"Beni çağırmak için nezaketten başka sebepleriniz var," dedi Chani. "Sizi tanıyorum, Başrahibe. Sizin yapamayacağınız neyi yapabileceğimi düşünüyorsunuz?"
Cesur, güzel ve üstelik çok çabuk kavrıyor, diye düşündü Jessica. lyı bir Bene Gesserıt olabilirmiş
"Chani," dedi Jessica, "buna inanmakta güçlük çekebilirsin ama seni neden çağırttığımı tam olarak bilmiyorum. Bu bir içgüdüydü...temel bir sezi. Bu fikir kendiliğinden geldi: 'Chani'yi çağırt.' "
Chani, Jessica'nın ifadesinde ilk kez olarak üzüntüyü, o içe dönük bakışı değiştiren gizlenmemiş acıyı gördü.
"Bildiğim her şeyi yaptım," dedi Jessica. Bu her şey... normalde yapılması beklenen her şeyin o kadar ötesinde ki hayal bile edemezsin. Yine de...başaramadım."
"Eski dostu, Halleck," dedi Chani, "hainin o olması müm-
kün mü?"
"Gurney değil," dedi Jessica. Bu iki sözcük sanki bir bütün konuşmayı anlatıyordu ve Chani bu kesin reddedişi getiren araştırmaları, sınavları...ve eski başarısızlık anılarını gördü.
Chani geriye doğru kaykılıp ayağa kalktı, çölde lekelenen cüppesini düzeltti. "Beni ona götürün," dedi.
Jessica kalktı, sol duvardaki perdelere doğru döndü.
Chani onu izledi, kendisini daha önce depo olan bir yerde buldu, kaya duvarlar artık ağır perdelerin altına gizliydi. Paul karşı duvarın önündeki bir yer yatağında yatıyordu. Üzerindeki tek ışıküre yüzünü aydınlatıyordu. Göğsüne kadar örtülü olan siyah cüppe iki yana uzatılmış kollarını açıkta bırakıyordu. Cüppenin üzerinden çıplak olduğu belli oluyordu. Açıkta kalan teni, katı, balmumu gibi görünüyordu. Gözle görülür hiçbir kımıltı yoktu.
Chani öne fırlayıp kendisini onun üzerine atma isteğini bastırdı. Bunun yerine düşüncelerinin oğluna...Leto'ya gittiğini fark etti. Ve o anda, Jessica'nın böyle bir anı bir kez yaşamış olduğunu anladı: erkeği ölümle tehdit edilmiş, kendini genç oğlunu korumak için ne yapabileceğini düşünmeye zorlamıştı. Bunu anlamak yaşlı kadınla arasında ani bir bağ oluşturdu ve Chani uzanıp Jessica'nın elini tuttu. Jessica'nın, bir duygu yoğunluğu içinde elini sıkarak verdiği karşılık acı doluydu.
"Yaşıyor," dedi Jessica. "Seni temin ederim yaşıyor. Ama yaşamla olan bağı o kadar ince ki kolaylıkla gözden kaçabilir. Bazı liderler, bir Başrahibe'nin değil bir annenin konuştuğunu, oğlumun aslında ölü olduğunu ve benim onun suyunu kabileye vermek istemediğimi mırıldanmaya başladılar."
"Ne zamandır bu halde?" diye sordu Chani. Elini Jessica'nın elinden çekti ve odanın içinde ilerledi.
"Üç hafta," dedi Jessica. "Onu yaşama döndürmek için neredeyse bir hafta uğraştım. Toplantılar, tartışmalar...soruşturmalar oldu. Sonra seni çağırttım. Fedaykinler emirlerime uyuyorlar yoksa ertelemem hiç mümkün..." Paul' ün yanına giden
594
Chani'yi izlerken diliyle dudaklarını ıslattı.
