Gecenin karanliğinda doğan işIK


Hasan Fehmi Tezdoğan Efendi Hazretleri



Yüklə 0,96 Mb.
səhifə8/23
tarix30.07.2018
ölçüsü0,96 Mb.
#63459
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   23

Hasan Fehmi Tezdoğan Efendi Hazretleri

1885 yılında Makedonya'nın İştip iline bağlı Muşansa köyünde dünyaya gelmiştir. Babası Mahmutağalar namıyla bilinen sülalenin reisi Mahmut Ef.,annesi ise Nefise hanımdır.Osmanlılar'ın Avrupa'yı fethi sırasında,2.Kosova Meydan Savaşı'ndan sonra o yöreler tümüyle Türklerin eline geçmişti. Elde edilen bu bölgeleri koruyabilmek için Türkleştirmek gerekiyordu. Bu nedenle, Anadolu'dan Rumeli'ye Türk aileler getiriliyor ve gerekli görülen yerlere yerleştiriliyordu. İşte bu işlem gereği, Hasan Fehmi Efendinin sülalesi de o zaman Bursa'nın Tomat nahiyesinden alınmış, Rumeli'ye getirilmiş ve İştip civarına yerleştirilmişti.Yerleştirilen ailenin reisi Kadir Dede'nin Bursa'dan geldiği kendi kabir taşında yazılıdır.

Hasan Fehmi Tezdoğan Efendinin ilk tahsilini Tikveş'e bağlı Nigotin'de yaptığını görmekteyiz. Hali vakti yerine olan babası Mahmut Ef. genç Hasan Fehmi'yi daha yüksek tahsil için İştip Medresesi'ne yollar. Buradaki hocası Hacı Ali Rahmi Efendidir. Bu zat hem zahir ilmine hem de batın ilmine vakıftır aynı zamanda. Zahir ilminin tedrisi sırasında lüzum gördüğü anlayışlı talebelerine batın ilmini de öğretmektedir. Bu talebelerden biri de Hasan Fehmi Efendidir. Gerekli zahir ilmini öğrenen ve batıni ilmin mertebelerini de yaşayıp zevkeden Hasan Fehmi kısa bir zaman sonra genç yaşta, 22 yaşında batıni ilmi öğretme ve bu vazifeyi yürütme görevi olan Hilafeti almıştır. Mürşidi Hacı Ali Rahmi Efendiden bu hususta divanında şöyle der:

Mürşidim Ali Rahmi


Bildirdi beni bana
Ol irşad-ı manevi
Bildirdi beni bana

Ali Rahmi Efendinin mürşidinin H.Salih Rıfat Ef. ve onunda mürşidinin Hz.Pir Muhammed Nurül Arabi olduğunu aşağıdaki divanında açıkça belirtmektedir.

Nakşibendinin salikleriyiz
Rif'at Melami havzeleriyiz
Seyyit Ali'nin dervişleriyiz
Nur Muhammed'in bendeleriyiz
Vahdet gülünün bülbülleriyiz

Bu divanlarda hilafet silsilesi açıklanmakta ve kendisinin Hz.Pir den sonra 3.görevli olduğu görülmektedir. Melȃmet neşvesiyle yanan Hasan Fehmi, mürşidi H.Ali Rahmi Efendiden hilafet alınca, bu yönde kısa zamanda temayüz etmiş, ilmi, irfanı ve genç dinamizmiyle etrafına aşıkları ve temiz gönüllüleri toplamıştır. Kendi köyü Muşansa'da olduğu gibi, yakın köy ve kasabalarda da ünü duyulmuş, salikleri tevhid zevkine erdirmeye son derece çaba sarfetmiştir. Kendini bu yola vermiş, bu yola adamış, resmi göreve hiç yönelmemiştir. Bilineceği üzere Hasan Fehmi'nin yaşadığı yıllar Osmanlı Devlet'nin çöküş Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yılları idi. Dedeleri, Osmanlılar'ın parlak devirlerinde gelmişler, yeni yurtlar kurmuşlar, ömürlerini bu güzel düzende geçirmişlerdi. Hasan Fehmi Tezdoğan ise çöküş yıllarında doğduğundan, bunun doğuracağı acı ama gerçek sebepler neticesi, dedelerinin doğum yerine, anayurda geçmişlerdir. Hasan Fehmi'nin anayurda gelişi Balkan Harbi'nin olduğu yıllardır. Yerleşim bölgesi olarak Egeyi seçer ve İzmir-Tire'ye yerleşir. Edindiğimiz bilgilere göre. Mürşidi H.Ali Rahmi Ef.de anayurda göçtükten sonra bir müddet Tire'de oturmuş sonra Turgutlu'ya gitmiş ve orada Hakk'ın rahmetine kavuşarak, defnedilmiştir.

