Feyd-Rautha kendi heyecanının alevlendiğini hissetti, imsin Hawat'ın aklında ihanet olsun, diye düşündü. Bu kölenin hakkından gelebilirim Ve bu ke: zehirli olan uzun hançerim, kısa olan değil. Bunu Hawat bile bilmiyor
"Hey, Harkonnen!" diye seslendi köle. "Ölmeye hazır mısın?"
Arenayı ölümcül bir sessizlik sardı. Köleler meydan mazdı!
Şimdi Feyd-Rautha gladyatörün gözlerini net bir şekilde görebiliyordu, bu gözlerde ümitsizliğin yol açtığı soğuk yırtıcılık vardı. Adamın, rahat ve hazır duruşunu, zafer için hazır kaslarını fark etti. Kölelerin arasındaki fısıltı gazetesi Havvat'ın mesajını bu köleye taşımıştı: "Na-Baron'u öldürmek için gerçek bir fırsatın olacak " Entrikanın bu kadarı o zaman planladıkları gibiydi.
Feyd-Rautha'nın dudaklarına gergin bir gülümseme yayıldı. Çengelleri kaldırdı, gladyatörün duruşunda planlarının başarısını gördü.
"Hey! Hey!" diye meydan okuyan köle iki adım ilerledi.
Şimdi balkanlardaki hiç kimse bunu yanlış anlayamaz, diye düşündü Feyd-Rautha.
Bu kölenin uyuşturucunun yol açtığı dehşetle kısmen sakat hale gelmesi gerekirdi. Her hareketi, onun için hiç umut olmadığına, kazanamayacağına dair kafasındaki bilgiyi ele vermeliydi. Aklı na-Baron'un beyaz eldivenli elindeki bıçak için seçtiği zehirler hakkında hikayelerle doldurulmuş olmalıydı. Na-Baron asla çabuk öldürmezdi, nadide zehirlerin gösterisini yapmaktan zevk alırdı, kıvranan bir kurbanın üstündeki ilginç yan etkilere dikkati çekerek arenada dikilebilirdi. Kölenin içinde korku olmalıydı, evet...ama dehşet olmamalıydı.
Feyd-Rautha çengelleri iyice havaya kaldırdı, neredeyse selam verir gibi başını eğdi.
Gladyatör ansızın saldırdı.
Hileli hamlesi ve savunma karşılığı Feyd-Rautha'nın gördüklerinin en iyisiydi. Yana doğru iyi bir zamanlamayla yapılmış bir darbe na-Baron'un sol bacağının tendonlarını sıyırıp geçti.
Feyd-Rautha kölenin sağ önkolunda çengelli bir çubuk bırakarak dans edercesine uzaklaştı. Kancalar ete tamamen gömülmüştü, adam onları tendonlarını yırtmadan çıkaramazdı.
Balkondakilerin aynı anda nefeslerini tuttukları duyuldu.
Bu ses, Feyd-Rautha'yı coşkuyla doldurdu.
O anda, Fenringlerle, imparatorluk Sarayı'ndan gelen göz-
450
451
lemcilerle birlikte yukarıda oturan amcasının ne hissettiğin biliyordu.
Bu dövüşe hiç kimse müdahale edemezdi. Şahitlerin öniin| de formalitelere uyulmalıydı. Ve Baron arenadaki olayları nızca bir şekilde yorumlayacaktı: kendisine yönelmiş bir tehdit,
Köle geriledi, hançerini dişlerinin arasında tutup kanca çubuğu flamayla koluna bağladı. "İğneni hissetmiyorum," bağırdı. Hançeri hazır, sol tarafını dönerek tekrar ilerledij Yarım-kalkanın koruduğu yüzeyi maksimuma çıkarmak içim vücudunu geriye doğru eğmişti.
Bu hareket de balkondakilerin gözünden kaçmadı. Aile çalarından acı çığlıklar yükseldi. Feyd-Rautha'nın yardımcıla n, bağırarak kendilerine ihtiyacı olup olmadığını soruyorlardı.,
Yardımcılarına eliyle ön-kapıya geri dönmelerini işaret etti|
Onlara daha önce hiç görmedikleri bir gösteri yapacağın diye düşündü Feyd-Rautha. Arkalarına yaslanıp stile hayra\ olacakları sönük bir ölıinı olmayacak. Bu, ödlerini koparıi onları kıvrandıracak bir şey olacak. Ben Baron olduğun zaman bugünü hatırlayacaklar ve bu yüzden hiçbiri bende^ korkmaınazlık edemeyecek.
