Dua ve niyazımızı kabul et. Bizi bize bırakma. Habibin Muhammed’inin ahkâmıyla, âdâbıyla, güzel ahlâkıyla haşreyle bizi. Sana lâyık lisânla Allah demekten mahrum etme. O lisânı bizlere nasip et. Amin! Amin! Vel hamdü leke ya Rabbe’l-Âlemin! “Cuma sabahının ilhamı. İhtiyacımız olan muhabbetin tecellî etmesi. Çocuklarımıza -it ısırır, kurt parçalar, ateş yakar, su, sel boğar- bunları göstermek bizim görevimizdir. Yavrularımızı felâketlerden koruyabilmek, muhafaza edebilmek ne mutluluk!..” 24. 06. 1983
***
Mürşidi Kamil
29. 01. 1987 (Esselâmüaleyküm) Muhterem Kardeşlerime! Cenâb-ı Hak’tan maddî ve mânevî iyilikler diler, hâl ve hatırlarınızı sual ederim. İnşaAllah kemâl-i âfiyet üzeresinizdir. Hamd olsun bizler de iyiyiz.
Muhterem Dostlar!
Allah’a sonsuz hamd ü senâ, habîbine bînihaye salat u selâm olsun. Fatiha-yı şerif, Kur'an-ı Kerîm’in birinci suresi, ümmü’l-kitap. Onsuz namaz caiz değil. Yedi âyetten mürekkep olan bu sure-i celilede Besmele-yi şeriften sonra, -o Besmele ki, içerisinde Allah, Rahman ve Rahim esmalarıyla derin mânâlar ihtiva eden, Fatiha’nın kapısını açan, bizleri maddeden mânâya geçiren bu Besmele-yi şeriften sonra- “Hamd Allah’a mahsustur.” Öyle Allah ki, âlemleri yaratan, yaşatan, terbiye eden Rabbi’l-âlemin. Rab: Terbiye edici. Muhterem Dostlar! İnsanlığın timsâli, eşsiz insan Hz. Muhammed Mustafa (asv) Efendimiz: “Rabbim, beni kendi edebiyle edeplendirdi, kendi ahlâkıyla ahlâklandırdı.” Kutsî ve ulvî davanın kökeninde edebin, terbiyenin yer aldığını görüyoruz. Edep, hayâ, îmân, güzel ahlâk eşittir terbiye ile. Kainatın Efendisi, bizleri tevhît ile terbiye ederek, edep, îmân, ve güzel ahlâk ile giyindiriyor. “Edep bir taç imiş nûr-u Hüda’dan Giy ol tacı emin ol her belâdan.” İşte Dostlar! O mürşid-i kâmil ki, tevhîdin potasında erimiş, terbiye edilmiş, edebe, ahlâka mugayir bütün engellerden geçmiş, kelâm-ı-Hak’la mutlaktan tevhidi telkîne memur edilmiş, vâris-i nebî, naib-i Hak, Hazret-i insan... Onun terbiyesine girip, zikrullah alanların vücutlarında inkılâp başlar. Zikrullah ile dili mâsivadan, gafletten, nefsânî, şehevî, kötü emellerin esaretinden kurtulur. Öyle bir dil olur ki, Allah diyen bir dil, yumuşacık bir dil. Kabalık gitmiş, öfke, hiddet gitmiş, kırık bir dil. İnsanlar arasında tesanüdü, sevgiyi, muhabbeti işleyen, insanlar arasını sulh eden, iyilik için diller döken, en tenezzüllü, tevazulu kelimeler söyleyen, Kelâm-ı Hak’la bülbüller gibi öten, ahde vefa eden bir dil. Hülâsa terbiyeli bir dil! Göz, gaflet perdesi kalkmış, eserde müessiri müşâhâde eden bir göz. İnceliklere vâkıf. “Kime ref-i hicap oldu, gözü mahbûbunu gördü Ana sor