Yunanlılar İzmir'e çıkar. Hasan Fehmi Efendi çocuklarının yanına Muşansa'ya döner.Orada 10 yıl kadar kaldıktan sonra tekrar Anadolu'ya bu defa çocukları ve yakınlarıyla temelli gelir. İzmir-Menemen'e yerleşir. Ana yurdumuzdan düşman temizlenmiştir. Menemen'de zahirecilik, bakkallık ve tütüncülük yapar. Bu işler nüfusu kalabalık olan Hasan Fehmi Tezdoğan Efendinin ailesine yarar sağlamayınca 1939 yılında İzmir'de Darağacı semtine göçer.12 yıl burada yaşamını temin eden ve sevenlerini aşk-ı ilahi ile bezeyen Hasan Fehmi 1951 yılında Hakk'ın rahmetine kavuşur. Kabri İzmir-Altındağ'da Kokluca Mezarlığı'nda S:1A:19'dadır.Mezar taşında divanındaki ilk ilahinin şu son kıtası yazılıdır:

Mahvedip Fehmi'yi mahzı zat eyle


Bekada baki kıl izzü cah eyle
Cemalin keşfedip dilküşad eyle
Hicrile Berzah'ta beni durdurma

Hasan Fehmi Tezdoğan Divanından;
YA RABBİ AĞYARE SALDIRMA

Ya Rabbi beni ağyare saldırma


Bu'd firkatin nârına yandırma
Mu'tad et kalbimi zikrinle dâim
Uyandır nevm-i gaflete daldırma

Bâd-ı seher-i aşkını kalbimde


Estir erisin ol şirk-i hafiye
Şems-i hakîkatın tığını saldır
Açılsın marifet gülün soldurma

Özümü özünden olduğun bildir


Sözümü sözünden olduğun bildir
Emrâz-ı a'veri gözümden kaldır
Biri bir göreyim iki sandırma

Hadîs-i kudsînde kim buyurdun sen


Sevdiğin kuluna hep verirsin sen
Gözünden görmeye göz olursun sen
Bu zümre kullardan beni ayırma

Sehâb-ı cehlimi kaldır aradan


Nûr-i irfân ziyâ salsın her yandan
Göreyim cemâlin ben, ben olmadan
Gözümü serâb-ı zılle kaydırma

Vaslına muhabbet nimettir bana


Birliğe ulaşmak izzettir bana
Hicâb-ı cenneti set çekme bana
Huri gılmân ile beni kandırma

Mahvedip FEHMİ'yi mahz-ı zât eyle


Bekâda bâkî kıl izzü câh eyle
Cemâlin keşfedip dilküşâd eyle
Hicrile Berzah'ta beni durdurma

( Ağyar: Yabancılar, Bu’d: Uzaklık, Firkat: Ayrılık, Nevm-i gaflet: Gaflet uykusu, Emraz-ıa’ver: Şaşılık hastalığı, Sehab-ı cehl: Bilgisizlik bulutu, Serȃb-ı zıll: Gölgenin serȃbı, Mahz-ı zȃt: Yalnız zat, İzzü cȃh: Yüce ve ulu, Dilküşȃd: Gönlü mutlu, Hicr: Ayrılık. )


BİLDİRDİ BENİ BANA


Mürşidim Ali Rahmi

Bildirdi beni bana
Ol irşad-ı manevî

Bildirdi beni bana

Aşktır bana bidâyet

Yokluk oldu nihâyet


Erdi Hak'tan inâyet

Bildirdi beni bana

Sermâyemdir yokluğum

Hak varlığıdır kârım


Gönlümdeki mihmânım

Bildirdi beni bana

Terk edince varlığım

Gitti gönül darlığım


Zevk ile irfânlığım

Bildirdi beni bana

Oldum Tevhîd'e dâvet

Hemen ettim icabet


Ol sıdkile şehâdet

Bildirdi beni bana

Neylem ben bu dünyâyı

Hem istemem ukbâyı


Buldu gönül Mevlâyı

Bildirdi beni bana

FEHMİ buldu vahdeti

Ol dost ile halveti


Nûr Muhammed himmeti

Bildirdi beni bana


(Bidȃyet: Başlangıç, Mihman: Konuk, Şehȃdet: Görerek tasdik etmek, Ukba: Ahiret, Himmet: Gönül yardımı)


SEN BİR ÂŞIKSIN
Sen bir âşıksın ma'şukun nerde?

Haber almışsın uzak bir yerde

Sil gözünü gör Ma'bûdun nerde?

