dedi. "Burada Bene Gesseritler hakkında efsaneler var."
Koruyucu Misyon, diye düşündü Jessica. Onlardan hiçbir yer kaçmaz.
"Bu, Duncan'ın başarılı olduğu anlamına mı geliyor?" diye sordu. "Fremenler müttefikimiz olacak mı?"
"Kesin bir şey yok," dedi Dük. "Duncan'a göre bir süre bizi gözlemek istiyorlar. Bununla birlikte, bir ateşkes dönemi süresince, merkezden uzaktaki köylerimize baskın yapmayı kesmeye söz verdiler. Bu, göründüğünden daha büyük bir kazanç. Havvat, bana Fremenlerin Harkonnenler için büyük bir başbelası olduğunu ve verdikleri zararın boyutlarının dikkatle gizlenen bir sır olduğunu söyledi. Harkonnen ordusunun etkisizliğini öğrenmenin İmparator'a hiçbir faydası olmayacaktır."
Jessica, Shadout Mapes konusuna dönerek, "Bir Fremen kahya," dedi düşünceli bir tavırla. "Tamamen mavi gözleri olacak."
"Bu insanların görünüşünün seni yanıltmasına izin verme," dedi. "İçlerinde derin bir dayanma gücü ve sağlıklı bir canlılık var. Sanırım ihtiyacımız olan her şey onlarda bulunuyor." "Bu tehlikeli bir kumar." "Yine başlamayalım buna," dedi Dük. Jessica zorla gülümsedi. "Kıstırıldık hiç şüphesiz." Hızlı sükunet sistemini uyguladı; iki derin nefes, ritüel düşünce, ardından: "Odaları tahsis ederken, sizin için ayırmam gereken özel bir şey var mı?"
"Bir gün bunu nasıl yaptığını bana da öğretmelisin," dedi, "endişelerini bir kenara itip pratik meselelere dönme yöntemini. Bu Bene Gesseritlere özgü bir şey olmalı." "Bu kadınlara özgü bir şey."
Dük gülümsedi. "Imm, odaların tahsis edilmesi: yattığım mekanın bitişiğinde kesinlikle büyük bir çalışma odam olsun. Burada, Caladan'da olduğundan daha fazla büro işi var. Bir de nöbetçi odası tabii ki. Güvenliği sağlasın diye. Evin güvenliği hakkında ise endişelenme. Havvat'in adamları bu işi etraflıca
75
74
hallettiler." ' .,' • ,
"Eminim halletmişlerdir."
Dük kolundaki saate göz attı. "Ve bütün saatlerimizin Ar-rakeen yerel saatine göre ayarlanmakta olduğunu fark etmiş-sindir. Bununla ilgilenmesi için bir teknisyen tayin ettim. Birazdan burada olacak." Jessica'nın alnına düşen bir tutam saçı düzeltti. "Şimdi iniş alanına dönmek zorundayım, ikinci mekik, yedek personelimle birlikte her an gelebilir."
"Onları Havvat karşılayamaz mı, Efendim? Öyle yorgun görünüyorsunuz ki."
"Yardımsever Thufir benden bile daha yoğun. Bu gezegeni Harkonnen entrikalarının kapladığını biliyorsun. Bunun yanı sıra, eğitilmiş bahar avcılarından bazılarını ayrılmamaya ikna etmeye çalışmalıyım. Toprak idaresinin değişmesiyle seçme hakkı elde ediyorlar; ve İmparator'la Landsraad'ın Değişim Yargıcı olarak görevlendirdiği şu gezegen bilimci satın alınamıyor. Seçim yapılmasına izin veriyor. Yaklaşık sekiz yüz eğitilmiş el uzay mekiğiyle gitmeyi bekliyor ve Lonca'mn yedek bir kargo gemisi var."
"Efendim..." duraksayarak sustu. "Evet?"