Feyd-Rautha, yengeç gibi ilerleyen gladyatörün önünd yavaş yavaş geri çekildi. Arenanın kumu ayaklarının altınd gıcırdadı. Kölenin solumasını işitti, kendi ter kokusuyla likte havadaki belli belirsiz kan kokusunu duydu.
Na-Baron sağa dönerek durmadan geriliyordu, ikinci çenl geli hazırdı. Köle sağa sola sıçradı. Feyd-Rautha tökezler gib| oldu, balkonlardan gelen çığlıkları duydu.
Köle ansızın tekrar saldırdı.
Tanrılar, ne savaşçı! diye düşündü Feyd-Rautha yana doğru sıçrarken. Onu yalnızca gençliğinin verdiği çeviklil| kurtarmıştı ama ikinci çengeli kölenin sağ kolunun delta kasın gömmüştü.
Balkonlardan kulakları sağır eden tezahüratlar yağdı.
Şimdi bana tezahürat yapıyorlar, diye düşündü Feyd^ Rautha. Seslerde aynen Havvat'ın söylediği gibi bir vahşilik
işitti. Daha önce bir aile dövüşçüsüne hiç böyle tezahürat yapmamışlardı. Ve Havvat'ın söylemiş olduğu bir şeyi biraz canı sıkılarak düşündü: "Hayran olduğun bir düşmanın seni korkutması daha kolaydır "
Feyd-Rautha, herkesin açık bir şekilde görebilmesini sağlamak için arenanın merkezine doğru hızla çekildi. Uzun bıçağını çekti, eğildi ve ilerleyen köleyi bekledi.
Adam yalnızca ikinci çengeli koluna bağlayıncaya kadar durduktan sonra hızla peşinden geldi.
Aileler bunu yaparken beni görsün, diye düşündü Feyd-Rautha. Ben onların düşmanıyım: beni şu anda gördükleri gibi hatırlasınlar.
Kısa bıçağını çekti.
"Senden korkmuyorum, Harkonnen domuzu," dedi gladyatör. "İşkencelerin bir ölüye acı veremez. Bir yardımcı vücuduma dokunmaya fırsat bulamadan kendi bıçağımla ölebilirim. Ve yanımda seni de götüreceğim."
Feyd-Rautha sırıttı, şimdi uzun bıçağını, zehirli olanı gösteriyordu. "İstersen bunu dene," dedi ve öbür elindeki kısa bıçakla aldatıcı bir hamle yaptı.
Köle, hançerini öbür eline geçirdi, hem hamleyi çelmek hem de na-Baron'un, beyaz eldivenli elinde tuttuğu, geleneğe göre zehirli olması gereken kısa bıçağını yakalamak için aldatıcı bir hamle yapmak üzere içe doğru döndü.
"Gebereceksin, Harkonnen," dedi gladyatör nefes nefese.
Kumda yana kayarak boğuştular. Feyd-Rautha'nın kalkanının, kölenin yarım-kalkanına değdiği noktada mavi bir ışıltı, teması belli etti. Çevrelerindeki hava, kalkan alanlarından gelen ozonla doldu.
"Kendi zehirinle geber!" dedi köle kulak tırmalayan bir sesle.
Beyaz eldivenli eli içeri doğru zorlayarak zehirli olduğunu sandığı bıçağı döndürmeye başladı.
Bunu görsünler! diye düşündü Feyd-Rautha. Uzun bıçağı aşağı indirdi, kölenin koluna bağlı çengelli çubuğa boşu boşu-
453
452
na çarptığını hissetti.
Feyd-Rautha bir an ümitsizliğe kapıldı. Çengelli çubukların köle için bir avantaj olabileceğini düşünmemişti. Ama adam' için ikinci bir kalkan görevi görüyorlardı. Ve bu gladyatörün gücü! Kısa bıçağı karşı konulamaz bir şekilde içeri doğru zorluyordu ve Feyd-Rautha'nın düşünceleri, bir adamın zehirsiz bir bıçakla da ölebileceği gerçeğine odaklandı.
"Süprüntü!" dedi Feyd-Rautha nefes nefese.