mahbûbun vasfın, ki sorma gözü a’madan.” A’ma dosttan haber veremez, hakikatleri göremez. Hak mürşidin terbiyesinde terbiye edilen göz... Ona paha biçilmez. Her nereye baksa, sırr-ı hikmetler, mânâlar, hakikatler derler. Öyle bir görüş ki, âşıkın dediği gibi “Güzele bakmak sizde bir türlü, bizde bir türlü.” İşte bu, İlâhî terbiye!.. Kulak mâsivaya, nefsânî duygulara, Hakk’a perde olan bütün duygulara “dur”demiş, terbiye edilmiş. Kelâmı, Hak’tan duymuş. Her ses, onun kulağında zikrullah olmuş, muhabbet, muhabbetullah olmuş. Tecellî sıfatın mazharı. Mânevîyatını, ruhaniyyetini duygularıyla kuvvetlendirmiş. Duygu, düşünce, tefekkür sahneleri açılmış. Ya Rab ne güzel duygu! “Sizde bir türlü bizde bir türlü” diyen Hak erenlerin söylediği gibi. Terbiye edilenlerle edilmeyenlerin arasındaki fark!.. O eller ki “Yedullah” sırrının mazharı. Dövmekten, kırmaktan, hakaretten kurtulmuş. Duygu ve düşünceden aldığı emirle zarar hanesinden kâr hanesine geçmiş. Vuran değil, veren el. İten değil, tutup, kaldıran el. Yarayı saran, acı doyuran el olmuş. Düşünce ve tefekkürün icraat ve muamelât organı olan eller, edebin, terbiyenin ve iyi düşüncenin neticesi Aman Allahım, ne hayırlı el, ne güzel el olmuşlar!
Bâtıla giden ayaklar, Hakk’a dönmüş. Akl-ı selim, tefekkür ve iyi düşünceden nasibini alan bu insanoğlu, adımlarını göre göre atan, her hâliyle örnek insan, hazret-i insan. Hülâsa, “Hak geldi; bâtıl gitti!”
Fenâfillâhta süzülmüş, zâhiri halk ile bâtını Hak şuhûduna ermiş, Hak mürşidin terbiyesinde terbiye olan bu zât-ı muhteremleri anlatmak mümkün mü?
Peygamber Efendimizin bir duasını arz edeyim: “Rabbim, ilmimi ziyadeleştir, anlayışımı ziyadeleştir. Beni fenâfillâhta süzülmüş, nispet olan varlık ve benlikten geçmiş, zâhiri halk ile bâtını Hak şuhûduna ermiş, kelâmı Hak’tan almış, Hak mürşidin telkînine riayet, emrine itaatla al denileni almış, at denileni atmış bu sâlihler zümresinden beni ayırma. Çünkü onlar velâyet makamının sırrına ermişler.”
Allah’ın Resûlü insanlar arasında muamelâtı, idareyi, icraatı görürken “nübüvvet” makamında bulunurdu. Kılı kırka yarar, âdil hareket etmek için Rabbisinden yardım diler, en iyi idare şeklini gösterirdi. Urûç edip sâlihler zümresinde de muhabbetullah ederdi. Velâyetin ve buranın mensuplarının ne kadar faziletli bir yer tuttuğunu beyân etmekte.
Zirve-yi tevhîde canı, malı, her şeyi pahasına yükselmek isteyen Hak erenler, ne imtihanlar oldular... En ağır belaları Allah peygamberlere, evliyaullaha, derece derece mü’minlere verdiğini ve bu belanın içerisinde kenz-i mahfinin -hikmetler hazinesinin- mevcut olduğunu kim bilebilir ki...
Muhterem Dostlar!