Chani, Paul'ün tepesinde durdu, yüzünü çevreleyen seyrek sakalına baktı, çıkık kaşlarını, güçlü burnunu ve kapalı gözlerini izledi...yüz hatları bu katı sükunetin içinde öyle huzurluydu ki.
"Nasıl besleniyor?" diye sordu Chani.
"Vücudunun talepleri öyle az ki henüz yiyeceğe ihtiyacı olmadı," dedi Jessica.
"Ne olduğunu kaç kişi biliyor?"
"Yalnızca en yakın danışmanları, liderlerden birkaçı, , Fedaykinler ve tabii ki zehiri kim verdiyse o."
"Zehiri kimin verdiğine dair hiçbir ipucu yok, öyle mi?"
"Ve bunu soruşturmaya da gerek yok," dedi Jessica.
"Fedaykinler ne diyor?" diye sordu Chani.
"Paul'ün mukaddes bir trans halinde olduğuna, son savaşlardan önce kutsal güçlerini topladığına inanıyorlar. Bu, kafalarına benim soktuğum bir düşünce."
Chani yatağın yanına diz çöktü, Paul'ün yüzüne doğru eğildi. Yüzünün farklı bir duygu uyandırdığını algıladı...ama bu yalnızca bahardı, kokusu Fremen yaşamındaki her şeye sinen, her yerde hazır ve nazır olan bahar. Yine de...
"Siz, bizim gibi, doğduğunuzdan beri baharla iç içe değilsiniz. Vücudunun, yediklerinde bulunan çok fazla miktarda bahara isyan etmesi olasılığını araştırdınız mı?"
"Alerji tepkilerinin hepsi olumsuz," dedi Jessica.
Gözlerini kapadı...sadece bitkinliğini aniden fark ettiği için değil biraz da bu sahneyi görmemek için. Ne kadar zamandır uykusuzum? diye sordu kendi kendine. Çok uzun zamandır.
"Ab-ı Hayat'ı dönüştürdüğünüzde," dedi Chani, "bunu kendi içinizde ruhsal bilinçle yapıyorsunuz. Bu bilinci Paul'ün kanını test etmek için kullandınız mı?"
"Normal Fremen kanı," dedi Jessica. "Beslenme rejimine ve buradaki yaşama tamamen adapte olmuş."
Chani topuklarının üstüne oturdu, Paul'ün yüzünü inceler-
ken kafasındaki korkuları bastırdı. Bu, Başrahibeleri izlerken öğrendiği bir hünerdi. Zamanın zihne hizmet etmesi sağlanabilirdi. İnsan bütün dikkatini yoğunlaştırabilirdi.
Hemen sonra Chani, "Burada bir yaratan var mı?" diye sordu.
"Birkaç tane var," dedi Jessica biraz yorgun bir sesle. "Bugünlerde onlarsız olmuyor. Her zaferi kutsamak gerekiyor. Her baskından önce bir seremoni..."
"Ama Paul-Muad'Dib bu seremonilerden uzak duruyordu," dedi Chani.
Jessica oğlunun bahar uyuşturucusuna ve onun yoğunlaştırdığı önsezi bilincine yönelik çelişkili duygularını hatırlayarak içinden onayladı.
"Nereden biliyorsun bunu?" diye sordu Jessica.
"Konuşuluyor."
"Çok fazla şey konuşuluyor," dedi Jessica iğneleyici bir şekilde.
"Bana yaratanın ham Ab'ından getir," dedi Chani.
Chani'nin sesindeki emredici ton Jessica'nın kaskatı kesilmesine yol açtı. Sonra genç kadındaki yoğun konsantrasyonu gördü ve, "Derhal," dedi. Bir su görevlisi göndermek için perdelerin arasından dışarı çıktı.
Chani, Paul'e bakarak oturuyordu. Eğer bunu yapmayı denediyse, diye düşündü. Ve bu onun deneyebileceği türden bir şey...
Jessica Chani'nin yanına diz çökerken basit bir kamp ibriği uzattı. Zehirin şiddetli kokusu Chani'nin burun deliklerini yaktı. Bir parmağını sıvıya batırıp Paul'ün burnuna yaklaştırdı.