Gladyatörün kasları anahtar sözcüğe ani bir gevşemeyle itaat etti. Bu Feyd-Rautha için yeterliydi. Aralarında uzun bıçak için yeterli bir boşluk açtı. Zehirli uç savruldu, kölenin] göğsüne kırmızı bir çizgi çizdi. Zehir anında ıstırap çektirmeye'" başladı. Adam Feyd-Rautha'dan ayrıldı ve geriye doğru sendeledi.
Şimdi sevgili ailem izlesin bakalım, diye düşündü Feyd-Rautha. Zehirli sandığı hançeri döndürüp bana karşı kullan- \ maya çalışan bu köle hakkında düşünsünler. Bir gladyatörün böyle bir girişime hazır olarak bu arenaya nasıl çıkabildiğini merak etsinler. Ve hangi elimin zehiri taşıdığını kesin olarak bilemeyeceklerinin daima farkında olsunlar.
Feyd-Rautha kölenin yavaşlayan hareketlerini yerinden | kımıldamadan sessizce izledi. Adam gidip gelen bir bilinçlef hareket ediyordu. Adamın yüzünde şimdi her izleyenin tanıya-^ cağı bir şey açıkça yazılıydı. Orada ölüm yazıyordu. Köle, ona bunun yapılmış olduğunu ve bunun nasıl yapılmış olduğunuj biliyordu. Zehir yanlış bıçaktaydı.
"Sen," diye inledi adam.
Feyd-Rautha ölüme yer açmak için geriledi. Zehirdeki felç eden uyuşturucu henüz tam etkisini göstermemişti ama adamın yavaşlığı zehirin yayıldığını gösteriyordu.
Köle bir iple çekiliyormuş gibi öne doğru sendeledi...her seferinde tek bir sürüklenen adım. Her bir adım adamın evrenindeki yegane adımdı. Hançeri hala sıkı sıkı tutuyordu] ama ucu titriyordu.
"Birgün. . .bizlerden. . .biri. . .senden. . .intikam. . .alacak,"
dedi nefes nefese.
Üzüntülü küçük bir somurtuş ağzını çarpıttı. Yere oturdu, yavaş yavaş düştü, sonra kaskatı kesildi ve yuvarlanarak Feyd-Rautha'dan uzaklaştı, yüzüstü kaldı.
Feyd-Rautha sessiz arenada ilerledi, ayağının ucunu gladyatörün vücudunun altına soktu ve zehir kasları kıvırıp bükmeye başladığında balkondakiler yüzünü açıkça görsün diye sırtüstü yuvarladı. Ama gladyatörün göğsünde kendi bıçağı
saplıydı.
Feyd-Rautha, uğradığı düş kırıklığına rağmen, bu kölenin kendine bunu yapmak için felci yenmek üzere harcadığı çabaya biraz hayranlık duydu. Bu hayranlıkla birlikte, bunda gerçekten korkulacak bir şey olduğunu fark etti.
Bir adamı insanüstü yapan şey dehşet vericiydi
Feyd-Rautha bu düşünce üzerine yoğunlaşırken, çevresindeki tribünlerde ve balkonlarda patlayan gürültünün bilincine vardı. Kendilerinden geçmiş bir halde tezahürat yapıyorlardı.
Feyd-Rautha döndü, kafasını kaldırıp onlara baktı.
Derin düşüncelere dalmış eli çenesinde oturan Baron ve her ikisi de yüzlerinde gülümseyen maskelerle kendisine bakan Kont ve eşi dışında herkes tezahürat yapıyordu.
Kont Fenring eşine dönerek şöyle dedi: "Ihhh ımmm, marifetli, ımmmm, bir genç. Öyle değil mi, mmmm ıh, sevgilim?"
"Sinaptik tepkileri, ıhhh, çok hızlı," dedi Leydi.
Baron kadına, ardından Kont'a bakıp dikkatini tekrar arenaya çevirdi: Eğer birisi benimkilerden birine bu denli yaklaşabiliyorsa! Korkusu yerini öfkeye bırakmaya başladı. Bu gece kolecibaşım kısık ateşin üstünde öldüreceğim...ve eğer bu işte bu Kont ve eşinin parmağı varsa...
Baron'un locasındaki konuşma Feyd-Rautha'ya çok uzak bir kıpırtı gibi geldi; sesleri, dört bir yanda ayaklarıyla tempo tutarak bağırmaya başlayanların sesleri arasında kayboldu.
"Kelle! Kelle! Kelle! Kelle!"