Abid olur mu Ma'bûd'a perde?
Şirk sekri sende tuğyân eylemiş

Yol bulamazsın zevk-i Tevhîd'e

Soyun dal sende bahr-ı muhîte

Cevher bulunmaz her bir nehirde
Bülbül zevk almaz altın kafeste

Nice durursun bu zulmette

Uçur şâd eyle murg-ı rûhunu

Seyrân eylesin enfûs âfakta
Ȃşık olanlar irfân buldular

Zevke erdiler aklın ardında

Mecnûn olmadan Leylâ bulunmaz

Akıl kalır mı dâr-ı mahbûbda?
Mürüvvet ettin beni bu derde

Herkim koyduysa olsun cennette

Mecnûn'a bir şey suâl olunmaz

Yazmadı kalem, levh-i mahfûzda
Cemâl-i yâre bakarken FEHMİ

Tavhîd hançerin duymadı cânda
(Ma’bȗd: Allah, Abid: Kul, Sekr: Sarhoşluk, Tuğyan: Azma, Bahr-i muhit: Büyük deniz, Murg-i rȗh: Gönül kuşu, Dȃr-ı mahbȗb: Sevgilinin yurdu, Cemȃl-i yȃr: Sevgilinin güzel yüzü.)

SEHERDE MESKÂNEDE
Seherde meskânede

Her nefes derim Allah

Bu beyt-i dilhânede

Her nefes derim Allah
Dünyâda yok pazârım

Ukbâya yok nazarım

Dilde dâim ezkârım

Her nefes derim Allah
Havfederler câhiller

Mahzûn olur zâhidler

Lâhavf olur âşıklar

Her nefes derim Allah
Allah derim hep cândan

Sensin benden zikreden

Bildim gayrı yok senden

Her nefes derim Allah
Gitti cehl-i dalâlet

Geldi nûr-ı hidâyet

Erdi Hak'tan inâyet

Her nefes derim Allah
Hû derim Yâ Hak, derim

Yâ Hayye'l kayyûm derim

Ev ednâ'nın bahrında

Her nefes derim Allah
Yandım aşkın nârına

Yok oldum dost varına



FEHMİ'yim dildârıma

Her nefes derim Allah
(Meskȃne: Yer, mesken, ev, Beyt-i dilhane: Gönül evi, Ezkȃr: Zikirler, Havfetme: Korkma, Lȃhavf: Korkusuz, Cehl-i dalȃlet: Cahillerin sapkınlığı, Ev ednȃ: Daha yakın, tevhidde sön makam, Dildȃr: Sevgili )


GELDİ DİLE DİLDȂRIM
Geldi dile dildȃrım

Dedim Elhamdülillâh

Gördü gözüm dîdârın

Dedim Elhamdülillâh
Seni sanırdım ayrı

Benden uzak bir tanrı

Bildim değilsin gayrı

Dedim Elhamdülillâh
Erdi ilmim birliğe

Yer kalmadı benliğe

Doldu gönlüm senliğe

Dedim Elhamdülillâh
Sen bu halkı var ettin

Zâtına burhân ettin

Ȃdem'i mir'ât ettin

Dedim Elhamdülillâh
Tendir bu câna beden

Cândır cânâna beden

Sensin sultân hükmeden

Dedim Elhamdülillâh
Sen zâhir hem nihânsın

Ariflere ayânsın

Bildim bende mihmânsın

Dedim Elhamdülillâh
Kenz-i mahfi'den bir ses

Etti FEHMİ'ye nefes

Her zamânda yeknefes

Dedim Elhamdülillâh
( Didȃr: Gülyüz, Burhȃn: Delil, Mir’ȃt: Ayna, Nihȃn: Gizli, Ayȃn: Açık, seçik, Kenz-i mahfi: Gizli hazine )
GÖNÜL ŞEHRİ
Gönül şehri sarayında

Gözüm gördü dilârâyı

Nice inkâr edem zâhid

Ki gördüm ben o bedrâyı
Benim ol âşık-ı berdâr

Benim ol ârif-i esrâr

Benim ol vâsıl-ı dîdâr

Eden seyrân o dergâhı
Benim ilm-i şuhûdumdan

Hep oldu âciz âlimler

Onunçün kaldılar mahcûb

Görünmez derler Allah'ı
Gerek âlim gerek zâhid

Ki bilmez nefsini tahkîk

Onun îmânı hep taklîd

Eder inkâr "Ev ednâ"yı
Bu mümkinât serâbdır hep

Vücûd-ı Hak ile kâim

Merâtible olur zâhir

Muhîttir cümle eşyâyı
Gel ey FEHMİ vücûdundan

Eser bırakma varlıktan

Fenâ ender fenâ ol kim

Sivâsız gör müsemmâyı
( Dilȃrȃ: Sevgili, Bedir: Dolunay, Berdȃr: Asılan, Arif-i esrar: Gizlilikleri bilen, Mümkinat: Sonradan var olan varlıklar, Vücȗd-ı Hak: Hakk’ın varlığı, Kaim: Ayakta, dimdik, Meratib: Mertebeler, Muhît: Kaplamış, Fenȃ ender fenȃ: Yokluktan sonra meydana gelen yokluk, Sivȃ: Hakt’an gayrı olan her şey, Müsemmȃ: İsim sahibi zat, Hak Teȃlȃ. )
YOKTAN GELDİM
Yoktan geldim dünyâya