O nebîler ki, annesiz, babasız, kimsesiz, yek başına ihtilâl etmiş, inkılâp etmiş. Bundan daha büyük mucize, bundan daha büyük kemâlat olabilir mi? Nûr-i tevhît, ezel ve ebed sönmeyecektir. Lut kavmi, Ad kavmi, Hz. Musa’nın(as) uğradığı yahudiler zulmü, ateşe atılan İbrahim (as), Hz. İsa’nın (as) geçirdiği olaylar...
Bütün peygamberler, peygamberlerden sonra bütün velilerin derece derece başlarına gelen hadisâtlar...
Hiç bir varlık onları Allah’tan, zikrullah ve muhabbetullahtan alıkoyamamıştır. Çünkü onlar, maddenin, makamın, dünyâ ve ukbânın çekiciliğinden kurtulmuş. İlâhî cereyan, ilâhî aşk, ilâhî tecellî, Hak dostları kendine çekmiştir.
Mevlâ-yı Müteal, bizleri, cân dostları bu zümre-yi sâlihinden ayırmasın.
Mektubumun başında belirttiğim gibi bu zümre kimdir?
Hak mürşitte terbiye edilmiş, vücudunda inkılâp olmuş. Dil, göz, kulak, duygu ve düşünce, ellerin ve ayakların muamelâtı değişmiş, “hayrun nas” ünvânını kazanmış.
İşte Kur’an-ı Kerîm bunlar için “Öldü demeyin, onlar haydırlar, diridirler.” Terbiye edilmiş, edep, ahlâk, îmân-ı kâmil, “La havfun aleyhim” sırrının mazharı bunlar. Melâmetin sırrına ermişler.
Efendim öyle buyururdu: “Kâinatın özü melâmet. Tarîkat ların hakikatı melâmet, zübdesi.” Mürşidimizde hepsi mevcut. Yeter ki sadâkat ve teslimiyetimizde eksiklik yapmayalım.
Bu anlattıklarım, bu Hak dostları siyasetten uzak, maddeden uzak, makam hırsı, dünyânın bütün çekiciliklerinden uzak; hiçbir varlık onları kendine çekemez. Vatan sevgisi, insan sevgisi, bayrak ve sancak sevgisi bunlarda sonsuzdur. Çünkü vatanı sevmek îmândandır.
Bilhassa çocuklarımıza sevgi gösterelim. Tatlı dil, iyilikle muamele edelim. Onlara insan sevgisi, vatan sevgisi, bayrak sevgisi verelim. Onları zararlı kaynaklardan, kötü gidişlerden koruyup muhafaza etmesini bilelim. Vatan için hayırlı evlât olmalarına Allah’tan dua ve niyaz eder, hepinizi Allah’a emânet ederim.
Selâmlar... Selâmlar... Selâmlar...
HACI BABA
Fâtiha-yı şerif, Ümmü’l-Kitap’tır. Fâtiha, yedi âyet, makâmâttır. Fâtiha’sız namaz caiz değildir. Şekilde kalma, gel mânâyı fehmet! Sakın ha..Ehlullahı inkâr etme! Nefsine uyarak bâtıla gitme. Akl-ı selîmle düşün, inat etme. Şekilde kalma, gel mânâyı fehmet! Kur’an-ı Kerim onlardan bahseder. “Evliyaullah’a korku yoktur” der. Hak dostları daim zikirdedirler. Şekilde kalma, gel mânâyı fehmet! Dervişler fenafillâh olmuşlardır. Nispet varlıklardan soyunmuşlardır. Bunların sohbetleri mutlaktandır. Şekilde kalma, gel mânâyı fehmet! Ehlullah’ı mürşitler yetiştirir. Nefsânî olanları O, attırır. Kesrette vahdeti mürşit sevdirir. Şekilde kalma, gel mânâyı fehmet! Kullukta Hakk’a ibâdet ederler. Urûç eder Hak’la sohbet ederler. Vahdeti tevhîtle şuhûd ederler. Şekilde kalma, gel mânâyı fehmet! İlm-i Ledün’ü aşkla zevk ederler. Halk yüzünden Hakk’a nazar ederler. HÜSEYİN SABRİ, bunlar Hak erenler. Şekilde kalma, gel mânâyı fehmet!