Feyd-Rautha'nın kendisine doğru nasıl döndüğünü gören
455
454
Baron suratını astı. Öfkesini güçlükle kontrol etti; ve arenada,? kölenin cesedinin yanında dikilen genç adama doğru isteksizce elini salladı. Çocuğa bir kelle verelim. Kölecibaşımn foyasını meydana çıkararak bunu hak etti.
Kabul işaretini gören Feyd-Rautha şöyle düşündü: Beni\ onurlandırdıklarını düşünüyorlar. Şimdi de benim ne duşun." düğümü görsünler'.
Yardımcılarının kendisine vermek üzere testere ağızlı bir hançerle yaklaştıklarını gördü, eliyle geri dönmelerini işaret etti, durakladıklarını görünce işareti tekrarladı. Beni sadece bir kelleyle onurlandırdıklarını düşünüyorlar, diye geçirdi aklından. Eğildi ve gladyatörün ellerini göğsündeki hançerin sapı-nın çevresinde çaprazladı, sonra hançeri çıkarıp gevşekçe duran ellerin içine yerleştirdi.
Bunu yapması bir an sürmüştü, doğruldu ve yardımcılarını çağırdı. "Bu köleyi ellerinde hançeriyle tek parça halinde gömün," dedi. "Bunu hak etti."
Altın locada, Kont Fenring, Baron'a doğru eğilerek konuştu: "Büyük bir jest, bu...gerçek bir şov. Yeğeninin cesareti olduğu gibi stili de var."
"Kelleyi reddederek halka hakaret ediyor," diye mırıldandı Baron.
"Hiç de değil," dedi Leydi Fenring. Döndü ve kafasını kaldırarak çevrelerindeki sıralara baktı.
Baron kadının boyun hatlarını fark etti...gerçekten güzel bir şekilde uzanan kaslar...genç bir oğlanın boynu gibi.
"Yeğeninin yaptığı.şey hoşlarına gitti," dedi Leydi
Feyd-Rautha'nın jestinin anlamı en uzak sıralara kadar ulaşıp insanlar yardımcıların ölü gladyatörü tek parça halinde taşıdıklarını görürken, Baron onları izledi ve kadının tepkileri doğru yorumladığını fark etti. insanlar çılgına dönmüş, birbirlerine vuruyor, çığlıklar atıyor ve tepmiyorlardı.
Baron canından bezmiş bir halde konuştu. "Bir şölen düzenlenmesi için emir vermek zorunda kalacağım, insanları evlerine bu şekilde gönderemeyiz, enerjilerini harcayamadılar.
Coşkularını paylaştığımı görmeleri lazım." Muhafızına eliyle bir işaret verdi, ve tepelerindeki bir hizmetkar turuncu Harkon-nen flamasını locanın üzerinde indirip kaldırdı...bir, iki, üç kez...Şölen işareti.
Feyd-Rautha arenayı geçti, silahları kınında, kolları iki yana sarkık bir halde altın locanın altında durdu. Halkın dinmeyen çılgınlığını bastırarak bağırdı: "Bir şölen mi veriyorsunuz, Amca?"
İnsanlar konuşmayı görüp durunca gürültü azalmaya başladı.
"Senin onuruna, Feyd!" diye seslendi Baron. Ve flamanın
işaret vermek için tekrar inip kalkmasına neden oldu.
Arenanın karşısında ön-engeller kaldırıldı ve gençler arenanın içine atlayıp Feyd-Rautha'ya doğru koşmak için birbirleriyle yarıştılar.
"Ön-kalkanların indirilmesini sen mi emrettin, Baron?" diye sordu Kont.
"Kimse delikanlıya zarar vermez," dedi Baron. "O bir kahraman."
Güruhun önündekiler Feyd-Rautha'ya ulaşıp onu omuzlarının üstüne aldılar ve arenanın çevresinde tur atmaya başladılar.
"Bu gece Harko'nun en fakir mahallelerinde silahsız ve kalkansız dolaşabilir," dedi Baron. "Sırf kendileriyle arkadaşlık etsin diye, ona yemeklerinin son lokmasını, içkilerinin son yudumunu verirler."
Baron sandalyesinden kalktı, ağırlığını süspansörlerine verdi. "Lütfen beni bağışlayın. Hemen ilgilenmem gereken meseleler var. Muhafızlar kaleye kadar size eşlik edecekler."
Kont ayağa kalkıp eğildi. "Elbette, Baron. Şöleni iple çekiyoruz. Ben, ıhhh mmmm, daha önce hiç Harkonnen şöleni görmemiştim."