Burun kemiğinin üzerindeki deri hafifçe kırıştı. Yavaş yavaş burun delikleri genişledi.
Jessica'nın nefesi kesildi.
Chani ıslak parmağını Paul'ün üst dudağına değdirdi. Paul kesik kesik, uzun bir nefes aldı.
"Ne oluyor?" diye sordu Jessica.
"Sakin ol," dedi Chani. "Az bir miktar kutsal su dönüştür-
597
596
f
melisin. Çabuk!"
Jessica, Chani'nin sesindeki bilinç tonunu fark ettiği için soru sormaksızın ibriği ağzına götürdü ve küçük bir yudum aldı.
Paul'ün gözleri aniden açıldı. Chani'ye baktı.
"Ab'ı dönüştürmesine gerek yok," dedi. Sesi zayıftı ama titremiyordu.
Jessica, dilinin üstünde bir yudum sıvı, vücudunun, zehiri neredeyse otomatik olarak düzenleyip dönüştürdüğünü fark etti. Seremoninin her zaman neden olduğu o hafif yükselme duygusu sürerken, Paul'den gelen yaşam ışığını, duyularını etkileyen ışımayı algıladı.
işte o anda anladı.
"Kutsal suyu içtin!" dedi bir çırpıda.
"Bir damla," dedi Paul. "Çok az...bir damla."
"Nasıl böyle aptalca bir şey yapabildin?" diye sordu Jes- * sica.
"O sizin oğlunuz," dedi Chani.
Jessica ona dik dik baktı.
Durumu kavradığını gösteren, sıcak ve hafif bir gülümseme Paul'ün dudaklarına değdi geçti. "Sevgilimi dinle," dedi. "Dinle onu, anne. O biliyor."
"Başkaları bir şeyi yapabiliyorsa, o mutlaka yapmak zorunda," dedi ChanL.
"Ağzıma damlayı aldığımda, onu hissettiğimde ve kokladı-ğımda, bana ne yapıyor olduğunu anladığımda, senin yapmış olduğun şeyi yapabileceğimi anladım," dedi Paul. "Bene Ges-serit gözetmenlerin Kuisatz Haderah'tan bahsediyorlardı ama benim ne kadar çok yerde bulunduğumu tahmin bile edemezler. Ben birkaç dakika içinde..." Sustu, şaşkınlıkla kaşlarını çatarak Chani'ye baktı. "Chani? Buraya nasıl geldin? Senin şu anda.. .Neden buradasın?"
Dirseklerinin üzerinde doğrulmaya çalıştı. Chani onu hafifçe iterek yatırdı.
"Lütfen, UsuPum," dedi.
"Kendimi çok güçsüz hissediyorum," dedi. Bakışlarını odada gezdirdi. "Ne kadar zamandır buradayım?"
"Üç haftadır o kadar derin bir komadaydın ki, yaşam kıvılcımın sönmüş gibiydi," dedi Jessica.
"Ama... içeli daha bir saniye oldu ve..."
"Senin için bir saniye, benim için korku dolu üç hafta," dedi Jessica.
"Yalnızca bir damlaydı...ama onu dönüştürdüm," dedi Paul. "Ab-ı Hayat'ı dönüştürdüm." Ve Chani'yle Jessica'nın kendisini durdurmasına fırsat bırakmadan elini, yerde, yanında duran ibriğe daldırdı ve sıvıyla dolup taşan elini ağzına götürüp avuç dolusu sıvıyı yuttu.
"Paul!" diye haykırdı Jessica.
Paul annesinin elini tuttu, pişmiş kelle gibi sırıtarak ona baktı ve bilincini dalga dalga üstüne yolladı.