Bir beş on gün seyrâna

Seyran nedir bilmedim

Gafil bulunup kaldım
Tanrı birdir anladım

Hak Muhammed belledim

Gayba îmân eyledim

Taklîd eyleyip kaldım
Dünyâyı attım arkaya

Gönül verdim ukbâya

Cennet için duâya

Elim kaldırıp kaldım
Cennetteki hûrîler

Hep bâkire dururlar

Bir gün bana verirler

Gönül eyleyip kaldım
Cennet zevki pek hoştur

Sûrette kalan boştur

Sîrete yol bulmadım

Dağlar dolaşıp kaldım
Cennet bugün göktedir

Zevki yüksek yerdedir

Ben karanlık bir yerde

Yolu şaşırıp kaldım
Âşık oldum cennete

Ermedim ol devlete

FEHMİ gibi üftâde

Kuru sevdada kaldım
( Siret: İç yüz, Üftade: Düşkün )


BİR YÜZE VERDİM GÖNÜL
Bir yüze verdim gönül her dem ona dîvâne ben

Yakarım sînemi onun aşkına pervâne ben
Geç bu sevdâdan dediler salma kavgâya başın

Ben geçerim sevdâ geçmez uğradım emrâza ben
Dost belâsıdır başıma geldi nice bin belâ

Her belâ geldikçe hamdederim ol subhân'a ben
Bir aceb sevdâya düştüm ona çâre bulamadım

Çünkü mahbûb bendedir düştüm neden sevdâya ben
Yok vücûdum çün bilinmez aşk odu nem yandırır

Bulmadı derdime devâ söyledim Lokmân'a ben
Mahv-ı mahz oldum görünmez varlığımdan bir eser

Çekseler dâre bu cismi girmezem hiç havfe ben
Ölmüşüm ölmezden evvel erdi cânım vahdete

Ol bekâ-yı gülşen-i vahdetteyim yekdâne ben
Gir bizim bahçeye gör bülbülleri efgân eder

Cümle bülbüller içinde şeydâ gör bir tane ben
Mâverâ-yı akl içinde sohbet ettim dost ile

FEHMİ dediler bana çün vâkıfım esrâra ben
( Emrȃz: Hastalık, Mahv-ı mahz: Tam ölü, Efgȃn: İnleyişler, Şeydȃ: Şakıyan, Mȃverȃ-yı akl: Aklın ötesi, Vakıf: Bilen )
YÂ HAZRETİ PÎR
Yüzüm tuttum sana yâ Hazret Pîr

Bu can kurbân sana yâ Hazret Pîr
Visâlin gülüne dîvâneyim ben

Hû deyip gezerim yâ Hazret Pîr
Cemâlin nûruna pervâneyim ben

Yakarım sînemi yâ Hazret Pîr
Yanarım aşkınla nâr-ı sûzânda

Şikâyet eylemem yâ Hazret Pîr
"İzheb"emrinden sen geldin

Şânındır şefâat yâ Hazret Pîr
Gezerim âlemde cânım yok tende

Sensin bu cisme cân yâ Hazret Pîr
Vasfını işittim çün arş istivâ

İlmin muhît oldu yâ Hazret Pîr
Senin medhinden ben âciz bendeyim

Vasfın kâl'e gelmez yâ Hazret Pîr
Budur TALİBÎ'nin dâim niyâzı

Ayırma kapından yâ Hazret Pîr
( Hazreti Pir: Muhammed Nur’ül Arabi Hazretleri, Visȃl: Kavuşma, Nȃr-ı sȗzȃn: Yakıcı ateş, İzheb: Git, Kȃl: Söz.)
ABDEST ALAN SU İLE
Abdest alan su ile onun dışı pâk olur

Kalbî zikir olursa onun içi pâk olur
Bir odanın içinde bir süpürge olmazsa

Ona giren bir kişi bir daha girmez olur
Bir bardağın üstüne yaldız cilâ verseler

Necis olsa içinde suyu içilmez olur
Pis sarâyın içinde reîs-i cumhûr oturmaz

Sultân sarâyı denen içi dışı pâk olur
Tefekkürle Tanrı'yı bir saat zikreylesen

Yetmiş sene ibâdet etmeden efdal olur
Cehrî kavlile değil Tanrı'yı zikreylemek

Mü'minin kalbinde ol bîhurûf devrân olur
FEHMİ, zikr-i Hakk'ı sen sanma öyle bulunur