Bu gezegeni bizim için güvenli hale getirmeye çalışmaması için ikna edilemeyecek. Ve ben hilelerimi onun üzerinde kullanamam
"Yemeği saat kaçta yemeyi arzu edersiniz?" dedi Jessica.
Söyleyeceği şey bu değildi diye düşündü Dük. Ahh Jessica'm, başka bir yerde olmak isterdim, bit korkunç yerden uzakla herhangi bir yerde, yalnız ikimiz, endişesiz
"Alandaki subay yemekhanesinde yiyeceğim," dedi. "Çok geç saate kadar beni bekleme. Ve...ımm, Paul için bir muhafız arabası yollayacağım. Strateji toplantımıza katılmasını istiyorum."
Bir şey daha söyleyecekmiş gibi boğazını temizledi, sonra, hiçbir şey demeden döndü ve Jessica'nın yeni kutuların boşaltıldığını duyduğu girişe doğru uzaklaştı. Sesi bir kez de orada
duyuldu; buyurucu ve kibirli, acelesi olduğu zaman hizmetkarlarla hep konuştuğu şekilde: "Leydi Jessica Büyük Sa-lon'da. Derhal yanına gidin."
Dış kapı gürültüyle kapandı. •* *ib('-» *-' Jessica döndü, Leto'nun babasının tablosuna baktı. Yaşlı Dük'ün döneminin ortalarında ünlü ressam Albe tarafından yapılmıştı. Sol kolunun üstüne atılmış morumsu kırmızı bir pelerinle matador kostümü içinde resmedilmişti. Yüzü genç görünüyordu, Leto'nun şimdiki halinden çok az yaşlıydı ve yüzünde aynı atmaca çizgileri, aynı gri bakış vardı. Yumruklarını sıkıp tabloya ters ters baktı.
"Lanet olsun sana! Lanet olsun! Lanet olsun!" diye fısıldadı.
"Emirleriniz, Asildoğan?" ince ve cılız bir kadın sesiydi. "»J* w îrt* *-Jessica hızla döndü, çuval gibi şekilsiz, koyu kahverengi bir elbise giymiş, gri saçlı, yamrı yumru kadına baktı. Kadın, o sabah iniş alanından gelirken yolda onları karşılayan güruhtaki herkes gibi kırış kırış ve kupkuru görünüyordu. Jessica, bu gezegende rastladığı bütün yerlilerin kara kuru ve az beslenmiş göründüğünü düşündü. Fakat Leto onların güçlü ve canlı olduklarını söylemişti. Ve tabii ki gözleri; en yoğun, koyu maviyle kaplanmış, hiç akı olmayan, sır saklayan, gizemli gözleri vardı. Jessica kendini bakmamak için zorladı.
Kadın boynunu eğmeden selam verdi: "Adım Shadout Mapes, Asildoğan. Emirleriniz?"
"Bana 'Leydim' diye hitap edebilirsin," dedi Jessica. "Asil doğmuş değilim. Ben Dük Leto'nun bağlı kadınıyım."
Yine o garip selam...Ve kadın sorgu dolu, kurnaz bir ifadeyle Jessica'ya baktı. "O halde, bir zevce var?"
"Yok, hiçbir zaman da olmadı. Ben Dük'ün tek...eşi ve müstakbel varisinin annesiyim."
Konuşurken kendi sözlerinin ardındaki kibire içten içe gülüyordu. Ne demişti Azize Augustıne? diye sordu kendi kendine. "Akıl vücuda emreder ve vücut itaat eder Akıl
76
77
kendisine emreder ve dirençle karşılaşır " Eve t...son zamanlarda daha fazla dirençle karşılaşıyorum. Kendi kendime sessiz bir geri çekiliş uygulayabilirim.
Evin dışındaki yoldan tuhaf bir çığlık duyuldu. Tekrarlandı: "Suu-suu-Suuk! Suu-suu-Suuk!" Ardından: "İkhat-eyy! Ikhat-eyy!" Ve tekrar: "Suu-suu-Suuk!"