Bu ahenk, mağarada Alia'yla ve Yaşlı Başrahibe'yle olduğu kadar sevecen, paylaşımcı ve sarmalayıcı değildi...ama yine de bir ahenkli: tüm varlığa ait bir duyu paylaşımıydı. Bu, onu sarstı, zayıflattı; ve Jessica zihninin içinde Paul'den korkup kaçtı.
Paul yüksek sesle şunları söyledi: "Giremeyeceğiniz bir yerden mi bahsediyordunuz? Başrahibelerin karşı karşıya gelemediği şu yeri göster bana."
Jessica başını iki yana salladı, bunun düşüncesi bile onu korkutmuştu.
"Göster bana!" diye emretti Paul.
"Hayır!"
Ama oğlundan kaçamadı. Onun korkunç gücü tarafından zorlanınca, gözlerini kapadı ve içine...'o karanlık yön'e odaklandı.
Paul'ün bilinci onun içinden ve çevresinden karanlığa doğru aktı. Zihni dehşetten kaçmadan önce, o yer hayal meyal gözüne çarptı. Görmüş olduğu şeyin karşısında, bilmediği bir sebeple tüm varlığı titredi: bir rüzgarın estiği ve kıvılcımların Çaktığı; ışık halkalarının genişleyip büzüldüğü; karanlığın ve
599
598
hiçbir yerden esmeyen bir rüzgarın sürüklediği sıra sıra kabarık beyaz şekillerin, ışıkların üstünden, altından ve çevresinden
aktığı bir bölge.
Hemen gözlerini açtı ve Paul'ün kendisine baktığını gördü.
Hala elini tutuyordu ama korkunç ahenk kaybolmuştu. Tit-!
remesini yatıştırdı. Paul elini bıraktı. Sanki bir destek çekilmiş <
gibi oldu. Yukarıya ve geriye doğru sendeledi, Chani onu tut-1
mak için atılmasaydı düşecekti. '
"Başrahibe!" dedi Chani. "Ne oldu?"
"Yorgunum," diye fısıldadı Jessica. "Çok...yorgunum."
"Buyrun," dedi Chani. "Buraya oturun." Jessica'yı duva dayalı bir mindere götürdü.
Güçlü, genç kollar Jessica'ya çok iyi geldi. Chani'}
sımsıkı tutundu.
"Gerçekten Ab-ı Hayat'ı gördü mü?" diye sordu Cha Kendisini tutan Jessica'dan ayrıldı.
"Gördü," diye fısıldadı Jessica. Zihni temasın etkisiyle hala dönüyor ve dalgalanıyordu. Bu, dalgalı bir denizde haftalar geçirdikten sonra karaya ayak basmak gibiydi. İçindeki yaşlı* Başrahibe'nin...ve tüm diğerlerinin uyanıp "Neydi bu? Ne oldu? Neredeydi o yer?" diye sorduklarını hissetti.
Tüm bunların arasından, oğlunun Kuisatz Haderah olduğu -gerçeğine ulaştı; o, aynı anda birçok yerde olabilendi. Paul/ Bene Gesserit rüyalarından çıkan bir gerçekti. Ve bu gerco1* Jessica'ya hiç huzur vermiyordu.
"Ne oldu?" diye sordu Chani.
Jessica başını iki yana salladı.
Paul şunları söyledi: "Her birimizin içinde bir alıcı bir ı verici antik güç vardır. Bir erkek, içinde alıcı gücün yaşadığı o™ yerle yüzyüze gelirken çok az zorluk çeker ama erkekten başka bir şey haline dönüşmeden verici gücün içine bakmak onun için neredeyse imkansızdır. Bir kadın için durum bunun *0"^
tersidir."
Jessica başını kaldırıp baktı, Paul'ü dinleyen Chani'nin gözlerinin kendi üstünde olduğunu fark etti.
"Beni anladın mı, anne?" diye sordu Paul.
Jessica yalnızca onaylayabildi.
