düşündü Jessica. Paul'u onların kadınları hakkında] uyarmalıyım hem de hemen
"Bu bir dostumun sarkışıydı," dedi Paul. "Sanırım o artık i yaşamıyor, Gurney öldü. Bu şarkının kendisinin akşam duası j olduğunu söylerdi."
Paul'ün, çınlayan ve tıngırdayan balisetin önünde yükselen, bir erkek çocuğuna özgü tatlı, tenor sesini dinleyen birlik giderek sessizleşti:
"işte o an tam zamanı közleri görmenin... Altın rengi güneş akşamüstü kaybolunca. Duyuları çıldırtır, misk vahşice kokunca Çıldırtır yoldaşlık ederek hatıralara."
Jessica müziğin sözlerini yüreğinde hissetti ..ona vücudunu ve onun ihtiyaçlarını hissettirerek aniden yoğun bir şekilde kendisinin bilincine varmasına yol açan seslerle yüklü, zındık sözleri. Gergin bir sessizlik içinde dinledi.
"incili buhurdanlıkla gecenin ayini...
işte o bizim için!
Neşelenirsin ardından...
Gözlerinde parıltılar...
Çiçeklerle süslenmiş o pırıltılı aşklar
Gönüllerimizi avlar...
Çiçeklerle süslenmiş o pırıltılı aşklar
Arzularımızı sarar."
Ve Jessica, son notayla birlikte havada vızıldayan bitiş sessizliğini duydu. Oğlum niye bu kız-çocuğuna bir aşk şarkısı söylüyor9 diye sordu kendi kendine. Ani bir korku duydu. Yaşamın çevresinde aktığını ama dizginlerini elinde tutamadığını hissetti. Niye bu şarkıyı seçti acaba7 diye düşündü. içgüdüler bazen doğrudur Niye bunu yaptı7
Paul karanlıkta sesizce oturuyordu, bilincine tek bir çıplak düşünce hakimdi: Annem benim düşmanım Bunu bilmiyor ama öyle Cihada o yol açıyor Beni o doğurdu, beni o eğitti O benim düşmanım
ilerleme kavramı, geleceğin dehşetlerine karşı hızım için bir koruma mekanizması görevi görür
- Prenses Irulan'ın yazdığı "Muad'Dib'in Toplu VecizelerF'nden
Feyd-Rautha Harkonnen, on yedinci doğum gününde, aile oyunlarındaki yüzüncü köle gladyatörünü öldürdü, imparatorluk Sarayı'ndan gözlemci olarak ziyarete gelen Kont ve Leydi Fenrıng karşılaşmalar için Harkonnenlerin anadünyası olan Giedi Prime'daydılar. O öğleden sonra üçgen arenanın üstun-
435
434
deki altın locada yakın aile üyeleriyle birlikte oturmak üzere j davet edilmişlerdi.
Na-Baron'un doğum günü onuruna ve bütün Harkonnen-lere ve tebaaya Feyd-Rautha'nın varis olduğunu hatırlatmak için Giedi Prime'da o gün bayramdı. Yaşlı Baron tüm merid-yenlerdeki çalışanlara tatil ilan etmişti ve aile şehri Harko'da göstermelik bir şenlik havası yaratmak için çaba harcanmıştı: binalardan sancaklar sarkıyordu ve Saray Yolu'nun kenarındaki duvarlar yalapşap boyanmıştı.
Ama Kont Fenring ve eşi, ana yolun dışında, çöp yığınlarını, caddelerdeki koyu renk su birikintilerinden yansıyan pul pul olmuş kahverengi duvarları ve insanların ürkek ürkek koşuşturmalarını fark etti.