***
Hakka Giden Hak Yolcuları
24. 08. 1983
(Esselâmüaleyküm)
Muhterem Kardeşlerim!
Allah’ın razı olduğu iyilikler sizin ve ehl-i îmânın üzerinden eksik olmasın.
Hakk’a Giden Hak Yolcuları!
Yolunuza madde, şan ve şöhret, art düşünce, maddî ve nefsânî emeller engel olmasın. Biattan sonra hüsrana düşenlerin sayısı pek çoktur. Tevbe-yi Nasuh ettikten sonra telkîne riayet, emre itaat, ahde vefa başlıca emelimiz olacaktır. Sırat-ı müstakîm, hidâyet olunanların yoludur.
Bu yolda abdestli, uyanık, adımları göre göre atacağız. Azami derecede dikkatli ve temkinli olacağız. Yıkılıp her şeyini kaybedenlerin adedi pek çok. Rehberimiz Kur'an-ı Kerîm, gerçek mürşitlerin telkîni olacaktır. Şüphe ve evhamı, şirk ve gafleti zikir ve fikir ile kökünden yıkacağız inşaAllah!
Sadâkat ve samimiyetin ifadesi, kuvvetli ve sağlam îmânın semeresi, azim ve cesaretle gönül ihtilâli yapan Hak dostları, nefsânî, maddî ve bütün kötü emellere dur, dediler. Dediler de zirve-yi Tevhîde, naz ve niyâza yükseldiler.
Kemâle gelenlerin, Hak ve hakikate ulaşanların, zevâle düşüp hüsranda kalanların hâllerini kısa da olsa ifade etmeye çalışacağız. Allah bu yolda hepimize anlayış versin. Amin!
Muhterem Dostlar!
Zamanla birçok denemeler yaptık ihvânı. Allah bize apaçık gösterdi, ayân beyan bildirdi: En çabuk yıkılanlar mürşidine ters düşenlerdir. Bunlar başka mürşitlere gittiler. Eğer gittikleri hakiki mürşit olsa idi “Evlâdım, sen bozduğun yerden düzelt.” demeleri gerekirdi.
İkinci olarak yıkılanlar, aile düzeninde tevhîdi sağlayamayanlardır. Şeriat-ı Muhammediye’nin ölçüleri içerisinde aile düzeninde tevhîdi sağlayabiliyorsa ihvâna, zevilerhama (mahremlerine) karşı tenezzüllü, tevazulu ve merhametli olacak. Bütün insanlara karşı merhametli davranması şart. Bunlar kemâline vesile olacak en büyük vasıtalardır. Mürşide sadâkat yok, ihvâna merhamet yok, mahremlerine merhamet yok. Neyin ihvânı olacak! Mümkün değil!..
Temelde mürşidin emirlerine harfiyen riâyet. Telkînin dışında kemâl bulmak mümkün değil. Hem telkîne, hem telkîn edene sâdık kalmadıkça bir hak iddia etmeğe hakkımız yoktur.
Birçokları telkîni bırakıyorlar, telkîn edene sarılıyorlar. Telkîn mânâdır, mutlaktandır. Mürşidin mânâ cephesini terk edip, maddesine sarılanlar, mânânın dışında kaldılar. Bal şişesini dışarıdan yaladılar. Mürşidin maddesinden mânâsına, kesafetinden letafetine, mutlak olan tevhide ermedikçe gerçek derviş olmak mümkün değildir. Sûret ve şekilde kalanlar, “Biz de ehl-i tevhîdiz”dediler. Ehl-i hâl, ehl-i zevk, ehl-i mânâ olamadılar. Onlara da ihsân eylesin Mevlâ.