"Bu şeyler o kadar uzun zamandır içimizde ki," dedi Paul, "vücudumuzun her bir hücresinde kök salmışlar. Böyle güçler tarafından şekillendiriliriz. Kendi kendine, 'Evet, bunun nasıl bir şey olabileceğini anlıyorum,' diyebilirsin. Ama içine baktığında ve kendi yaşamının saf gücüyle korunmasız olarak karşı karşıya kaldığında, yarattığın tehlikeyi görürsün. Seni etkisi altına alabileceğini anlarsın. Veren için en büyük tehlike alıcı güçtür. Alan için en büyük tehlike ise verici güçtür. Almak kadar vermek de insanı kolayca etkisi altına alabilir."
"Ya sen, oğlum," diye sordu Jessica, "sen alıcı mısın verici misin?"
"Ben denge noktasındayım," dedi Paul. "Almadan veremem ve vermeden..." Konuşmayı kesip sağ tarafındaki duvara baktı.
Chani yanaklarına değen bir esinti hissetti, dönüp bakınca perdelerin kapalı olduğunu gördü.
"Otheym," dedi Paul. "Bizi dinliyordu."
Bu sözleri onaylayan Chani, Paul'e görünen önsezinin bir kısmından etkilenmişti ve o da 'henüz olmamış bir şey'i sanki olmuş gibi biliyordu. Otheym görmüş ve duymuş olduğu şeyleri anlatacaktı. Diğerleri, bu hikayeyi, diyarı bir ateş gibi sarıncaya kadar yayacaklardı. Paul-Muad'Dib diğer erkekler gibi değil diyeceklerdi. Artık şüpheye yer yok. O bir erkek ama bir Başrahibe'nin yöntemiyle Ab-ı Hayat'ı görüyor. O gerçekten Lısan-ül-Gayb.
"Sen geleceği gördün, Paul," dedi Jessica. "Ne gördüğünü -ı\ler misin?"
"Geleceği değil," dedi Paul. "Şimdi'yi gördüm." Kendini doğrulup oturmak için zorladı, kendisine yardım etmek için hamle yapan Chani'ye geri çekilmesini işaret etti. "Arrakis'in üzerindeki uzay Lonca'nın gemileriyle dolu."
Sesindeki kesinlik Jessica'yı ürpertti.
"Bizzat imparator Padişah orada," dedi Paul. Hücresinin
601
600
kaya tavanına baktı. "En gözde Doğru Söyleten'1 ve beş lejyon Sardokar'ıyla birlikte. Yaşlı Baron Vladimir Harkonnen de, yanında Thufir Havvat ve toplayabildiği bütün askerlerle tıka basa dolu yedi gemiyle birlikte orada. Bütün Büyük Evler'den akıncılar tepemize üşüşmüş...bekliyor."
Chani başını iki yana salladı, gözlerini Paul'den ayıramıyordu. Acayipliği, kesin ses tonu ve onu görmeyen bakışı, içini korkuyla karışık bir saygıyla doldurdu.
Boğazı kuruyan Jessica yutkunmaya çalıştı ve şöyle dedi: "Neyi bekliyorlar?"
Paul annesine baktı. "Lonca'nın iniş izni vermesini. Lonca, izinsiz iniş yapan bir gücü Arrakis'te bırakır."
"Lonca bizi koruyor mu?" diye sordu Jessica.
"Korumak mı? Burada ne yaptığımız hakkında hikayeler yayarak; ve birlik nakliye ücretlerini, en fakir Evlerin bile bizi yağmalamak için yukarıda bekleyebileceği bir seviyeye kadar düşürerek, buna Lonca'nın kendisi sebep oldu."
Jessica oğlunun sesinde hiçbir burukluk olmadığını anlayınca şaşırdı. Sözlerinden şüphe edemezdi...bu sözler, Paul, onları Fremenlerin arasına getiren gelecek yolunu ortaya çıkardığı gece, Jessica'nın onda gördüğü yoğunluğun aynısını taşıyordu.