"Evet," dedi Baron. "Şölen." Döndü, locanın gizli çıkışına adımını atarken muhafızlar etrafını sardı.
Bir muhafız yüzbaşısı eğilerek Kont Fenring'e selam verdi. "Emirleriniz, Efendim?"
457
456
"Biz, ıhhh, bu izdihamın, mmmm, biraz dağılmasını^ ımmm, bekleyeceğiz," dedi Kont.
"Başüstüne, Efendim." Adam eğilerek üç adım geri çekilj di.
Kont Fenring eşine döndü, yine kendi özel mırıltı-şifrefl dillerinde konuştu: "Tabii ki gördün, değil mi?"
Leydi aynı mırıltı dilinde yanıtladı: "Delikanlı gladyatörün! uyuşturulmamış olacağını biliyordu. Bir an korktu, evet, amaj hiç şaşırmadı."
"Planlanmıştı," dedi Kont. "Bütün gösteri."
"Şüphesiz."
"Havvat'ın işi gibi."
"Gerçekten öyle," dedi kadın.
"Biraz önce Baron'dan Havvat'ı ortadan kaldırmasını iste-J dim."
"Bu bir hataydı, sevgilim."
"Bunu şimdi anlıyorum."
"Harkonnenlerin yakında yeni bir Baron'u olabilir."
"Eğer Havvat'ın planı buysa."
"Araştırmaya değer gerçekten," dedi kadın.
"Genç olanını kontrol etmek daha kolay olacak."
"Bizim için...bu geceden sonra," dedi kadın.
"Onu baştan çıkarmakta zorlanmayacaksın, değil mi, sevgili küçük damızlık-anne?"
"Hayır, aşkım. Bana nasıl baktığını gördün."
"Evet...ve bu soya neden sahip olmamız gerektiğini şimdi! anlıyorum."
"Gerçekten öyle...ve üstünde bir hakimiyet kurmamız! gerektiği açık. Onu yola getirmek için en derin benliğinin de-1 rinliklerine gerekli prana-bindu sözlerini ekeceğim."
"Olabildiğince çabuk gidelim...sen emin olur olmaz," dedi| Kont.
Leydi omuz silkti. "Hay hay. Bu korkunç yerde bir çocuk] doğurmak istemem."
"Bunları insanlık adına yapıyoruz," dedi Kont.
"Seninki işin kolay kısmı," dedi Leydi.
"Üstesinden gelmem gereken bazı antik yargılar var" dedi Kont. "Bunlar oldukça ezeli şeyler."
"Zavallı sevgilim," dedi kadın ve kocasının yanağına hafifçe vurdu. "Biliyorsun bu, soyu korumanın tek emin yolu."
Kont kuru bir ses tonuyla konuştu: "Yaptığımız şeyi iyice anladım."
"Başarısız olmayacağız," dedi Leydi.
"Suç, başarısızlık hissi şe linde başlar," diye hatırlattı Kont.
"Ortada suç diye bir şey olmayacak," dedi kadın. "Şu Feyd-Rautha'nın zihninde hipno-bağı ve rahmimde onun çocuğu... sonra gideceğiz."
"Şu amcası," dedi Kont. "Hiç böyle bir şekilsizlik görmüş muydun?"
"Çok berbat," dedi kadın, "ama yeğeni daha kötü olacak şekilde yetişebilirdi pekala."
"Amcanın sayesinde. Başka bir yetiştirme tarzıyla bu delikanlının nasıl olabileceğini düşünürsek...mesala ona yol gösterecek Atreides düsturuyla."
"Üzücü," dedi kadın.
"Keşke hem Atreides gencini hem de bunu kurtarabilsey-dik. Şu genç Paul'le ilgili duyduklarıma göre...son derece takdire şayan bir delikanlıymış, iyi bir soy üretimi ve eğitim uyumu." Başını iki yana salladı. "Ama aristokrasinin talihsizliğine boşu boşuna üzülmemeliyiz." .
"Bir Bene Gesserit deyişi vardır," dedi Leydi.
"Her şey için de deyişiniz vardır!" diye söylendi Kont.