"Nedir bu?" diye sordu Jessica. "Bu sabah sokaklardan geçtiğimiz sırada defalarca duydum."
"Yalnızca bir su satıcısı Leydim. Ama sizin bunun gibilerle ilgilenmenize gerek yok. Buradaki sarnıç elli bin litre su alıyor ve her zaman dolu tutulur." Üzerindeki elbiseye şöyle bir baktı. "Bu yüzden Leydim, burada damıtıcı giysimi bile giymek zorunda değilim!" Kesik kesik güldü. "Üstelik ölü bile değilim!"
Kendisine yol gösterecek bilgilere ihtiyaç duyan ve bu Fremen kadınını sorgulamak isteyen Jessica duraksadı. Ama kaledeki karmaşaya bir düzen getirilmesi daha acildi. Buna rağmen, burada servetin temel göstergesinin su olduğu fikrini tedirgin edici buldu.
"Kocam bana unvanın Shadout'tan bahsetti," dedi Jessica. "Sözcüğü tanıdım. Antik bir sözcük."
"Demek antik dilleri biliyorsunuz, öyle mi?" diye sordu Mapes ve garip bir gerginlikle bekledi.
"Bene Gesseritlerin ilk öğrendiği şey dillerdir," dedi Jessica. "Bhotani Cib'i, Çakobsa'yı, bütün avlanma dillerini biliyorum."
Mapes başıyla onayladı. "Aynen efsanenin söylediği gibi." Jessica, Neden bu oyunu sürdürüyorum acaba? diye düşündü. Ama Bene Gesserit yöntemleri dolambaçlı ve zorlayıcıydı.
"Karanlık Şeyler'i ve Ana Tanrıça'nın yöntemlerini biliyorum," dedi Jessica. Mapes'in hareketlerindeki ve görünüşündeki daha açık işaretleri, küçük belirtileri okudu. "Miseces pre-jia," dedi Çakobsa dilinde. "Andral t're pera! Trada cik bus-cakri miseces perakri..."
Mapes bir adım geriledi, kaçmaya hazırlanıyormuş gibi göründü.
"Çok şey biliyorum," dedi Jessica. "Çocuklar doğurduğunuzu, sevdiklerinizi kaybettiğinizi, korku içinde saklandığınızı, şiddet uyguladığınızı ve daha da fazla şiddet uygulayacağınızı biliyorum. Çok şey biliyorum."
Mapes alçak bir sesle konuştu: "Sizi gücendirmek istemezdim Leydim."
"Efsaneden bahsediyorsun ve yanıt arıyorsun," dedi Jessica. "Bulacağın yanıtlara dikkat et. Korsajının içinde bir silahla şiddete hazırlıklı olarak geldiğini biliyorum."
"Leydim, ben..."
"Küçük bir olasılıkla canımı alabilirsin," dedi Jessica "ama bunu yaparak, en vahşi korkularının bile hayal edemeyeceği kadar çok yıkıma neden olursun. Ölmekten daha kötü şeyler vardır, bütün bir halk için bile."
"Leydim!" diye yalvardı Mapes. Dizlerinin üzerine çökecek gibi görünüyordu. "Silah size bir hediye olarak gönderildi; eğer O olduğunuz anlaşılırsa."
"Ve beni öldürecek alet olarak; eğer aksi anlaşılırsa," dedi Jessica. Bene Gesserit eğitimi almış olanları dövüşte dehşet verici hale getiren o rahat görünüş içinde bekledi.
Şimdi göreceğiz bakalım karar hangi yönde olacak, diye düşündü.
Mapes yavaşça elini elbisesinin boynuna uzattı ve koyu renkli bir kın çıkardı. Derin parmak yerleri olan siyah bir sap kından dışarı taşmıştı. Bir eliyle kını, diğer eliyle sapı tuttu; sütbeyaz bir bıçak çıkarıp havaya kaldırdı. Bıçak kendinden bir ışıkla parlıyor ve ışıldıyor gibi görünüyordu. Bir kincal gibi iki tarafı da keskindi ve bıçak yaklaşık yirmi santimetre uzun-luğundaydı.