Paul derin bir nefes aldı ve şunları söyledi: "Anne, bizim için bir miktar Ab dönüştürmelisin. Katalizöre ihtiyacımız var. Chani, bir keşif gücü gönder... ön-bahar kütlesi bulsunlar. Eğer bir miktar Ab-ı Hayat'ı ön-bahar kütlesinin üstüne yerleştirirsek ne olur biliyor musunuz?"
Jessica oğlunun söylediklerini düşündü, birden ne kastettiğini anladı. "Paul!" dedi nefesi kesilerek.
"Ab-ı Ölüm" dedi. "Bu zincirleme bir reaksiyon olacak." Zemini gösterdi. "Küçük yaratanlar arasında ölüm yayacak, bahan ve yaratanları içeren yaşam çevriminin taşıyıcısını öldürecek. Arrakis gerçekten terk edilmiş bir yer olacak...ba-harsız, yaratansız."
Chani eliyle ağzını kapattı, Paul'ün dudaklarından dökülen
bu küfür karşısında şaşkınlıktan dili tutulmuştu.
"Bir şeyi kim yok edebiliyorsa, onun gerçek kontrolüne o sahiptir," dedi Paul. "Biz baharı yok edebiliriz."
"Lonca'yı engelleyen ne?" diye fısıldadı Jessica.
"Beni arıyorlar," dedi Paul. "Bir düşünün! En hızlı Heigh-linerlar için zamanın içindeki en güvenli yolu arayıp bulabilen adamlar, en iyi Lonca kaptanları, hepsi beni arıyor...ve bulamıyor. Nasıl da titriyorlar! Burada onların sırrına sahip olduğumu biliyorlar!" Paul çukurlaştırdığı avucunu uzattı. "Baharsız kör kalırlar!"
Chani konuşabildi. "'Şimdiyi gördüğünü söylemiştin!"
Paul tekrar uzandı; yayılan şimdiyi ve onun geleceğin ve geçmişin içine uzanan sınırlarını araştırdı; bahar aydınlanması sönmeye başladığı için bilinci yitirmemekte güçlük çekti.
"Git, dediğimi yap," dedi Paul. "Gelecek benim için olduğu kadar Lonca için de karmakarışık. Görüntü hatları daralıyor. Her şey buraya odaklanıyor, baharın olduğu yere...daha önce karışmaya cesaret edemedikleri yere...çünkü karışmaları demek sahip olmaları gereken şeyi kaybetmeleri demekti. Ama şimdi ümitsizler. Bütün yollar karanlığa çıkıyor."
Ve o gün doğduğunda, Arrakis evrenin merkezin-cleydi ve çark dönmeye hazırdı.
- Prenses Irulan'ın yazdığı "Arrakis'in Uyanışı"ndan
"Şuna bak!" diye fısıldadı Stilgar.
Paul Kalkan Duvarı'nın sınırında yüksek bir kaya yarığının 'Çİnde Stilgar'ın yanına uzanmıştı, gözünü bir Fremen teles-
602
603
kopunun kolektöründen ayırmıyordu. Yağ merceği, şafakla birlikte altlarındaki havzada görünen hafif bir uzay gemisine odaklanmıştı. Geminin uzun doğu cephesi direkt olarak gelen güneş ışığıyla parıldıyor ama gölgedeki tarafında geceden kalan ışıküreler nedeniyle sarı sarı lumbozlar görünüyordu^ Geminin ötesinde, kuzeyden gelen güneş ışığında soğuk pırıltılı Arrakeen şehri uzanıyordu.
Paul biliyordu ki, Stilgar'ı heyecanlandıran şey gemi değil geminin yalnızca bir orta direk görevi gördüğü yapıydı. Gemi* nin tabanı çevresinde, bin metre çapında bir daire oluşturan çok katlı metal bir kışla...birbirine bağlanmış metal yapraklardan oluşan bir çadır...beş lejyon Sardokar ve Majesteleri imparator Padişah IV. Şaddam'ın geçici meskeni.