Mânâya erenler, ebsem oldular, hâl ehli oldular. Sırlarını ve mahremiyetlerini korumak için azamî gayret sarfettiler. Gizli hazinenin sırları nâehle verilmez, anlatılmaz. Sûret ve şekille, duyup ve işitme, nakil ve hikaye ile ilmi evraktan alanlar, mutlaktan bîhaber olan zevat, çok şey bildiler ve anlattılar; hâlâ da anlatıyorlar. Hâlâ da “Biz biliriz!” diyorlar ve bildirmeye öğretmeye çalışıyorlar. Olmak, ermek, bilmek, bir hak iddia etmek... Bunlar yıkılmaya, zevâle giden bîçarelerin hâlleridir.
Hâlde tevhît, mânâ ile olur. Mürşidin telkînine sadâkat, emir ve rızası doğrultusunda gayeye ulaşılır. Bunun dışında mümkün değil!
Allah bütün ihvânımıza sadâkat, samimiyet ihsân eylesin. Amin!
H. Hüseyin Sabri SOYYİĞİT
***
Allah'ın zikri yeter
Kul her nefeste Allah Allah desin
Âşık olduğunu beyan eylesin
Her âzâsı Allah diye inlesin
Güzel ahlâk açar gönül kapısın
Sevgili Dervişimiz!
Ulu Yaratandan sevgi ve dualarımla sonsuz iyilikler, aşk, muhabbet, kemâlat vermesini dua ve niyâz ederim.
Sevgili Evlât!
Hâlisâne, sadâkat ve samimiyetle telefon görüşmelerinizde bizi memnun ediyorsunuz. Şu gençliğin keşmekeş, şuursuz, düşüncesiz olduğu, nefsânî yollara düşüp gittiği bir devirde sizin genç hâlde kendinizi bu uçurumdan geri çekip Hacı Baba’ya can ü gönülden derviş olmanıza pahâ biçmek mümkün değildir.
Sevgili Yavru!
İnşallah, tevhid ilmiyle ilm-i Ledünle can ü gönülden tanışıp sevişeceğiz. Şu insan vücudu, Hak’la bâtılın, iyiliklerle kötülüklerin, nefsânîyetle Rahmânîyetin mücadele ettiği bir yerdir.
Aldığınız zikrullah ile zâlim nefsin başını ezeceksiniz inşallah! Zikredenler, fikrederler. Zikirle nefsî mücadelede muzaffer olup inşallah gönül kalesine tevhid bayrağını çekeceksiniz. Kendinizde Allah ve Resûlü’nü söz sahibi edeceksiniz yavrum.
Kendisinde Allah ve Resûlü’nü söz sahibi edenler, zikrullah ile nefsini yenmişler, gururu, kibiri, inadı silmiş atmışlar. Bu zat-ı muhteremler, emre itaat, telkine sadâkat, kadere rıza ile kemâl bulmuşlar.
Biz de siz dervişimizden, sevgili evlâdımızdan nefsî mücadelede muzaffer olmanızı, niçin, niye, nedenlere hiç takılmamanızı, kendinizde Allah ve Resûlü’nü söz sahibi etmenizi istiyoruz. Allah'ın emrini tutup nehyin- den yasaklarından kaçmanızı istiyoruz.
Nefsî mücadelede muzaffer olduğunuz zaman, Allah gönlünüzde karargâhını kuracak.
Bir kutsî hadisinde buyuruyor ki: “Ben sevdiğim kulumun gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili ve ben, onun diyeti olurum.”
Hakk’ı diyet etmek; emre itaat, telkin olan tevhidin sayesinde olacaktır yavrum. Biz size; nefsî mücadelede muzaffer olun, zikrullah ile bütün kötülükleri silin atın, gönlünüz Allah'ın karargâhı olsun, mekânı olsun diyoruz.
Kıymetli Yavru!