"Bunun ne olduğunu biliyor musunuz Leydim?" diye sordu Mapes.
Jessica bunun yalnızca tek bir şey olabileceğini biliyordu, Arrakis'in efsanevi "hançer-i fıgan"ı, asla gezegen dışına
79
78
çıkarılmamış, yalnızca söylenti ve ilkel dedikodularla tanınanı
bıçak. .::
"Bu bir hançer-i figan," dedi.
"Bu kadar hafife almayın," dedi Mapes. "Anlamını biliyor J musunuz?"
Ve Jessica şöyle düşündü: Bu sorunun gizli bir anlamıl vardı. İşte, bu Fremen "m hizmetime girmesinin nedeni: bu j soruyu sormak. Yanıtım şiddeti çabuklaştıracak ya da...ne? Benden bir yanıt istiyor: bir hançerin anlamını. Kadının adı Çakobsa dilinde Shadout. Hançer, Çakobsa'da "Ölüm Yaratan "dır. Yerinde duramamaya başladı. Hemen yanıt vermeliyim. Gecikme de yanlış yanıt kadar tehlikeli
Jessica: "Bu bir yaratan..."
"Ayyy!" diye feryat etti Mapes. Bu hem kederin hem de sevincin sesiydi. Kadın öyle şiddetle titriyordu ki, hançerin ağzı odanın dört bir yanında parlak yansımalara neden oluyordu.
,; Jessica harekete hazır, bekliyordu. Hançerin bir ölüm yaratan olduğunu söylemeyi ve ardından antik sözcüğü eklemeyi planlamıştı; ama şimdi en sıradan kas seyirmesinin anlamını ortaya çıkaran bütün o derin uyanıklık eğitimi ve her bir duyusu onu uyarıyordu.
Anahtar sözcük buydu.. .yaratan.
Yaratan? Yaratan.
Mapes, bıçağı hala kullanmaya hazırmış gibi tutuyordu.
Jessica, "Ana Tanrıça'nın gizemlerini bilen ben, Yaratan'ı bilmiyor olabilir miyim sandın?" dedi.
Mapes hançeri indirdi. "Leydim, insan bu kadar zaman kehanetle yaşayınca, açıklama anı sarsıcı oluyor."
Jessica kehaneti düşündü...Şeria ve bütün törensel kehanet; Koruyucu Misyon'un, uzun yüzyıllar önce buraya bırakılan Bene Gesserit'i...hiç şüphesiz öleli çok olmuştu ama amacı başarıya ulaşmıştı: bir Bene Gesserit'in ihtiyaç duyacağı gün için bu insanların içine atılan koruyucu efsaneler tohumu.
Evet, o gün gelmişti.
Mapes hançeri kınına soktu. "Bu kararsız bir bıçak Leydim. Bunu yanınızda tutun. Bir haftadan fazla tenden uzak kalırsa parçalanmaya başlar. Bu, şeyh-huludun dişi, yaşadığınız sürece sizin."
Jessica sağ elini uzattı, bir kumar oynadı: "Mapes, bıçağı Ican dökmeden kınına soktun."
Nefesi kesilen Mapes, kınına soktuğu bıçağı Jessica'nın eline bıraktı, kahverengi korsajını yırtarcasına açtı, "Yaşam suyumu alın!" diye feryat etti.
Jessica bıçağı kınından çekti. Nasıl da parıldıyordu! Ucunu Mapes'e doğrulttu, ölüm paniğinden daha büyük bir korkunun kadını sardığını gördü. Ucunda zehir mi var acaba? diye düşündü Jessica. Ucunu yukarı kaldırdığı bıçağın ağzıyla Mapes'in sol göğsünün üzerini hafifçe çizdi. Yoğun bir şekilde akmaya başlayan kan hemen durdu. Aşırı hızlı pıhtılaşma, diye düşündü Jessica. Nem tutucu bir mutasyon mu?