Paul'ün sol tarafında çömelmiş oturan Gurney Halleck şöyle dedi: "Dokuz kat saydım, içerde epeyce Sardokar olmalı."
"Beş lejyon," dedi Paul.
"Hava aydınlanıyor," diye tısladı Stilgar. "Senin göz önünde olman hoşumuza gitmiyor, Muad'Dib. Hadi şimdi kayaların arasına dönelim."
"Burada son derece güvendeyim," dedi Paul. "Bu gemi fırlatıcı silahlar taşıyor," dedi Gurney. "Kalkanla korunduğumuzu sanıyorlar," dedi Paul. "Bizi görseler bile kimliği bilinmeyen üç kişiye ateş etmezler."
Paul havzanın uzak duvarını taramak içi teleskobu çevirdi, çopur sarp kayaları, babasının askerlerinden birçoğunun mezarını işaret eden kapakları gördü. Ve bir an için, bu adamların ruhlarının o sırada aşağıya baktıkları hissine kapıldı Kalkanlı toprakların karşısındaki Harkonnen kaleleri ve kasabaları Fre-menlerin eline geçmişti veya bir bitkiden koparılıp solmaya terk edilmiş yapraklar gibi kaynaklarından koparılmışlardı. Düşmana yalnızca bu havza ve içindeki şehir kalmıştı.
"Topterle bir bombardıman uçuşu yapmaya kalkışabilirler," dedi Stilgar. "Eğer bizi görürlerse."
"Varsın görsünler," dedi Paul. "Bugün ateşe vereceğimiz
topterler var...ve biliyoruz ki bir fırtına yolda."
Teleskobu şimdi Arrakeen iniş alanının uzak tarafına, orada dizilmiş Harkonnen firkateynlerine ve onların altında yerdeki gönderde hafif hafif dalgalanan bir CHOAM Şirketi sancağına çevirmişti. Ve Lonca'yı, bütün diğerlerini yedekte bekletirken bu iki gruba iniş izni vermeye zorlayan ümitsizliği düşündü. Lonca, çadır kurmadan önce ayağının ucuyla kumun sıcaklığına bakan bir adam gibiydi.
"Buradan görülecek yeni bir şey var mı?" diye sordu Gurney. "Korunağa girmeliyiz. Fırtına geliyor."
Paul dikkatini tekrar dev kışlaya çevirdi. "Kadınlarını bile getirmişler," dedi. "Ve uşaklarıyla hizmetkarlarını da. Ahh, sevgili imparator, ne kadar da kendinizden eminsiniz."
"Gizli yoldan adamlar yaklaşıyor," dedi Stilgar. "Otheym ve Korba dönüyor olabilir."
"Tamam, Stil," dedi Paul. "Geri dönüyoruz."
Ama teleskopla çevreye son bir kez baktı...yüksek gemilerin durduğu düzlüğü, parıldayan metal kışlayı, sessiz şehri ve paralı Harkonnen askerlerinin firkateynlerini inceledi. Sonra kayalık bir uçurumun çevresinden dolaşarak gözden kayboldu. Teleskobun başındaki yerini bir Fedaykin muhafız devralmıştı.
Paul, Kalkan Duvarı'nın yüzeyindeki sığ bir çöküntüye girdi. Burası, Fremenlerin yarı saydam bir kamuflaj örtüsünün altına gizlemiş oldukları, kayanın doğal yapısında oluşmuş, yaklaşık otuz metre çapında ve hemen hemen üç metre derinliğinde bir yerdi. Haberleşme donanımı, sağda duvardaki bir deliğin çevresine kümelenmişti. Fremen muhafızlar, çöküntüye dağılıp Muad'Dib'in saldırı emrini beklediler.
Haberleşme donanımının yanındaki delikten çıkan iki adam oradaki muhafızlarla konuştu.
Paul gözucuyla Stilgar'a baktı ve iki adamın olduğu tarafı başıyla işaret etti. "Sana rapor versinler, Stil."