Baron'un mavi duvarlı kalesinde korkulu bir mükemmellik vardı ama Kont ve eşi bunun için ödenen bedeli görüyordu: her yerde muhafızlar; ve o özel parlaklıklarıyla, eğitimli bir göze düzenli olarak kullanıldıklarını belli eden silahlar. Kalenin içinde bile bir yerden bir-yere rutin geçişler için kontrol noktaları vardı. Hizmetkarların yürüyüşleri ve omuzlarının duruşu, aldıkları askeri eğitimi açığa çıkarıyordu...bir de gözleriyle izleyişleri, izleyişleri ve izleyişleri.
"Baskı başladı," diye mırıldandı Kont, eşine gizli dillerinde. "Baron, Dük Leto'dan kurtulmak için ödediği gerçek bedeli şimdi anlamaya başlıyor."
"Bir ara sana zümrüdüanka efsanesini anlatmalıyım," 'dedi Leydi.
Aile oyunlarına gitmek üzere kalenin kabul salonunda bekliyorlardı. Büyük bir salon değildi, yaklaşık kırk metre boyunda ve yarısı kadar enindeydi ama yanlardaki sajıte sütunlar yukarıya doğru aniden inceliyordu ve tavanda belli belirsiz bir kemer vardı; tüm bunlar mekana daha büyük bir yer havası veriyordu.
"Hah, işte Baron da geliyor," dedi Kont.
Süspansörle kaldırılan ağırlığını dengelemeye çalışan •• Baron, o kendine özgü paytak paytak süzülüşle salonu uzun-
lamasına katetti. Gerdanı bir aşağı bir yukarı sallanıyor, süspansörler turuncu cüppesinin altında sağa'sola oynuyor ve yer değiştiriyordu. Parmaklarında yüzükler parıldıyor, cüppesine işlenmiş opateşler ışıklar saçıyordu.
Baron'un yanı başında Feyd-Rautha yürüyordu. Bukle bukle yapılmış koyu renk saçları melankolik gözleriyle uyuşmayan bir şekilde canlı görünüyordu. Üstüne sıkıca oturan siyah bir ceket ve paçalarına doğru çan gibi genişleyen daracık bir pantolon giymişti. Yumuşak tabanlı terlikler küçük ayaklarını sarıyordu.
Genç adamın duruşunu ve ceketinin üstünden belli olan kaslarını fark eden Leydi Fenring şöyle düşündü: İşte asla şişmanlamayacak biri.
Baron onların önünde durdu, sahiplenir bir tavırla yeğeninin koluna girerek konuştu: "Yeğenim na-Baron Feyd-Rautha Harkonnen." Ve, bebek yüzü gibi tombul yüzünü Feyd-Rautha'ya çevirerek, "Sana bahsettiğim Kont ve Leydi Fenring," dedi.
Feyd-Rautha saygıyla başını eğdi. Gözlerini Leydi Fen-ring'e dikti. Saçları altın rengi olan ince bir kadındı, mükemmel vücudunu krem rengi dokumlu bir tuvalet sarıyordu... vücudunun hiç süssüz yalın güzelliği. Gri-yeşil gözler Feyd-Rautha'nın bakışlarına karşılık verdi. Leydi, genç adamı alttan alta rahatsız eden, Bene Gesseritlere özgü o dingin sükunete sahipti.
"Immmm ıh, hımmmm," dedi Kont. Feyd-Rautha'yı inceledi. "Bu, hımmmm, kusursuz genç adam, ıh...hımmmm...öyle mi?" Kont Baron'a baktı. "Sevgili Baron, bu kusursuz genç adama bizden bahsettiğini söyledin, değil mi? Neler dedin?"
"Yeğenime imparatorumuzun size verdiği büyük değeri anlattım, Kont Fenring," dedi Baron. Ve şöyle düşündü: Ona iyi bak, Feydl Bir tavşanın tavırlarına sahip bir katil...en tehlikeli tür budur.
"Elbette!" dedi Kont ve eşine gülümsedi.
Feyd-Rautha adamın hareketlerini ve sözlerini neredeyse
436
437
Dostları ilə paylaş: |