Ol bir Pîrden mü'minin kalbine ilkâ olur
( Necis: Pislik, Efdal: Daha iyi, Cehrî kavl: Bağırarak, Bîhuruf devran: Sessiz dönüş, İlkȃ olmak: Verilmek, konmak.)
Ahmet Kumanlıoğlu Efendi Hazretleri

(1921) yılında Menemen'de doğdu. Babası Hacı Kamil Ef.annesi Şevkiye hanımdır. Babası Manisa'dan Mene


men'e göç edip yerleşmiştir. Annesi ise Filibe'den göç eden Hacı İmam sülalesindendir. Baba Hacı Kamil tarihte geçen bir Türk boyu olan Kuman'lardan olduğu için Efendi Hazretleri sonradan Kumanlıoğlu soyadını almıştır.
İlkokulu Menemen'de, ortaokulu Karşıyaka'da okudu. Ehl-i turuk olan babasıyla camiye giden ve dini sohbetlere katılan Efendi Hazretleri tasavvufi ilimlerden büyük zevk alırdı. Efendi Hazretleri askerlik dönüşü babasının da şeyhi olan Hasan Fehmi Efendi Hazretlerinden İlm-i Tevhid'i tahsil etmeye başladı. Çocukluğundan beri hiçbir kötü alışkanlığı olmayan Efendi Hazretleri Tevhid'e gösterdiği büyük sada
kat ve samimiyetle mürşidinin gönlünü fethetmiş, kendisinde ehl-i kemalin nişanelerini gören şeyhi dikkatle üzerine eğilip genç ve cevval salikini yetiştirmek için her türlü çabayı sarfetmiştir.Yerine kimi bırakacaksın? diye soran ihvanına:
-Menemen'de Kitapçı Ahmed adında bir genç var, onu yetiştiriyorum. O'nu görüp tebrik edebilirsiniz. Bana vekalet edecek olan Allah'ın izniyle O'dur, cevabını vermiştir. Bunun üzerine ȃşıklarından biri kalkıp Menemen'e gelerek Efendi Hazretlerini bulmuş ve O'na:
“Müjdeler sana Ey Hak Dostu! Hakkın halifesinin teveccühüne ve takdirine layık oldun. Seni tebrik eder, muvaffakiyetler dilerim” diyerek, ellerine sarılıp O'nu hararetle kucaklamıştır. Daha kendisine hilafet verilmeyen Efendi Hazretleri; Ben nasıl olur da efendimin sevgisine, muhabbetine layık olabilirim, diyerek bundan sonra bütün gücüyle telkin ettiği Tevhid'e daha sıkı sarıldı, öyle bir hale geldi ki, gece gündüz Efendisinin aşk ve sevgisiyle yanıp tutuştu. Menemen'
den trenle, otobüsle Efendisine gitmeyi ar kabul eden Efendi Hazretleri İzmir'e şeyhine defalarca yaya giderdi. Bunun farkına varan Hasan Fehmi Efendi: Bir daha yaya gelmeyeceksin, der, kendisindeki bu sadakat ve samimiyetinde zirveye ulaştığını görür, kısa zamanda meratib ve makamat-ı Tevhid'i hatmettirir. Bir akşam Menemen'de bütün ihvanı toplayan Efendisi, babası Hacı Kamil'in de bulunduğu bu cemiyette kısa bir sohbetten sonra yerine Ahmed Efendi Hazretlerini halife tayin ederek;
-“Şimdiden sonra dersi ve sohbeti Ahmet Efendi'den alacaksınız” dedi. O anda bütün ihvan ayağa kalkarak kendisini tebrik edip, ellerini öptüler. Efendi Hazretleri'ni daha beyatının ilk günlerinde efendisinin divanlarını ezberlerken görü
yoruz. Onları derleyip ilk baskısına Hacı Abdurrahman Fedai Hazretlerinin Risale-i Vehbiyye'siyle birlikte hazırlayan ve bastıran yine kendileridir.
1951 de efendisinin Hak'ka vuslatından sonra Melȃmetin bütün özelliklerine ve inceliklerine hassasiyetle dikkat eden Efendi Hazretleri, Şeriat-ı Muhammediye ölçüleri içerisinde ömrünün sonuna kadar Tevhid'e hizmetinden bir an bile geri durmadı. Efendisi, vuslatından az önce Ahmed Efendi hazretlerine şu unutulmaz üç cümleyi nasihat etmiştir:

1-Oğlum Ahmed! Şeriat-ı Muhammediye'den ayrılmayacaksın.

2-İhvan arasında tefrika(ikilik) yaratmayacaksın.