Stilgar onun dediğini yapmak için davrandı.
Paul sırtını kayaya dayayıp çömelerek kaslarını esnetti ve doğruldu. Stilgar'ın, iki adamı kayanın içindeki karanlık deliğe
605
604
geri gönderdiğini gördü; o dar, insan yapısı tünelden havzanın tabanına yapılan uzun inişi düşündü.
Stilgar Paul'ün yanına geldi.
"Bir silagoyla mesaj gönderemeyecekleri kadar önemli olan şey ne?" diye sordu Paul.
"Kuşlarını savaş için saklıyorlar," dedi Stilgar. Haberleşme donanımına bir göz atıp tekrar Paul'e baktı. "Dar bir dalga aralığıyla bile olsa bu şeyleri kullanmak doğru değil, Muad'Dib. Yayının yönünü belirleyip seni bulabilirler."
"Yakında beni arayamayacak kadar meşgul olacaklar," dedi Paul. "Adamlar ne rapor verdi?"
"Evcil Sardokarlarımız sınırın aşağısındaki Eski Gedik'in yakınında serbest bırakılmışlar ve sahiplerine doğru yola koyulmuşlar. Roket rampaları ve diğer fırlatıcı silahlar yerleştirilmiş, insanlar emrettiğin gibi yayılmışlar. Her şey olması gerektiği gibi."
Paul sığ kasenin karşı tarafına baktı, kamuflaj örtüsünün süzdüğü ışıkta adamlarını inceledi. Zamanın, bir kayanın üzerinde yürüyen bir böcek gibi süründüğünü hissediyordu
"Sardokarlarımız bir birlik taşıyıcısına işaret vermeden önce bir süre tabana kuvvet yürüyecekler," dedi Paul. "izleniyorlar mı?"
"izleniyorlar," dedi Stilgar.
Paul'ün yanında duran Gurney Halleck hafifçe öksürdü. "Güvenli bir yere geçsek daha iyi olmaz mıydı?"
"Böyle bir yer yok," dedi Paul. "Hava raporu hala lehimize mi?"
"Bir fırtınanın büyük büyükannesi geliyor," dedi Stilgar. "Hissetmiyor musun, Muad'Dib?"
"Hava gerçekten riskli gibi," diye onayladı Paul. "Ama ben kumu kazıklamanın kesinliğini tercih ederim."
"Fırtına bir saat içinde burada olur," dedi Stilgar. Impara-tor'un kışlasının ve Harkonnen firkateynlerinin göründüğü deliği başıyla işaret etti. "Onlar da biliyorlar. Gökyüzünde tek bir topter bile yok. Her şey içeri çekildi ve bağlandı. Uzaydaki
dostlarından hava raporunu almışlar."
"Başka araştırma uçuşu yapmadılar mı?" diye sordu Paul.
"Dün gece indiklerinden beri hiç yapmadılar," dedi Stilgar. "Burada olduğumuzu biliyorlar. Sanırım zamanı kendileri seçmek için bekliyorlar."
"Zamanı biz seçeriz," dedi Paul.
Gurney yukarıya bir göz attı, "Onlar seçmemize fırsat bırakırsa," diye homurdandı.
"O filo uzayda kalacak," dedi Paul.
Gurney başını iki yana salladı.
"Hiç seçenekleri yok," dedi Paul. "Baharı yok edebiliriz. Lonca bu riske girmeyi göze alamaz."
"Ümitsiz insandan tehlikelisi yoktur," dedi Gurney.
"Biz ümitsiz değil miyiz?" diye sordu Stilgar
Gurney kaşlarını çatıp ona baktı.
"Sen Fremen rüyasıyla yaşamadın," diye uyardı Paul "Stil rüşvet için harcadığımız bütün o suyu ve bu yüzden Arrakis'in \esillenmesini bekleyişimize eklediğimiz yılları düşünüyor. O..."
Dostları ilə paylaş: |