Bizi daha, yakından tanımıyorsunuz. Biz girdiğimiz hanelere sevgi getiririz, tatlı dil, hoşgörü getiririz. Bizim dostlarımız iyilikte, tevâzuda yarışacaklar.
Önce hanelerini hane-yi saadet, sevgi ve muhabbet evi yapacaklar. Anneye babaya itaatkâr olup Allah'ın hediyesi olan hanımına en iyi muameleyi yapacaklar.
Çocuklarına mukayyet olacak, onları hiç ihmâl etmeyecekler. Allah'ın lütuf ve kerem kıldığı yavruları, Allah ve Resûlü’nün rızası doğrultusunda yetiştirecekler.
Sevgili Evlât!
Bizim gayemiz, suskun dilleri Allah dedirtmek. Nefsânî olan bütün kötülüklerden kurtarıp Allah ve Resûlü’ne dost eylemek. Etrafınıza nur saçacaksınız. İnsanlığın şeref âbidesi, nur saçan meşalesi siz olacaksınız inşallah! Allah'tan size sonsuz iyilikler diliyorum.
Görünümde bir genç var. Ama öyle bir değişim istiyorum bu gençten ki eski gençten eser kalmasın. Vurana vurmasın. Sövene sövmesin.
Benim gencim, düşeni kaldırsın, acı doyursun, fakirin elinden tutsun. Gözü, Allah'ın nuruyla nazar etsin, cemâle baksın. Sevgili dervişimin lisanı, zikir ve tefekkürle Allah’ın rahmetine, merhametine, mülâkatına mazhar düşsün. İnşallah!
Size gelen, eski gençten nâm u nişan bulamasın. Her şeyiyle değişmiş, yerine bambaşka bir genç gelmiş. Öyle bir genç ki dilin en tatlısını konuşan, mütevazı, alçakgönüllü, iyilikte yarışan, çevresine nur saçan bir genç. Sizde târifin ötesinde bir hâl tecellî etmesini istiyorum. Öyle olmanızı istiyorum ki sizi örnek olarak gösterebileyim.
Sevgili Dervişim!
Size gelecekten bir şeyler va’dederek sizi oyalamak, sizi aldatmak peşinde değilim. Hâlde tevhid etmenizi istiyorum. Vuslat-i yârla halvet olmanızı istiyorum. Nefsî mücadelede muzaffer olup gönül kalesine tevhid bayrağını çekmenizi istiyorum.
Sakın ha, zikri ihmâl etmeyeceksin! Sakın ha, eski sözlerden, niçin, niyelerden, dedi demedilerden hiç kullanmayasın. Allah'ın zikri muzaffer olmanıza yeter. Gönül yıkmayacaksın yavrum. İnsan darıltmayacaksın. İnsanın gönlü Allah'ın mekânıdır. Bu zikrin kemâlinde güzel ahlâkın tecellî ettiğini göreceğiz inşallah!
Sevgili Evlât!
Bizi elbetteki yakından tanımak istersiniz. Ama zamana da ihtiyaç var. Biz siyaset üstüyüz. Hiçbir siyasetçi bizi etkisi altına alamaz. Bir tarîkat şuurunda değiliz. Tarîkatçılara hedef ve gayeyi gösterenlerdeniz. Biz tasavvufî tevhid inancıyla, Allah'a gönülden bağlıyız. Taassup ve bâtıl itikatlara karşıyız. İlmin, tekniğin, fennin yanındayız.
Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, kendi yaşayacakları zamana göre yetiştirin. Ellerinden tutun, onları asla ihmâl etmeyin.
Biz halkın yüzünden Hakk’ı severiz. İnsanlara iyilik etmek için varız. Allah için sevmek, hizmet edip insanı lâyık olduğu yere getirmek için varız.
Sizi ve aile birliğinizi Allah'a emânet eder, sonsuz iyilikler dilerim.
***
Urucun nüzûlün yolu
Dostları ilə paylaş: |