3-Nasıl aldıysan öyle vereceksin.

Efendisinin bu sohbetini kendisine rehber edinen Efendi Hazretleri bunu daima ihvanına telkin etmiş, Şeriattan uzaklaşan hiçbir ihvana asla rağbet etmemiştir. Menemen'den Karşıyaka'ya 1956 yılında taşındı. Oğlu Hasan Fehmi'yi 1960'da İzmir İmam Hatip Okulu'na yazdırdı.1967'de mezun olan oğlunun Libya'da yüksek tahsil yapmasını sağladı. İmam-Hatip Okulu 5.sınıfta iken bu kerre oğlunu, halifesi Şemikler Camii İmam-Hatibi Hacı Sabri Efendi'ye intisab ettirip, murakabesi altında meratib ve makamatı Tevhid'i zevkettirerek kendi hilafelerinin de müşahedeleriyle hilafet görevini verdi. Karşıyaka'ya taşındıktan sonra ilm-i Tevhid'e layık hizmet edebilmek için, ilme irfana gerçek değerini verdiğinden hoca efendileri beyata aldı. Onların ve ihvanının kemal ile yetişmeleri için, gecesini gündüzüne katarak, mümtaz ve nezih bir topluluk meydana getirdi. Yaptığı sohbetlerde bulunanları tahsil farklılıklarına rağmen kendine çeker, ilm-i Ledün zevklerini müsbet ilimle de süsler yüksek tahsilli tabakayı bile hayretlere düşürürdü. Her zaman doğruyu söyler, doğru söylemeyi öğütlerdi. İlmi, bütün çeşitleriyle ihvanın genç nesline emredercesine tavsiye eder, bunun üzerinde önemle ve ısrarla dururdu. İnandığı davayı inandırabilecek güce her zaman sahipti. Bütün gücünü Tevhid'den , bütün bilgisini de şeyhinden aldığını defalarca ifade ederdi. Bunu şu dörtlükte görmekteyiz:

"Gördüklerim seninledir


Bildiklerim seninledir
Kesret vahdet senindedir
Seninledir AHMED şeyhim."

Efendi Hazretleri bir Hak yolcusunun kemale gelmesi için şu noktaları önemine binaen daima tekrarlardı:

1-Sadakat sahibi olmak

2-Sehavet sahibi olmak

3-Cesaret sahibi olmak

İnandığı Tevhid'e ve onu öğretene bağlı olmak, bu işin temel şartıdır.

Ondan sonra eli açık olmak gerekir. Düşene yardım etmek, fakirin elinden tutmak, muhtacı gözetmek, kanayan yarayı, akan gözyaşını dindirmek cömert kişilerin işidir. Böyle yapanlar başarılı ve mutlu olur. Bunlar bu özelliklerini cesaretle süsleyeceklerdir. Herhangi bir dostumuz korkmadan "Ben mü'minim, ben dervişim" diyebilecek kadar cesur olmalıdır, derdi. Yüce davaların devamı, gerçekten ona gönül verenlere bağlıdır. Samimiyet ve teslimiyet ikilisi devamiyeti sağlayan unsurlardır. Efendideki samimiyet, müriddeki teslimiyetle birleşince her türlü engel aşılır. Ve amaca varılır. Uzun yıllar hizmet etmiştir Efendi hazretleri ilm-i Tevhid'in yayılması için. Kazandığı başarıyı samimiyetine borçlu olduğuna defalarca anlatırdı. Allah da kendisine teslimiyeti bol olanları ihsan etmiştir. Bunlardan bir ve birincisi olan Hacı Sabri Efendi Efendi Hazretlerinin daima yanında olmuş, O'nu her yönüyle desteklemiş, her yerde dayanağı olmuştur. Bu nedenle Efendi Hazretleri kendisi için: "Hacı Efendi! Sen bu hakikatı kavramasaydın, ben muvaffak olamazdım ve dolayısıyla bu tarif ve telkinden vazgeçerdim" diyerek Hacı Sabri Efendinin bu yoldaki ehemiyyetini belirtmiştir. Aynı ifadeleri evladı için de kullanan Efendi Hazretleri, yüce inançların ailece kucaklandığı vakit devam edebileceğini işaret ederdi.
Evi, sohbet meclisidir. Gelen dostlarını orada karşılar, Hak sohbetini muhabbetini yapar, irşad için bir an bile hizmetten geri durmazdı. Çalışmış, çabalamış vatan millet ve Allah yolunda nesi varsa feda edercesine didinmiş, her yerde her zaman Tevhid'in yaşanması için gayretini esirgememiş ve çağırıldığı yüce mekȃna gönül huzuru ile gitmiştir. Hakkın (İrcii) hitabına vatanın, milletin birlik ve selameti için yaptığı muhabbet esnasında bir Cuma günü mazhar düşüp, Yüce Dost'a güler yüzle "Ben vazifemi yaptım. Mutluyum" diye diye kavuşmuştur.