Bıçağı kınına soktu, "Düğmelerini ilikle Mapes," dedi.
Mapes titreyerek itaat etti. Akı olmayan gözler Jessica'ya dikilmişti. "Sen bizimsin" diye mırıldandı. "Sen O'sun."
Girişten bir başka yük boşaltma sesi geldi. Mapes kınına sokulmuş hançeri hızla kapıp Jessica'nın korsajının içine sakladı. "Bu hançeri gören arındırılmalı ya da katledilmeli" diye homurdandı. "Bunu biliyorsunuz Leydim!"
Artık biliyorum, diye düşündü Jessica.
Kargo taşıyıcıları Büyük Salon'a girmeden gittiler.
Mapes sakinleşti ve "Bir hançer-i figanı görüp de arındırılmayan Arrakis'ten canlı ayrılamaz. Bunu asla unutmayın Leydim. Size bir hançer-i figan emanet edildi." Derin bir nefes aldı. "Artık iş olacağına varmalı. Aceleye getirilemez." Çevrelerindeki yığılmış kutulara ve istiflenmiş eşyalara bir göz attı. "Ve burada geçireceğimiz zaman süresince yapılacak bir sürü iş var."
Jessica duraksadı. "İş olacağına varmalı." Bu Koruyucu Misyon'un büyülü sözler stoğundan kendine özgü bir deyişti: Başrahibe 'nin sizi özgür kılmak için gelişi.
80
81
Ama ben bir Başrahibe değilim, diye düşündü Jessica. Ve ardından: Ana Tanrıça! Buraya onun tohumlarım atmışlar! Burası korkunç bir yer olmalı!
Mapes sıradan bir ses tonuyla, "Önce ne yapmamı istersiniz Leydim?" dedi.
İçgüdüsü, Jessica'yı aynı şekilde kayıtsız bir ses tonuyla karşılık vermesi için uyardı. "Yaşlı Dük'ün şuradaki tablosu, yemek salonunun bir tarafına asılacak. Boğa kafası ise tablonun karşısındaki duvara."
Mapes boğa kafasının yanına gitti. "Böyle bir kafayı taşıdığına göre çok büyük bir hayvan olmalı," dedi ve eğildi. "Önce bunu temizlemem gerekecek, değil mi Leydim?"
"Hayır."
"Ama boynuzlarının üstünde kir birikmiş."
"O kir değil Mapes. Dük'ümüzün babasının kanı. Hayvan, Yaşlı Dük'ü öldürdükten birkaç saat sonra, bu boynuzların üstüne saydam bir sabitleyici sıkıldı."
Mapes doğruldu ve "Haa, tamam!" dedi.
"Sadece kan," dedi Jessica. "Üzerinde kurumuş kan. Şimdi bunları asmak için yardım getir. Bu hayvani şeyler çok ağırdır."
"Kanın beni rahatsız ettiğini mi sandınız?" diye sordu Mapes. "Ben çöle aitim ve çok kan gördüm."
"Ben...anlıyorum," dedi Jessica.
"Ve bir kısmı kendi kanımdı," dedi Mapes. "Sizin o cılız çizikle akıttıınızdan daa fazla."
"Daha derin kesmemi mi tercih ederdin?"
"Yo hayır! Vücudun suyu, havaya fışkırtıp ziyan edilmeden de yeterince kıt. Doğrusunu yaptınız."
Ve Jessica, sözlerden ve tavırlardan, "vücudun suyu deyimindeki derin imaları yakaladı. Yine Arrakis'te suya verilen önemin baskısını algıladı.
"Bu şirin şeylerden hangisini yemek salonunun hangi tarafına asayım, Leydim?" diye sordu Mapes.
Amma pratik şu Mapes, diye düşündü Jessica. "Sen kararj
ver Mapes. Hiç fark etmez," dedi.
"Nasıl isterseniz, Leydim." Mapes eğildi, boğa kafasını paket kağıtları ve sicimlerden temizlemeye başladı. "Yaşlı bir dükü öldürdün, öyle mi?" diye mırıldandı.
"Sana yardım etmesi için bir taşıyıcı çağırayım mı? diye sordu Jessica.
"Ben başa çıkarım Leydim."
Evet başa çıkar, diye düşündü Jessica. Bu Fremen yaratıklarında işte bu var: başa çıkma dürtüsü.
Bir halkasını da burada şekillendirmiş olan Bene Gesserit
planının uzun zincirini düşünen Jessica, korsajının altındaki
hançer-i figanın soğuk kınını hissetti. Bu plan sayesinde ölüm
cül bir krizi atlatmıştı. "Aceleye getirilemez," demişti Mapes.
Yine de buraya alelacele koşuşturmuşlardı; ve bu, Jessica'mn •
içini kötü bir şeyler olacağı hissiyle dolduruyordu. Ve ne^
Koruyucu Misyon'un tüm o hazırlıkları, ne de Hawat'ın bu
kale gibi istiflenmiş kayalarla ilgili şüpheci denetimi bu duy-'
guyu gideremiyordu. • ^
"Bunları asmayı bitirdiğinde, kutuları açmaya başla," dedi Jessica. "Girişteki kargo işçilerinden birinde bütün anahtarlar var ve neyin nereye konulacağını biliyor. Anahtarları ve listeyi ondan al. Soracağın herhangi bir şey olursa, güney kanadında olacağım."
"Emredersiniz, Leydim," dedi Mapes.
Jessica arkasını dönerken düşündü: Hawat bu konutu güvenli bulmuş olabilir; ama burada yanlış olan bir şeyler var. Hissedebiliyorum.
Oğlunu acilen görme ihtiyacı Jessica'yı sardı. Yemek salonuna ve aile kanatlarına giden geçide açılan kemerli antreye doğru yürümeye başladı. Gittikçe hızlanarak yürüyordu, sonunda neredeyse koşmaya başladı.
Mapes, boğa kafasındaki paket kağıtlarını temizlemeye ara verdi ve uzaklaşan kadının arkasından baktı. "Bu kesinlikle O," diye mırıldandı. "Zavallı."
82
83
"Yueh! Yueh! Yueh!" der nakarat. "Bir milyon ölüm yetmez Yueh 'ye!"
- Prenses Irulan'ın yazdığı "Muad'Dib'in Çocukluk Tarihçesi"nden
Jessica aralık duran kapıdan sarı duvarlı bir odaya girdi. Solunda, siyah deriden alçak bir kanepe, iki boş kitaplık ve üstü tozla kaplı olan yan tarafları şişkin, askılı bir damacana duruyordu. Sağında başka bir kapının iki yanında birkaç boş kitaplık daha, Caladan'dan gelmiş bir çalışma masası ve üç sandalye vardı. Dr. Yueh, tam karşısındaki pencerelerin önünde, arkası ona dönük, dikkati dış dünyaya sabitlenmiş duruyordu.
Jessica odanın ortasına doğru sessiz bir adım daha attı.
Yueh'nin kırışık paltosunun sol dirseğinin yakınında sanki tebeşire dayanmış gibi-beyaz bir leke olduğunu gördü. Arkadan bakınca, aşırı bol siyah giysisinin içinde etsiz bir çöpten adam, oynatıcısının yönetimindeki iplerin hareketiyle kıpırdamaya hazır bir kukla gibi görünüyordu. Canlı gibi görünen tek şey, abanoz rengi uzun saçları omzunda gümüş Suk Okulu halkasıyla toplanmış olan ve dışardaki bir hareketi izlemek için hafifçe dönen kare şeklindeki kafasıydı.