"Bunu seveceksin," dedi Leydi. "Şöyle: 'Bir insana ölü deme, cesedini görene dek. Hatta o zaman bile yanılabilirsin.' "
459
458
"Bir Tefekkür Vakti"nde, Mıtad'Dib bize, Arra-kis'in gerektirdikleriyle ilk karşılaşmalarının, eğitiminin gerçek başlangıç noktaları olduğunu söyler Hava durumu için kumu nasıl kazıklayacağını; rüzgarın onun derisine batırdığı iğnelerin lisanını, burnunun kumun verdiği kaşıntıyla nasıl vızıldayabildiğim, ve bedeninin değerli nemini, muhafaza etmek ve saklamak için çevresinde nasıl toplayacağını o zaman öğrendi Gözleri İbad'ın mavisine bıırundukçe Çakobsa adetini öğrendi.
- Prenses Irulan'ın yazdığı "Yetişkin Muad'Dib"e Stilgar'ın önsözü
Siyeçe çölden gelen yersiz yurtsuz iki kişiyle birlikte dönen Stilgar'ın birliği, ilk ayın zayıflayan ışığında havzadan dışarı tırmanıyordu. Cüppeli siluetler burun deliklerinde evlerinin kokusuyla acele ediyorlardı. Arkalarındaki gri şafak çizgisi, ufuk-takvimlerinde sonbaharın ortası olan Takkekaya ayını gösteren çentikte en parlak durumundaydı.
Rüzgarın kopardığı kuru yapraklar, siyeç çocuklarının top-11 lamış olduğu yeri, sarp kayaların dibini örtüyordu ama yine de birliğin yolculuğunun sesleri (Paul ve annesinin zaman zaman yaptıkları sarsaklıklar dışında) gecenin doğal seslerinden ayırt edilemiyordu.
Paul terle alnına yapışan tozu sildi, kolunun çekiştirildiğini hissetti ve Chani'nin tıslayan sesini duydu. "Sana söylediğim gibi yap: kapüşonunun kıvrımını alnının üstüne indir! Yalnızca gözlerini açıkta bırak. Nem ziyan ediyorsun."
Arkalarından fısıldanan bir emir susmalarım istedi: "Çöl sizi işitiyor!"
Ta tepelerindeki kayalardan bir kuş cıvıldadı.
Birlik durdu, Paul aniden oluşan bir gerilim hissetti.
Kayalardan belli belirsiz bir gümleme geldi, ses bir farenin]
zıplarken çıkardığı sesten daha yüksek değildi.
Kuş yine cıvıldadı.
Birliğin saflarına bir kıpırtı yayıldı. Ve yine fare-gümle-mesi pıtırdayarak kumda ilerledi.
Kuş bir kez daha cıvıldadı.
Birlik tekrar kayaların içindeki bir yarığa doğru tırmanmaya başladı ama Fremenlerin soluklarının sessizleşmesi Paul'ün içini ihtiyatla doldurdu. Chani'ye yönelen gizli bakışları gören Paul, kızın içine kapanıp uzaklaşıyormuş gibi göründüğünü fark etti.
Artık ayaklarının altında kaya, çevrelerinde cüppelerin belli belirsiz kasvetli hışırtısı vardı ve Paul disiplinde bir gevşeme algıladı ama Chani ve diğerlerinin etrafındaki o 'kişinin sessizleşmesi' durumu hala sürüyordu. Gölge gibi bir şekli izledi... basamaklardan yukarı, bir dönüş, tekrar basamaklar, bir tünele giriş, nem-contalı iki kapıyı geçiş ve kaya duvarlarıyla tavanı sarı olan, küreyle aydınlatılmış dar bir geçide giriş.
Paul dört bir yanındaki Fremenlerin kapüşonlarını geriye attıklarını, burun tıkaçlarını çıkardıklarını ve derin derin nefes almaya başladıklarını gördü. Birisi iç çekti. Paul, Chani'yi aradı, kızın yanından ayrılmış olduğunu anladı. Cüppeli bedenlerin oluşturduğu kalabalık tarafından kuşatıldı. Birisi onu ittirdi, "Affedersin, Usul," dedi. "Ne izdiham! Hep böyle olur."
Onun solundaki Farok denen adamın sakallı dar yüzü Paul'e doğru döndü. Lekeli göz çukurları ve gözlerin mavi karanlığı sarı kürelerin altında daha da karanlık göründü. "Kapüşonunu çıkar, Usul," dedi Farok. "Evdesin." Ve Paul'e yardım etmek için kapüşonunun bağını gevşetip dirsekleriyie çevrelerinde yer açtı.
Paul burun tıkaçlarını çıkardı, ağız maskesini yana çekti. Mekandaki kokular üzerine hücum etti: yıkanmamış bedenler: yeniden kullanılır hale getirilen atıkların damıtılma kokusu; her yerde insanların ekşi, iğrenç kokusu; ve hepsinin üstünde baharla bahar benzeri karışımların bir türbülansı.
461
460
"Neyi bekliyoruz, Farok?" diye sordu Paul.
"Başrahibe'yi, galiba. Mesajı duydun...zavallı Chani."
Zavallı Chani mi? diye soru Paul kendi kendine. Kızın : nerede olduğunu ve annesinin bu izdihamda nereye kay-1 böldüğünü merak ederek çevresine bakındı.
Farok derin bir nefes aldı. "Evin kokulan," dedi.
Paul adamın havadaki bu leş gibi kokudan hoşlandığını,! sesinde hiçbir alaycılık olmadığını anladı. Sonra annesinin ok-j sürdüğünü duydu ve kadının sesi birliğin oluşturduğu kalabalığın arasından ona ulaştı: "Siyeçinin kokuları ne kadar zengin, Stilgar. Baharla ne çok şey yaptığınızı anlıyorum...kağıt yapı-j yorsunuz...plastik...ve bu kimyasal patlayıcı değil mi?"
"Bunları koklayarak mı anlıyorsun?" Bu başka bir adamın j sesiydi.
Ve Paul annesinin o duysun diye konuştuğunu, ondan bu-j run deliklerine yönelik bu saldırıyı çabucak kabullenmesini] istediğini fark etti.
Birliğin baş tarafından bir vızıldanma geldi, uzun süren içi çekişler Fremenlerin arasında yayılıyormuş gibiydi. Paul sıra-j nın gerisine doğru gelen fısıltı halindeki sesleri duydu: "De-ı mek doğru...Liet öldü."
Liet, diye düşündü Paul. O halde: Chani, Liet'm kızı Zih-J ninde parçalar yerine oturdu. Liet gezegenbilimcinin FremenJ dilindeki adıydı.
Paul, Farok'a bakıp sordu: "Bu Kynes olarak tanınan LietJ mi?"
"Yalnızca bir Liet vardır," dedi Farok.
Paul döndü, gözlerini önündeki Fremen'in cüppeli sırtına| dikti. Demek Liet-Kynes oldu, diye düşündü.
"Harkonnenlerin kalleşliği," diye tısladı birisi. "Kaza süsü verdiler...çölde kaybolmuş da.. .bir topter kazasıymış da.
içinde bir kızgınlığın patladığını hissetti. Onlara dostluk i elini uzatan, peşlerindeki Harkonnenlerden kurtulmalarına yar-j dım eden adam, Fremen arkadaşlarını çöldeki yersiz yurtsuz iki j kişiyi aramaları için gönderen adam... Harkonnenlerin başka j
bir kurbanı.
"Usul henüz intikama susamadı mı?" diye sordu Farok.
Paul yanıt vermeye fırsat bulamadan, alçak sesli bir çağrı geldi; ve birlik, Paul'ü de birlikte sürükleyerek daha geniş bir odaya doğru ilerledi. Kendisini açıklık bir yerde, Stilgar'ın ve üstünde parlak, turunculu yeşilli, önden açık, dokumlu bir giysi olan acayip bir kadının önünde buldu. Kadının kollan omuzlarına kadar çıplaktı ve Paul onun damıtıcı giysi giymemiş olduğunu görebiliyordu. Soluk zeytuni tenliydi. Koyu lenk saçları, çıkık elmacık kemiklerini ve gözlerinin yoğun karanlığının ortasındaki kartal gagasını andıran burnunu ortaya çıkararak açık alnından geriye doğru atılmıştı.
Kadın ona doğru döndü ve Paul kulaklarından sallanan altın halkalara dizilmiş su çetelelerini gördü.
"Jamis'imi bu mu yendi?" diye sordu.
"Kes sesini, Harah," dedi Stilgar. "Bu Jamis'in marifetiydi .tahaddi al-burhan'ı o istedi."
"Bu sadece bir çocuk!" dedi kadın. Su çetelelerini şıngırda-tarak başını sertçe iki yana salladı. "Çocuklarım başka bir çocuk tarafından mı babasız bırakıldı? Mutlaka bi kazadır!"
Dostları ilə paylaş: |