Allah, himmetini üzerimizden ayırmasın. Ȃmin...

Her cemiyet, lideri ölünce sarsıntı geçirir. Fakat Efendi Hazretleri ileri görüşlülüğü ile bu tehlikeyi önlemiş, daha hayatta iken dostlarının yapmaları gereken hususları öğütleyerek onları bir çatı ve bir hedef altında toplamayı başarmıştır. Bizzat kendisi yerine görev üstlenecek beş zatı (Hak dostunu) tayin etmiştir. Bunlardan Hacı Sabri SOYYİĞİT, oğlu Hasan Fehmi KUMANLIOĞLU,damadı Kemal AYDIN İzmir-Karşıyaka'da,Hafız Ahmed SOYYİĞİT İstanbul'da ve Yaşar İLASLAN Konya'da hizmetlerini sürdürmektedirler. Vuslatından sonra aynı hizmetin Hacı Sabri Efendi tarafından yürütüleceğini beyan etmiştir. Vuslat tecellisinde hiçbir sarsıntı geçirmeyen Efendi Hazretlerinin cemiyeti aynı şevk ve heyecanla, aynı düzen ve düşünce içinde sohbet ve muhabbetlerine devam etmektedir. Hak için efendiler arasında da birlik ve beraberlik ruhunun tecellisi için sonsuz gayretler sarfeden Efendi Hazretleri 28.7.1978 Cuma günü Hak'ka yürümüş ve ertesi gün Karşıyaka-Soğukkuyu Kabristanına defnedilimiştir.

Allah'ın rahmeti O'nun, O'nun himmeti de bizim üzerimizden eksik olmasın. Amin...




Hüseyin Sabri Soyyiğit Efendi (Hacı Baba)

1932 yılında Trabzon'un Araklı ilçesine bağlı Tosunlu köyünde dünyaya gelmiştir. Babası, beşyüz senelik imamlar soyunun temsilcisi olup, mânevi değeri yüce göreve ömrü boyunca hizmet etmiş olan Nakşibendi şeyhi Hacı Muhiddin Efendi’dir. Annesi, Hacı Muhiddin Efendi’nin amcası Molla Muhammed Efendi’nin kızı olup, o da aynı sülâlenin mânevi feyzi ile yetişmiş, çok genç yaşta da Hakk'ın Rahmet-i Rahman’ına kavuşmuş Fâtıma Hanım’dır.

Hacı Muhiddin Efendi, oğluna, büyük âlim, kâmil ve fâdıl olan babası H.Hüseyin Efendi’nin ve aynı zamanda Ehl-i Beyt sevgisinin etkisinde kalarak “Hüseyin Sabri” ismini vermiştir.

Hüseyin Sabri Efendi ilk derslerini babası ve hocası H.Muhiddin Efendi’den almıştır. Daha sonra hıfzını İstanbul’da amcası ve kayınpederi H.Tevfik Efendi’den tamamlayarak icâzet almıştır.

Tahsil hayatı boyunca İstanbul’da özellikle Fatih'te çok sevdiği Hadîs ve Tefsir derslerine devam etmiştir. Zamanının büyük âlimlerini de bol bol dinleme fırsatı bulmuştur. Daha sonra memleketine dönen Hüseyin Sabri Efendi, Trabzon eski müftüsü Abbas Efendi’den Arapça ve Fıkıh dersleri almıştır.

Aralık 1951’de, H.Tevfik Efendi'nin büyük kızı Saadet Hanım’la evlenmiştir. Halen aşan evlilik hayatı huzur içerisinde devam etmektedir. Bu evlilikten altı çocuk dünyaya gelmiştir.

1959 senesinde İzmir'in Karşıyaka ilçesine bağlı Şemikler Merkez Camiine Ramazan vaizi olarak gelen Hüseyin Sabri Efendi, merhum H.Ali Efendi’nin vasıtasıyla Ahmed Kumanlıoğlu Efendi Hazretleri ile tanışır. Küçük yaşından beri tasavvuf ortamı içinde bulunan Hüseyin Sabri Efendi, Ahmed Efendi Hazretlerindeki ma’nâ ve hikmet dolu sohbetlerin tesirinde kalıp sadâkat ve samimiyetle Melâmete intisap etmiştir. Daha sonra bu halini şu dörtlükle ifade etmektedir :

“Ey Allahım feyiz ver ihvânıma

Sadâkatla girdiler can evime

Zevk ile sarıldım can Ahmedime

Ya Rab, sen bu zâtın hikmetin bildir!”