Jessica odaya bir kez daha göz gezdirdi, oğlundan hiçbir iz yoktu; ama sağındaki kapalı kapının, Paul'ün hoşlandığını söylemiş olduğu küçük bir yatak odasına açıldığını biliyordu.
"iyi günler, Dr. Yueh," dedi. "Paul nerede?"
Yueh, pencerenin dışındaki bir şeyi selamlarcasına başını eğdi ve dönmeden sanki orada değilmiş gibi bir tavırla konuştu: "Oğlun yoruldu Jessica. Yandaki odaya dinlenmeye yolladım."
Aniden kaskatı kesildi, döndü, bıyığı mor dudağının üstüne düşüyordu. "Bağışlayın beni Leydim. Aklım başka yerdeydi... Benim...niyetim bu kadar senli benli olmak değildi."
Jessica gülümsedi, sağ elini uzattı...Bir an için onun, dizlerinin üstüne çökeceğinden korktu. "Wellington, lütfen."
"Bu şekilde isminizi söylemek...ben..."
"Birbirimizi altı yıldır tanıyoruz," dedi. "Aramızdaki formaliteleri çoktan kaldırmalıydık...yalnızken."
Yueh hafifçe gülümserken şöyle düşündü: Sanırım işe yaradı. Artık, tavrımdaki olağandışı herhangi bir şeyin utancımdan kaynaklandığını düşünecek. Yanıtı zaten bildiğine inandığında, daha derin nedenler aramayacaktır.
"Korkarım dalmışım," dedi. "Ne zaman...özellikle senin için üzülsem, korkarım seni...şey, Jessica olarak düşünüyorum."
"Benim için üzülmek mi? Ne için?"
Yueh omuz silkti. Uzun zaman önce, Jessica'nın, Wanna'sı gibi tam bir doğru söyletme yeteneğinin olmadığını fark etmişti. Yine de her zaman ona olabildiğince doğruları söylüyordu. En güvenlisi buydu.
"Burayı gördünüz Ley...Jessica." İsmi söylerken kekeler gibi oldu, hızla konuşmayı sürdürdü: "Caladan'dan sonra öyle çorak ki. Ve insanlar! Buraya gelirken yolda yanlarından geçtiğimiz, peçelerinin altında feryat eden şu kasabalı kadınlar. Bize bakışları."
Jessica kollarını göğsünde kavuşturdu, hançer-i figanı, eğer söylenenler doğruysa, bir kum solucanının dişi bilenerek yapılmış bıçağı orada hissetti. "Bu sadece onlara yabancı olmamızdan; farklı insanlar, farklı gelenekler. Yalnızca Harkon-nenleri tanıyorlar." Yueh'nin arkasındaki pencereden dışarıya baktı. "Dışarıda neye bakıyordun?"
Yueh pencereye döndü. "İnsanlara."
Jessica onun yanına gitti, sola, Yueh'nin dikkatinin odaklandığı yere, evin önüne doğru baktı. Orada, yan yana duran yirmi tane palmiye ağacı vardı, ağaçların altı süpürülmüştü tertemizdi. Ağaçları, cüppeli insanların geçtiği yoldan bir çit ayırıyordu. Jessica, kendisiyle insanlar arasında soluk, belli belirsiz bir titreme, bir ev kalkanı olduğunu fark etti ve Yueh'
85
84
nin neden onları böylesine ilginç bulduğunu merak ederek geçmekte olan kalabalığı incelemeyi sürdürdü.
Ne olduğunu anladı, bir elini yanağına koydu. Geçen insanların palmiyelere bakışı! Bu bakışlarda imrenme, biraz nefret...hatta umut gördü. Her geçen bu ağaçları sabit bir ifadeyle baştan aşağı inceliyordu.
"Ne düşünüyorlar, biliyor musun?" diye sordu Yueh.
"Düşünceleri okuduğunu mu söylüyorsun?" diye sordu Jessica.
"Onların düşüncelerini," dedi Yueh. "Bu ağaçlara bakıyor ve düşünüyorlar: 'Yüz tanemiz orada duruyor.' İşte düşündükleri bu."
Jessica kaşlarını şaşkınlıkla çatarak Yueh'ye döndü. "Neden?"
"Bunlar hurma ağacı. Bir hurma ağacının günde kırk litre suya ihtiyacı vardır. Bir adamın ihtiyacı ise sekiz litreden fazla değildir. Dolayısıyla bir palmiye beş adama eşittir. Orada yirmi palmiye, yani yüz adam var."
"Ama bu insanlardan bazıları ağaçlara umutla bakıyorlar."
"Mevsimi olmamasına rağmen, sadece ağaçlardan birkaç hurmanın düşmesini umuyorlar."
"Buraya fazla eleştirel bir gözle bakıyoruz," dedi Jessica. "Burada tehlike olduğu kadar umut da var. Bahar bizi zengin edebilir. Dolgun bir hazineyle bu dünyayı dilediğimiz hale getirebiliriz."
Ve kendi söylediklerine sessizce güldü. Kimi ikna etmeye çalışıyorum? Engelleyemediği gülüşü keyifsiz ve kuru bir şekilde çıktı. "Ama güvenlik satın alınamaz," dedi.
Yueh yüzünü saklamak için arkasını döndü. Keşke bu insanları sevmek yerine onlardan nefret etmek mümkün olsaydı! Jessica'nın tavırları birçok yönden Wanna'sına benziyordu. Yine de bu düşünce, içinde kendi insafsızlıklarını taşıyor ve adamın amacına alışmasını sağlıyordu. Harkonnen zulmünün yöntemleri dolambaçlıydı. Wanna ölmemiş olabilirdi. Emin olmalıydı.
"Bizim için endişelenme, Wellington," dedi Jessica. "Bu bizim sorunumuz, senin değil."
Onun için endişelendiğimi düşünüyor! Gözyaşlarını engellemek için gözlerini kırptı. Ve endişeleniyorum tabii ki. Ama şu kara Baron 'un karşısına, verdiği işi başarmış olarak dikilmeli ve o şeytani zevk anında onu en zayıf yerinden vurmak için tek şansımı kullanmalıyım!
Yueh göğüs geçirdi.
"İçeri girip Paul'e bir baksam rahatsız olur mu?" diye sordu Jessica.
"Katiyen. Ona bir sakinleştirici verdim."
"Değişikliği iyi karşılıyor mu?"
"Biraz yorgun düşmenin dışında evet. Heyecanlandı ama bu şartlar altında onbeş yaşındaki hangi çocuk heyecanlanmaz ki?" Gidip kapıyı açtı. "Burada."
Jessica onu izledi ve loş odaya baktı.
Paul dar bir karyolaya, bir kolu ince bir battaniyenin altında, diğer kolunu başının üzerinden arkaya atmış bir halde uzanmıştı. Yatağın yanında bulunan penceredeki jaluzinin, Paul'ün yüzünde ve battaniyede oluşturduğu gölgeler bir dokuma tezgahını andırıyordu.
Jessica gözlerini oğluna dikti ve yüzünün kendisininkine benzeyen oval şeklini 3ördü. Ama saçları Dük'e çekmişti: kömür rengi ve karmakarışık. Uzun kirpikleri, limon yeşili gözlerini gizliyordu. Jessica, korkularının yatıştığını hissederek gülümsedi. Aniden kendini oğlunun özelliklerindeki genetik izleri düşünürken buldu: gözlerinde ve yüzünün hatlarında kendi çizgileri vardı; ancak bu hatlarda babasının keskin izleri, çocukluğun içinden çıkan olgunluk gibi kendini gösteriyordu.
Dostları ilə paylaş: |