On dokuz sene efendisi ile bir arada bulunan Hüseyin Sabri Efendi, kısa zamanda Efendisinin sevgi ve takdirini kazanmıştır. Kendisine ihvâna hizmet etme görevi veren Ahmed Efendi Hazretleri, oğlu Hasan Fehmi Hocaefendi’yi de yetiştirmesi için Hüseyin Sabri Efendi’ye teslim etmiştir. Ahmed Efendi Hazretleri 1966 senesinde Hüseyin Sabri Efendi’yi ilk haccına göndermiş ve bu haccından döndükten sonra “Hacı Efendi, sen artık bu ihvânın Hacı Babasısın” diyerek bu ünvanı bizzat kendisi vermiştir. Bütün ihvân, kendisine Hacı Baba diye hitap etmektedirler.

Ahmed Efendi Hazretleri:“Hacı Efendi, sen olmasaydın ben bu görevi yürütemezdim. Sen-ben, ben-sen; aramızda hiç fark yok” ifadeleri ile takdirlerini ifade eder ve hatta “Hacı Efendi, sen benim evimin hem Şeriat Babası, hem de Hakikat Babasısın!”derdi. Sağlığında bütün aile fertlerini H.Sabri Efendi’ye biat ettirmiş kendisinden sonraya bırakmadan bu ulvî görevi Hacı Babamızın devam ettireceğini ifade buyurmuşlardı. Her zaman Hacı Baba’ya “Allah muhabbetini arttırsın. İhvânını anlayışlı kılsın. Allah seni ihvânsız bırakmasın!” diye dualar ederdi.

Hacı Babanın Melâmet’e intisap etmesi, önceleri aile çevresinde büyük tepkilere yol açtı. Fakat daha sonra kendisindeki ilâhî feyz ve kemalâtı müşahade eden babası ve yakınları kendisini takdir ederek ona teslim olmuşlardır. O günkü Melâmiliğin bozuk bir ortam içerisinde oluşunu dikkate alırsak, tepkilerin ilk bakışta normal olduğunu görürüz. Bu olumsuz şartlara ve o günkü dejenere olmuş Melâmilere karşı Hacı Baba, büyük mücadeleler vermiş; Şeriatsız, abdestsiz bu yolda gidilemiyeceğini ortaya koymuş, Kur'an ve sünnetin rehberliğinde “Muhammedî Melâmiliği” zuhûra getirmiştir ve bu inancını her ortamda muhafaza ve müdafaa etmiştir. 1983 senesinde mahkemede Melâmet’in bir hâl ilmi, bir ahlâk manzûmesi olduğunu ifade ederek cesaretle savunmuş, mahkemece takdire lâyık görülmüştür.

Babası H.Muhiddin Efendi’yi yanına alarak ömrünün sonuna kadar hizmet etmiş, hayır dualarını almıştır. Babası, bütün evlâdına: “Şeiat babında, tarîkat babında hepinizin babası H.Hüseyin Sabri Efendi’dir...” vasiyetinde bulunmuş; Trabzon'da halka yaptığı bir vaazında: “Ben oğlum H. Hafız Sabri’den memnunum, Allah da memnun olsun. O’na olan haklarımı helâl ettim. ” diye memnuniyetini ifade etmiştir.

1978 senesinde Ahmet Efendi Hazretleri’nin darü’l-bekâya hicret etmesinden sonra Hacı Baba, aynı birlik ve beraberlik ortamını muhfaza ederek gerek İzmir ve gerekse Anadolu’nun dört bir yanındaki ihvâna hizmeti devam ettirmektedir. Bu hizmetlerini yurt dışına da taşıyan Hacı Baba, Almanya’ya da giderek oradaki Müslüman -Türk kardeşlerimize sohbetler etmiş ve birçok insanı irşat etmiştir.

Üçüncü haccına büyük bir gurup ihvânıyla giden Hacı Baba, o mukaddes topraklarda tevhit zevklerini etrafındaki bahtiyar insanlara takdim etmiş ve bizlere de ma’nâ dolu ilâhîleri hediye getirmiştir.

Allah yolunda hizmetle dopdolu olan bir ömrü, kalemle ifade etmenin ne kadar güç olduğunu takdir edersiniz. Efendimiz Hacı Babamızın affına sığınarak birçok hususlara değinemediğimizi ifade ederken kısa özgeçmişini tanıtmaya çalıştık.

Cenab-ı Hak’tan uzun ömür, sıhhat ve âfiyetler niyâz eder; bizlerin de onun feyz ve bereketinden hissedâr olmamızı Yüce Mevlâ'dan temenni ve niyâz ederiz.

Hacı Baba’nın bazı sohbetleri aşağıda sunulmuştur.


Yüklə 0,96 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin